‘Beka’ sorunundan söz etmek soykırıma davettir

Faşist cephe ve savaş hükümetini geriletmek için bu seçimler aslında bir fırsattır. Bu seçimin anahtarı yine HDP’nin elindedir. HDP için hedef yüzde 15’i aşmak olmalıdır. Eşit, adil ve demokratik bir yarış söz konusu olmasa bile bunu başarmak mümkündür.

Sol cenahta da yansımasını bulabiliriz, ancak demagoji esas olarak faşizmin karakteristik siyaset yapma ve kitlelerin desteğini kazanma tarzıdır. Faşist liderler için kitle desteğini kazanmak önemli olsa da, bu desteği sağlamak için propagandalarını çoğunlukla kitlelerin yaşam koşullarını iyileştirme üzerine kurmazlar. Bunun yerine daha çok ‘duygusal ihtiyaçlar’ alanına yoğunlaşırlar. Topluma hakim kılınmış rasyonel olmayan dilekler, endişe ve korkulara hitap ederler. Kimi kişilikler bu tür propagandalara karşı dirençlidir. Ancak uzun yıllara yayılan yerleşik korku ve endişelerle yüklenmiş kişilikler patolojik özellikler taşır ve antidemokratik bir potansiyel barındırır. Faşizm korkuyu körükleyerek mevcut potansiyeli harekete geçirmeye çalışır. Korku ortalığı sarınca, akıl kayıplar arasına karışır. Şoven milliyetçi duygular ve paranoyak bir halini ifade eden bölünme korkusu tam bir körlüğe yol açar. Bu anlamda akıl boşluğuna karşılık bu tür çarpık duygu doluluğu, faşist propagandanın işini kolaylaştıran en önemli unsur haline gelir.

Sanıldığının aksine, Erdoğan ne yetkin bir hatip ne de güçlü bir propagandacıdır. Ama etkili bir demagog olduğundan hiç kuşku yoktur. Hitabet ve propaganda bir sanattır ve her sanat gibi bilimselliği esas alır. Oysa demagoji, belirtilen nitelikte bir hitabet ve propagandayı gerektirmez. Faşist demagog halkın irrasyonel isteklerine, önyargıları ve korkularına seslenir. Kitleleri etkilemek için dini ve milliyetçiliği kullanır. Türkiye gerçek bir demagoglar ülkesidir ve demagoji bu ülkede egemen siyaset tarzıdır. Bu konuda gerekli maddi de temel fazlasıyla vardır. Üç kıtada etkili olmuş bir imparatorluktan Anadolu’ya sıkışmış bir devlete dönüşmek, milliyetçilikle yoğrulmuş bir toplum için zaten yeterince korku vericidir. Bağımsızlığınızın ve gücünüzün simgesi olarak kabul ettiğiniz Milli Marşınızın ilk sözcüğü bile ‘korkma!’ uyarısıyla başlıyorsa, eldekini de kaybetme korkusunu her an yanı başınızda bulunduruyorsunuz demektir.

Erdoğan’ın propagandalarına bakıldığında, tüm bunları net bir biçimde görmek mümkündür. Bu diktatörün Türk devletinin bir ‘beka sorunu’ yaşadığı iddiası bunun en çarpıcı örneğidir. Beka sorunu, devletin kalıcılığının tehlikede olması demektir. Devlet ulusu tarzında bir yapılanmanın hakim olduğu Türkiye’de, ulus ile devlet özdeş kılındığı için, sözü edilen sorun hemen ulusun beka sorununa dönüşür. Daha doğrusu, bu algı topluma hakim kılınmaya çalışılır. Bu aynı zamanda faşist sürü toplum yaratmanın en etkili yoludur. Böyle bir toplum, devletin içinde eriyerek ahlaki ve politik karakterini kaybetmiş toplumdur. Toplumun bu ölçüde düşürülüşünü sadece Erdoğan’a bağlamak doğru değildir; Erdoğan’ın yaptığı, dini de etkili kullanarak toplumu sürüleştirmeyi gidebileceği son noktaya kadar taşımak olmuştur. Türkiye’de faşizmin başından beri süreklilik arz etmesi, toplumun bu kendine aşırı yabancılaşmasının en önemli nedenidir.

Türk milliyetçiliğinin korkunç bağnazlığı, Osmanlı’nın dağılma sürecinde şekillenmesinden kaynaklanır. İmparatorluktan her kopuş, bu milliyetçiliğin devlet sınırları içinde kalan öteki halklara düşmanlığını daha da azdırmıştır. Ermeni ve Asuri-Süryani halkları, zincirinden boşalmış bir şoven saldırganlığın asıl kurbanları olmuş; ciddi bir aydınlanmayı yaşayan ve ulusal taleplerini yükselten bu iki halk, tarihin en ağır soykırımlarından birine tabi tutulmuştur. Kimlik ve özgürlük isteyen Ermenileri yok etmek yetmemiş, Ermeniliği hakaret sözcüğü olarak kullanacak kadar kepaze bir akıl dışılık topluma hakim kılınmıştır. Bu çılgınlığı tetikleyen unsurun bugünkü gibi yine ‘beka’ sorunu olduğu açıktır. Erdoğan’ın sıraladığı ‘tekler’in dışında kalmak, Ermeni gibi davranıp Türklüğe ‘beka sorunu’ yaşatmak demektir. Dolayısıyla benzer yoldan gidip kendi kimliğiyle özgür yaşamak isteyen bir Kürt ancak bir ‘Ermeni dölü’ olabilir.

İnkarcı politikalara rağmen Türkiye hala kimlikler bakımından zengin bir ülke olsa da, tekleştirme değirmeninde öğütülmeye karşı direnen en etkili kimlik Kürt kimliğidir. Kürt halkı bu direnişiyle ulus-devlet tanrısına başkaldırmıştır. Bu yüzden her renkten milliyetçi eğilimin gözünde bertaraf edilmesi gereken bir bela, ulus-devlet bedeninden kesilip atılması şart olan bir çıbandır. Onlar için Türklüğün bekasına yönelik tehdit sadece içerideki Kürtlerden gelmemektedir. Kendi olmak ve özgür yaşamak isteyen her Kürt, nerede olursa olsun, Türk kimliğinin kalıcılığına yöneltilmiş bir tehlike unsuru olacaktır. Efrîn’de yapıldığı gibi yok edilmeli veya tehcire tabi tutulmalıdır. Bu anlamda ‘beka sorunu’nu gündeme getirmek, Kürt soykırımına çağrıda bulunmak ve Êzîdî halkımızın deyişiyle ferman çıkarıp acilen Kürt’ü yok etmeye yönelmektir.

Yüksek bir ihtimalden değil, süregiden soykırım uygulamalarından söz ediyoruz. AKP-MHP ittifakı bu fermanı çoktan vermiştir. Özcesi, Kürt soykırımı yürürlüktedir. Erken seçimin nedeni de soykırımla ilgilidir. Zamanında bir seçim faşist ittifakı sandığa gömebilir, bu da soykırım uygulamalarında kesintiye yol açabilirdi. Faşist cephe bu riski göze almadı ve baskın seçim tarihini erkene çekti. Seçimlerden başarıyla çıkarsa, savaş ittifakı ve hükümeti olarak beş yıllık bir zaman kazanacak ve bu süre içinde ‘nihai çözüm’e ulaşmaya çalışacaktır. Erdoğan’ın ‘ahdım olsun ki’ sözcükleriyle başlayan seçim vaatleri, Kürt soykırımı üzerine bina edilmiş vaatlerdir. Hedefi tüm Kürdistan’ı Kürtlerden arındırmak, Kürt coğrafyasını bir bütün olarak Türkleşmeye açmaktır. Bunu başarıp başaramayacağı ayrı bir konudur, ancak seçimlerde kazanırsa bir faşist cephe ve savaş hükümeti olarak tüm Kürdistan’ı kan gölüne çevirmek için her şeyi yapacaktır.

Bu açıdan hayat memat meselesi olmasa bile, 24 Haziran seçimleri önemlidir. Faşist cephe ve savaş hükümetini geriletmek için bu seçimler aslında bir fırsattır. Bu seçimin anahtarı yine HDP’nin elindedir. Devletin kesin kararı yoksa, HDP için baraj sorunundan söz edilemez. Kaldı ki HDP’nin barajın altında kalması Millet İttifakı için de ağır bir hezimet olacaktır. HDP için hedef yüzde 15’i aşmak olmalıdır. Eşit, adil ve demokratik bir yarış söz konusu olmasa bile bunu başarmak mümkündür. Gerekli olan buna inanmak ve bu temelde tam bir seferberlik ruhuyla çalışmaktır. Seçim sürecinde demokratik güçlerle sağlanan ittifakı seçim sonrasında örgütlü bir demokrasi cephesine dönüştürmek HDP’nin temel görevi olmalıdır.

Kaynak: Yeni Özgür Politika