Biçer: Tecrit işkencedir kimseye uygulanmamalıdır

Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Ümit Biçer, Kandıra Cezaevi’nde şüpheli bir şekilde hayatını kaybeden Garibe Gezer’in daha önce intihar girişiminde bulunmasına rağmen tek kişilik tecrit hücresinde tutulmasının işkence olduğunu vurguladı.

Kandıra 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutulduğu tek kişilik tecrit hücresinde şüpheli bir şekilde hayatını kaybeden Garibe Gezer’in ön otopsisinin avukatlar beklenmeden yapılması, hücredeki acil yardım butonunun çalışmaması soru işaretlerine neden oldu.

Otopsilerde işletilmesi gereken normal prosedürü ANF’ye anlatan Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Yönetim Kurulu Üyesi, Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Ümit Biçer, Minnesota Protokolü’ne göre avukatlardan ziyade otopsiye katılması gereken kişi veya kişilerin adli tıp uzmanı olması gerektiğini vurguladı.

‘SONUÇ İÇİN BÜTÜN VERİLERİ BİRLİKTE DEĞERLENDİRMEK GEREK’

Biçer, kuşkuların giderilmesi için avukatların da bu süreçte yer almasının doğru olduğunu ancak mutlaka tarafların önerdiği ve bağımsızlığına inanılan adli tıp uzmanlarının otopsiye dahil edilmesinin önem taşıdığını kaydetti.

Biçer şöyle konuştu: “Avukatların otopsiye katılmasının kıymetli olacağını düşünüyorum ama oradaki yapılacak işlemi bilen bir uzman ile birlikte avukatların yer alması daha doğru olurdu. Böylesi hadiselerde apar topar değerlendirmeler yapmak, acele etmek çok uygun değil. Buradan bir sonuç çıkarmak için yapılan işlemleri, inceleme yöntemlerini, örneklemeleri, fotoğraflamaları ve bununla ilgili değerlendirmeleri bir bütün olarak ele almak lazım. Yoksa tek başına şurada böyle yapıldı iddiasında bulunmak bugün için doğru değil. Bütün verileri birlikte değerlendirip, otopsi protokolüne uygun davranılmış mı, fotoğraflanmış mı, kayıt tutulmuş mu, kuşkuları giderecek incelemeler yapılmış mı? Bütün bunları yapmak, ondan sonra bu konuda bir kanaat ifade etmek daha doğru. Şu anda Garibe Gezer’in şüpheli ölümü konusunda yorum yapabilecek yeterli bilgi yok. Muhtemelen bu değerlendirmelerin sonucu tam olarak paylaşıldığı zaman gerçekten bunun bir intihar mı ya da başka bir şey mi olduğunu söylemek mümkün olur.”

‘MİNNESOTA PROTOKOLÜ’NÜN UYGULANDIĞI İLK ÖRNEK ENGİN ÇEBER’

Türkiye’de Minnesota Protokolü’nün çok nadir olarak uygulandığını belirten Biçer, bunun ilk örneğinin ise Metris Cezaevi’nde gardiyanlar tarafından işkenceyle katledilen Engin Çeber olduğuna dikkat çekti. Çeber’in öldürülmesi hadisesinde avukatların önerisi üzerine ilk defa bağımsız adli tıp uzmanı Nadir Arıcan’ın otopsiye katıldığını anlatan Biçer, başka olaylarda da tek tük uzmanların katıldıkları otopsiler olduğuna ama uygulamada bunun olağan bir durum olarak icra edilmediğine, istisnai koşullarda gerçekleştiğine işaret etti.

Biçer, gardiyanlar tarafından işkenceye ve cinsel saldırıya uğradığını duyuran Gezer’in maruz kaldığı baskı ve tecrit koşullarından dolayı daha önce intihara teşebbüs etmesine rağmen tekrar tek kişilik hücreye konulmasının kabul edilemez olduğunu söyledi.

Hapishanenin zaten insanın özellikle ruh sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olduğunu hatırlatan Biçer, “Bu konuda yapılan bütün bilimsel çalışmalarda insanların sınırlı sayıda kişiyle konuştuğu, üç kişilik gruplarda kaldığı koşullarda dahi ruhsal problemlerin, intihar riskinin arttığı biliyoruz. Ve tek başına tutulma, hücre cezası gibi uygulamaların belirli bir sürenin üzerine çıkması, günde olağan sosyal ilişki kurabileceği saatten, etkinlikten daha az insanla karşılaşması veya etkinlikte bulunabilmesine izin verilmemesi bu olumsuzlukları artıran bir faktör. Dolayısıyla insan sağlığını bozucu, özellikle ölüme ya da daha ağır sonuçlara yol açacak her tür durumu, işkence ve kötü muamele olarak değerlendirmek gerekiyor. Böyle bir davranışa izin verilmesi, insanların izolasyon süresinin artırılması, daha önce intihar girişimlerinde bulunmuş bir kişi için gerekli önlemlerin alınmaması işkence ve kötü muameledir” dedi.

‘HAPİSHANE İDARESİ SORUMLU!’

Yaşananlardan hapishane idaresinin sorumlu olduğunu kaydeden Biçer, sonuç itibarıyla özgürlüklerinden yoksun bırakılan insanların yaşam hakkı başta olmak üzere, işkence ve kötü muameleye karşı korunmasından devletin sorumlu olduğunu hatırlattı.

Hapishanelerdeki mahpusların sağlığının devlete teslim edildiğini belirten Biçer, bu açıdan sağlıklarında meydana gelen bir bozulmanın sorumluluğunun devlete ve dolayısıyla da hapishanedeki yöneticilere ait olduğunu söyledi. Bu tür hadiseler yaşanmaması için önlem alması gerekenin hapishane idaresi olduğunu vurgulayan Biçer, “Hele daha önce intihar girişiminde bulunmuş, bu konuda yaşadığı sıkıntıları dile getirmiş bir insandan bahsediyorsak, kendine zarar verebileceği koşullarda tutulması, buna zorlanması hiçbir şekilde kabul edilemez” diye konuştu.

‘BM STANDARTLARI UYGULANMALI’

Biçer, bir daha aynı durumlar yaşanmaması için Birleşmiş Milletler’in (BM) en son yaptığı düzenlemelerle saptanan mahpuslara ilişkin haklar, tutulacakları koşullar konusunda uluslararası standartların uygulanması gerektiğini belirtti. Mahpusun özgürlüğünden yoksun bırakılmasının zaten çok ağır bir cezalandırma biçimi olduğunu ifade eden Biçer, şunları kaydetti: “Siz hiçbir şekilde bu cezalandırma biçimine ek olarak onun fiziksel ve ruhsal sağlığını bozan başka bir eylemde bulunamazsınız. Bu tür eylemlerin gerçekleşmesine izin veremezsiniz. Bunlar işkence anlamına gelmektedir. Tecrit ile alakalı yapılan bütün çalışmalar, bu uygulamanın insanın ruh sağlığını bozucu etki yarattığını ortaya koyuyor. Biz hekimler ve insan hakları savunucuları olarak bir kişinin sağlığının bozulmasına yol açan, ölüme gönderecek davranışları tetikleyen durumlarla karşı karşıya bırakılmasını hiçbir şekilde kabul edemeyiz. Bu tür hadiselerin farklı gerekçelerle yaygınlaştırılmasına da sessiz kalamayız. Hekimler zaten, tecrit adı altında hücre cezası uygulamalarına herhangi bir biçimde onay veremezler. Bir insanın böyle bir koşulda tutulmasına rıza gösteremezler. Tecrit ve izolasyon uygulamaları işkencedir, hiçbir şekilde, hiçbir insana uygulanmamalıdır.”