İkinci Paris Katliamı’nda Ankara’nın izleri

Ertuğrul Kürkçü, Paris katliamında sadece Ankara’nın çıkarının olduğunu belirterek, “Kürtlerin yaşadığı her yeri savaş alanı olarak gören Ankara’nın ırkçı-milliyetçi ‘ayaklanma bastırma’ stratejisini 2023’e devretme kararlılığının bir göstergesi” dedi.

HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü, Paris’te Ahmet Kaya Kültür Merkezine yönelik silahlı saldırıda 3 Kürt insanın katledilmesini, Türkiye’de önemli siyasi gündemleri, 2022 yılında HDP’nin siyasi performansını ve devam eden kapatma davasını, Rojava ve Güney Kürdistan’daki işgal saldırılarını, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecriti ANF’ye değerlendirdi.

İKİNCİ PARİS KATLİAMINDAN YALNIZCA ANKARA’NIN ÇIKARI VAR

Fransa’nın başkenti Paris’te Ahmet Kaya Kültür Merkezi’ne yönelik silahlı saldırıda 3 Kürt insanın katledilmesini ve Kürt yurtseverlere, kurumlarına yönelik saldırılarda bir tek Ankara’nın çıkarının olduğunu değerlendiren Kürkçü, “Kürtlerin yaşadığı her yeri savaş alanı olarak gören Ankara’nın ırkçı-milliyetçi ‘ayaklanma bastırma’ stratejisini 2023’e devretme kararlılığının bir göstergesi” olarak yorumladı.

3 Kürt insanın katledilmesi ve ardında Ankara ile Paris’in olaya ilk tepkilerini değerlendiren Kürkçü, “Ankara’nın uzun süren sessizliği saldırganın ilk ifadesinin ortaya çıkmasını beklemesiyle ilgiliydi. Paris Emniyet Müdürlüğü’nün saldırının ‘her zamanki ırkçı saldırılardan biri’ olması temennisi ve saldırganın medyaya yansıyan ilk ifadeleri Ankara’nın beklentileriyle uygundu. Nitekim, saldırganın ‘ben ırkçıyım, sırf ırkçı olduğum için öldürdüm’ ifadeleri Ankara’da iktidara derin bir nefes aldırmıştı ama, iki gün sonra ‘Kürt olduklarını bilerek, Kürtleri vurmak için saldırdım’ ifadesi ortaya çıkınca Paris makamları da durumun ciddiyetini örtbas etmek üzere, saldırganı derhal ‘tımarhaneye’ kapatmaya kalktılar. Anlaşılan daha yukarıdan gelen bir müdahaleyle yeniden tutuklanabildi” dedi.

ANKARA İLE ‘TERÖR SANIĞI’ İLİŞKİLERİ KURCALANACAK

“Artık elde Ankara’yla ilişkilerinin kurcalanması kaçınılmaz bir ‘terör sanığı’ var” tespitinde bulunan Kürkçü, değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “Marine Le Pen’in dahi katliamı kınayan liderler arasına katılması, Fransız toplumunda Kürtlerin genel imajı konusunda yeterince fikir veriyor. Kürtler, Fransız ırkçılığının ve Fransız göçmen siyasetinin söyleminde öne çıkan, Fransa toplumuyla kültürel ve toplumsal çatışma halindeki bir topluluk değildi. Bu cinayet yalnızca Ankara’da iktidardaki Türk ırkçıların yönelim ve çıkarlarına uyuyor. Cumartesi günü kitlesel protestoyu şirazesinden çıkarmak üzere yürüyüş boyunca Paris emniyetinin ‘hoşgörüsüyle’, ‘durumdan vazife çıkaran’ Bozkurtların provokasyonlarına ve üç yurttaşının katli karşısında lâl olan Savunma Bakanı’nın, provokatörleri temize çıkarma ve sokağa dökülen on binleri karalama gayretleriyle ortaya atlayışına bir arada bakınca, görmek isteyenler için ikinci Paris katliamının AKP-MHP blokunun operasyon sahasında yer aldığı yeterince açık.”

HDP FAŞİZMİN KURUMSALLAŞMA HAMLELERİNE KARŞI BAŞARILI MÜCADELE ETTİ

HDP’nin 2022’de üstesinden gelmekle yükümlü olduğu en önemli iki görevin faşizmin kurumsallaşma tırmanışına karşı koyma ve bir barış ve demokrasi ittifakı inşasına öncülük etmek olduğunu ifade eden Kürkçü, “ HDP’nin gerek parlamentoda gerekse parlamento dışında faşizmin kurumsallaşma ataklarına, doğru, yerinde ve zamanında yanıtlar vermeyi başardığını, yalıtılmasına yönelik ağır kuşatmayı kırmayı başardığını, TBMM’de ve dışında savaşa ve faşizme karşı biricik alternatif olma rolünü üstlenerek Kürt halkının ve Türkiye’nin radikal demokratik dinamiklerinin meşru temsilcisi statüsünü korumayı ve demokratik kampın vazgeçilmez bileşeni olduğunu hem içeride hem uluslararası alanda kabul ettirmeyi başardığını kaydetmemiz gerekir” dedi.

HDP VE BİLEŞENLERİ ANLAMLI BİR KOALİSYON KURDU

Kürkçü 2023 seçimlerine gidilirken Demokrasi ittifakı inşasının henüz tamamlanamadığı bir süreçte yine Türkiye sosyalistlerinin enternasyonalist dinamiklerinin önemli bir bölümünün HDP ile bileşen ya da müttefik olarak anlamlı bir koalisyon oluşturduğuna değinerek, “Ancak batıda taban dinamikleri genel olarak örgütsüz. Dolayısıyla AKP karşısındaki merkez güçlere aşağıdan halk baskısı sınırlı. Bu da HDP’yle ve HDP seçmeniyle kucaklaşan bir demokratik siyasal sinerji oluşumuna henüz yetmiyor. Bununla birlikte, HDP’nin özellikle parlamenter denklemlerdeki değişmez belirleyiciliği, merkez muhalefetin şekillenme ve söylemini genel demokratik değerlere yaklaştırmasına etkide bulunuyor ama, bu bir demokrasi ittifakı açısından henüz sınırlı bir imkân” diye konuştu.

HDP BAŞARILI BİR MÜCADELE ORTAYA KOYMUŞTUR

HDP’nin üzerindeki sistematik baskılar ve kapatma tehdidi  altında başarılı bir mücadele ortaya koyduğunu ifade eden Kürkçü, HDP’nin sosyalist bileşenleri, partide yer alan bağımsız sol ve demokrat bireyler ve aynı eksende mücadele eden HDP dışındaki Sol ve Sosyalist Demokratik kesimlere yönelik de şu değerlendirmede bulundu: “Sol, sosyalist demokratik güçler siyasal bağlamda HDP’nin değişmez ve vazgeçilmez müttefikleri, HDP’nin halk iktidarı ve ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı hedeflerini şartsız destekleyen ve hatta bu mücadelelerin öznesi olan güçler. Üçüncü kutbu tahkim hedefi bağlamında HDP’nin program ve politikaları, doğal müttefikleriyle, Türkiye devrimci ve sosyalist hareketinin tamamıyla genel olarak örtüşüyor. Bununla birlikte, Türkiye sosyalist hareketinin işçi hareketiyle ve ezilenlerin kurtuluş mücadeleleriyle bağları HDP’nin Kürdistan kurtuluş dinamikleriyle bağları ölçüsünde organik ve dolaysız değil. Bunun ister istemez bir asimetri oluşturduğu ortada. HDP her ne kadar bir adım geri çekilerek sol, sosyalist müttefiklerine alan açsa da bu gerideki toplumsal güç eksikliğini ikameye yetmediğinden henüz örneğin Latin Amerika’da gördüğümüz ve büyük kıtasal değişimin itici gücü haline gelen çoklu, çoğul ve kuşatıcı ittifaklara dayalı, bütün bileşenlerin rengini taşıyan hâkim, tanzim edici bir politik mücadele odağı oluşamıyor. Bunun yarattığı bir yadırgama duygusu var. Buna çare aramak şart. Ben genel olarak HDP’nin açtığı zeminin yalnızca yukarıda siyasal heyetler arasındaki sözleşmelerden değil hatta daha çok aşağıdan gelen toplumsal mücadele dinamiklerinden beslenmesinin hem mümkün hem gerekli olduğunu düşünüyorum. O nedenle siyasal öncülerin rolünün daha çok aşağıdaki toplumsal dayanışmayı kolaylaştırarak Kürt hareketiyle işçi hareketi, kadın hareketi, LGBTİ hareketi, Alevi hareketi, ekolojik direniş hareketleri, çiftçi hareketleri, kentsel hak mücadeleleri, kent yoksullarının işsizlik ve pahalılıkla mücadeleleri arasında bağlar, mücadele ve dayanışma ağları oluşturmaya yardımcı olmak olduğunu düşünüyorum. Bu çalışma yukarıdaki yakınlaşmayı da hem daha sahici hem daha dayanıklı kılacaktır.”

HDP’NİN KAPATILIP KAPATILMAYACAĞI BİR MÜCADELE MESELESİDİR

HDP’nin devam eden kapatma davasını değerlendiren Kürkçü, HDP’nin kapatılıp kapatılmamasının bir mücadele meselesi olduğuna vurgu yaparak, şu tespitlerde bulundu: “Kapatılmaması, Cumhur İttifakı’nın, kapatmanın kendisinin de Kürdistan’dan çok uzun bir dönem için silinmesi demek olacağını görmesi ve bunun sonuçlarını doğru tartmasına bağlı. HDP, Kürtlerin oy verdiği, bugüne değin kurulup kapatılan bütün partilerden farklı olarak, Kürtlerin Türkiye demokratik ve sosyal kurtuluş güçleriyle ortaklaşarak yerel ve merkezi iktidara demokratik siyaset yolundan yürüme hedefiyle arkasına geçtikleri bir parti. HDP’nin kapatılması, Cumhur İttifakının ve merkezi devlet iktidarının, gerçekleşmesi Anayasal olarak mümkün biricik barışçı seçeneğin üzerini çizmesi ve ortak yaşam hedefine kapıyı ebediyen kapatma eğiliminin kazanması anlamına gelecektir. Bu bağlamda, HDP sadece HDP seçmeninin değil, bir avuç ‘yandaş’ dışında bütün Kürtlerin partisi konumuna yerleşecektir. Kapatmaysa, Kürtlerle Türk merkez siyasetinin gelecek tahayyülleri arasında tarihsel bir uçurum açılması ve Türkiye müesses nizamının otoriter-faşist bir yönetim olmaksızın idame ettirilemeyeceğinin devlet sınıflarınca kabulü ve bütün ülkeye ve bütün Kürtlere ilanı anlamına gelecektir. Bu esasen iktidar dışındaki tüm topluma açılmış bir savaş demektir. Çünkü HDP oyunu kuralına göre oynamıştır, suçsuzdur, meşrudur.”

HDP KAPATMA DAVASININ TÜRKİYE VE KÜRTLER AÇISINDAN TARİHSEL SONUÇLARI OLACAK

HDP’nin kapatılma davasının Türkiye halkları ve Kürtler açısından tarihsel bir karar olacağını değerlendirerek, şunlara dikkat çekti: “Bu tarihsel karar konusunda Türk egemen sınıfları arasında tam bir mutabakat olup olmadığını göreceğiz. Anayasa Mahkemesi’nde yapılan tahkimat, atanan yeni yargıçlar, hepimizi zamanında itham etmiş bir savcının şimdi bu iddianamelerin ‘kanıt’ diye önüne getirildiği heyete dahil edilmesi, kapatma kararlılığının yerleşmeye başladığını gösteriyor. Ancak, rejimin, HDP’nin kapatılıp kapatılmaması ikilemini son dakikaya kadar HDP cephesinde tereddütleri besleyecek şekilde manipüle etmek isteyeceği de açık. Ne var ki, HDP bütün olasılıkları hesaba katan bir hazırlık sürecinden geçti. Birden çok seçeneğe göre tertiplenebileceği planlar oluşturdu. Bu konudaki kararın nereye varacağı faşizm ve diktatörlük güçlerinin iki dudağı arasında değil. Ne olacağı, Kürt halkı, Türkiye’nin demokratik ve toplumsal mücadele dinamikleri ve HDP’nin karar ve yürütme organlarının da kararına bağlı olacak. HDP’yi bugünlere getiren dinamikler, halklarımızı demokratik siyasette de tarihsel mücadelelerde de seçeneksiz bırakmayacaktır.”

13 KASIM’DA TAKSİM’DE YAŞANAN PATLAMAYLA SEÇİM SÜRECİNE GİRİLDİ

13 Kasım’da İstiklal Caddesi’ndeki ölümcül patlamayla birlikte Türkiye’de seçim sürecine girildiğini ve AKP-MHP koalisyon hükümetinin seçime bu atmosferle girme yönünde bir kararlılık gösterdiğini aktaran Kürkçü, devamında değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “Seçim döneminin açıldığı, İstiklal Caddesi patlamasıyla ilan edildi. İster doğrudan doğruya rejim tarafından düzenlenmiş olsun, ister rejimin ‘Suriye Muhalefeti’ndeki cihatçı müttefiklerinin önlen(e)meyen saldırısı olsun, İstiklal Caddesi patlamasının siyasete tahvil ediliş şekli rejimin seçimlere bir çatışma atmosferinde yürüme kararı konusunda elindeki kartları göstermesine neden oldu. Ardından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve HDP Eş Başkanlarına eşzamanlı olarak girişilen yargısal ve polisiye saldırılar, rejimin 2019’da kaptırdığı metropollerin büyükşehir belediyelerini geri alarak ve muhalefeti batıdaki kalelerinden sökerek sandığa sürükleme kararını da ele veriyor. Demek ki, seçim yalnızca sandıkta değil, güçlerin her zaman ve her yerde karşı karşıya gelişi şeklinde olacak. O nedenle her şey muhalefetin bugünle sandığa gidildiği gün arasını nasıl kat edeceğine bağlı: Bugün hırpalanmasına izin veren, seçmeninin korkutulmasına aldırış etmeyen, mahallesini, kentini, sokağını, partisini, derneğini tek kelimeyle kamusal alanı ‘faşizme geçit yok’ kararlılığıyla savunmakta tereddüt gösteren bir muhalefetin seçim günü evden sandığa giden yolu kat etmesi mümkün olmayabilir.”

HDP VE SEÇMENİN DESTEĞİ OLMADAN REJİM DEĞİŞMEZ

“HDP’nin bu seçimler öncesinde sol-sosyalist güçlerle oluşturduğu ‘Emek ve Özgürlük’ ittifakını fiilen daha geniş ve sınırları rejim karşıtlığının bütün tonlarıyla kesişen bir demokrasi ittifakına erişeceği bir hareket üssü olarak görmesi gerekir “diyen Kürkçü, devamında şunları söyledi: “Şurası çok açık, parlamento seçimlerine bugünden teorik olarak bitmiş gözüyle bakabiliriz. Cumhur İttifakı parlamentoda azınlığa düşecektir. Rejim de bu sonucu neredeyse kabullenmiş durumda. O nedenle ağırlığının azamisini iktidarın yüzde 80’ini çekip çeviren Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yıkacaktır. Cumhurbaşkanlığını ve parlamentoyu bir arada alamasa da Cumhurbaşkanlığını faşizmin iktidar tırmanışında bir köprü başı olarak elde tutmayı ve seçimler sonrasındaki ara dönemi topyekûn iktidar mücadelesine geçişin karargâhı olarak değerlendirmeyi hedefleyecektir. O nedenle, Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turda demokrasi güçlerinin talepleri doğrultusunda sonuçlanması açısından HDP’nin ‘Emek ve Özgürlük İttifakı’nın gücünü maksimize etmeyi, bütün ülkede Alevilerin, kadınların, işçilerin, çiftçilerin, gençlerin birinci partisi olamasa da ikinci partisi gücüne erişmeyi hedeflemesi gerekir. HDP bu kapasiteye erişmedikçe, merkezi muhalefet, Gordion Düğümü’nün HDP ve ‘Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kılıcı dışında başka hiçbir şeyle kesilemeyeceğini, HDP’nin ve HDP seçmeninin desteği olmaksızın rejim değişikliğinin gerçekleşemeyeceğini kabul etmeyecektir. Hatta merkezi muhalefetin sağ kanadı, HDP’nin bertaraf edilmesinin alternatifsiz kalacak Kürtlerin kısmi desteğinin kendilerine akmasını sağlayacağı hayaliyle avunmaya devam edecektir. Demek ki, HDP’ye yalnızca parlamentoda sandalye sayısını artırmak değil, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 31 Mart yerel seçimlerinde olduğu gibi kendisini rejim değişikliğinin kilit gücü mevkiine yükseltecek bir ittifak stratejisi, doğrudan doğruya bir iktidar gücü ve ortağı olmayı hedefleyen, toplumun bütün ezilen ve mağdur katmanlarına hitap etmesine elveren bir ittifak söylemine ve stratejisine sahip olması gerekir. Halihazırda HDP bu yönelimdedir, süreç hız ve yoğunluk kazandıkça bu karakteri daha da görünür olacaktır”

AKAR GÜNEY KÜRDİSTAN’DA KİMYASAL KULLANILDIĞINI İTİRAF ETMİŞTİR

Türkiye’nin gerilla alanlarında sürdürdüğü askeri operasyonlarında orantısız güç kullanması, uluslararası hukuka göre yasaklanmış kimyevi mühimmat kullanması, kimyasal silahların yasaklanmasına taraf devletlerin ve ilgili kurumların buna karşı sessiz kalmasını değerlendiren Kürkçü şunları söyledi:  “Bu, kısmen NATO ülkelerinin hepsinin deniz aşırı hakimiyet savaşlarında benzeri savaş hukuku ihlallerini gerçekleştirmeye teşne oluşları ve bir NATO müttefikinin, NATO’yla olumlu bir ilişkiye sahip olmayan bir güce yönelik ihlallerini hazmetme kapasiteleriyle ilgilidir. Yoksa, Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın bir araştırma sürecine dahi gerek bırakmadan, ‘Kimyasal Silahlar Sözleşmesi’nce askerî maksatlarla kullanılması yasaklanmış ve savaş suçu olarak tasnif edilmiş ‘göz yaşartıcı gaz’ın Garê harekâtında kullanıldığını TBMM’de yemin kasemle, iyi bir şey dediğini sanarak itiraf etmesini sessizlikle geçiştirmeleri mümkün olabilir miydi? Aslolan, Sykes-Picot anlaşmasının hala emperyalist güç merkezlerinin ‘master plan’ı olmayı sürdürüyor olması ve emperyalist devletlerin Kürtler’in kendi kaderini tayin hakkını inkâr tutumunda devam etmeleridir” şeklinde konuştu.

TÜRK DEVLETİ ROJAVA’YI KÜRTSÜZLEŞTİRMEK İSTİYOR

Türk devletinin Rojava’ya yönelik devam eden hava saldırılarını ve kara operasyonu tehditlerini Kürtleri oradan göç ettirmeye yönelik bir siyaset olduğunu kaydeden Kürkçü şu hususlara dikkat çekti: “Rojava’da durum kısmen farklı, çünkü Türkiye burada Sykes-Picot’yu da Lozan’ı da aşan bir toprak hakimiyeti iddiasını adım adım gerçekleştirme peşinde. Bunun ‘tahammül edilebilir’ ölçüleri şimdiden aşmış olması, yeni bir kara harekatının neredeyse bütün dünya ülkelerince lanetlenmesiyle sonuçlandı. Çünkü tersi Türkiye’nin önünün Rakka’ya hatta daha doğuya ve güneye doğru da açılması sonucuna varabilecekti. Ancak, Türkiye’nin, hava kuvvetleri, SİHA’lar ve uzun menzilli topçu ve füze saldırılarıyla, asker sokmaksızın ve arazide varlık göstermeksizin sınır boyunca 30 Km’ye yaklaşan derinlikte insansızlaştırılmış (Kürtsüzleştirilmiş) bir koridor yaratma alternatifine belirli bir hoşgörüyle bakıldığı da açık. Kanımca Türkiye’nin ‘Tutmayın beni kara harekâtı yapacağım’ diye her heyheylenişi aslında pratikte bu insansızlaştırma planının bir başka parçasının tamamlanmasıyla son buluyor. Türkiye sınır boyundaki yerleşim merkezlerini hemen istila edemediğinde uzun, sancılı ve pahalı bir yoldan insansızlaştırmayı ehveni şer olarak görüyor. Daimî bir güvensizlik ve bomba yağmuru altında bir gelecek öngörüsü olamayacağına göre bu alanların otokton halkları ister istemez anayurtlarından gerilere doğru çekilmek zorunda kalıyorlar. Ben bir kara harekâtının mevcut güç dengesi sürdükçe gündemden kalkmış olduğu kanaatindeyim ama, bunun alternatifinin Kürtler için daha tercih edilebilir olduğunu kim söyleyebilir. Bu sorunun temelli çözümü, kuzeyde, Ankara’nın Kuzey Kürtleri’yle ilişkilerini radikal olarak değiştirecek bir siyasal çerçevenin kurulmasında, DAİŞ’le değil Kürtler’le komşu olmayı tercih edecek ferasette bir yeni rejimin doğmasında.”

‘ERDOĞAN CPT’DEN ÖCALAN KONUSUNDA SUSMASINI İSTİYOR’

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde devam eden tecrit koşullarına karşın CPT’nin tutumunu “Avrupa Konseyi’nin hâkim güçlerinin Türkiye’nin NATO-Rusya geriliminde arızalı müttefik konumundan daha geriye düşmedikçe rahatsız edilmemesi konusundaki mutabakatının bir yansıması” olarak değerlendiren Kürkçü, “NATO ve AB’ye Rusya ve Batı arasında bir tampon gerek: İşte Erdoğan rejimi. AB’ye güneyden gelen göç yollarının Avrupa Kapısında durdurulmasını sağlayacak bir kapı bekçisi gerek: İşte Erdoğan rejimi. Batı’ya hem Rusya’ya ambargo uygulamak hem de Ukrayna buğdayının Karadeniz’den dünya tahıl piyasasına akışını sağlamak gerek: İşte Erdoğan rejimi. NATO’nun İskandinavya’yı bünyesine katması için Türkiye’nin rızasını sağlaması gerek: İşte Erdoğan rejimi. CPT bir sismograf gibi Avrupa devletlerinin Türkiye ile gerilim potansiyellerinin ne düzeye kadar düştüğünü yansıtıyor. Çünkü besbelli, Erdoğan CPT’den Öcalan konusunda susmasını istiyor. Avrupa Konseyi arkasında durmadıkça CPT’nin kendi başına Türkiye’yle çatışmasını beklemek fazlaca iyimserlik olur” şeklinde konuştu.

Avukat ve ailelerin İmralı’da görüşme sağlaması için yürütülen mücadeleyi bir hak mücadelesi olarak tanımlayan Kürkçü, şunları kaydetti: “Ama, ortada gözaltı koşullarında, geçici olarak dahi tevessül edilmesinin bir insan hakkı ihlali olduğu, süresiz devam ettirilmesinin ‘işkence’ olarak tanımlandığı, dışarıyla iletişim olmaksızın -eski tabirle- ‘ihtilattan men’ ederek, -uluslararası literatüdeki karşılığıyla- ‘incommunicado detention’- yoluyla tutarak yıllardır işkenceyle süre giden bir ‘ceza infaz’ süreci yürütülüyorsa, bunun gündeme getirdiği bir ‘hak mücadelesi’ de elbet olacaktır.”

HPD’Lİ VEKİLLERİN OTURMA EYLEMİ ONURLU BİR EYLEMDİR

Kürkçü, HDP’li vekillerin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecride son verilmesi ve bir an önce görüşme imkânı sağlanması için Adalet Bakanlığı önünde başlatılan oturma eylemini gerekli ve önemli bulduğunu söyledi. Kürkçü, HDP vekillerin oturma eylemi ile ilgili şunları kaydetti: “Rejim, Abdullah Öcalan’ı tarihsel ve politik olarak yüzleri ona dönük milyonlarca Kürt’le ‘ihtilattan men’ ettiğinde, ya da politik tabiriyle ‘tecrit’ ettiğinde Kürt halkının TBMM’ye gönderdiği vekiller bu ‘işkence’yi Türkiye gündemine elbette taşımak mecburiyetindedirler. Abdullah Öcalan kimsenin bir şeyi olmasa bile bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olduğuna göre, onun hakkını hukukunu savunmak yalnızca HDP’li vekillerin değil tüm TBMM üyelerinin görevi olmalıydı. TBMM çoktandır kendisinden vaz geçmiş olduğundan elbette hem Öcalan’ın hakkını korumak, hem ‘herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden […] ayrılmayacaklarına’ dair verdikleri yeminin icabını yerine getirmek sorumluluğu, HDP’li vekillerinin omuzundadır. Onurlu bir vekil böyle yapar.”