GÖRÜNTÜLÜ

Besê Hozat: Önderliğimizi pazarlık konusu yaptırmayız!

“Önderliğimizi pazarlık konusu yaptırmayız” diyerek tutum ortaya koyan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, "Demokratlığın ölçüsü İmralı tecridine karşı çıkmaktır" diye vurguladı. Hozat, halkları işgale karşı her yerde güçlü eylemlere çağırdı.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, İmralı tecridi ve işgal saldırılarına ilişkin Medya Haber TV'nin sorularını yanıtladı.

Besê Hozat, Türk devletinin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a dönük tecridi pazarlık konusu yapmak istediğini belirterek, "Biz bu tür yaklaşımları, bu tür politikaları çok kirli ve iğrenç buluyoruz ve şiddetle reddediyoruz, lanetliyoruz; onu açık belirtelim. Hiçbir biçimde Önderliğimiz pazarlık konusu yapılamaz. Bu asla kabul edilemez" dedi. Hozat, "Demokratlığın ölçüsü İmralı tecridine karşı çıkmaktır" diye ekledi. 

Halkları işgale karşı güçlü eylemler düzenlemeye çağıran Besê Hozat, "Sadece destekçisi de olmamalıdır. Doğrudan bu direnişin bir parçası olmalıdır. Sadece gerilla direnişiyle olmaz. Halk her yerde ayağa kalkmalıdır. Bu işgalci, soykırımcı savaşa karşı, faşizme karşı çok güçlü bir örgütlü irade ortaya koymalıdır. Her taraf insan seline dönmelidir" mesajını verdi.

'TÜRK DEVLETİ TECRİDİ KALDIRMAK İÇİN TAVİZ İSTİYOR; BU ALÇAKLIĞI REDDEDİYORUZ'

Kürt halkı ve özgürlük hareketinizin mücadelesinde belirleyici olan Önder Apo'nun durumu ile başlamak istiyorum. Önder Apo'nun özgürlüğü için küreselleşen hamleyi ve uluslararası kurumların bu mücadeleyi görmezden gelen tavırlarını daha önce katıldığınız programlarda genişçe değerlendirmiştiniz. Son süreçteki gelişmelere dayanarak hamlenin son ulaştığı düzeyi nasıl değerlendiriyorsunuz ve hamlenin bundan sonraki aşamasına dönük hedefleriniz nelerdir?

26 yıldır Önderliğimiz soykırım sistemi altında büyük bir direniş geliştiriyor. Bu direniş etrafında da çok görkemli bir halk, gerilla ve zindan direnişi var. 26 yıldır Önderliğimiz Türk devletinin elinde bir rehinedir. Bir rehine politikası yürütüyor. Bu son günlerde bize ulaşan bazı bilgiler var. Bunu kamuoyuyla paylaşmayı da önemli görüyoruz. Sağlam kaynaklardan gelen bilgilere göre Erdoğan'ın tayfasından yetkili bazı kişiler, “Bizim için şunu şunu yaparlarsa Öcalan'la kardeşini, sonra da avukatları görüştürebiliriz. Fakat görüştürmemiz için de şunları şunları yapmaları gerekiyor. Yani şu tavizi şu tavizi vermeleri gerekiyor” biçiminde çeşitli bilgiler geliyor. Bu bilgilerin geldiği kaynak sağlam. Bilgileri bu tarzda ileten kesimleri de kişileri de biliyoruz. Erdoğan'la birlikte yıllardır yürüttükleri politikayı da yakından tanıyoruz. Biz bu durumu çok önemli buluyoruz. Kamuoyunun da bilmesini istiyoruz.

Gerçekten Önderliğimiz üzerinde çok alçakça bir politika yürütülüyor. Önderliğimiz kendisi açısından, ben Türk devletinin elinde bir rehineyim, diyordu. Rehine olarak tanımlıyordu konumunu. Bu tür yaklaşımlar yıllardır var aslında, hep söyledik. Önderliğimizin durumu, Önderliğimiz üzerinden böyle bir şantaj politikası, bir pazarlık pazarlık yapılıyor, demiştik. Şimdi bütün bunları teyit eden bir örnek de bu oluyor. Önderliğimizin durumu pazarlık konusu yapılıyor. Son derece alçakça, gerçekten hiçbir ahlaki, hukuki sınır tanımayan, son derece çirkin, kirli bir politika.
Tabii biz bu tür yaklaşımları, bu tür politikaları çok kirli ve iğrenç buluyoruz ve şiddetle reddediyoruz, lanetliyoruz. Onu açık belirtelim. Hiçbir biçimde Önderliğimiz pazarlık konusu yapılamaz. Bu asla kabul edilemez. Avukatlarımızın, ailesinin, Önderliğimizin dışarıyla iletişim hakkının en doğal, en meşru, en yasal hak olduğunu Türkiye hukuku da kanunlarına koymuş. Uluslararası hukukta da bu yazılıdır. Türkiye de bu uluslararası hukukun altına, sözleşmelerin altına imza atmıştır. Şimdi Önderliğimizin en doğal, en meşru, en yasal hakkını getirip böyle pazarlık konusu yapmak; “şunu şunu yaparsanız, bunu bunu yaparsanız kardeşini görüştürürüz, sonra da avukatları görüştürürüz” demek kadar alçakça bir şey olamaz.

Önderliğimizin bu hakları, bu hukuksal hakları, insani, doğal, meşru, yasal hakları pazarlık konusu yapılamaz!. Bu haddini bilmezliktir. Bunu açık belirtelim. Tabii şu önemlidir. Bunu Türkiye kamuoyu açısından özellikle belirtmek istiyorum. Türkiye'de böyle aydın geçinen, sözde hukuk devletini savunan, hukuk için, laiklik için mücadele yürüten, kendince demokrasi için mücadele yürüten, kendisini kemalist, sol veya sosyalist olarak tanımlayan, cumhuriyetin değerlerini savunan birçok böyle yazar, çizer ve siyasetçi birçok kesim var Türkiye'de ve bunlar aydın olarak kendisini tanımlıyor. Hukuk, adalet, demokrasiyi de temel bir insan hakkı olarak, Türkiye toplumu açısından da temel bir hak olarak ele alıyor. Peki buna ne diyecekler? Şimdi İmralı'da Türkiye hukuku, uluslararası hukuk ayaklar altına alınmış. Hukuk çiğneniyor. 26 yıldır bir işkence tecrit sistemi var İmralı'da. Son dört yıldır da mutlak bir tecrit ve izolasyon sistemi, uygulaması var. Ve şu anda bu uygulama tüm Türkiye'ye yayılmış. Cezaevlerinde korkunç bir tecrit ve işkence sistemi tüm cezaevlerinde var şimdi. Cezası bitenler bırakılmıyor. İnsanlar, hasta insanlar, ağır hasta insanlar cezaevinde yaşamını yitiriyor. 70, 80, 85 yaşındaki insanlar tutuklanıyor, cezaevlerine konuluyor. Küçücük bebekler cezaevlerinde büyüyor. İmralı'da geliştirilen bu hukuksuzluk şu anda tüm Türkiye geneline yaydırılmış. Katmerli bir biçimde Kürt siyasetçiler üzerinde, devrimciler üzerinde bu uygulanıyor. Mesela Türkiye'nin kendisini sol, demokrat, hukuk savunucusu, adalet savunucusu olarak tanımlayan bu yazar, aydın kesimleri ne diyor, ne diyecek buna? Ne diyor yani? Bir şey demiyorsa onların aydın olmakla, yazar olmakla ne alakası var? Hiçbir alakası yok. İmralı'daki hukuksuzluk için, bu iğrenç pazarlıklar için, bu kirli siyaset için İmralı üzerinden, Önderliğimiz üzerinden yürütülen bu kirli siyaset için hukuku ayaklar altına alan, hiçbir söz söylemeyen, bir cümle kurmayana aydın denilemez. Halkın siyasetçileri denilemez, muhalefet denilemez. Demokrasi, adalet, insanlık savunucuları denilemez. İmralı turnusol kağıdıdır, ölçüdür. Bir insanın ne kadar aydın olduğu, ne kadar solcu olduğu, ne kadar demokrat olduğu, sosyalist olduğu, adalet, hukuk savunucusu olduğu İmralı'ya yaklaşımda, Önderliğimiz üzerinde uygulanan bu iğrenç politikalara, adaletsizliklere, hukuksuzluklara karşı yaklaşımda ortaya çıkıyor. Ölçü budur yani.

Hukuk savunuculuğunun da adalet savunuculuğunun da demokrasi savunuculuğunun da ölçüsü İmralı'da Önder Apo'ya uygulanan işkence, tecrit sistemine karşı geliştirilen yaklaşımdır. Tabii şunu da ortaya koyuyor, bu özgürlük hamlesinin ne kadar önemli olduğunu, ne kadar gerekli olduğunu gerçekten çok çarpıcı bir biçimde bu durumu ortaya koyuyor. Bütün bunlar da aslında hamlenin bir sonucudur. Özgürlük hamlesinin faşist rejimi getirdiği noktadır. O kadar zorlanıyor ki mücadele karşısında. O kadar sıkışmış ki, dengesini kaybetmiş. Yani ne yapacağını bilemiyor. O açıdan şu önemlidir. Özellikle avukatlar gerçekten çok önemli, değerli bir çalışma, mücadele yürütüyor. Şimdi Önderliğin durumu, İmralı'daki tecrit işkence sistemi Birleşmiş Milletler'in gündemine de girdi. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin gündemine de girdi. AİHM de Eylül ayında toplanacak, bu durumu değerlendirecek. Yıllardır İmralı'da yaşananın bir işkence olduğunu, bir hak ihlali olduğunu AİHM yıllar önce söylemişti. Bunu bilmesine rağmen yıllardır bu kurumlar AİHM, CPT, Avrupa Konseyi izliyor. Yani bu hukuksuzlukları, bu katliamı, soykırım politikalarını izliyor. Sadece izlemekle yetinmiyor. Ortağı durumunda. Şimdi verilen mücadele, artık bu kurumların da bu durumu gündeme almasına yol açtı. Bunun peşini bırakmamak lazım. Bu çok önemli bir çalışma ve mücadeledir. Sonuna kadar bunu götürmek lazım. Çünkü Önder Apo şahsında gerçekten insanlık değerleri katlediliyor yani. İnsanlık değerlerine bir saldırı var. Özgürlüklere, demokrasiye, adalete, hukuka, tüm insanlık değerlerine korkunç bir saldırı var yani. O açıdan hiçbir biçimde bunun peşini bırakmamak lazım. Sonuna kadar mücadele edelim, kesinlikle bir sonuç alırız.

Toplumsal mücadele de belli bir duyarlılık, sahiplenme yarattı; bunu da kesintisiz bir biçimde yükselterek sürdürmek lazım. Hep söylüyoruz; Önder Apo'nun durumuyla Kürt sorunu iç içe geçmiş durumdadır. Önder Apo Kürt halkının önderidir. Kürt sorununun demokratik çözümünün muhatabıdır. Dolayısıyla Önder Apo'ya yaklaşım, Kürt halkına yaklaşımdır. Kürt sorununa yaklaşımdır. Bu konuda olumlu her türlü gelişim Kürt sorununun çözümünde de bir gelişimdir. Kürt sorununun çözümünün kaderi Önder Apo'nun kaderini, Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü Kürt sorununun demokratik çözümüne bağlanmış durumdadır. O açıdan her yerde mücadeleyi bütünlükle yürütmemiz lazım. Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü mücadelenin merkezine oturmalı her yerde. Bu soykırım politikalarına karşı ki İmralı bunun merkezidir, Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü amaçlayarak bu soykırım politikalarına karşı, bu soykırım savaşına karşı her yerde çok güçlü bir biçimde bizim mücadeleyi yürütmemiz, sürdürmemiz lazım. Bunu güçlü bir biçimde kesintisiz bir biçimde sürdürdüğümüz sürece kesinlikle sonuç alırız.

'14 TEMMUZ DİRENİŞİ FAŞİZMİN VE İHANETÇİLERİN YENİLECEĞİNİ GÖSTERDİ

Temmuz ayındayız. 14 Temmuz Büyük Direniş ve Ulusal Onur Günü olarak ifade ettiğiniz büyük eylemin 42. yıl dönümünü yaşıyoruz. PKK olarak 14 Temmuz ruhuna esas alarak büyüdüğünüzü her zaman ilan ettiniz. 14 Temmuz Direniş Ruhu bugünkü mücadelenize nasıl yansıyor ve nasıl anlam buluyor?

Tabii öncelikle ben büyük ölüm orucu şehitlerini, Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek yoldaşlar şahsında bütün temmuz şehitlerini saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Bu yoldaşlar 12 Eylül faşist karanlığına, kara faşizmine karşı gerçekten çok tarihi bir direniş ortaya koydular. En zor koşullarda, faşizmin en koyu, en karanlık süreçlerinde direnerek faşizmin yenilebileceğini herkese gösterdiler. Tüm zorlukların, tüm baskıların, zulmün direnerek aşılacağını, yenileceğini, özgür yaşamın da direnilerek kazanılacağını tüm dosta düşmana ispat ettiler direnişleriyle. Bu anlamda bir direniş geleneği oluşturdular, bir direniş çizgisi oluşturdular, direniş ruhu oluşturdular. 42 yıldır bu direniş çizgisi üzerinden Kürt halkı mücadele ediyor, direniyor. Bu direnişin ortaya çıkardığı çok güçlü bir özgürlük mirası var, değerleri var, kazanımları var. Yine bu ruh, bu çizgide Kurdistan gerillası, özgürlük gerillası yıllardır mücadele ediyor, öz savunma savaşı veriyor. Bugün de bu savaş bu çizgide yürüyor. Zap'ta, Metina'da, Bakurê Kurdistan'ın eyaletinde, her yerde. Rojava'da bu çizgi, bu ruh etrafında yıllardır büyük bir mücadele yürütülüyor. İşte bugün dünyayı etkileyen, İnsanlık için ilham, umut kaynağı olan Rojava Devrimi bu çizgide yürütülen mücadeleyle ortaya çıktı. Dolayısıyla bu çizgide ve 14 Temmuz ruhuyla verilen mücadele Kurdistan'da çok büyük kazanımlar ortaya çıkardı. Özgür Kürdü ortaya çıkardı. Demokratik ulus paradigmasını, demokratik konfederal sistem gerçeğini ortaya çıkardı. Önder Apo, 14 Temmuz şehitlerine büyük bir bağlılık göstererek bu mücadeleyi yürüttü ve 14 Temmuz şehitlerinin çizgisinde bu mücadele çok büyük gelişmeler ortaya çıkardı.

Bugün gerçekten Kurdistan Özgürlük Hareketi Orta Doğu Devrimine öncülük ediyor. Kurdistan Özgürlük Hareketi bugün temel bir aktör haline gelmiş. Kurdistan Özgürlük Hareketi öncülüğünde Kürt halkı bugün büyük bir demokrasi, özgürlük mücadelesi veriyor. Orta Doğu halklarına öncülük ediyor. Müthiş bir değiştirici, dönüştürücü rol oynuyor. Özgürleşmede ve demokratikleşmede. Bunlar çok büyük kazanımlardır. Ve bütün bu kazanımlar da 14 Temmuz çizgisinin ruhuyla, mücadele anlayışıyla, direniş anlayışıyla ortaya çıktı.

Bunlar çok değerlidir. Yani bu çizgide bu mücadele gelişmeye, büyümeye, birleşik bir mücadele haline gelmeye devam ediyor. İhanete karşı, teslimiyete karşı kıyasıya bir direniş içerisinde, bir mücadele içerisinde. Aslında şöyle de bunu kesinlikle değerlendirmek gerekiyor. 14 Temmuz direniş çizgisinde teslimiyete karşı, ihanete karşı gelişen ve büyüyen bu mücadele bugün Kürt halkının özgürlüğüne karşı sömürgeci, soykırımcı rejimle birlikte hareket eden işbirlikçi hain çizgiye de büyük bir cevap oluşturuyor aslında. Nasıl ki 1982'de 12 Eylül faşizm koşullarında zindanlarda yaşanan o teslimiyetçi eğilime karşı böyle tarihi bir direniş ortaya konuldu, teslimiyet, ihanet mahkûm edildi, adeta böyle tarihe gömüldü, şimdi de aynı çizgide, aynı ruhla bu işbirlikçi, ihanetçi, hain çizgiye karşı tüm Kürt halkının direnerek, mücadele ederek bu işbirlikçi, ihanetçi, teslimiyetçi çizgiye karşı güçlü bir tutum alarak bu ihaneti ve işbirlikçiyi mahkûm ederek özgürlüğü, zaferi kazanması gerekiyor. 14 Temmuz direnişi bunun ispatıdır. 14 Temmuz direnişi teslimiyetin yenileceğini, ihanetin yenileceğini, zulmün, faşizmin, her türlü baskının yenileceğini dünyaya gösterdi. Bunun ispatı oldu. Şimdi de o mücadele çizgisinde 42 yıldır verilen mücadele bugün çok görkemli bir halk duruşunu, özgür halk duruşunu, direnişini ortaya çıkardı. Şimdi de halkımız aynı biçimde bu teslimiyetçi, ihanetçi, işbirlikçi, hain çizgiye karşı soykırımcı, sömürgeci, faşist rejime karşı yine aynı ruhla, aynı duyguyla, aynı bilinçle, aynı iradeyle, aynı örgütlü direniş tutumuyla bu mücadeleyi ve bu direnişi geliştirirse kesinlikle bu faşizm yenilecek. İşbirlikçi, ihanetçi çizgi de bu faşizmle birlikte tarihe gömülecek.

'İKİ ÇİZGİ VAR; ÖZGÜRLÜK VE İHANET ÇİZGİSİ'

Savaş konusuna gelirsek, Güney Kurdistan'ın işgali anlamında TC devletinin saldırıları yeni bir boyut kazandı. Resmi sınır kapılarından ve şehir merkezlerinden geçecek kadar pervasızlaşan bir işgal saldırısı dünyanın gözü önünde gerçekleşiyor. Bu son durumu nasıl değerlendiriyorsunuz ve KDP bu tutumlarıyla ne yapmak istiyor?

Bu konuda önemli bir açıklama da yaptık. Kamuoyunda da tartışıldı. Topyekûn soykırım savaşı yeni bir aşamaya girdi. Soykırımcı, sömürgeci, faşist rejim, şimdi işbirlikçi, ihanetçi çizgiyi de tamamen bu savaşa dahil ederek kesin sonuç almak istiyor. Özellikle Mayıs'ın ortalarından itibaren bu konseptle savaşı daha fazla kapsamlaştırdı ve derinleştirdi. Şimdi Temmuz ayındayız. Bu konsept ciddi bir derinlik kazanmış durumdadır. Şimdi sürekli değerlendiriyoruz. 

Türk devletinin nihai amacı çok nettir. Misak-ı Milli sınırlarına ulaşmaktır. Bu bir işgal değil, ilhak savaşıdır dedi, arkadaşlar. Kesinlikle böyledir. Fakat bu işgal-ilhak savaşı bu aylarda; Haziran-Temmuz ayında gelişen bir savaş değil kuşkusuz. Arkadaşlar da zaten onu ifade ediyorlar genel anlamda. 2019'da aslında Xakurkê, ardından Heftanîn Savaşı ile başlayan bir işgal ve ilhak savaşı var. O günden itibaren Misak-ı Milli politikası Başûrê Kurdistan'da tamamen devreye konuldu. Rojava Kurdistanı'nda da 2018'de Efrîn işgaliyle başladı. Ardından Girê Sipî. İşgal ve ilhak politikası Başûr'da da 2019 Xakurkê ve Heftanîn saldırısıyla başladı,. Adım adım gelişerek devam etti. Şimdi kendileri açısından artık bunun final olduğunu değerlendiriyorlar. Yani bu yıl, işgal ve ilhak politikasını sonuca götürmeyi amaçlıyorlar. İşgal ve ilhak politikası da bir Misak-ı Milli politikasıdır. Devlet Bahçeli de zaten itiraf etti. Zaten iktidarın medyası her gün tartışıyor bunu. Alenidir, açıktır yani. Başika'da yıllardır büyük bir üs kurmuş. Başika'da ne işi var yoksa? Şu anda Başûr'da yüze yakın asker üs kurmuş. Ve şimdi bütün bu askeri üsleri tamamen kalıcı hale getirmeye çalışıyor. Hepsini kalekol yapmaya çalışıyor. Her yere yol götürüyor KDP ile birlikte. Şimdi artık bütün o sözde ticaret adına yapılan, açılan o sınır kapıların hepsi şu anda askeri amaçlı kullanılıyor. Türkiye şu anda o sınır gümrük kapıları dediği kapılardan askeri sevkiyat yapıyor. KDP şu anda bütün yolları Türk ordusunu açmış durumdadır. İşte Amediyê yolu herkesin gözü önünde. Sevkiyat yapıldı. Yıllardır var aslında.

Türk devleti 3. Dünya Savaşı koşullarını kendisi açısından büyük bir imkan, büyük bir fırsat olarak değerlendiriyor. Her yerde savaş var diyor. Kimse bana karışmaz. Herkes zaten savaştadır. Zaten kimsenin hukuk dinlediği yok. İnsan haklarını dinlediği, aldırdığı yok. Herkes her türlü şeyi yapıyor. Benim için de büyük bir fırsattır. Herkes bu kadar pisliği yaparken kim bana diyecek ki sen bilmem bu kadar kirli siyaset yürütüyorsun, soykırım siyaseti yürütüyorsun. Benim için bu bir fırsattır, diyor. Ben bu fırsattan yararlanarak Misak-ı Milli politikasını uygulayabilirim. Başûrê Kurdistan'ı ve Rojava Kurdistan'ı tamamen işgal edip ilhak edebilirim, Türkiye'ye dahil edebilirim, diyor. Türkiye'nin toprağı haline getirebilirim, diyor. Mesela şu anda Türkiye'nin eski sınırları kalmamış. Şu anda işte Irak'la Türkiye sınırları ortadan kalkmış. Türkiye sınırları değiştirdi. Zaten bu sınırlar belirlendiğinde de Türkiye sınırları kabul etmemişti. Hiçbir zaman da bunu kabul etmedi. Sınırını her zaman söylüyorlar, bizim sınırımız diyorlar Hemrin Dağı'dır. Kerkûk, Musul, Süleymaniye tüm bu alanları içine alan bir sınır çiziyorlar. Şu anda yürütülen politika bu. Ve KDP bu politikanın ortağı. KDP bu savaşın içinde, bu savaşın ortağı.

Şu anda KDP, AKP-MHP ile birlikte Kürt Soykırım Savaşı'nı veriyor. KDP, özgür Kürt’ün kanı, canı üzerinden ceplerini dolduruyor. Sermayesini büyütüyor. Dünyanın dört bir yanında kendisine villalar alıyor. Biz son açıklamada da belirttik; bazıları şöyle ele alıyor. Yani sanki KDP ile PKK arasında işte sorunlar var; biz de bu sorunların bir tarafı olmayalım, mesafeli olalım, yapıcı bir politika izleyelim, ona da çağrı yapalım, buna da çağrı yapalım, sorunları çözsünler, Kürt ulusal birliği bu sorunların çözülmesiyle sağlansın, biz de böyle bir rol oynayalım. Böyle bir kesim de var Kürtler içerisinde. Ortada böyle bir durum yoktur. Gerçekten ortada iki çizgi var. Biri ihanet çizgisidir. İşbirlikçi, hain çizgidir. Biri de özgürlük çizgisidir. Biri Kürtlerin soykırımı için soykırımcı sömürgeci Türk devlet ve rejimiyle birlikte bir savaş yürütüyor özgür Kürt’e karşı. Diğeri de özgür Kürt’ü savunmak için her gün canını veriyor, kanını döküyor. Yani şimdi nasıl aynı kefeye koyup değerlendirebilirsin? Bunu nasıl iki parti arasındaki bir sorun olarak ele alabilirsin? Düşmanla birlikte soykırım savaşı veren, soykırım savaşının içerisinde yer alan, gırtlağına kadar ihanete batmış bir oluşumu, bir Gladio’yu, bir yapıyı nasıl bir Kürt partisi olarak tanımlayabilir ve çeşitli anlamlar yükleyebilirsin... Böyle bir durum yoktur. Şimdi herkes gördü. Yüzlerce zırhlı araçla, tankla Başûrê Kurdistan'a Amediyê yolunu, sınır kapısını kullanarak girdi Türk ordusu. Aynı gün, 3 Temmuz'da Mesut Barzani’nin sesi sedası yoktu mesela. Birden kamuoyu karşısına çıktı, apar topar Bağdat'a gitti. Bağdat'ta böyle bir sürü Şii kesimle, Sünni kesimle görüşmeler yaptı. Neredeyse bütün Arap konsoloslarıyla, büyük elçileriyle, İran elçisiyle görüşmeler yaptı. Türk konsolosluğuyla, elçisiyle görüşmeler yaptı. Yoğun bir faaliyet içerisinde. Niye gitti o gün? Biz açıklamasını da yaptık.

Türk devletinin Neo Osmanlı politikalarına karşı, işgal politikalarına karşı Bağdat'ta rahatsız olan önemli çevreler var. Devlet içinde de bundan rahatsızlık duyan çok ciddi bir kesim var. Partilerden tutalım, çeşitli bürokratlara, çeşitli kesimlere kadar. Barzani gitti, bunların tepkisini dindirmeye çalıştı. Tepkinin gelişmemesi için çalıştı. Daha önce işgal saldırıları olduğunda hatırlarsınız, Arap ülkeleri de, Arap Birliği de çeşitli kınama açıklamaları yapmıştı, tutumlarını ortaya koymuşlardı. Gitti, Arap ülkelerinin büyükelçilerini topladı, toplantı yaptı. Olası gelişecek bir tepkinin önüne geçmeye çalıştı. Çok yoğun mesai harcadı bu konuda. Ardından geldi, Hewlêr'de Türk Konsolosu’yla görüştü. Yani Türkiye adına lobi çalışması yürütüyor, siyaset yapıyor. Rojava'ya işgal saldırılarında da aynı rolü oynadılar. Efrîn işgali olduğunda KDP çok aktif bir diplomasi içerisindeydi. İşgali meşrulaştırmak için çalıştı. Serêkaniyê işgalinde aynı rolü oynadı. Kendisine bağlı, irili ufaklı bütün oluşumlar aynı çalışmalar içerisine girdiler. Şimdi de çok aktif bir biçimde Türkiye'nin bu işgal, ilhak politikalarını meşrulaştırmak için, olası gelişecek her türlü tepkinin önüne geçmek için Türkiye adına çok yoğun diplomasi yapıyor, lobi yapıyor. Yani doğrudan soykırım savaşının içerisinde yer alıyor. Başûrê Kurdistan'ı Türkiye’ye satmış durumdadır. Öyle bir kısmını da değil, bir bütünen Başûrê Kurdistan'ı gerçekten Türkiye'ye satmış durumdadır. Siyasi olarak, ekonomik olarak, askeri olarak, modernite olarak… Türk modernitesi şu anda Başûrê Kurdistan'da hakimdir. Dizileriyle, filmleriyle... Şu anda Başûrê Kurdistan Türkiye'nin çöplüğüne dönüşmüş. Türkiye'de çöplüğe atılan bütün mallar Başûrê Kurdistan'da satılıyor. Her türlü hastalık, sağlık sorunu şu anda Başûrê Kurdistan'da türemiş, almış başını gidiyor. Çünkü Türkiye'nin çöplüğünden Başur halkı besleniyor. Siyasi olarak da öyledir. Şu anda tam böyle soykırım politikalarının, bu soykırım faşist rejiminin hizmetine girmiş durumdadır. Şu anda tüm Başûrê Kurdistan aslında bir ilhak durumunu yaşıyor. Bir işgal ve ilhak durumunu yaşıyor yani. Başka türlü nedir işgal ve ilhak? Budur. Ortada bir irade var mı? Bir Kürt iradesi var mı? Bir Kürt duruşu var mı? Tutumu var mı? Yoktur. İşte bu işgal ve ilhaktır.

BAŞÛR VE IRAK HALKINA ÇAĞRI: İŞGALE KARŞI GÜÇLÜ PROTESTOLAR DÜZENLENMELİ

Irak hükümeti, Sudani hükümeti de bazı kirli çıkarlar için, basit hesaplar için, çeşitli siyasi, ekonomik çıkarlar için Türk devletinin işgal politikalarına onay verdi. Evet, Irak devleti kendi içinde parçalıdır, birçok eğilim var. Bu işgale karşı duranların olduğunu da biliyoruz. Çok ciddi rahatsızlık duyanların da olduğunu biliyoruz. Fakat Irak devletinin de durumu ortadadır. Son derece parçalı, dağınık, zayıflamış bir durum söz konusudur. Ve bu devletin hükümeti de çeşitli siyasi ve ekonomik çıkarlar üzerinden Türk devletiyle anlaştı ve bu işgal saldırılarına onay verdi, işgal saldırılarının bir parçası haline geldi. Biz inanıyoruz Irak toplumu bu durumdan çok rahatsızdır. Devletin içinde bazı kesimler rahatsız olduğu kadar Irak toplumu da bu durumdan rahatsızdır. Şimdi mesela bunun Irak'a da bir faydası yok. Bu politikaların ileride sonuçları ortaya çıkacak, Irak'a çok büyük zararlar verecek. Irak baltayı kendi ayağına vurdu. Bu biçimiyle, bu politikasıyla hem Türk işgalini meşrulaştırdı hem de KDP'nin yıllardır Türk devleti ile bu işbirlikçiliğini meşrulaştırmış oldu. Bu anlamda Irak hükümetinin de bu tutumunu şiddetle eleştiriyoruz, reddediyoruz. Esas olarak benim çağrım -örgüt adına, örgütümüz, hareketimiz adına- Başûrê Kurdistan halkına ve Irak halkınadır, Irak toplumunadır. KDP'nin işbirlikçi, ihanetçi tutumu ile Sudani hükümetinin işgali meşrulaştıran, işgale onay veren tutumu, Başûrê Kurdistan halkına ve Irak toplumuna çok büyük zarar veriyor. Irak halklarının geleceğini karartıyor. Halklarımız buna karşı çok güçlü bir tutum ortaya koymalıdır. İşgale karşı tutum almalıdır. Her yerde işgal çok güçlü bir biçimde protesto edilmelidir.

Yine Arap aydınları, yazarları, duyarlı tüm demokratik kesimler buna karşı çok güçlü bir ses, bir tutum ortaya koymalıdır. Şimdi biraz tepkiler gelişiyor. Hiç yok değil fakat yetersizdir. Bunu daha güçlü bir biçimde geliştirmek gerekiyor. Bu ihanete,  işbirlikçiliğe karşı, soykırımcı, sömürgeci, faşist rejimin soykırım savaşına karşı tüm güçler birleşmeli. Ortak, birleşik bir mücadele yürütmeli. Şimdi buna çok acil bir ihtiyaç var. Yani içinde bulunduğumuz süreç gerçekten çok kritik ve tarihi bir süreçtir. Bu süreçte bu tutum, bu güçlü tutum ortaya konulmazsa tehlikeler çok büyüktür.

'SADECE GERİLLA DİRENİŞİYLE OLMAZ, HALKLAR HER YERDE AYAĞA KALKMALI'

Evet, gerilla direniyor. Çok görkemli direniyor. Her gün canını veriyor. Fedai çizgide bir direniş var. Ama bu sadece gerilla direnişiyle olamaz. Bu gerilla, bu halkın özgürlüğü için, halkların özgürlüğü için, demokratik geleceği için direniyor, canını veriyor. Halk bu direnişin içerisinde yer almalıdır. Halklar bu direnişin içerisinde yer almalıdır. Sadece destekçisi de olmamalıdır. Doğrudan bu direnişin bir parçası olmalıdır. İçinde yer almalıdır. Her yerde ayağa kalkmalıdır. Bu işgalci, soykırımcı savaşa karşı, faşizme karşı çok güçlü bir örgütlü irade ortaya koymalıdır. Her taraf insan seline dönmelidir. İşte 14 Temmuz direniş çizgisi diyoruz yani. Şimdi bu tutumu ortaya koymanın zamanıdır.

Artık biz “gerilla direniyor, biz de biraz destek verelim” diyemeyiz. Bu durum desteği aşan bir durumdur. Artık dönem halkın kendi kendisini savunma dönemidir. Kendi öz savunmasını geliştirme dönemidir. Halkımız her yerde ayağa kalkmalı, kendi öz savunmasını yapmalıdır. Devrimci halk savaşı nedir? Devrimci halk savaşı öz savunmadır, kendini savunmadır. Her türlü saldırıya karşı ayağa kalkıp kendi öz savunmasını geliştirebilmektir. Bunu gerilladan bekleyemez. Gerilla zaten yapacağını yapıyor. Zafer sadece gerillanın mücadelesiyle, gerillanın direnişiyle kazanılmaz. Gerilla ve halkın birlikte ortak mücadelesiyle, direnişiyle, öz savunmasıyla zafer sağlanır. Artık bu halk da her yönüyle hücrelerine kadar kendisini bu mücadelenin sahibi görecek, içinde görecek, parçası görecek. Ve her yerde öz savunmayı, devrimci halk savaşını geliştirecek, yükseltecek. Biz halkımıza demiyoruz ki her biriniz elinize keleş alın, BKC alın, top alın, füze alın da savaşın. Biz bunu demiyoruz. Ama her yerde çok ciddi bir saldırı var. Halkımız her yerde 7'den 70'e ayağa kalkmalı. Serhildana kalkmalı, öz savunma geliştirmeli. Serhildan halkın en güçlü öz savunma tarzıdır. Halkımızın bunu geliştirmesi lazım. Yani bunca yıl bedel verdi. Gerçekten büyük, ağır bedeller verdi, acılar çekti. Ortaya bunca devasa değerler çıktı. Bu kadar özgürlüğe yakınlaşmış bir mücadele gerçeği ortaya çıktı. Şimdi bunu  en güçlü bir biçimde garantiye alma, güvenceye alma, koruma zamanı, savunma zamanı. Topyekûn bir biçimde... Bu gerçekten çok önemli bir noktadır. Özellikle bunun üzerinde önemle durmak, tartışmak, herkesin bu konuda kendisini çok güçlü eleştiri, öz eleştiriden geçirerek, ben bu mücadelenin neresindeyim, nasıl katılıyorum, nasıl katılmalıyım, bunun muhasebesini güçlü yaparak bir bütün olarak tüm gücüyle, enerjisiyle bu mücadeleye katılması gerekiyor. Ben bunu son derece önemli buluyorum.

Yoksa gerilla savaşı her yerde gerçekten çok büyük kahramanlıklar geliştirilerek, bedeller verilerek devam ediyor. İşte Bakurê Kurdistan'ın her yerinde de büyük bir direniş var, savaş var. Çok değerli yoldaşları şehit verdik. Heval Şêxmus, Bêrîtan, Brûsk, Rustem, Kamuran, Axîn ve daha onlarca değerli yoldaşı biz bu yakın süreçte şehit vermişiz. On binlerce şehit vermişiz yani. Elli binden fazla şehidi var bu mücadelenin. Ve bu şehitleri, bu bedelleri vermeye devam ediyoruz. Her yerde çok görkemli direniş var. Şimdi de arkadaşlar, en zor şartlarda, en zor koşullarda, aç kalarak, susuz kalarak, ayakkabısız kalarak, uykusuz kalarak, bu direnişi, bu mücadeleyi her türlü zorlu koşulları aşarak, adeta 14 Temmuz ruhuyla yıllardır sürdürüyor, sürdürmeye de devam ediyor. Bu direniş dört yıldır Zap, Metîna, Avaşîn, Heftanîn, Xakurkê’de, her yerde, tüm Medya Savunma Alanlarında Zap merkezli dorukta yaşanıyor. İşte en son yakın süreçte de Heval Onur, Canfeda yoldaş, onun öncesi onlarca yoldaşı bu direnişte kayıp verdik. Ben tüm bu şehitleri saygı, sevgi, minnetle anıyorum. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Bu çizgide bu direnişi yoldaşlarımız sürdürecekler. Ama işte önemli olan halkımızın da aynı ruhla bu direnişin bir parçası olarak kendisini görüp direnişe seferber olması ve her yerde çok görkemli bir biçimde ayağa kalkması ve kesintisiz bu mücadeleyi sürdürmesidir. İzlememesidir, sadece destekçisi olmamasıdır. Ortağı, parçası olmasıdır, içinde yer almasıdır.

Ben bunları söylerken, mevcut direniş düzeyini eleştirirken, halkımız direnmiyor, kendisini bu mücadelenin bir parçası görmüyor anlamında söylemiyorum. Ben inanıyorum ki halkımızın bilinci, bu hareketi tanıma düzeyi, kavrayış düzeyi ne demek istediğimizi çok iyi anlıyor. Yani halkımız elbette kesintisiz bir biçimde bu mücadeleyi özellikle 42 yıldır aralıksız bir biçimde yürütüyor. Zaten bu mücadelenin yenilmezliği buradadır. Halkımız elbette bu mücadelenin içindedir. Çok ağır bedeller verdi. Bugün on binlerce kişi zindanlardadır, işkence altındadır. 70-80 yaşındaki ninelerimiz, dedelerimiz zindanda, işkence koşullarındadır, baskı altındadır.

İnsanlarımız yaşamını yitiriyor. Hasta tutsaklar yaşamını yitiriyor. Biz bunları elbette biliyoruz. Bu çok değerli bir tutumdur. Ama mücadelenin geldiği aşama itibarıyla bu yeterli değil. Yani artık şu anda soykırımcı sömürgeci Türk devletiyle büyük ve son bir savaş yürütüyoruz. Yani Türk devleti, Kurdistan Özgürlük Hareketi'ne karşı, özgürlük mücadelesi veren Kürt halkına karşı, halklara karşı topyekûn bir soykırım savaşı veriyor. Bu topyekûn soykırım savaşına karşı şimdiye kadar verilen biçimiyle mücadele cevap oluşturmuyor. Buna karşı topyekûn bir mücadele, bir direniş gerekiyor. Demek istediğim bu. Yani bu düzeyde bir katılım, bu düzeyde bir direniş, beklenen bir direniştir. Ve bunu da halkımızın geliştireceğine ben yürekten inanıyorum. Şimdiye kadar her türlü bedeli göze alarak, büyük acılar çekerek bu mücadeleyi bugüne getirdi halkımız. Bundan sonra da kesinlikle bu mücadele halkımızın direnişiyle, gerilla direnişiyle, ortak direnişle, topyekûn direnişle kesinlikle zafere gidecek. Ben buna inanıyorum.

'TÜRK DEVLETİ NATO'NUN DESTEĞİNE RAĞMEN SONUÇ ALAMIYOR'

TC'nin son süreçteki savaş konseptine değindiniz aslında. Erdoğan'ın bu temelde yoğunlaşan diplomasi çalışmaları gözler önünde. Türkiye'deki bu ekonomik ve toplumsal sorunları savaşa bağlamak mümkün mü? Sizin bu konudaki görüşleriniz nelerdir?

Tabii Erdoğan bu soykırım savaşına destek toplamak için kıta kıta dolaşıyor. Her kıtayı da karış karış dolaşıyor. Bir bakıyorsun Asya'dadır. Bir bakıyorsun bir ayağı Rusya'dadır. Bir ayağı Çin'dedir. Bir ayağı bilmem işte Kazakistan'dadır. Bir ayağı bilmem nerededir. Sonra bir bakıyorsun Amerika'ya gitmiş. Bir bakıyorsun Avrupa'ya gitmiş. Bir bakıyorsun Afrika'ya gitmiş. Dolaşıyor. Niye? Tek bir amaç var. Bu soykırım savaşına destek almak. Daha fazla destek.

Destek verilmiyor mu? Veriliyor. Yıllardır NATO'nun desteğiyle bu savaşı yürütüyor. NATO'nun desteği de sürüyor. Şu anda bu savaşın yürütülmesinde de NATO'nun onayı ve desteği de var. Irak'ın tutumu bile NATO ile ABD ile bağlantılıdır yani. Sudani, Erdoğan'la görüşmeden önce Amerika'ya gitti. Bir hafta Amerika'da kaldı.

Bir hafta boyunca tartıştılar. Birçok görüşme yaptılar. Ayağının tozuyla Sudani Bağdat'a geldi. Ardından Erdoğan Bağdat'a gitti. Görüştüler. 22-27 anlaşma yaptılar. Yaptıklarını açıkladılar. Ardından da böyle kapsamlı bir ilhak işgal saldırısı başladı.

Ve Irak da buna onay verdi. Şimdi Irak'ın bu tutumunu mesela Amerika'dan, Amerika'da yapılan o görüşmelerden bağımsız ele alabilir miyiz? Alamayız. Yıllardır NATO destek veriyor yani. Desteğini de sürdürüyor. Fakat NATO'nun desteğine rağmen sonuç alamıyor. Sonuç alamıyor yani.

'KÜRT’E YAPILANA SEYİRCİ KALAN TOPLUM ÇÜRÜR'

Şu anda bir faşist rejim yıkılıyor. Gerçekten çırpınıyor. Yıkılmamak için çırpınıyor. Şu anda çökmüş durumdadır. Yani Türkiye'ye bak, siyaset çökmüş. İç politikası, dış politikası çökmüş. Ekonomi çökmüş. Toplumda çürüme diz boyu, toplumu militarize ederek milliyetçilikle, şovenizmle kendisini ayakta tutmaya çalışıyor. Giderek böyle çürüyen bir toplum, ahlaki olarak. Çünkü Kurdistan'daki soykırım savaşına Türkiye toplumu seyirci kalırsa, çıtını çıkarmazsa o toplum insan olarak toplumsal değerleriyle yaşayamaz ki. Çürür yani. Ahlakı gider yani. Yanı başında Kürtler katledilecek, bir halka soykırım uygulanacak, mezarlarına bile, kemiklerine bile işkence yapılacak. Çocukların kemikleri kutularda annelerine verilecek. Türk anneleri oturup izleyecek. O anne, anne olarak kalır mı? O annenin vicdanı kalır mı? Ahlakı kalır mı? O babanın vicdanı ahlakı kalır mı? O toplumun vicdanı ahlakı kalır mı? Yozlaşır, çürür yani. Kürtlere bu kadar hukuksuzluk yapılacak, adaletsizlik yapılacak. Her yönüyle Kürt toplumu büyük bir böyle adaletsizlik, vicdansızlık bir tecavüz saldırısı altında tutulacak, Türkiye toplumu oturacak, izleyecek. O Türkiye toplumunda ahlak, vicdan, haysiyet, insanlık namına bir şey kalır mı? Kalmaz, çürür, yozlaşır. Çürüttü. Bu kirli siyaset toplumu da çürüttü. Ekonomi diyorsunuz. Ortada ekonomi mi bıraktı? Yani Türkiye'nin bütün kaynaklarını bu savaşa akıttı. Kürt soykırım savaşına akıttı. Şimdi mesela Türkiye toplumu aç yaşıyor aç!

Öyle açlık sınırı falan değil. Öyle normal yoksulluk koşullarında da yaşamıyor. Açtır aç. Çöpte bile ekmek bulamıyor yani. En rezil, en pespaye durumları yaşıyor yani. Peki bu toplum sorgulamıyor mu? Yani Türkiye gibi zengin bir ülke, bu kadar zengin kaynaklara sahip,, zengin kültüre, zengin coğrafyaya sahip bir ülke niye bu durumdadır? Çünkü hepsi savaşa gidiyor. Mesela bunu sorgulamıyor. Bunu sorgulatmıyor. Bunların hepsi savaşa gidiyor. Kürt Soykırım Savaşı'na... Bu önemli. Diğer taraftan mesela doğa yıkılıyor! Yani rant, talan Türkiye'de almış başını gidiyor. Her taraf maden, her taraf HES. Kurdistan'da bu, soykırım politikalarının bir parçası olarak yürütülüyor. Şu anda Kurdistan doğası büyük bir yıkım yaşıyor. Her karışında maden ocakları, kum ocakları, petrol kuyuları açmış. Barajlar yapıyor, ormanları kesiyor. Yani sadece insanını değil hayvanını, bitkisini, canlısını, her türlü canlısını katlediyor. İşte Amed, Mêrdîn'deki yangın, Türk devletini kendisi yaktı. Her tarafta Kurdistan ormanları yanıyor. Yakmadığını da kesiyor, götürüp satıyor. Yıkıyor doğayı. Niye? Göçertmek istiyor. İnsansızlaştırmak istiyor. Buraları Kürtsüzleştirmek istiyor.

Geçen gün bir haber yaptılar. Şirnex… Her tarafı dağ, orman; Türkiye'nin en kirli şehri çıktı. Kaynak suyunun her tarafına maden ocakları açmışlar. O maden ocaklarında kullandıkları bütün o kimyasallar o suya karışmış. Kaynak suyu kirlenmiş. Evlerdeki musluklardan katran gibi bir su akıyor. Toplumu zehirliyor. Ne temiz su bıraktı, ne temiz hava, ne temiz toprak bıraktı. Her tarafı zehirliyor. İnsan bunun için kıyamet koparır ya! Şimdi öz savunma diyoruz, devrimci halk savaşı diyoruz. Buna karşı büyük bir kalkış gerekiyor. Bu bir öz savunmadır. Senin yaşadığın mekânı yıkıyor, zehirliyor, yaşanamaz hale getiriyor. Mesela kıyamet kopmalı. Bu da soykırım rejimine karşı, soykırım savaşına karşı bir direniştir. O direnişin bir parçasıdır. Mesela bu konuda her yerde, yani Şirnex'te, Botan'ın her yerinde, Serhat'ın her yerinde, Güney batının her yerinde, Dersim'de; yani bütün Kurdistan'da çok güçlü mücadele vermek gerekiyor.

Aynı şekilde kadınlara dönük de kadın düşmanı bir politika yürütüyor. Yani neredeyse her gün iki kadın istisnasız katlediliyor. Ayda 60-70 kadın katlediliyor. Yani böyle hani rakamdır, söyleyip geçiyorsun! Bu öyle basit bir şey değil. Gerçekten kadınlar üzerinde tam bir kadın kırım politikası var. Aynı biçimde Kurdistan'da soykırım politikasının bir parçası olarak da bu kullanılıyor. Kadına tecavüz, fuhuş. Kurdistan gençliğine her türlü saldırı, uyuşturucu. Yani bir toplum kırım politikası var kadınlar şahsında. Şimdi de 9. Yargı Paketi falan diyorlar. Öyle yasalarda, anayasada kadınlar lehine olan her şeyi şimdi ortadan kaldırıyorlar. Bu konuda da birleşik kadın mücadelesi gerekiyor. Çok güçlü bir mücadele gerekiyor. Sadece kadın mücadelesi de değil toplumsal bir mücadele gerekiyor. Toplumun bu durumdan çıkması lazım. Yani çok korkunç bir toplum kırım, kadın kırım, doğa kırım politikaları yürütülüyor. İşte bu aynı zamanda bu faşist rejimin de çöktüğünün de ispatı. Yıkılmış yani. Yönetemiyor bu tarzda. Yıkarak kendisini ayakta tutmaya çalışıyor. Bu konuda elbette yapılacak şey, gerçekten emek, özgürlük, demokrasi güçlerinin, demokratik muhalefetin çok güçlü bir mücadelesi, ortak, birleşik bir mücadelesi, toplumu da yanına alarak güçlü bir toplumsal mücadele, ekolojik mücadele, kadın mücadelesi, yani birleşik bir mücadele, toplumsal mücadele, direniş gelişirse bu büyük tehlikenin önüne geçilebilir. Bütün bunlar da elbette Kürt Soykırım Savaşı'nın birer sonucudur.

Türkiye'de yaşanan bütün sorunlar Kürt Soykırım Savaşı'nın birer sonucudur. Bu konuda toplumu aydınlatmak, gözünü açmak, örgütlemek, harekete geçirmek elbette öncünün görevidir. Demokratik muhalefetin görevidir, demokrasi güçlerinin görevidir, demokratik siyasetin görevidir. Şimdiye kadar bu konuda da yetersizlikler fazladır. Yani belli bir mücadele var elbette ki. Mesela Bakur'daki bu İradeye Saygı Yürüyüşü, Özgürlüğe Ses Ver eylemleri, tutsak aileleri etrafında gelişen eylemsellikler, kayyum politikalarına karşı nöbet eylemleri… Bunlar çok önemlidir. Gerçekten toplumda da Türkiye kamuoyunda da çok ciddi bir duyarlılık ortaya çıkardı, belli bir canlanma yarattı, bir toplumsal mücadele, direniş ortaya çıktı. Fakat bu yetersizdir. Şu anda topyekûn bir soykırım savaşı var. Toplum üzerinde toplum kırım savaşı var ve buna karşı da topyekûn bir toplumsal direniş, demokrasi güçlerinin öncülüğünde güçlü bir biçimde gelişmek durumundadır yani.

Bu konuda halen yetersizlik var. Bu yetersizliği hızla aşmak lazım. Yani tüm bu mücadele odaklarını birleştirip topyekûn bir mücadeleye dönüştürmek lazım. Yoksa elbette belli önemli bir mücadele düzeyi de var ama yetersiz kalıyor. Saldırılar karşısında yetersiz kalıyor. Daha birleşik, daha topyekûn bir mücadeleye ihtiyaç var.

ERDOĞAN-ESAD İLİŞKİSİ

Önümüzde olası bir Erdoğan-Esad görüşmesi söz konusu. Bu görüşmenin Rojava Devrimi'ne yansımaları neler olur?

AKP-MHP faşist rejiminin yıllardır Suriye'ye karşı izlediği bir politika var. Ve şimdi geliştirdikleri bir tutum var. Bunun iyi anlaşılması gerekiyor. Suriye iç savaşının baş aktörü Türk devletidir, AKP iktidarıdır zamanında. Bu iç savaşın gelişmesinde gerçekten çok ciddi bir rol oynadı. Çok bilinçli, planlı bir biçimde Suriye'deki Arapları da Türkiye'ye çekti. Milyonlarca insanı Türkiye'de topladı. Kamplarda... Yıllardır da onun üzerinden bir politika yürütüyor. Mültecilik adı altında adeta milyonlarca insanı böyle rehin almış,. Rehin almış ve onun üzerinden de Avrupa'ya şantaj yapıyor, para alıyor. Aldığı bu paraların hepsini de Kürt Soykırım Savaşı'na akıtıyor. Bu paralarla çete devşiriyor, çeteleri örgütlüyor, çeteleri besliyor, eğitiyor. Kürtlere karşı savaştırıyor, bölge halkına karşı savaştırıyor. Avrupa devletlerinin soykırım savaşına destek vermelerini sağlamak için, taviz koparmak için Avrupa'da bu çeteler yoluyla patlamalar yapıyor. Rusya'daki patlamanın arkasında da Türkiye var. İran'daki patlamanın arkasında da Türkiye var. Dağıstan'daki patlamanın arkasında da Türkiye var. Daha önce Fransa, birçok yerde İngiltere, Avrupa'nın birçok ülkesinde çeşitli patlamalar oldu. DAİŞ üstlendi bunları. Bunların arkasında da Türk MİT'i var. Alıyor örgütlüyor herkesten taviz koparmak için. Rusya'dan taviz koparma, İran'dan taviz koparma, işte şimdi Çin'e karşı da kullanıyor. Amerika'dan taviz koparma, Almanya'dan, Fransa'dan, şundan, bundan taviz koparmak için bu çeteleri de kullanıyor.

Diğer taraftan da nüfus alanını genişletmek için, etkinliğini arttırmak için bazılarını da ihraç ediyor. Nijerya'ya, Libya'ya çete ihraç ediyor. İşte Somali'ye çete ihraç ediyor. Afrika'nın böyle birçok yerine çete ihraç ediyor. Burada da birçok sorun var, iç savaş var, çatışma var, devletlerin durumu zayıf, müdahale ediyor. Orada da nüfus alanını geliştirmeye çalışıyor ve çeteleri kullanıyor. Bir de bu tarzda çeteleri kullanıyor. Böyle çok yönlü… Avrupa'dan aldığı paralarla örgütlediği Türkiye'nin kaynaklarını, ekonomik kaynaklarını böyle bu savaşa aktararak bu çeteleri eğitiyor, donatıyor, besliyor.

Kürt halkına, bölge halkına ve dünya halklarına, toplumuna karşı devletlerden de taviz koparmak için herkese karşı bu çeteleri kullanıyor. En fazla da tabii Suriye devletine karşı kullanıyor. Bu çetelerle Suriye'de, Kuzey Suriye'de birçok yeri işgal etti. Orada bir çete devleti kurmuş. Kendisi de kaymakam atamış. Kendi okullarını açmış, Türkçe dilinde eğitim veriyor. İşte Rojava'da da Efrîn, Serêkaniyê, Girê Sipî'yi işgal etti. Burada da demografiyi değiştiriyor. Çete ailelerini buraya yerleştiriyor. Burada da kaymakamlarını atamış. Polis yetiştiriyor. Özel harp okulları açıyor. Tamamen burada bir çete devleti kurmuş. Bu çete devletini de Suriye devletine karşı bir pazarlık malzemesi olarak kullanıyor. Bir tehdit aracı olarak kullanıyor. Yıllardır bunu yapıyor ve Suriye'yi bu politikayla paramparça etti. Suriye nüfusunun şimdi yarıdan fazlası neredeyse dışarıdadır. Rezil bir biçimde yaşıyorlar. Bunun sebebi Türk devletidir. Bu savaş başladığında bize şöyle bir bilgi gelmişti. Doğru da çıktı yani. Amerika'yla görüşüyor; Amerika'ya diyor mutlaka Amerika Suriye'ye girmelidir. Bunu diyen Erdoğan'ın kendisidir. AKP yönetiminin kendisidir. Yani Amerika'yı Suriye'ye koyan da AKP'dir, Erdoğan'dır. Şimdi bu kadar ahkam kesiyorlar, Amerika çıksın. Sen koydun Amerika'yı oraya! Amerika'yla birlikte orada bir politika yürüttünüz Suriye devletine karşı. Ordu kurdunuz. Şimdi geçici Suriye hükümeti kurmuş. Geçici Suriye hükümetinin başbakanı da yıllardır İstanbul'da yaşıyor. Bir Türkmendir, yıllardır orada yaşıyor. Geçici Suriye hükümeti! Başbakan da atamış! Suriye'ye karşı yıllardır düşmanca bir politika izliyor. Sadece Kürtlere karşı değil tüm Suriye halkına karşı düşmanca bir politika izliyor. Şimdi niye bu noktaya geldi? Çünkü Suriye politikası iflas etti. O diyordu benim örgütlediğim çeteler gidecek, Esad'ı devirecek, onun yerine iktidara geçecek. Türkiye'nin güdümünde orada bir yönetim kuracağım. Böylece Osmanlı topraklarını da genişleteceğim. Suriye eskiden zaten Osmanlı toprağıydı. Artık Misak-ı Milli'yi de aşıyor yani. Tüm Suriye'yi de böyle Türkiye'nin şeyi altına alacağım, hegemonyası altına alacağım. Kendi güdümümde o çetelerle Suriye'yi yöneteceğim. Şimdi bu politika iflas etti. İflas edince bu defa bütün yönünü Kürtlere verdi, Kürt soykırım politikasına. İşgaller yaptı, her biçimde bu çeteleri kullandı, her türlü desteği aldı. Ne yaptıysa da sonuç alamadı. Bu politika da iflas etti. Şimdi böyle çaresiz, çökmüş bir Suriye politikası. Şimdi de bu işi nasıl kotarabilirim, işte ayakta kalabilirim, bunun hesabı içerisindedir. Ve ben nasıl yapıp ederim de Suriye'yi de yanıma alarak, işte Kuzey Doğu Suriye'de Kürtleri soykırıma uğratırım, Kuzey Doğu Suriye halkının kurduğu özel sistemi ortadan kaldırırım, devrimi tasfiye ederim, tasfiye ettikten sonra da bütün bu çeteleri götürür, oralara yerleştiririm, böylece Suriye'yle bir denge politikası kurarım, kendi nüfuzumu, hakimiyet alanımı bu biçimde orada tahkim ederim... Şimdi de böyle bir politika yürütüyor. Yıllarca Suriye'ye düşmanlık eden bir rejim. Suriye, Suriye yönetimi, Beşar Esad yönetimi bunu görmüyor mu? Görüyor, biliyor. Türkiye'nin Suriye'de ne yaptığını, Suriye'yi ne hale getirdiğini çok iyi biliyor tabii. Eğer Beşar Esad bütün bunları yok sayarak Türkiye ile birleşip Kürtlere karşı, Kuzey ve Doğu Suriye halklarına karşı bir soykırım savaşına, bir tasfiye savaşına girerse zaten Beşar Esad yönetimi kendisini tamamen tasfiye etmiş olur. Bugün ayakta kalıyorsa sadece Rusya, İran'ın desteğiyle ayakta kalmıyor. Kürtlerin, Suriye halklarının, Kuzey ve Doğu Suriye halklarının DAİŞ'e, Türk soykırım politikalarına, Osmanlı politikalarına, işgalci politikalarına karşı verdiği mücadelenin, savaşın bir sonucu olarak da bugün Suriye yönetimi ayaktadır. Bu bir gerçektir. DAİŞ'in belini kıran Kuzey ve Doğu Suriye halklarıdır. Onun direniş güçleridir. Ondan sonra DAİŞ baş aşağı gidişi yaşadı. Dağılıp tasfiye olup paramparça oldu. Bu, dünyanın gözü önünde oldu. Kobanê'de başladı, ardı sıra geldi. Onunla Suriye devleti az buçuk ayakta kaldı. Suriye yönetimi az buçuk ayakta kaldı. Şimdi bunu yok sayarak Türkiye ile ortak bir politika yürütmeye kalkarlarsa bu Suriye'nin tamamen kaybı olur yani. Yani bu politikanın sonuç alması da mümkün değil. Aksi bir durum gelişirse elbette Kuzey ve Doğu Suriye halkları tüm gücüyle direnir. Kim saldırırsa saldırsın. Fakat şu bir gerçektir. AKP-MHP faşist rejimi Suriye politikasında kaybetti. Bu politikası çöktü gerçekten. İç politikası da dış politikası da çöktü. Yerel seçimlerde yaşadığı yenilgi ortadadır. Şu anda büyük bir gerçekten baş aşağı gidişi yaşıyor. Her yerde can simitleri arıyor. Fakat artık geçtir yani. Ne de yapsa sonuç alması çok mümkün görünmüyor. Bunu gördük işte, o Kayseri olayından sonra her yerde AKP-MHP'nin faşistleri Araplara saldırdı. Mesela bir de böyle bir Arap düşmanlığı var. Suriye'ye dönük çağrılardan sonra o da üstüne geldi tabii Türkiye'deki Araplara o saldırılar. Bu işgal ettiği bütün alanlarda Kuzey Suriye'de, her yerde bütün çeteler ayağa kalktı. Bu da şunu ortaya koydu. Aslında bu çete politikası da iflas etmiş. Yani adeta böyle gözdağı verdiler Erdoğan'a. Şimdi bu on binlerce örgütlediği, bu kadar vaatte bulunduğu, yerleştirdiği, adeta bir çete devleti kurduğu bir yapıyı ne yapacak? Yapacağı şey var; satacak. Sattığında bu yapı ne olacak peki? Ne yapacak? Öyle kolay değil. AKP-MHP rejimi şu anda o kadar büyük bir çıkmazdadır ki ne kadar güzel nutuklar atsa da öyle bu süreçten sağ çıkması mümkün değil. Öyle düşündüğü, istediği, kamuoyuna yansıttığı biçimde artık Suriye'de bir düzeltme yapamaz. Çok zor yani. Birçok denklem var, kolay değil yani. Herkesin eli armut toplamıyor. Bu açıdan yani gerçekten bitmiş bir iktidardır, bir rejimdir. Yapılacak şey, buna karşı güçlü bir mücadeledir.