Demokrasi meydanlarının birleşmesi faşist aklı geriletir-MAKALE

Dersim, Amed, Botan ve Karadeniz orman yangınlarını izlerken “ooh“ demeyip “aax“ diyenlerin ortak aklıdır. Yedi yüzüncü haftada çocuklarının kemiklerini aramak için sessizce oturmaya gelen anaların elini kelepçeleyen değil, bu eli öpenlerin aklıdır.

Devlet aklı birey ve toplum lehine gerekli yasa ve anayasalarla sınırlandırılmazsa, orada yaşama dair demokrasiye dair pek bir şey kalmaz. Mutlak egemenlik üzerine kurulduğu için her zaman şiddet yüklüdür.

Toplumun etik ve estetik değerlerini tanımaz, empati ve sempati yeteneğinden yoksundur. İnsan duygularını dinlemez, dikkate almaz. Vicdanın ve ahlakın sesini dinlemez, acıma nedir bilmez. İnsan doğasına, toplum doğasına yabancıdır, hatta karşıttır. Devlet aklını yazılı yasalar oluşturur.

O yüzden yasa koyucu kuvvet çok çok önemlidir. Buna paralel yasa yapma, yasa çıkarma süreçleri de önemlidir. Çünkü modern liberal demokrasilerde her şey yasama organının geliştirdiği yasalara göre yürütülür. Tüm toplumsal kesimlerin adaletli bir biçimde temsil edildiği bir yasama meclisinden çıkarılan yasalar, aslında bir nevi toplumun ortak vicdanı niteliğinde kabul edilir ve devlet ona göre yönetilir.

Gelişen toplumsal olaylar karşısında şişkin kanun kitapları mahkeme heyetleri tarafından açılır ve onlarda yazılanlar uygulanmaya çalışılır. Şiddet ve egemenlik yüklü doğasına rağmen, Batıda modern devleti, birey ve toplum nezdinde belki de biraz katlanır kılan bu yönüdür.

Anayasalar ve onunla uyum içinde geliştirilen kanunlar, birey ve topluma bazı sınırlı haklar tanıyarak iktidar gücünü sınırlamaya çalışır. Siyasi hükümetler öyle her şeyi diledikleri gibi yürütemezler. Yasaları da kendi arzuladıkları gibi eğip bükemezler. Kendi sevgi ve nefret duygularına göre yönetemezler. Yasamanın belirlediği yasalara göre yönetmek durumundadırlar.

Aksi taktide faşizme kaymaktan kurtulamazlar. Türkiye’de ise yasama ve yargı sarayın işgali altındadır. Aslında artık yürütme diye de bir organ yoktur. Erdoğan’ın despotik egosunu okşama üzerine kurulu yaranmacı bir saray takımı vardır o kadar. Dolayısıyla Türkiye’de şu anda işler ne toplumsal değerlere göre ne de gelenekselleşmiş devlet kanunlarına göre yürümemektedir.

İşler, hem hukuktan hem değerden yoksun, Erdoğan’ın günlük despot kanunlarıyla yürütülmektedir. Dolayısıyla yürürlükte olan faşizmdir. Faşist aklın günlük uygulamaları, bunu gözler önüne sermektedir.

Yerinden kımıldayamayan, günlük yaşam ihtiyaçlarını karşılayamayan kanser hastası Koçer Özdal’ın hastane ranzasına kelepçeli halde son nefesini verip yaşamını yitirmesini; şu anda sosyoloji, psikoloji, hukuk ve hatta siyasal okuyan üniversite öğrencilerine öneriyorum, Tez konusu yapsınlar.

İçinden geçtiğimiz Türkiye gerçeğini ve devlet ile toplum arasında oluşan uçurumu analiz etmek açısından çok çarpıcıdır. Bunun ne toplumsal değerler gözüyle ne de devlet kanunları ve hukuksal karşılıkla izahı yoktur.

Demokrasi tarihimize mal olmuş, yüzü aydınlık saçan Cumartesi Annelerine yedi yüzüncü haftada yapılanların da izahı yoktur. Sanırım her birinin acılı hikayesini dinlerken, insanlıktan nasibini almış herkesin gözü olmasa bile yüreği mutlaka ıslanacaktır. 1995’ten beri her hafta hiç yılmadan, umudunu sürekli diri tutarak Galatasaray Meydanında oturma eylemlerini sürdürdüler.

Tek istekleri, kayıp çocuklarının kemiklerini bulmak. Yürek akıtabilecekleri bir avuç mezar toprağına kavuşabilmek. Tabi yirmi üç yıldan beridir hiçbiri ne çocuğunun kemiklerine kavuşabildi ne de yürek akıtabilecek bir mezara sahip olabildi. Değişmeyen devlet aklı hala yerinde saymaktadır.

Hatta devlet cephesinden değişimin ibresi, şiddetin artırılmasından yana olmuştur. Çünkü 1995’ten beri Anaların her cumartesi yaptıkları oturma eylemine en azından sesiz kalan devlet ve hükümet, yedi yüzüncü haftada gayri insani bir biçimde saldırdı.

Çocuklarının sadece kemiklerini isteyen ak saçlı, yüzü aydınlık, yüreği acılı analara tekme-tokat girişip coplarla tartakladı, gaz bombası ve plastik mermilerle saldırdı. Bundan ötesi artık olamaz dedirtiyor adeta.

Sayılı günleri kalmış hasta tutsaklara, çocuklarının kemiklerini arayan analara yaptıkları yetmiyor gibi bir de Kürdistan’ın her tarafını yakıyor, ateşe veriyor. Operasyon adı altında Kürdistan’ın dağını taşını bombalayıp duruyor. Neredeyse bombalanmamış arazi bırakmadı.

Dağları ovaları yakıp kül edip gerillayı konumlanamaz hale getirmeyi hedefliyor. Savaşta yitirdiği kara gücü ardından, şimdi umudunu elindeki keşif uçaklarına bağlamış. Keşif uçaklarının Kürdistan ormanları üzerinde işlevsiz kaldığını görüyor ve gerillayı koruduğunu düşünerek, adeta ormanları cezalandırıyor. Gerilla karşısındaki başarısızlığının hıncını ormanlardan çıkarıyor.

Kürdistan’a besledikleri kin, nefret ve düşmanlık onlara bunu yaptırıyor. Oysa ormanlar; dil, din, ırk, bayrak, devlet, millet bilmezler. Bütün dünya için nefes alıp verirler. O yüzden yakılan ormanlar, herkesin nefesinden eksiliyor.    

Türkiye’yi kasıp kavuran bu faşist akıldan kurtulmak için, Barış Kardeşlik ve Demokrasi aklını geliştirmek ve büyütmek gerekiyor. Bu akıl, Annelerin tam yirmi üç yıldır her hafta aralıksız olarak oturduğu Cumartesi Meydanlarındadır. Bu akıl doğa katliamı karşısında sessiz kalmayıp isyan eden Gezi Meydanındadır.

Bu akıl, Kürdistanlıların her an toplandığı Amed İstasyon Meydanındadır. Newroz Meydanlarındadır. Demokrasi ve barış aklı, bu meydanların ortak aklıdır.

Ranzasına kelepçeli halde son nefesini veren kanser hastası tutsak Koçer Özdal gerçeği karşısında vicdanı ıslananların aklıdır.

Dersim, Amed, Botan ve Karadeniz orman yangınlarını izlerken “ooh“ demeyip “aax“ diyenlerin ortak aklıdır. Yedi yüzüncü haftada çocuklarının kemiklerini aramak için sessizce oturmaya gelen anaların elini kelepçeleyen değil, bu eli öpenlerin aklıdır. Bu akıl dünyada 1 Eylül’leri yaratmış bir akıldır.

Dünyanın çeşitli yerlerinde ve tarihin belli başlı kesitlerinde, barış ve kardeşlik içindeki yaşamları inşa etmiş bir akıldır. Türkiye toplumuna bu Barış Kardeşlik ve Demokrasi aklının gücü unutturulmak istense bile, o yine de vardır, güçlüdür ve bir gün mutlaka kazanacaktır. Gücünü haklılığından almaktadır.

O yüzden de; JİTEM’ci Ağar ve Çiller’e akıl danışarak bakanlık yapan Soylu’ya „gücün bize yetmez“ diyen Anaların mücadelesi mutlaka kazanacaktır. Toplumun ortak vicdanı ve ortak moral değerleri üzerinden büyüyen Barış Kardeşlik ve Demokrasi aklının döküldüğü meydanlar gücünü birleştirdikçe faşizm eriyecektir.

Çünkü faşizm, ortak toplumsal değerlerin ifadesi olan Barış Kardeşlik ve Demokrasi karşısında yenilmeye mahkumdur.

Kaynak: Yeni Özgür Politika