Cumartesi Anneleri : 23 yıl değil 100 yıl da geçse hesap soracağız

Cumartesi Anneleri tam 700 hafta, 23 yıldır kaybettikleri yakınları için adalet arıyor. Anneler, 100 yıl geçse de hesap sormaya devam edeceklerini söylüyorlar.

Türkiye tarihinin en uzun soluklu eylemini gerçekleştiren Cumartesi Anneleri tam 700 haftadır gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini ve faillerini arıyor.

“Failler belli, kayıplar nerede?” şiarıyla yaz, kış, yağmur, kar demeden sevdiklerinin cenazesine ulaşabilmek için yıllardır mücadele eden kayıp yakınları, polis saldırısına uğradılar, yerlerde sürüklenip gözaltına alındılar ama hiçbir zaman adalet aramaktan vazgeçmediler.

Yıllarca oturdukları Galatasaray Meydanı’ndan devletin gözaltında kaybetme politikasını ve özellikle Kürdistan’da işlenen insanlık suçlarını teşhir eden Cumartesi Anneleri’ne çok şey borçluyuz. Bugün devlet gözaltında kaybetme politikasını, aynı keyfiyetle sürdüremiyorsa, annelerine amansız mücadelesi sayesindedir.

Zaman içerisinde toplumsal bir hafızaya dönüşen ve ülke sınırlarını aşıp dünyaya yayılan Cumartesi Anneleri’nin çığlığı, Arjantin’deki Plaza del Mayo Anneleri’nin ardından dünyanın en uzun itaatsizlik eylemi olarak tarihte yerini aldı. Galatasaray Meydanı’na 23 yıllık bir mücadele sığdıran Cumartesi Anneleri, bu uzun yıllar boyunca yaşananları ve duygularını ANF ile paylaştı.

Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray Meydanı’nda 27 Mayıs 1995 tarihinde, gözaltında kaybedilen Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç’un akıbetinin açıklanması için başlattıkları oturma eylemi, Türkiye’de devrimci, demokrat, yurtseverlere yönelik devletin gözaltında kaybetme politikasını açığa çıkaran en önemli ve uzun soluklu sürecin başlangıç noktası oldu. Bu eylemler, 12 Eylül 1980 darbesinden bu yana yakınları kaybedilen ve adalet arayan aileler için de bir dönüm noktası oldu. Meydanda toplananların ellerinde taşıdıkları Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç’un resimlerine her gün yenileri eklendi. Gelip giden her hükümet failleri korusa da, annelerin bu çığlığı giderek büyüyerek toplumun hafızasına dönüştü.

OCAK: 1990’LI YILLARDA DAHA İNSANMIŞIZ

Gözaltındaki kayıpların simge ismi haline gelen Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak, oturma eylemlerinin başladığı günleri dün gibi hatırlıyor. Abisi kaybedildiğinde henüz 19 yaşında genç bir kadın olan Maside, Galatasaray Meydanı’nda yakını gözaltında kaybedilen dört aile olarak eylemi başlattıklarını anımsıyor. Sık sık geçmiş görüntüleri izleyen Maside, gelinen noktaya, “Sanıyorum ki böyle bir ortamda 23 yıl daha oturmaya devam edeceğiz” diyerek sitem etti. Ocak, insan hakları savunucularıyla birlikte yürüttükleri kampanyalar ve yaptıkları çağrılar sonucunda önemli kırılma noktaları yaşansa da, genel olarak eylemlere gereken sahiplenmenin gösterilmediğini kaydetti.

Bugünleri 1990’lı yıllarla kıyaslayan Maside, “1996-1998 yılları arasında Galatasaray Meydanı’ndaki görüntüleri izlerken, kendi kendime ne kadar insanmışız dedim. O dönemde İstanbul Barosu avukatlarıyla birlikte gözaltına alınıyorduk. KESK’liler yanımıza gelip bizimle birlikte gözaltına alınmıştı. O görüntüleri tekrar tekrar izlediğimde, şimdi neredeyiz sorusuna cevap bulamıyorum. Çok yalnız bırakıldık” dedi.

ARTIK BİR KIRILMA YAŞANMASINI İSTİYORUZ

1990’da gördükleri duyarlılığı şimdi de görmek istediklerini vurgulayan Maside Ocak, sendikalara ve İstanbul Barosu avukatlarına şöyle seslendi: “Gözaltında kayıp dosyaları teker teker kapatılıp cezasız bırakılırken, İstanbul Barosu avukatları olarak neredesiniz? İnsanlık suçlarında zaman aşımı olmaması ve cezasız bırakılmaması gerektiğini hukukçular bizden çok daha iyi bilir. Ama biz artık bir kırılma yaşanmasını ve bizim mücadelemizle birlikte bu dosyaların yeniden açılmasını istiyoruz. İşlenen bu insanlık suçlarının cezasız bırakılmaması için hukukçuların da bir adım atmasını istiyoruz. Sendikacıların da bir adım atmasını bekliyoruz artık. En azında yönetici ve üyelerinin katledildiği, kaybedildiği günlerde bizimle birlikte olmalarını istiyoruz. Çok ağır bir süreç yaşıyoruz. Gözaltında kaybedilenler sadece bizim yakınlarımız değil; onlar bu ülkenin yazarıydı, çizeriydi, bu ülkedeki halklar ve haklar uğruna mücadele edenlerdi. Ve bu ülkenin bütün halklarının ve hak savunucularının bizim kayıplarımıza bir borcu olduğunu düşünüyorum.”

KAYIPLARIMIZ SADECE BOL SIFIRLI GÜNLERDE HATIRLANMAMALI

“Biz canlarımızı, en sevdiklerimizi kaybettik ve onlar bizi sevdikleri için değil, daha iyi yarınlar için mücadele ederken gözaltında kaybedildiler. Yalnız bırakıldık. Eğer kayıplarımız sadece bol sıfırlı günlerde, o da bizim çağrımızla hatırlanacaksa o zaman gerçekten bu bizim kayıplarımıza yapılmış en büyük haksızlıktır. Düzgün Tekin kaybedildiğinde bir tekstil işçisiydi ama DİSK’in Düzgün Tekin için adım attığını maalesef ki hâlâ göremediysek bu bizim için utanç verici olmalı. Acaba biz kanıksadık mı? Ben bu soruyu sormak istiyorum sendikacılarımıza ya da avukatlarımıza; biz Şevket Özdemir’in gözaltında kaybedilmesini kanıksadık mı, diye sormak istiyorum. Anneler, mezarsız ölülerinin iki parça kemiğine razı gelmiş noktadayken, 23 yılda insanların ellerini vicdanlarına koyması gerekmiyor mu? ”

SUSAN AKP İKTİDARI BU SUÇUN ORTAĞIDIR

AKP iktidarı ve Recep Tayyip Erdoğan’ın gözaltında kayıplar hakkında verdiği hiçbir sözü tutmadığını da hatırlatan Ocak, bu yıllar içerisinde devlete devamlılık kadar cezasızlıkta da devamlılığı deneyimleyerek gördüklerini kaydetti. AKP’nin 16 yıllık iktidarı boyunca verdiği sözlerin hiçbirini tutmadığını vurgulayan Ocak, iktidarın bu suçların cezasız kalmasını sağlayarak ve susarak bu suça ortak olduğunun altını çizerek, “Belki bu suçlar onların iktidarı döneminde yaşanmadı ama cezasızlığın devam etmesi nedeniyle bu iktidar da işlenen bu suçların ortağı olmuştur” dedi.

Maside Ocak, son olarak, 700. hafta için İnsan Hakları Derneği ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı ile birlikte yürüttükleri kampanyaya destek veren herkese teşekkür etti. Özellikle 700’üncü haftanın sesi olan Ceylan Ertem’e, onun seslendirdiği Ahmet Kaya’nın “Beni Bul” şarkısının alt yapısını hazırlayan ve arşivleri açan eşi Gülten Kaya’ya ve “Beni Bul Anne” klibini hazırlayan Ümit Kıvanç’a teşekkürlerini iletti.

KARAKOÇ : SEVİNÇ VE HÜZÜN BİR ARADA

20 Şubat 1995 tarihinde gözaltında kaybedilen Rıdvan Karakoç’un kardeşi Hasan Karakoç, 23 yıllık mücadeleyi iki duyguyla, sevinç ve hüzün ile ifade ediyor. Verdikleri uzun soluklu mücadele sonucunda gözaltında kaybetmeler azaldıysa da belli olan faillerin hiçbir zaman cezalandırılmadığını hatırlatan Karakoç, 700’üncü haftayı neden buruk bir sevinçle karşıladığını şöyle anlattı: “1995 yılında mücadeleye başladığımızda gözaltında kayıp grafikleri çok yüksekti. Ancak mücadelemiz sonucunda kayıpların sayısında ciddi bir azalma oldu. Bu anlamıyla insanlık adına çok önemli bir misyon üstlendiğimizi düşünüyorum. Çünkü eğer biz bu mücadeleyi yapmasaydık, belki bugün sen, ben ve birçok insan gözaltında kaybedilmeye devam edilecekti. Bu yönüyle sevinçliyim ama öbür yanıyla da 700 haftadır eylem yapıyoruz ancak daha kayıplarımızın akıbetine ilişkin bilgi almış değiliz. İnsanlarımızı gözaltında kaybeden katillerin, canilerin sanık sandalyesinde oturduğunu görmüş değiliz. Bu yönüyle de çok üzgünüz.”

DOSYALARDA 23 YILDIR HİÇBİR İLERLEME KAYDEDİLMEDİ

Dönemin başbakanı ve bugünün cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 2011 yılında Dolmabahçe Sarayı’nda verdiği hiçbir sözü tutmadığını hatırlatan Karakoç, bu gelişmeden ötürü umutlansalar da çok geçmeden bunun seçime dönük bir malzeme olduğunu anladıklarını söyledi. “Umutlarımızla oynandı” diyen Karakoç, bugün kayıp yakınlarının acısının katlanarak devam ettiğini; faillere dokunulmazken; kayıp dosyalarının hâlâ adliyenin tozlu raflarında durduğunu kaydetti. Bekletilen dosyalardan birinin de ağabeysi Rıdvan’a ait olduğuna işaret eden Karakoç, “Beykoz savcılığına her gittiğimizde savcının değiştiğini öğreniyoruz. Gelen savcının ise, “dosyayı inceleyim sonra görüşürüz” dediğine tanık oluyoruz. 23 yıldır hiçbir ilerleme kaydedilmedi” dedi.

MÜCADELEMİZDEN ASLA VAZGEÇMEYECEĞİZ

Mehmet Ağar’ın, “Bir tuğla çekilirse hepimiz altında kalırız” sözünü hatırlatan Karakoç, devletin kendi içerisindeki katilleri ve canileri ortaya çıkartmayacağını belirterek, bu sistem değişmedikçe cezasızlığın da bitmeyeceğini vurguladı. 23 yıl boyunca görmedikleri zulüm kalmadığını ancak hiçbir zaman vazgeçmediklerini ifade eden Karakoç, ne olursa olsun bir 23 yıl daha da geçse katillerin peşlerini bırakmayacaklarının altını çizdi. Karakoç, son olarak, her şeyi göze alarak başladıklarını bu mücadeleyi ilk günün kararlığıyla jenerasyondan jenerasyona sürdüreceklerini kaydederek, “ “Mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz” vurgusunda bulundu.

TOSUN : 23 YIL DEĞİL 100 YIL DA GEÇSE BU HESABI SORACAĞIZ

19 Ekim 1995 tarihinde gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun, bütün zorluklara rağmen 23 yıldır mücadele etmekten vazgeçmediklerini vurguladı. Bu süre içerisinde kimi zaman gözaltına alındıklarını, kimi zaman ise oturdukları alanın yasaklandığını belirten Tosun, “ 23 yıldır gelen giden hükümetler arasında vicdanlı tek bir devlet yetkilisiyle karşılaşmadık. Eğer vicdanlı olsalardı gözaltında kayıplar konusunda bir adım atarlardı. Şimdiye kadar hiçbir talebimiz karşılanmadı ve bundan sonra da karşılanacağına inanmıyorum” diye konuştu.

İktidar ne kadar üç maymunu oynasa da Cumartesi Anneleri olarak hesap sormaya devam edeceklerinin altını çizen Tosun, “ 23 yıl değil 100 yıl da geçse, devlet gizli arşivlerini açana ve hesap verene kadar biz bu işin peşini bırakmayacağız. Bizim ömrümüz yetmese de çocuklarımız bu hesabı soracaklar” dedi.

EREN: MÜCADELEMİZ KUŞAKTAN KUŞAĞA DEVAM EDİYOR

21 Kasım 1980 tarihinde gözaltında kaybedilen Hayrettin Eren’in kardeşi DİSK Basın-İş Genel Başkanı Faruk Eren, 16 yaşından beri ağabeysinin akıbetini arıyor. Galatasaray Meydanı’nı ile 31 yaşında tanışan Eren, gerçekleştirdikleri uzun soluklu mücadelenin büyük zorluklara rağmen politik bir zafere dönüştüğünü vurguladı. Tüm saldırılara ısrarla sürdürdükleri eylemler sayesinde devletin gözaltında kaybetme politikasından vazgeçmek zorunda kaldığını belirten Eren, bunun büyük bir başarı olduğunu kaydetti. 1995 yıllında ilk etapta garipsenen eylemlerinin yıllar geçtikçe toplumun tüm kesimleri tarafından sahiplendiğini hatırlatan Eren, Türkiye’nin en uzun soluklu itaatsizlik eylemi olan Cumartesi Anneleri’nin eylemlerinin zamanla dünya politik tarihinde de saygın bir yer edindiğini söyledi. Belli olan faillerin cezalandırılmaması ve gözaltında kayıpların akıbetinin açıklanmamasının ise acının hep taze kalmasına neden olduğunu ifade eden Eren, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) bir çok dava kazanılsa da, Türkiye’de bu konuda hiçbir yargı sürecinin işletilmediğine dikkat çekti. Ağabeysinin gözaltında kaybedilmesinden 40 yıl geçtiğine işaret eden Eren, “Kendi kaybımızın akıbetini bulmaktan öte toplumda bir daha bu tür acıların yaşanamaması için mücadele ediyoruz. Bugün ben çalıştığım için belki Galatasaray Meydanı’na gelemiyorum ama benim yerime kızım ve yeğenim gidiyor. Bu mücadele kuşaktan kuşağa devam ediyor” dedi.

KIRBAYIR: ONLARIN DA YAŞAMAYA HAKKI VARDI

Berfo annenin oğlu ve 12 Eylül darbesinin hemen ardından gözaltında kaybedilen Cemil Kırbayır’ın ağabeysi Mikail Kırbayır ise , gelinen noktaya, “Kayıplarımıza bir mezar taşını bile çok gördüler” diyerek feryat ediyor. Cumartesi Anneleri’nin yıllardır taşındığı fotoğraftaki insanların bu ülkenin vatandaşları olduğunu hatırlatan Kırbayır, devletin bizzat yaşamından sorumlu olduğu vatandaşlarını gözaltında katlettiğini vurguladı. “Onların da yaşamaya hakkı vardı” diyen Kırbayır, “Onların bu dünyada yaşama hakkı olduğu gibi bu topraklarda da hakkı vardı. Onlar bu ülkede devletin gözetiminde kaybedildiler. Yaşama hakları ellerinden alındığı gibi, bir mezarı yeri kadar da toprakları olmadı. Direncimiz de bu yüzden, bir mezarları olana kadar da mücadelemizi sürdüreceğiz” şeklinde konuştu.