Bakırhan: Halkların değil, AKP-MHP'nin savaşıdır, kimse ortak olmamalı

İşgal saldırılarına tepki gösteren ve muhalefete çağrı yapan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, "Savaş AKP-MHP iktidarının savaşıdır. Türkiye halklarının savaşı değil" dedi.

DEM PARTİ PM TOPLANTISI

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Parti Meclisi (PM) üyeleri, yeni dönem mücadele hattını belirlemek ve planlama yapmak üzere partinin genel merkezinde toplandı. Eş Genel Başkan Tuncer Bakırhan, toplantı öncesi güncel gelişmeleri değerlendirdi. Pirsûs Katliamı'nda hayatını kaybeden 33 genci anan Bakırhan, "Barış, demokrasi, özgürlük ve dayanışma köprüsünü büyüterek devam ettireceğimizin sözünü arkadaşlarımıza veriyoruz. Bu katliamı yapanlar, katliamın alt yapısını oluşturanları da buradan kınadığımızı belirtmek istiyorum" dedi.

'SAVAŞI HALKLAR DEĞİL, OTORİTER İKTİDARLAR İSTİYOR'

Çok önemli bir süreçten geçtiklerini belirten Bakırhan, "Dünyada çatışmalar, savaşlar derinleşerek devam ediyor. Bir türlü de çözüme kavuşturulmuyor. Çünkü savaş bölgelerinde dünyanın hegemonik güçleri var. Yine dünyanın birçok ülkesinde seçimler oldu, yönetimler değişiyor. Yönetimler yenileniyor. Çok sıcak bir gündem var. Fransa, İngiltere, İran’daki seçimleri hep birlikte izledik. Dünyada ve bölgemizde iki temel başlık göze çarpıyor. Bir savaş başlığı, bir de siyasi karmaşa. Bu siyasi boşluğu, kapitilasit neoliberal politikalarla doldurmaya çalışan otoriter iktidarlar var. Bizim örgütlü olmadığımız, halkların örgütsüz olduğu ve güçlü bir mücadele yürütmediği yerlerdeki boşluğu ekomomik güçler doldurmaya çalışıyorlar" dedi.

 DEM Parti'nin savaş karşıtı mücadeleyi büyütmeye çalıştığına dikkat çeken Bakırhan, "Bu savaşların derinleşmemesi için, halkların iradesi ile çözülmesi için mücadeleye devam ediyoruz. Bu savaşları isteyenler Suriye’deki, Irak’taki halklar değil. Bu savaşı isteyenler Ukrayna’daki halklar değil, Lübnan’daki halklar değil. Savaşı iktidarlar istiyor. Savaşı, iktidarlarda bulunan otoriter mantığa sahip bireyler istiyor. İktidarlarını korumak için Efrîn'in demografik yapısını değiştirmeyi göze alıyorlar. İnsanların perişan olmasını, katledilmesini, oranın kültürünün ve doğasının talan edilmesini çok rahatlıkla isteyebiliyorlar. Dolayısıyla bu savaş isteyen halklar değil, emekçiler ve kadınlar değil. Biz hiç değiliz" ifadelerini kullandı.

 İŞGAL SALDIRILARI

Türk devletinin işgal saldırılarına değinen Bakırhan, şunları söyledi:
"Kendi iktidarını devam ettirmek için savaş ve çatışma arıyor. Tam da 2015’ten sonra yaşanan bir durumla karşı karşıyayız. Üçüncü Dünya Savaşı diyorlar, güvenlik meselesi diyorlar, Rojava’da halkların demokratik bir şekilde yaşamasını tehdit olarak görüyorlar. Ne alakaları ve işleri varsa Federe Kurdistan Bölgesi'nde? Amêdiye'deki dağlarda, kırlarda, ovalarda üsler ve kalekollar kurmaya devam ediyorlar. Belli ki bunu belli bir süre daha devam ettirmeye çalışacak bu iktidar. Halk açlık ve sefalet içinde. Emekliler geçim derdindeyken, ülkede büyük bir yoksulluk yaşanırken iktidar dün Rojava'da bugün Federe Kurdistan Bölgesi'nde bir çatışma ve bir savaş peşinde koşuyor. Buna itiraz ediyoruz, kabul etmiyoruz. Bu savaş ve çatışmalı anlayışa muhalefetin de destek olmaması ve bu oyuna gelmemesi gerektiğini buradan belirtmek istiyorum. Çünkü savaş AKP-MHP iktidarının savaşıdır. Türkiye halklarının savaşı değil. Kürtler tehdit değil, Federe Kurdistan Bölgesi'nde yaşayan insanlar Türkiye’nin güvenliği için tehdit değil. Sadece bir şey var. İktidarın kendisini devam ettirmesi için orada bir düşman yaratmaya ve orayı bir savaş alanı haline getirmesi var. Dolayısıyla biz, bizim olmayan bu savaş karşısında dün olduğu gibi bugün de karşı durmaya devam edeceğiz."

EKONOMİK ÇÖKÜŞ

Bakırhan, şöyle devam etti: "Derin bir yoksulluk var. Ama Türkiye'nin ana gündemi savaş ve çatışmadır. Siz de dün izlediniz. Aslında cumhuriyet tarihinde olmadığı kadar büyük bir yoksulluk, derin bir kriz var. Darbe dönemlerinde bile böylesine derin bir ekonomik kriz yaşanmamıştır. İnsanlar, topraklarını ekemedikleri ve biçemedikleri için mevsimlik işçi olup yollara düşüyorlar. En son dün Viranşehir'den Bursa'ya giden tarım işçilerinin traktörü devrildi. Traktörün altında 15 yaşındaki Esmanur ve ablası kaldı. Lanet olsun işte bu savaş ve çatışmayı isteyenlere. Türkiye’nin ekonomisini, Kürtler demokratik özgürlüklerine ve statüye kavuşmasın diye Rojava ve Federe Kurdistan Bölgesi'ne döken bu iktidar Esmanur’un katilidir.

 Bu iktidarın tek bir derdi var; Türkiye halklarını aç bırakmak, yoksul bırakmak, sermayeyi daha fazla güçlendirmek ve sermayenin karnını arşa çıkarmaktır. Artık bu çok iyi biliniyor. Bu iktidar bütün gözünü Kürt kazanımlarına dikmiş durumdadır. Kürt anasını görmesin diye yapmadıkları şey yok. Söylemedikleri bir şey yok. Emin olun üçüncü dünya savaşı 10 defa da çıksa bu iktidarın tüfeği Kürtlere dönük, elleri emekçilerin ve yoksulların cebinde olmaya devam edecektir. Bunların amacı da siyaseti de budur.

Dün birlikte izledik. Erdoğan, Kıbrıs’ta bir konuşmada 'Müzakereye, görüşmeye, Kıbrıs’ta kalıcı barışı ve çözümü sağlamaya hazırız' diyor. 'Çözüm yolunda uzatılan hiçbir eli bugüne kadar boş çevirmedik' diyor. Peki Şam’a çözüm eli, Irak ve İran’a çözüm eli, Yunanistan'a çözüm eli... Olsun tabii her yerde olsun ama Kürde gelince Federe Kurdistan Bölgesi'nde, Rojava'da olduğu gibi tank top niye? Çözüm niye Kürtler için yok. Uzatılan çözüm eli neden Kürtlerin elini tutmuyor. Kürtler o kadar mı düşman?

Malazgirt’ten bugüne kadar ortak bir kader birliği yapmış, en zor günlerde birlikte durmuş, yüz yıllardır birlikte yaşayan Kürtlere çözüm eli yok. Müzakere yok. El uzatmak yok, elini tutmak yok. Dünyanın her yerindeki kendisine karşıt belirlediği güçlerle çözüm arayan bu mantığı biz eleştiriyoruz. Bu mantık bir yere gitmez. İşte tam da değerli arkadaşlar bu politikayı teşhir etmek lazım. Esad’la barışabilirsiniz, çözüm eli uzatabilirsiniz. Ama Efrîn'deki Kürdün ne suçu var? Amêdiyê'de yaşayanların ne suçu var? Daha birkaç gün önce İsrail’in Gazze'ye attığı bombaların on misli büyüklüğündeki bombalar Amêdiye köylerinin ve çevresine düştü. Ormanlar yakılıyor. Doğa tahrip ediliyor. İnsanlar katlediliyor. 90'larda olduğu gibi Kürdistan’da boşaltılan köylerin aynısı bugün Federe Kurdistan Bölgesi'nde yapılıyor. Sen kimsin ne arıyorsun hangi hakla? Senin sınırların içinde olmayan bir coğrafyada Kürt köylerini boşaltmaya, orada kalekol yapma hakkını sana kim verdi?

KDP'YE: İHANETİ BIRAK!

Tam da bu noktada Federe Kurdistan Bölgesi yöneticilerine de çağrı yapmak istiyoruz. Allah aşkına bir yönetim mi var orada? Böyle bir yönetim mi olur? Başka bir ülke, kendisinin olmayan sınırlarının ötesindeki bir bölgede 80 tane üst kuruyor. Amerika’nın Suriye’de kurduğu üstlerden daha fazla. Onlarca kalekol kuruyor. Oradaki yönetim 'Bu üstler, bu tanklar, bu toplar ne için? Kimin için?' sorusunu ne zaman soracak? Bir zahmet sorsunlar. Biz o üstlerin oradaki askeri güçlerin neden olduğunu çok iyi biliyoruz. Türkiye emekçileri ve ezilenleri de bunu çok iyi biliyor. Bunu sadece Federe Kurdistan Bölgesi yönetimi bilmiyor. Onlara çağrımızdır. Lütfen bu işgal politikalarına alet olmayın. Lütfen bu işgalin orada derinleşmesi, burada olduğu gibi Kürdün evini, köyünü, yaylasını yakmasını, köyleri boşaltmasını, orada yaşayan insanları perişan etmesine alet olmayın. Kürtlerin bu yaklaşımdan dolayı vicdanları sızlıyor. Buruk bir şekilde izliyorlar. Kürtler kendi aralarında ne zaman diyalog kurduysa, ne zaman konuştuysa, birlikte hareket ettiyse kazanımlarını büyüttüler. Rojava’da olduğu gibi. İŞİD saldırılarında gibi bir çok yerde ortak mücadele ettikleri gibi. Şimdi Kürtleri '70’lerde, '90’larda, 2000’lerde yaşanan kardeş kavgası yerine, acıların tekrar etmesi yerine, diyalogla kendi aralarında müzakereye bu işgalci politikalara karşı durmaya çağırıyoruz."

'BU ZORBA DÜZENİ ÖRGÜTLENMEYİ BÜYÜTEREK YENECEĞİZ'

"Bu zorba düzeni bir gün mutlaka yenilgiye uğratacağız" diyen Bakırhan, şöyle devam etti: "31 Mart'ta bu zorbalığa karşı Türkiye halkları çok önemli bir cevap verdi. İşte tam da bu süreçte bu zorba, zulüm, sömürü, zam düzenine karşı iradesini ortaya koyan halklarla buluşma ve onları örgütleme, iktidarı gönderme gibi bir sorumlulukla karşı karşıyayız. Örgütlememizi yeniden gözden geçirmeliyiz. Örgütlememizi büyütmeliyiz. Örgütlenme yoksa mücadele de yok. Örgütlenme yoksa bu zorba düzen karşısında başarıya ulaşmad da yok. Önümüzdeki temel  görevlerden biri de örgütlemedir. Eğitim yoksa bir parti yok. Bir partinin paradigmasının, bir partinin mücadelesinin başarıya ulaşmasının en önemli eğitimdir. Örgütlenme gibi önümüzdeki dönem eğitime de çok büyük bir önem vereceğiz. Toplumu savunmak için demokratik ittifakları büyüteceğiz, toplumu savunmak için mücadele ortaklığını büyüteceğiz, sahada hiçbir dönem olmadığı kadar mücadele edeceğiz."