KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, İmralı tecridi ve işgal saldırılarına ilişkin Medya Haber TV'nin sorularını yanıtladı.
Besê Hozat, Türk devletinin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a dönük tecridi pazarlık konusu yapmak istediğini belirterek, "Biz bu tür yaklaşımları, bu tür politikaları çok kirli ve iğrenç buluyoruz ve şiddetle reddediyoruz, lanetliyoruz; onu açık belirtelim. Hiçbir biçimde Önderliğimiz pazarlık konusu yapılamaz. Bu asla kabul edilemez" dedi. Hozat, "Demokratlığın ölçüsü İmralı tecridine karşı çıkmaktır" diye ekledi.
Besê Hozat, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın durumuna ilişkin kritik bilgileri paylaştığı değerlendirmeleri şöyle:
26 yıldır Önderliğimiz soykırım sistemi altında büyük bir direniş geliştiriyor. Bu direniş etrafında da çok görkemli bir halk, gerilla ve zindan direnişi var. 26 yıldır Önderliğimiz Türk devletinin elinde bir rehinedir. Bir rehine politikası yürütüyor. Bu son günlerde bize ulaşan bazı bilgiler var. Bunu kamuoyuyla paylaşmayı da önemli görüyoruz. Sağlam kaynaklardan gelen bilgilere göre Erdoğan'ın tayfasından yetkili bazı kişiler, “Bizim için şunu şunu yaparlarsa Öcalan'la kardeşini, sonra da avukatları görüştürebiliriz. Fakat görüştürmemiz için de şunları şunları yapmaları gerekiyor. Yani şu tavizi şu tavizi vermeleri gerekiyor” biçiminde çeşitli bilgiler geliyor. Bu bilgilerin geldiği kaynak sağlam. Bilgileri bu tarzda ileten kesimleri de kişileri de biliyoruz. Erdoğan'la birlikte yıllardır yürüttükleri politikayı da yakından tanıyoruz. Biz bu durumu çok önemli buluyoruz. Kamuoyunun da bilmesini istiyoruz.
Gerçekten Önderliğimiz üzerinde çok alçakça bir politika yürütülüyor. Önderliğimiz kendisi açısından, ben Türk devletinin elinde bir rehineyim, diyordu. Rehine olarak tanımlıyordu konumunu. Bu tür yaklaşımlar yıllardır var aslında, hep söyledik. Önderliğimizin durumu, Önderliğimiz üzerinden böyle bir şantaj politikası, bir pazarlık pazarlık yapılıyor, demiştik. Şimdi bütün bunları teyit eden bir örnek de bu oluyor. Önderliğimizin durumu pazarlık konusu yapılıyor. Son derece alçakça, gerçekten hiçbir ahlaki, hukuki sınır tanımayan, son derece çirkin, kirli bir politika.
Tabii biz bu tür yaklaşımları, bu tür politikaları çok kirli ve iğrenç buluyoruz ve şiddetle reddediyoruz, lanetliyoruz. Onu açık belirtelim. Hiçbir biçimde Önderliğimiz pazarlık konusu yapılamaz. Bu asla kabul edilemez. Avukatlarımızın, ailesinin, Önderliğimizin dışarıyla iletişim hakkının en doğal, en meşru, en yasal hak olduğunu Türkiye hukuku da kanunlarına koymuş. Uluslararası hukukta da bu yazılıdır. Türkiye de bu uluslararası hukukun altına, sözleşmelerin altına imza atmıştır. Şimdi Önderliğimizin en doğal, en meşru, en yasal hakkını getirip böyle pazarlık konusu yapmak; “şunu şunu yaparsanız, bunu bunu yaparsanız kardeşini görüştürürüz, sonra da avukatları görüştürürüz” demek kadar alçakça bir şey olamaz.
Önderliğimizin bu hakları, bu hukuksal hakları, insani, doğal, meşru, yasal hakları pazarlık konusu yapılamaz!. Bu haddini bilmezliktir. Bunu açık belirtelim. Tabii şu önemlidir. Bunu Türkiye kamuoyu açısından özellikle belirtmek istiyorum. Türkiye'de böyle aydın geçinen, sözde hukuk devletini savunan, hukuk için, laiklik için mücadele yürüten, kendince demokrasi için mücadele yürüten, kendisini kemalist, sol veya sosyalist olarak tanımlayan, cumhuriyetin değerlerini savunan birçok böyle yazar, çizer ve siyasetçi birçok kesim var Türkiye'de ve bunlar aydın olarak kendisini tanımlıyor. Hukuk, adalet, demokrasiyi de temel bir insan hakkı olarak, Türkiye toplumu açısından da temel bir hak olarak ele alıyor. Peki buna ne diyecekler? Şimdi İmralı'da Türkiye hukuku, uluslararası hukuk ayaklar altına alınmış. Hukuk çiğneniyor. 26 yıldır bir işkence tecrit sistemi var İmralı'da. Son dört yıldır da mutlak bir tecrit ve izolasyon sistemi, uygulaması var. Ve şu anda bu uygulama tüm Türkiye'ye yayılmış. Cezaevlerinde korkunç bir tecrit ve işkence sistemi tüm cezaevlerinde var şimdi. Cezası bitenler bırakılmıyor. İnsanlar, hasta insanlar, ağır hasta insanlar cezaevinde yaşamını yitiriyor. 70, 80, 85 yaşındaki insanlar tutuklanıyor, cezaevlerine konuluyor. Küçücük bebekler cezaevlerinde büyüyor. İmralı'da geliştirilen bu hukuksuzluk şu anda tüm Türkiye geneline yaydırılmış. Katmerli bir biçimde Kürt siyasetçiler üzerinde, devrimciler üzerinde bu uygulanıyor. Mesela Türkiye'nin kendisini sol, demokrat, hukuk savunucusu, adalet savunucusu olarak tanımlayan bu yazar, aydın kesimleri ne diyor, ne diyecek buna? Ne diyor yani? Bir şey demiyorsa onların aydın olmakla, yazar olmakla ne alakası var?
Hiçbir alakası yok. İmralı'daki hukuksuzluk için, bu iğrenç pazarlıklar için, bu kirli siyaset için İmralı üzerinden, Önderliğimiz üzerinden yürütülen bu kirli siyaset için hukuku ayaklar altına alan, hiçbir söz söylemeyen, bir cümle kurmayana aydın denilemez. Halkın siyasetçileri denilemez, muhalefet denilemez. Demokrasi, adalet, insanlık savunucuları denilemez. İmralı turnusol kağıdıdır, ölçüdür. Bir insanın ne kadar aydın olduğu, ne kadar solcu olduğu, ne kadar demokrat olduğu, sosyalist olduğu, adalet, hukuk savunucusu olduğu İmralı'ya yaklaşımda, Önderliğimiz üzerinde uygulanan bu iğrenç politikalara, adaletsizliklere, hukuksuzluklara karşı yaklaşımda ortaya çıkıyor. Ölçü budur yani.
Hukuk savunuculuğunun da adalet savunuculuğunun da demokrasi savunuculuğunun da ölçüsü İmralı'da Önder Apo'ya uygulanan işkence, tecrit sistemine karşı geliştirilen yaklaşımdır. Tabii şunu da ortaya koyuyor, bu özgürlük hamlesinin ne kadar önemli olduğunu, ne kadar gerekli olduğunu gerçekten çok çarpıcı bir biçimde bu durumu ortaya koyuyor. Bütün bunlar da aslında hamlenin bir sonucudur. Özgürlük hamlesinin faşist rejimi getirdiği noktadır. O kadar zorlanıyor ki mücadele karşısında. O kadar sıkışmış ki, dengesini kaybetmiş. Yani ne yapacağını bilemiyor. O açıdan şu önemlidir. Özellikle avukatlar gerçekten çok önemli, değerli bir çalışma, mücadele yürütüyor. Şimdi Önderliğin durumu, İmralı'daki tecrit işkence sistemi Birleşmiş Milletler'in gündemine de girdi. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin gündemine de girdi. AİHM de Eylül ayında toplanacak, bu durumu değerlendirecek. Yıllardır İmralı'da yaşananın bir işkence olduğunu, bir hak ihlali olduğunu AİHM yıllar önce söylemişti. Bunu bilmesine rağmen yıllardır bu kurumlar AİHM, CPT, Avrupa Konseyi izliyor. Yani bu hukuksuzlukları, bu katliamı, soykırım politikalarını izliyor. Sadece izlemekle yetinmiyor. Ortağı durumunda. Şimdi verilen mücadele, artık bu kurumların da bu durumu gündeme almasına yol açtı. Bunun peşini bırakmamak lazım. Bu çok önemli bir çalışma ve mücadeledir. Sonuna kadar bunu götürmek lazım. Çünkü Önder Apo şahsında gerçekten insanlık değerleri katlediliyor yani. İnsanlık değerlerine bir saldırı var. Özgürlüklere, demokrasiye, adalete, hukuka, tüm insanlık değerlerine korkunç bir saldırı var yani. O açıdan hiçbir biçimde bunun peşini bırakmamak lazım. Sonuna kadar mücadele edelim, kesinlikle bir sonuç alırız.
Toplumsal mücadele de belli bir duyarlılık, sahiplenme yarattı; bunu da kesintisiz bir biçimde yükselterek sürdürmek lazım. Hep söylüyoruz; Önder Apo'nun durumuyla Kürt sorunu iç içe geçmiş durumdadır. Önder Apo Kürt halkının önderidir. Kürt sorununun demokratik çözümünün muhatabıdır. Dolayısıyla Önder Apo'ya yaklaşım, Kürt halkına yaklaşımdır. Kürt sorununa yaklaşımdır. Bu konuda olumlu her türlü gelişim Kürt sorununun çözümünde de bir gelişimdir. Kürt sorununun çözümünün kaderi Önder Apo'nun kaderini, Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü Kürt sorununun demokratik çözümüne bağlanmış durumdadır. O açıdan her yerde mücadeleyi bütünlükle yürütmemiz lazım. Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü mücadelenin merkezine oturmalı her yerde. Bu soykırım politikalarına karşı ki İmralı bunun merkezidir, Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü amaçlayarak bu soykırım politikalarına karşı, bu soykırım savaşına karşı her yerde çok güçlü bir biçimde bizim mücadeleyi yürütmemiz, sürdürmemiz lazım. Bunu güçlü bir biçimde kesintisiz bir biçimde sürdürdüğümüz sürece kesinlikle sonuç alırız.