Türkiye ekonomisi giderek kötüleşmeye, daha da kötü bir hal almaya başladı. AKP iktidarı 22. Yılında Türkiye’de ekonomiyi her geçen gün daha da dışa bağımlı, daha da kötü bir hale getirmeyi başardı. En son TÜİK verileri üzerinden yapılan tartışmalar ve TÜİK’in raporları hazırlarken kullandığı gerçek dışı veriler, iktidarın sayılar üzerinden Türkiye’de yaşayan halkları kandırdığını daha da belirgin hale getirdi.
Bu yıla kadar yılda iki defa yapılan asgari ücret zammının bu yıl itibarıyla yılda bir kez yapılacak olması ve asgari ücretin TÜRK-İŞ’in açıkladığı açlık sınırının dahi altında kalması, Türkiye ekonomisine yönelik eleştirileri de beraberinde getirdi. Halk her geçen gün giderek yoksullaşırken, zenginlerin daha da zengin hale gelmesi, AKP’nin kendisine ait bir zengin zümre yaratması tepkilerin odağında yer aldı.
Son olarak krizin faturasını yine halka çıkartmak isteyen AKP iktidarı, tasarruf tedbirleri paketi olarak açıkladığı paket ile yeniden halka ve işçilere ekonomik olarak baskının artacağını da göstermiş oldu. AKP Genel Başkanı ve cumhurbaşkanı Erdoğan, 3 yıl sürecek olan bu tasarruf tedbirleri paketinde yaklaşık 3 milyar dolarlık bir tasarruf elde edeceklerini belirtti. Ancak açıklanan rakamın, Türkiye’nin Gayrisafi Yurtiçi Hasıla oranının bile altında olması dikkat çekiyor.
GSYH’DE 20 ÜLKE ARASINDA 17. SIRADA
Türkiye, 2024 yılı itibarıyla Gayri Safi sıralamasında dünya üzerinde 17. sırada yer alıyor. İMF’nin ülkeler bazında yaptığı araştırmalar sonrası Nisan 2024 tarihli raporunda Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYH) açıklamasında ABD 27 trilyon 974 milyar dolar ile birinci sırada, Almanya 4 trilyon 730 milyar dolar ile üçüncü sırada iken, Türkiye 1 trilyon 340 milyar dolar ile ilk yirmi ülkeden 17. sırada yer alıyor.
Türkiye ekonomisinin durumu ise her geçen gün giderek daha da kötüleşiyor. Trading Economics tarafından 2024 yılı ortalarında yapılan bir araştırmaya göre, Avrupa bazında enflasyon oranlarında ilk sırada Türkiye yer alıyor. Türkiye’nin enflasyon oranı savaş halinde olan Rusya, Ukrayna gibi ülkelerin çok üzerinde gözüküyor. Rusya’da yüzde 7,8, Ukrayna’da yüzde 3,2 olan enflasyon, TÜİK açıklamalarında göre yüzde 75,45. Türkiye, resmi anlamda savaş halinde olmamasına rağmen savaş halinde olan ülkelerin enflasyon oranlarından neredeyse yüzde bine yakın oranda yüksek bir enflasyona sahip durumda.
ŞİRKETLERİN KAR ORANI YÜZDE 423 ARTTI
TÜİK başkanı, bir açıklamasında yüksek enflasyonun şirket karları üzerinden gerçekleştiğini ve şirketlerin kar oranlarındaki artışın enflasyonu yükselttiğini belirtti. Şirketlerin kar oranına dair yapılan en son araştırmalardan biri olan TCBM sektör bilançoları tablosuna bakıldığında Türkiye’de şirketlerin kar oranının 2022 yılında yüzde 423 oranında artış gösterdiği ortaya çıkıyor. 2021 yılında yüzde 29 olan kar oranına göre 288 milyon 781 bin 508 TL olan şirketlerin toplam kar oranı, 2022 yılında 1 milyar, 511 milyon 478 bin 165 TL olarak kayıtlara geçti.
CHP eski milletvekili olan Dr. Fikret Şahin, hastanelerde yaşanan randevu sorununa dair CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e sunduğu bir raporda, 2017 ile 2022 yılları arasında yap-işlet-devret modeli ve 187 milyar 735 milyon TL ile 28 bin 548 yatak kapasiteli sadece 18 şehir hastanesi yapıldığını ancak aynı para ile 214 devlet hastanesinin yapılabileceğini belirtti.
Son TÜİK verilerini inceleyen Ekonomim gazetesi yazarı ekonomist Alaattin Aktaş, Nisan 2022 ile Haziran 2024 aralığına dikkat çekiyordu. Açıklanan verilerde TÜİK, kodu 06212/01 olan Uzman Doktor Muayene Ücreti’ndeki fiyat artışını yüzde 19,37 olarak ortaya koyuyor. Ekonomist Alaattin Aktaş, bu fiyat artışından yola çıkarak Doktor Muayene Ücreti, Nisan 2022’de 28 lira ise bu artış oranıyla, bu ücret Haziran 2024’de 34 lira olur” diyor. TÜİK’e göre Haziran 2024 yılı içerisinde bir uzman doktorun muayene ücreti 34 lira olarak tanımlandığı ortaya çıkıyor. Bu da diğer TÜİK verilerinin de gerçeği yansıtmadığını tek bir kalem ile örneklendirilerek ortaya çıkarmış oldu.
TÜRKİYE’Yİ KISKANAN ALMANYA’DA ASGARİ ÜCRET 2 BİN TÜRKİYE’DE 613 EURO
Asgari ücret karşılaştırmalarında ise durumun vahameti daha da ortaya çıkıyor. 2024 yılı dünya üzerindeki asgari ücret karşılaştırmalarında, Almanya 2 bin 054 euro ile üçüncü sırada iken, ‘Almanya bizi kıskanıyor, büyümemizi istemiyor’ propagandası yapan Türkiye ise 613 euro ile 16. sırada yer alıyor. Türkiye ile Almanya arasında 2024 yılı ortalarında yapılan araştırmalara göre asgari ücretler arasında fark ise tam 3.5 kat. Türkiye’nin asgari ücret planlamasında yaşanan gerile ise DİSK-AR tarafından 2023 yılında yapılan bir raporla ortaya çıktı. DİSK-AR tarafından yapılan ve 2023 yılında açıklanan Asgari Ücret Gerçeği Raporu’nda 1974 yılında asgari ücret GSYH’nin yüzde 80’i iken 2023 yılında bu oran yüzde 43.7’ye gerilemiş durumda.
Bu oran emekliler açısında daha da korkunç bir tablo olarak karşımıza çıkıyor. DİSK-AR tarafından 2024 yılında yapılan asgari ücret araştırmasına göre 2002 yılında asgari ücretin üzerinde maaş alan emekliler bugün asgari ücretin altında bir maaşa mahkum edilmiş durumda. DİSK tarafından yapılan Avrupa’da ve Türkiye’de Emeklilerin Durumu adlı raporda yapılan karşılaştırmalara göre, Norveç’te 2 bin 194 euro olan emekli maaşı, Almanya’da bin 448 euro iken, Türkiye’de 281 euro olarak hesaplandı.
3 MİLYAR TASARRUF EDECEK OLAN TÜRKİYE’NİN SAVAŞA AYIRDIĞI BÜTÇE 40,5 MİLYAR DOLAR
Tasarruf tedbirleri ile 3 yıl içerisinde Türkiye’nin 3 milyar dolar kazanacağını açıklayan Erdoğan iktidarı, kamuoyunda çok dillendirmese de adına ‘Türkiye’nin güvenliği’ için dedikleri harcamaları her geçen yıl artmaya devam ediyor. Cumhurbaşkanı yardımcısı Cevdet Yılmaz, 2024 yılı bütçesi açıklanırken, savunma sanayi için 1 triyon 133,5 milyar TL ayıracaklarını belirtti. Bunu TL bazında söylemesi birçok kişi açısından kafa karıştırıcı olsa da, dolar bazında ele alındığında, 2023 yılı savunma sanayi bütçesinin yüzde 250 artışı olduğu ortaya çıktı.
2023 yılında, Kurdistan’a yönelik işgal savaşına ayırdıkları bütçe 16 milyar dolar olan Türkiye, 2024 yılı başında yapılan bütçe görüşmelerinde bu oranı – ki o günün kuru ile- 40,5 milyar dolara çıkarttı.
Bugün 3 milyar dolar tasarruf yapacaklarını belirten ve bunu bir başarı gibi açıklayan iktidar, sadece Kürtlere yönelik savaş politikalarına 40,5 milyar dolar harcamayı çok normal ve şart olarak halkın karşısına da koyabiliyor.
TÜRKİYE’DE EKONOMİYE OPERASYON TÜİK ELİYLE YAPILIYOR
Emekçi Hareket Partisi, bir süredir İstanbul’da ‘Ekonomi Çadırları’ adı altında çeşitli ilçelerde ekonominin gidişatını halka anlatmak için çadırlar kuruyor. Bu çadırlarda ekonomi de gelinen noktayı, yaşanan krizin nedenlerini anlatıyor. EHP Genel Başkanı Hakan Öztürk ile Türkiye ekonomisinin sorunlarını, çözüm önerilerini konuştuk.
Türkiye’de ekonomik operasyonların TÜİK eliyle yürütüldüğünü, TÜİK’in açıkladığı veriler üzerinden asgari ücret, emeklilerin maaşını belirlediklerini dile getiren Öztürk, son açıklanan veriler üzerinden yaşanan tartışmalara ilişkin şunları söyledi: “Bakıyorlar bir enflasyon sonucu ortaya çıkmış, sonra birileri diyor ki, biz asgari ücreti, emeklilerin maaşını, diğerlerini de buna göre hesaplarız dediği için buradaki TÜİK’in belirlemiş olduğu enflasyon verisi, açıklamış olduğu enflasyon düzeyi tabii ki çok önemli. Buna bağlı olarak da aslında son zamanda bu gidişatı bu düzeyde etkilemeye çalışan girişim, Alaattin Aktaş adındaki bir ekonomist hocamızdan geldi. Bu hocamız şöyle bir şey yaptı. Bundan epey zaman önce elinde bulunan bir TÜİK verisinden yola çıkarak, bu TÜİK verisini bugün ile karşılaştırdı. O da uzman doktorun muayene ücreti. Bir başlıkta bu tek olarak kalmış. Bu şekilde de incelenebilir bir vaziyette oluyor. Şimdi önce eski veriye bakılıyor, o zamanlar 29 lira, şimdi TÜİK’in açıkladığı enflasyona göre 34 olur deniyor. Alaattin Aktaş’ta diyor ki, ben sizin dikkatinize sunuyorum. Bir uzman doktorun muayene ücreti 34 lira olarak hesaplanmışsa diğer kalemleri de siz düşünün. Başka kalemlerden de örnekler veriyor ama bu hiç itiraz edilemeyecek örneklerden bir tanesi. Çünkü tek. TÜİK, özellikle bunu üstü kapalı hale getiriyor, birbirine karıştırıyor, maskeliyor ama bunu kaçırmış. O açıdan herkes 34 liraya muayene ücreti olur mu diye itiraz etti. Buna da TÜİK Başkanı’nın bir cevabı oldu. Herkes biliyor ki bu şekilde özel hekime gidecekseniz 3-4 bin lira civarındadır. Bunu inandırıcı bir şekilde söylerseniz hekime yönelik şiddete yol açar. İnsanlar 34 lira ile doktora gider, doktor tepki gösterince insanlar saldırır, o kadar mantıksız bir durum. “
TÜİK’in uzun zaman sonra bir açık verdiğini ve TÜİK başkanının bunu savunmaya çalışırken bile bir izah getiremediğini söyleyen Öztürk, TÜİK Başkanı’nın başka bir şeyi itiraf ettiğini belirtti. Öztürk, “TÜİK başkanı bunu savunmaya çalışırken buna izah getiremedi ama dedi ki, bunlar yüksek şirket karlarından kaynaklıdır. Bunun üzerine de kızılca kıyamet de koptu. TÜİK Başkanı şirketlere radikal eleştiri yapacak konumda birisi değil. Olaylara emek ekseninden, soldan bakan birisi değil. Bu, solun genel teziydi; son dönemde şirket karlarının yüzde 423’ü bulduğunu söylüyordu. Bu da devletin açıkladığı veriler zaten” dedi.
GELİR DAĞILIM BOZUKLUĞU ŞİRKETLERİN KAR HIRSINDAN DOLAYI OLUYOR
Gelir dağılımındaki bozukluğun en büyük sebeplerinden birinin şirketlerin yüksek karlar elde etmesi olduğunu söyleyen Öztürk, işçi sınıfı, emekçiler, emekliler zam alamazken, şirketlerin bu kadar yüksek kar etmesinin gelir dağılımı bozukluğu olduğunu dile getirerek şöyle devam etti: “İşçi sınıfından olduğunu düşündüğümüz insanlar ancak nasıl gelir elde ederler, onların hanesine nasıl gelir yazılabilir. Ücret alması dışında bir yol yok. Tek geliri var çalışıp, emeğinin karşılığını almaya çalışacak. Bu düşük olduğu sürece gelir dağılımı bozukluğu kronik bir şekilde devam ediyor. Bir günlük haber bültenini izlediğinizde, çok radikal, sol bir programa sahip bir televizyon kanalının sunumuymuş gibi oluyor. Çünkü herhangi bir televizyon kanalı haber yaparken TÜRK-İŞ’in açıklamış olduğu açlık sınırına bakıyor, TÜRK-İŞ’in açıklamış olduğu yoksulluk sınırına bakıyor. Açlık sınırına bakmış olduğunda, asgari ücretin kendisi olan 17 bin lira, açlık sınırının 2 bin lira altında. Eğer şairin söylediği kelime ile söyleyecek olursak; ‘utanırım fukaralıktan’ diyor ya, fukaralıktan utanma durumu değil bu, açlıktan utanma durumu. Fukaralıktan utanmak lüks bizim ülkemizde, çünkü o 60 bin civarında. “
Emeklilerin durumunun daha da kötü olduğunu, onların bırakın açlık sınırını asgari ücretin dahi altında maaşlar aldığını dile getiren Öztürk, emeklilerin şu an en azından bizim maaşlarımız asgari ücret kadar olsun dediklerini belirtti. Asıl gelir dağılımı bozukluğunu yaratan konunun da bu olduğunu, bunu gidermek için mücadele edilmesi gerektiğini söyleyen Öztürk, şöyle devam etti, “Bu açıdan da Binali Yıldırım’ın dediği gibi itaat edip rahat etmeyeceksek kafayı çalıştırmak lazım, karşılaştırma yapmak lazım. O açıdan da sık tekrar edilen Almanya bizi kıskanıyor örneğinden, ülkeler arası bir kıyaslamadan gitmek istiyorum. Türkiye’de asgari ücret 600 euro civarında ise Almanya’da bu 2 bin Euro civarında, burada 3 buçuk kat fazlalık var, Almanya bizim neyimizi kıskanacak? O anlamıyla bu ancak karşılaştırmalarla olabilecek bir durum. Bir mekânsal karşılaştırma iki zamansal karşılaştırma. İkinci bir zamansal karşılaştırma yapacak olursak, 1970’ler döneminde GSYH oranla ücretler karşılaştırılıyor. Bir kişiye düşen asgari ücret GSYH’nin ne kadarı? O zaman hesaplandığında bir asgari cüret GSYH’nin yüzde 81’i, bugüne geldiğimizde ise bir asgari cüret GSYH’nin yüzde 47’si! Burada zaten gelir dağılımı bozukluğunun ne kadar büyük bir açı yaptığı görülüyor. Bu da biz zamansal karşılaştırma yaptığımızda ortaya çıkan bir durum. Diğer ülkelerle de karşılaştırdığımızda durum ortada. Türkiye’de zamansal olarak karşılaştırdığımızda da durum ortada. Ülkemiz koşullarında açlık sınırı nedir, yoksulluk sınırı nedir diye baktığımızda da durum hiç iç açıcı değil. Bu açlık sınırı ile yoksulluk sınırını çok radikal sosyalist bir örgüt mü belirliyor? Hayır, TÜRK-İŞ belirliyor.”
TASARRUF DİYE HALKIN YARARINA OLAN HERŞEYİ SATACAKLAR
Önceden her şeyin TÜİK verilerine göre belirlendiğini söyleyen Öztürk, artık bir zam verilecekse TÜİK verilerinin dahi dikkate alınmayacağını Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in açıkladığını söyledi. Öztürk, şöyle konuştu: “Maliye Bakanı Mehmet Şimşek diyor ki, ‘biz bundan sonra gerçekleşmiş enflasyonu dikkate almayacağız, biz tahmin ettiğimiz enflasyona göre ele alacağız’ dedi. Bu daha vahim bir durum. Bu tamamen subjektif bir durum. TÜİK’te bile sonuçta olmuş budur deniliyordu, o anlamıyla beterden daha betere doğru gidiyoruz. Bu bence asla kabul edilemez, bu anlamıyla hem ÜTOP’un yaptığı enflasyon tespiti var, hem ENAG’ın yaptığı enflasyon tespiti var. Bunlara bakılarak üç ayda bir ücret güncellemesine gidilmelidir. Burada da deniliyor ki, ‘ama işte ekonomi de bir sorun var, bunun çözülmesinde halkımızda bu işe ortak olacaktır, hatta ortak olmasını sağlamak üzere bizde bir tasarruf paketi uyguluyoruz.’. Zaten kamuda uyguluyoruz dediklerinde ilk yaptıkları, göze çarpan konu kamu emekçilerinin, memurların servislerini ortadan kaldırmaktı. Halkın asla böyle bir talebi ya da böyle bir ihtiyacı yok ki! Artı denildi ki kamuda çalışanlara bundan sonra esnek çalışma yöntemleri uygulanacak. Bu da halkın, insanların istediği bir şey değil. Bir de denildi ki, kamunun elinde bulunan sosyal tesisler varsa bunları ekonomiye kazandıracağız. Bu ne demek? Onları da satacağız. Yani halkın yararına küçük bir çay bahçesi varsa onu bile satacağız demek istiyor. Bu da halkın istediği, tasarruf diye kafasından geçirdiği, hayal ettiği durum değil ki!
Ayrıca bu tasarruf denilen paket tam bir aldatmaca. Neden olduğunu da söyleyeyim. Bunu Bakan Şimşek söylemedi ama Tayyip Erdoğan söyledi. Dedi ki, “Bu paketin uygulanması sonucunda biz 100 milyar lira bir tasarrufta bulunmuş olacağız.’ Bunlar da işlerine geldikleri zaman Türk lirası olarak söylüyorlar, işlerine geldiği zaman euro olarak söylüyorlar, işlerine geldiği zaman dolar olarak söylüyorlar. Dolar üzerinden çevirirsek, kastedilen 3 milyar dolardır. Türkiye’nin GSYH oranı ise 1 trilyon 340 milyar dolar. Biz bunun içerisindeki 3 milyar doları konuşuyoruz. 3 yıl uygulanacak. Her yıl bir milyar dolarlık bir tasarruftan bahsediliyor, yapılan tantana buydu. Arap ülkelerine ziyarette bulunuluyor ya, oralarda istediğimiz borç 3 milyar-5 milyar dolar. Bunu konuşuyoruz. Derde deva olacak bir rakamı konuşmuyoruz. Fakat biz bu tasarrufu yapmak koşuluyla, kendimize bir yarar getireceksek, topluma bir yarar getireceksek, onun hanesine bir artı yazılacaksa, bir olumluluk yazılacaksa, halkın lehine bir iş yapılacaksa, biz halkın aleyhine yapılmış durumları da elden geçirmiş olmalıyız.”
3 MİLYAR TASARRUFTAN BAHSEDENLER 133,5 MİLYAR DOLAR ZARAR YARATTILAR
Türkiye ekonomisi açısından bakıldığında insanları rahatsız eden ve ekonomik krizi getiren birkaç konu olduğunu söyleyen Öztürk, şöyle açıkladı: “O açıdan adı bile insanı rahatsız eden bir konu var. Birinci başlık olarak söyleyeyim; Kur korumalı mevduat. Neyi koruyor? Kuru koruyor, doları koruyor, doları, parası olanları, faiz getirisi olabilecek kişileri koruyor. Bunu da EHP ya da başka bir sosyalist örgüt söylemedi; Türkiye Merkez Bankası Başkanı açıkladı. 25 milyar dolar zarar edildiğini açıkladı.
İkinci kalem olarak 3 milyar tasarruf edilirken, kur korumalı mevduat planından 25 milyar dolar zarar edilmiş, yine hepimizin canının yandığı, parça parça duyduğumuzda, televizyonda her haberini izlediğimizde çok rahatsız olduğumuz bu yap-işlet-devret modelidir. Bu modelde ne açıdan rahatsız oluyoruz, işte köprüye verilmiş elli bin, yüz bin araç garantisi. Bakıyoruz geçmiş mi, geçmemiş. Bunun acısı kimden çıkıyor, halktan çıkıyor. Bu model ile 4 tane otoyol, 1 tünel, 3 tane de köprü yapılmış. Bunlardan edilen ve zarar olarak hesaplanan ise 37,5 milyar dolar. Bir 3 milyar dolardan bahsediliyor, bir de 37,5 milyar dolardan bahsediliyor. O anlamıyla bu da çok vahim bir şey.
Üçüncü kalem olarak da, başında bir profesör arkadaşımızın bulunduğu bir araştırma grubu, müsamaha gösterilen vergi düzeyi nedir diye bir çalışma yapıyorlar. Bu anlamıyla her yıl kaybettiğimiz vergi ne kadardır. 2019 yılını baz alarak hesapladıklarında 71 milyar dolar bir açık olduğu, bir kayıp olduğu ortaya çıktı. müsamaha gösterilen vergilerden böyle bir sonuç ortaya çıktığını tespit ediyorlar ve bu yapılan çalışma TÜBİTAK tarafından destekleniyor.
Şimdi neyi andık? 25 milyar dolar, 37,5 milyar dolar ve 71 milyar dolar. Üçünü topladığımızda 133,5 milyar dolar ediyor. Sadece böyle bir hortumlama sonucunda halkın hanesinden alınmış ve bu haneye yazılmış. Peki Türkiye’deki esnafa, ‘ sen burada ürettiğin bu gıdayı satamıyorsun, satamadığın zaman sorun değil, ben sana destek olurum, bunun garantisi olurum’ diyen devlet var mı bizim ülkemizde? Bunu salgın zamanında bile yaptılar mı? Yapmadılar! Realite bu! Peki pandemi de esnafa yapılmamış olan bir hak, neden bu uluslararası tröstlere yapılıyor? Neden bu yandaş kuruluşlara yapılıyor? Bu beşli çete diye anılan müteahhit gruplarına yapılıyor. Neden bunlara bir geçiş garantisi, müşteri garantisi veriliyor. Neden bunlara bir hasta garantisi veriliyor. Biz bu anlamıyla kamu iktisadi teşebbüslerinin oluşması gerektiğini söylüyoruz. Bunun çok yararlı olduğu, İstanbul’da bu halk ekmek uygulamasından da, kent lokantası uygulamasından da görüldü. Belediyelere ait kamu imkanlarından yola çıkılarak ekmekte, ucuz lokanta da iyiydi. Ama bunların hepsini reddediyorlar. “
YUKARIDAN AŞAĞIYA REFAHI DEĞİL, VERGİYİ AKTARMAK İSTİYORLAR
Mehmet Şimşek’in her şeyin vergilendirileceğine dair söylediklerine de değinen Öztürk, Şimşek’in neo-liberal bir literatür kullandığını, bu literatürde de insan ve toplumun çok kötü bir statüden geçtiğini belirterek, “Şimşek bazen kendini kaptırıyor, o terminoloji ile konuşuyor. ‘Vergiyi tabana yayacağız’ dedi. Topluma vergiyi tabana yaymak olarak müjdelenmez. Sorun tabandan vergi almak, dolaylı vergi almak değildir. Sorun yukarıdakilerden vergi alabilmektir, çünkü genelde servet ve gelir yukarıya birikir. Siz onu yani en yukarıdaki yüzde onu vergilendirmenin peşine düşersiniz, çünkü ülkedeki üretilmiş olan değerin yüzde yetmiş kadarı o yüzde ona gider, servet onlara doğru akar. Siz yukarıdan aşağıya doğru imkanları dökebilirseniz bu faydalı olabilir ama refahı, geliri yukarıdan aşağıya akıtacağım değil de vergiyi aşağıya akıtacağım dersen artık son nefesini de keseceğim anlamına gelir bu. Zaten o kadar komedi bir noktaya geldi ki iş, artık garsonların aldığı bahşişten de vergi alacağız boyutuna kadar gitti durum. Bunun neresi bu toplum tarafından yenilir yutulur, neresi olumlu kabul edilebilir. Böyle iken siz vergiyi tabana yayacağız derseniz, halkımızın bir sözü var; ‘Secaat arz ederken sirkati söyledi’ diye. Aslında suçunu söyledi orada. Bunun kabul edilebilir bir tarafı yok. Doğrudan gelir elde edebilmek için halk tarafından, işçi sınıfı tarafından, emekliler tarafından, çalışmak zorunda olanlar tarafından bir kalem daha var. Küçük üretici, çiftçi, köyde bulunan ve belli düzeyde üretimde bulunmaya çalışan insanlar. Ne üretiyorlar, buğday, çay, süt üretiyor. Bunların durumuna baktığımızda, en başta buğdaya bakalım. Buğday üreten üretici bir zam bekledi, bunu defalarca dile getirdiler ve Türkiye’de yüzde 75 enflasyon koşullarında ürünlerine bir zam istediler ve ürünlerine gelen zam yüzde 12 oldu. Süte gelen zam yüzde 9. Enflasyon ne kadar? Yüzde 75, transfer nereden nereye olmuş, halkın cebinden çıkmış, öbür taraftan parasıyla para kazananların, fabrikası, bankası olanların ve ihale vurgunu yapmış olanların cebine girmiş.
KAMUDA TASARRUF SÖZÜ GÖZ BOYAMADIR
O anlamıyla her seferinde bu dengesizliği, her seferinde bu hortumlamayı, her seferinde halktan alıp, öbür tarafa veren bir transferi görüyoruz ve bizim asıl itirazımız da bunadır. Zaten koşullar çok kötü ama bu transfer ile hem kur korumalı mevduat, hem yap-işlet-devret modeli hem de bu vergi kaçakçılığı sayesinde aynen devam ediyor. Biz bu hortumlama sürecini durduramıyoruz ama buna karşılık ‘ama kamuda tasarruf edilecektir, 3 milyar dolarlık’ denilmesi tam bir göz boyamadır. GSYH’si 1 trilyonu geçmiş bir ülke için 3 milyar dolar, bir zamanlar Mehmet Şimşek’in dediği gibi çerez parasıdır. Bu anlamıyla ‘biz tasarruf edeceğiz’ gibi bir söylem, deveyi hamudu ile götürenlerin biz sineğin yağını çıkartacağız iddiasıdır. Bu halkın sineğin yağıyla uğraşacak bir hali yok. Bu halkın bu kadar korkunç bir transferi engellemek gibi bir meselesi var. Halktan alıp rant sahibi, kar sahibi, ihale sahibi olanların cebine giden bu düzeni değiştirme yönünde halkın bir eğilimi var. Bu değişmediği sürece kendisi yoksulluktan da kurtulamaz ki! Açıklanan verilere göre yoksulluk şu anda lüks konumda, açlık koşullarından kurtulamaz. Çünkü bir açlık sınırı çizgisi var ve bunu da haberlerde görüyoruz. İnsanlar Pazar yerinde tezgahın altına düşmüş olan sebzeleri topluyorlar. Gerçekten açlık sınırının altında olduğunu gösteren görüntülerden bir tanesi bu. O açıdan bunun bir tartışması yok, bunu çok radikal bir grupta söylemiyor. Herhangi bir kanalın ana haber bültenini izlerseniz bu acı gerçeği sonuna kadar görüyorsunuz. “
SAVAŞA YÖNELİK HARCAMALAR KRİZİN NEDENLERİNDEN BİRİDİR
Türkiye’nin savaşa yönelik harcamalarının krizin etkenlerinden birisi olduğunu belirten Öztürk, savaşa harcanan bütçe ile ilgili şunları söyledi: “Savaş bu ekonomik krizin etkenlerinden birisidir. Suriye’ye girdik güya güvenlik nedeniyle, sırf bizim Suriye’ye, Irak’a girmemiz, orada operasyonlar yürütmemizin maliyeti bile bu saydığımız kalemlerin birkaç mislidir. Tam bilemiyoruz çünkü onları asla açıklamıyorlar. Bu toplam kalem kadardır aslında savaşın maliyeti. Bunu şöyle söyleyeyim, bunu yakın zamanda Erdoğan’ın kendisi söyledi. Dedi ki, ‘siz bir merminin, bir bombanın ne kadara mal olduğunu biliyor musunuz?’ Bir bilmek istemiyoruz. İki sen bize onları atarken sordun mu? Hem bir cana kıymak, en önemlisi de Kürt halkı üzerinde baskıların olması, bunun dışında koskoca bir göç oldu. Bu da zaten kıt kanaat geçinen bir halk için çok ağır bir fatura değil mi? Zaten her seferinde yaşananların çok yüksek maliyetlerinin olduğunu yine hükümetin kendisi söylüyor.
SURİYE SINIRINI DEĞİL, AÇLIK SINIRINI GEÇ!
Bunu biz karşılamak zorunda değiliz ki? Bu nedir sınırlarımızdaki operasyonlar mevzusudur. O konuda ben şunu demek istiyorum. Hani diyorlar ya ‘bir gece ansızın gelebiliriz, o sınırı geçebiliriz’; ben de diyorum ki o sınırı geçmeyi bu kadar takıntı yapacağına, bu açlık sınırını gel de geç. Bu açlık sınırından yukarıya çıkar halkın durumunu. Sen boş ver Suriye’nin sınırını, boş ver Irak’ın sınırını, gel kendi ülkendeki açlık sınırına bak diyorum. Felsefemiz bu olmalıdır, öteki sınırlara takmak olmamalıdır. Açlık ve yoksulluk sınırını geçmek ve bir tür tam refaha doğru yönelmek olmalıdır hedef. Niye kimse refahı konuşmuyor? Neyi konuşuyoruz? Açlık sınırının altını, yoksulluk sınırını konuşuyoruz ama refahı konuşamıyoruz. Tam refahı niye konuşamıyoruz çünkü tam demokrasiyi konuşamıyoruz. Tam demokrasiye ulaşmanın en kritik noktalarından bir tanesi Kürt meselesidir. Kürt meselesine el atamadığımız, çözemediğimiz için. Öyle olunca da bize maliyetleri çok ağır oluyor. O açıdan Türkiye’de tam refah olamamasının kaynaklarından bir tanesi tam demokrasinin olmaması ve tam bağımsızlık konusuna da gelememektir. Ürettiğimiz her ürünü dışarıdan ithal etme durumunda olmamızdır. Bu kadar ithale bağlı bir ülke belini doğrultamaz ki! Bu açıdan da tam demokrasiyi düşündüğümüz gibi tam bağımsızlık durumunu da düşünmeliyiz. Bunları yapabilmek içinde Kürt halkıyla barış ilişkileri oluşturmalıyız. Barış yoluyla bütün bu çatışma ve diğer süreçlerinin durdurulması yoluna girmeliyiz diye düşünüyorum.”