Abdullah Öcalan: Şahsımda yaşanan trajedi kişisel olmaktan ötedir
Şahsımda yaşanan trajedinin kişisel olmaktan öteye, pratiğin de gösterdiği gibi bir halkın, Kürt halkının yaşadığı gerçekliğin sadık bir ifadesi olmasında yatıyor.
Şahsımda yaşanan trajedinin kişisel olmaktan öteye, pratiğin de gösterdiği gibi bir halkın, Kürt halkının yaşadığı gerçekliğin sadık bir ifadesi olmasında yatıyor.
Tarihi değer ifade edeceğine inandığım, Doğu’nun Batı’ya ve Ortadoğu kültürünün Avrupa uygarlığına karşı bir savunması anlamı başta olmak üzere tarihin doğru aydınlatılmasına dayalı, artık evrenselleşen ve halklar adına da söylenmesi gereken sözlerin söyleneceği demokratik bir hukuk platformunu değerlendirmeyi görev bilerek, AİHM’ye yönelik savunma hakkımı kullanmak durumundayım. Kapsamlı bir hal alan tüm toplumsal sorunların çözüm dilini yakalayan ama yine de hâkim gücün çıkarlarından kaynaklanan bu hakkı kullanarak, çok gecikmiş ve Türkiye’nin kuruluş esprisi ve mantığına da ters oligarşik kilitlenmeyi aşmayı, sınırlı da olsa barış ve demokratik birlik çözümüne dayalı bu platformun AB üyeliğine de katkıda bulunmasını yanlış bulmuyor ve komplekse düşmüyorum.
Avrupa ileri konumdadır. Onu zenginleştiren yönleriyle özümsemeden, Doğu ve Ortadoğu’nun özüne her zaman inandığım kültürlerinin aşama yapmasına da olanak yoktur. AB değerlerini, toplumsal güçlerin adil çıkarlarına göre paylaşmayı bilmek, ucuz ve bilinen anlamda işbirlikçilik olmadığı gibi buna karşı duruşun da bir ilericilik sayılmayacağı, köhne ve softa bir gericilikten başka anlamının olmayacağı açıktır.
Tutuklanmama yol açan koşullar ve bunu gerçekleştiren güçler çağdaş uygarlığın hakim güçleri olduğuna göre, savunmamın da bu nitelikte geliştirilmesi gerektiği açıktır. Çıkarılması gereken birçok dersi olan Avrupa serüvenimin açıklığa kavuşturulması öncelik taşımaktadır. Bu noktada salt Türkiye, hatta Ortadoğu gerçekliğine gömülürsek, gerçeğin tümünü görmemiz mümkün olmayacaktır. Sorunun kaynağı kadar çözümünü de Avrupa uygarlık gerçekliğinde aramak belirleyici önem taşımaktadır. Şimdiye kadar adına ulusal kurtuluş denen birçok hareket bu bütünselliği yakalamadığı için ya daha üst düzeyde Avrupa uygarlığının çoktan aştığı ve ayak bağı haline gelen çözüm yollarının tutsağı haline geliyor ya da daha kötü bir ‘böl-yönet’ politikasının girdabında boğulmayı yaşıyor.
Milliyetçilik, dincilik ve demokrasiden uzak kalmışlık, Avrupa’nın çoktan aştığı değerler olması kadar, uluslar üstü kurumlaşma, kültürel çoğulcu yaşam ve birey haklarına kadar derinleştirilen demokratik sistem kendini kanıtlayan evrensel çağdaş değerler haline geliyor. Bu ana yaklaşım bir uygarlık çözümlemesini gerekli kılıyor. Diğer önemli bir neden de şahsımda yaşanan trajedinin kişisel olmaktan öteye, pratiğin de gösterdiği gibi bir halkın, Kürt halkının yaşadığı gerçekliğin sadık bir ifadesi olmasında yatıyor. Kürt gerçekliğini doğru tanımlamak, etkisi şimdiden Avrupa’nın gündemini de işgal eden bir sorunu doğru teşhis etmeye yol açacaktır. Bu teşhis esasta Türkiye’de demokrasinin kaderini belirleyen bir öneme sahiptir.
Bu anlamda Türkiye’de bir demokratik çözüm Ortadoğu, Kafkasya, Orta Asya ve hatta Balkan sorunları üzerinde hayati çözümlerin geliştirilmesine katkıda bulanacaktır. Sorunun büyük uluslararası önemi bu gerçeklikten kaynaklanmaktadır. Hatta şimdiye kadar yapıldığı gibi sorunu inkar eden veya tersinden abartılı ve çözüm şansı olmayan yaklaşımlar bu olumlu katkıda bulunma rolünden alıkoyacağı gibi, çıkmazda yaşanan krizin derinleşerek sürüp gitmesine yol açacaktır. Kürt olgusu üzerinde önemli bir tartışma yapılırken, şüphesiz sorunun bu aşamaya gelmesinde önemli pay sahibi olarak kapsamlı, bilimsel ve çözümleyici bir yaklaşımı savunmanın temeli haline getirmek büyük önem taşımaktadır.
AİHM SÜRECİ HUKUKU TEST ETMEMİZE OLANAK VERMEKTE
Çatışma potansiyeli hayli yüksek Kürt coğrafyasını ikinci bir Filistin-İsrail örneği haline getirmemek büyük bir sorumluluk gerektirmektedir. Demokratik Ortadoğu seçeneği stratejik bir hedef olarak her zaman göz önünde bulundurulmak durumundadır. AİHM süreci aynı zamanda hukukun çözüm olanaklarını da test etmemize imkan vermekte veya bir şans olarak değerlendirilmesini önemli kılmaktadır. Türkiye’nin de hukuken bağlı olduğu AİHS (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi), şahsımı ilgilendirmekten öteye genel bir konumu gözler önüne sermektedir. BM’nin de kabul ettiği üç temel kuşak hakları, yani bireysel medeni haklar, ekonomik ve sosyal haklarla halkların ve kültürlerin varlığını özgürce belirleme haklarını, AİHS daha kapsamlı tanımlamakta ve gereklerinin tüm üyelerince sağlanmasını zorunlu kılmaktadır.
AİHM’ye bu içerikte taşınmış birçok dava artık sorunun köklü ele alınmasını, yani kişileri aşarak bir hukuk normuna kavuşmasını gerekli kılmaktadır. Binlerce dava için ayrı kararlar gerçekçi olmamakta veya artık gerekli yasal karşılığın ulusal parlamentodan geçirilmesini zorunlu kılmaktadır. Türkiye bu konuda başta yaşam hakkı maddesi olmak üzere üzerine düşeni yapmayan tek Avrupa Konseyi üyesi ülke durumundadır. AB aday üyelik sürecinde bile AİHS’nin bir başka anlamda açılımı olan Kopenhag Kriterleri’nin gereklerini yerine getirmemektedir.
Kişisel davamın hızlandırıcı bir etki yaratması arzulanmaktadır. Hatta eğer Türkiye arzu ederse dostane çözüme de açık olduğumu belirtmek durumundayım. Savunmanın bu yönü de hukukun politik bir çözüme katkıda bulunma imkânını doğru değerlendirmektedir. Özcesi, geçmişte çokça kullanılan askeri ve sert politik yöntemler yerine, demokratik hukuk devleti ölçülerinde bir çözüme şans tanımayı önemli görmekte; Türkiye’nin bu ihtiyacını sorumluca değerlendirerek, dostane çözümün genişletilmesiyle bir siyasal diyaloga kapı aralanmasını temenni etmektedir. Kişisel durumumu daha ayrıntılı ele almayı da tarihi bir sorumluluk olarak gördüm.
Mahkemenin teknik ihtiyacının çok ötesinde yaşanan bazı durumları edebiyat yanı ağır bassa da işlemek, davanın altında yatan gerçekleri aydınlatmak açısından kaçınılmaz bir görevdir. Sadece uluslararası hukukun değil, birçok moral değerin çiğnenmesi, savunmamın bu yönünü derinliğine ele almaya zorladı. Şahsımda sadece Kürt halkının güncel trajedisi değil, lanetli tarihinin yol açtığı muazzam yalnızlığı, sürekli komplolara alet edilmesi ve görülmemiş ihanetleri yaşaması ancak kapsamlı açıklamalarla aydınlatılabilir. Bunda amaç hiç olmazsa bundan sonra bu trajediye dur diyebilmek ve çağdaş gelişme yoluna koyulmaktır. Bu bölümü savunmamın bir özeti ve sonu olarak değerlendirmek de mümkündür.
Önsöz temelinde geliştireceğim savunmanın birçok eksiklik içereceği beklenmelidir. Bunda önceliklere ilaveten, İmralı’da tek başına geçen üç yılın hafıza ve dil üzerinde yarattığı yıpranma önemli bir etkendir. Ama acımasız pratikten çıkardığım derslerin ve yaşadığım yoğunluğun ilgili çevrelere iyi bir hizmet teşkil edeceğine inandığımdan, uzun süredir ilk defa yazarak bu görevi de yerine getirmeye çalıştım.
(Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın kitaplarından derlenmiştir.)
Devam edecek…