‘Önderlik, kurucu vasfı itibarıyla sahiplenilmeli’

20 yıllık tutsak Nevzat İçen, Kürt Halk Önderi’nin kerhen değil, kurucu vasfı itibarıyla sahiplenilmesi gerektiğini vurgulayarak, “Meşru, ahlaki ve politik bir kuruculuktur” dedi.

Tecridin, 25. yılında hala kamuoyunca tam tartışılıp anlaşılmamasının öz eleştiri konusu olduğunu belirten tutsak Nevzat İçen, şunun altını çizdi: “Devasa bir toplumsal ve örgütsel güce sahip olmamıza rağmen ne yazık ki bizde kurumsal kültür yeterince gelişmiş değildir. Yetersizliklerimizi aştığımız ölçüde tecridi var eden koşulları da aşacağımıza inanıyoruz.”

Dersim Mazgêrtli olan Nevzat İçen 20 yıldır tutulduğu zindanda, tecride yönelik hapishanelerde başlatılan eylemlerin birçoğunda yer aldı. Şu anda Marmara Cezaevi’nde tutulan Nevzat İçen, tecridin önemi, Kürt ve Türkiye halkları üzerindeki etkilerini ANF’ye değerlendirdi.

İmralı’da yürütülen mutlak tecridin, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan şahsında Kürt toplumunu ve Kürt toplumu nezdinde Türk toplumunu, her ikisinin ahlaki ve politik değerlerini, demokratik varoluş ve oluşum süreçlerini esaret altında tutmayı hedeflediğini belirten İçen, “Türk özel savaş rejimi, Anayasası’ndan uluslararası ilişkilerine kadar bütün yapılanmalarıyla Kürt gerçeğine göre kurgulanmıştır. Önder Apo’nun esaretiyle bu durum NATO konsepti çerçevesinde İmralı özelinde daha da derinleştirilip detaylandırılmış ve öyle sürdürülmüştür” dedi.

TÜRK TOPLUMUNU DA KÖLELEŞTİRMEK İSTİYORLAR

Tecritle bir halkın mücadele önderliğinin, halkların demokratik çözüm ve barış içerisinde özgürce bir arada yaşama umudunun, demokratik cumhuriyet talebinin esaret altında tutulduğunu kaydeden İçen, “Tüm bunlar, milliyetçilik, dincilik ve cinsiyetçilik üçgeninde kıstırılmış, toplumları birbirine kırdırma dışında insanlığa hiçbir katkısı olmayan devlet-iktidar elitleri tarafından yapılıyor. Kürt halkı ve Önderliği şeytanlaştırılarak Türk toplumunu ‘güvenlik stratejileri’ ile 21. yüzyılın en ucuz, modern köleleri haline getirmek daha karlı gözüküyor” diye konuştu.

TECRİDİN DEVAMI, STATÜKONUN KORUNMASIDIR

Türkiye’nin tam yüzyıldır hegemonik güçlerce kullanıldığını; I. Dünya Savaşı’ndan itibaren Britanya, II. Dünya Savaşı’yla birlikte de ABD lehine pratikleşip günümüze geldiğini savunan İçen, “Günceldeki görevi de klasik ulus-devlet anlayışının Ortadoğu somutunda devamını sağlamaya dönüktür. Önder Apo, oyun bozucu özelliğiyle bütün bunları deşifre eden kişidir. İmralı’da yaşanan tecridin devamı, mevcut statükonun olduğu gibi devamı anlamına gelecektir. Tecrit bu anlamda önemlidir ve önemsenmelidir” şeklinde konuştu.

SORUNLARIN TEMELİNDE TECRİT VAR

Türkiye’de yaşanan sorunların tamamının temelinde tecrit politikaları olduğunu kaydeden İçen, şunları söyledi: “Başlangıçta Kürtlere yönelik geliştirilen ancak zaman içerisinde Türk toplumuna ve onun sosyopolitik değişim çabasına çok bilinçlice yöneltilmiş bir topyekün savaş söz konusu. Türk özel savaş aygıtı, NATO çizgisinde ilerleyen, ‘Yeşil Kuşak’ ve ‘Ilımlı İslam’ politikalarına angaje olduğundan, sosyalist ve demokratik kimliklerin öğütülmesi mekanizması olarak işlevini hiçbir zaman terk etmedi. Türk özel savaş rejimi, bir savaş ve darbeler rejimidir. Kendini Kürt sorunu üzerinden temellendirme gibi bir karaktere sahiptir. Bu nedenle dört parça Kurdistan’da ve dünyanın her yerinde Kürt ile savaş halinde olduğu gibi Irak, Suriye ve Libya’da, Angola’da, Türkiye’de de laik liberal, sosyalist ve gerçek Müslüman olan herkesle savaş halindedir. Haliyle bu sürekli savaş halinin maliyeti, ekonomisi, sosyal, siyasal ve kültürel çarpan etkisi bulunmaktadır. Türkiye’de sorunları bir zincirin halkaları gibi birbirine ve eninde sonunda tecride bağlayan realite işte bu somutluktan kaynağını alıyor. Bu somutlukta İmralı kuantumdaki kelebek etkisidir. Bir iktidar uğruna Kürt’e ihanet edildi. İhanet için Kürtlerin varlığı inkar edildi, inkar Kürtlerin mücadelesini doğurdu, mücadele Önder Apo’yu açığa çıkardı. Basitleştirerek örneklendirmek gerekirse eğer yasal çerçevede herkese tanınan hakları İmralı’da da uygulanıyor olsaydı bugün herhangi bir iktidar fiilen Anayasa’yı yok sayıp çiğneyebilir miydi? Bakın bugün Türkiye’de muktedirler anayasal suç işleme özgürlüğüne – üstelik yargı eliyle- sahipken, sokaktaki insanlar sadece ceza yasasına göre yargılanma hakkına sahipler. Peki bu bozulmalar, keyfi uygulamalar ilk nereden başlatılıp nereye dönüştürüldü? Açık ki İmralı’da ki tecritle!”

TECRİT TAM TARTIŞILMIYORSA ÖZ ELEŞTİRİ VERMELİ

Tecridin, 25. yılında hala kamuoyunca tam tartışılıp anlaşılmamasının öz eleştiri konusu olduğunu belirten İçen, şunları ifade etti: “Anlatı savaşı, kısa-orta ve uzun vade eksenli kapsamlı stratejileri ve bu stratejilerin ısrarla süreklilik kazanmasını koşullar. Başarı kurumsal süreklilikle; toplumsal hafıza ise anlatının sık sık güncellenmesiyle oluşturulup kalıcılaştırılır. Devasa bir toplumsal ve örgütsel güce sahip olmamıza rağmen ne yazık ki bizde kurumsal kültür yeterince gelişmiş değildir. Kurum adına birçok yapıya sahibiz ama konu kuruma içerik kazandıran stratejiye, kültüre geldiğinde şaşırtıcı düzeyde geride kalıyoruz.

KURUCU VASFI İTİBARIYLA ÖNDERLİK SAHİPLENİLMELİ

Hal böyle olunca, sonuçta ister istemez buna göre şekil buluyor. Ya her şey bir kadronun bilinç ve enerji düzeyine göre onunla başlayıp sona eriyor ya da en temel şeyleri zamana terk edip, süreçlerin bir noktasında ‘yeniden’ keşfedip duruma uydurmaya çalışıyoruz. Bu maalesef bizim en önemli açmazımız ve Önder Apo’nun da en çok öfkelendiği noktalardan birini oluşturuyor. Bizi ciddiyetsizlikle eleştirmesinin temelinde de yatan bu yaklaşımdır. Tecritle amaçlanan nedir ve buna karşı mücadelenin ay ay ve yıl yıl içeriğini planlayan, uygulamasını takip eden bir strateji masasının oluşturulması da yıllar öncesinden belirlenip işler hale getirilmesi gerekirdi. Bu bir ihtiyaçsa ihtiyaca göre özgün örgütlenmelere gitmek yaşamın gereğidir. Basın, medya, hukuk gibi ayakları olan böyle bir yapının içeride ve dışarıda sürekli çeşitli etkinliklerle işler halde olduğunu düşünün, böyle bir zeminde tecridin anlatılamaması veya anlaşılamaması gibi bir konumuz olabilir miydi? İkincisi siyasal ve toplumsal alanda Önderliğe tecrit hem bir eğitim ve bilinçlendirme ve hem de bir eylem gerekçesi olarak daima önde tutulmalıdır. Kerhen değil, kurucu vasfı itibarıyla Önderlik sahiplenilmelidir. Demokratik ulus kuruculuğu kadar meşru, ahlaki ve politik başka bir kuruculuk yoktur. Yetersizliklerimizi aştığımız ölçüde tecridi var eden koşulları da aşacağımıza inanıyoruz.”

ZİNDANLAR SÜREKLİ EYLEM HALİNDEDİR

Önderlik çizgisinde varlık bulma iddiasındaki kadro, yurtsever ve sempatizanların esaret altında tutulduğu Türk zindanlarında  her vakit eylem içerisinde olduğunu vurgulayan İçen, “Önderlik paradigması temelindeki eğitim, aydınlanma, inceleme-araştırma ve üretme eylemi daimidir. Tecrit eksenli eylemlerimiz ise mücadelemizin genel hamle stratejisinin bir parçası olarak açığa çıkmaktadır. Amacı ve hedefi, parça-bütün ilişkiselliğini ruhsal ve düşünsel boyutta olduğu ölçek de eylemsel alanda da koruyup sürdürebilmektir” şeklinde konuştu.