Ekonomist Tunç: Tecrit ile krizin ilişkisi yadsınamaz

Türkiye’nin finansal istikrarı için Kürt sorununa yaklaşımın bir erken uyarı sistemi olduğunu belirten ekonomist Ramazan Tunç, "Öcalan ile görüşmelerin askıya alındığı 5 Nisan 2015, başlangıçtır" dedi.

Demokratik değerlerden, hukukun üstünlüğünden, katılımcı anayasanın oluşturulmasından uzaklaşıldığı zaman ekonomik kriz kendini göstermeye başladığını kaydeden ekonomist Ramazan Tunç, bunun da Öcalan ile görüşmelerin askıya alındığı 5 Nisan 2015’e tekabül ettiğini söyledi. Buna finansal literatürde ‘erken uyarı sistemi’ dediklerini aktaran Tunç, "İktidar sahipleri, iktidarlarını korumak adına ülkeyi ateşe attı. Kürdistan’da savaş ve yıkım süreci başladı. Tüm bunların sonucu olarak da her alanda ekonomiye yüklenen maliyetler, bugünkü krizin oluşmasına sebebiyet verdi" şeklinde izah etti.

Ekonomist Ramazan Tunç, ANF’nin sorularını yanıtladı.

Türkiye bugün ciddi bir ekonomik kriz yaşıyor. Bu krizin Kürtlere karşı savaşla bağlantısı gündeme geliyor, ancak itirazlar da var. Siz bu bağlantıyı nasıl kuruyorsunuz?

Demokratik değerler, hukukun üstünlüğü ve yeni anayasanın oluşturulması vaadiyle iktidara gelen AKP hükümeti, dünyada sermaye çevrelerinin ilgi odağı olmaya başladı. Bununla beraber dışarıdan sermaye akmaya başladı. Türkiye belli bir büyüme yakaladı.

Demokratik değerlerden, hukukun üstünlüğünden, katılımcı anayasanın oluşturulmasından uzaklaşıldığı zaman, ekonomik kriz kendini göstermeye başladı. Bu da Sayın Öcalan ile görüşmelerin askıya alındığı 5 Nisan 2015’e tekabül ediyor. Biz buna finansal literatürde ‘erken uyarı sistemi’ diyoruz. Türkiye’nin finansal istikrarı için Kürt sorununa yaklaşım bir erken uyarı sistemidir. Sayın Öcalan ile görüşmelerin askıya alınmasından sonra Türkiye’de siyasal bir kriz baş göstermeye başladı ve gittikçe derinleşti. İktidar sahipleri, iktidarlarını korumak adına ülkeyi bir ateşe attı. Kürdistan’da savaş ve yıkım süreci başladı. Tüm bunların sonucu olarak da her alanda ekonomiye yüklenen maliyetler, bugünkü krizin oluşmasına sebebiyet verdi.

Siyasi krizin beraberinde getirdiği ekonomik kriz, topluma nasıl yansıyor, nasıl bir fatura çıkarıyor?

Siyaset ve ekonomi birbirinden bağımsız değil. İktisat denkleminde bu tarz kriz süreçlerinde ya da otokratik rejimlerin en belirgin özelliği, kişi başı gelirlerin düşmesi ve gelir grupları arasındaki farkın artmasıdır. Yani, en zengin olan gelir grubuyla en fakir olan grup arasındaki makasın açılmasıdır. Bunun için de çeşitli hesaplamalar yapılıyor. Şimdi toplumun en zengin kesimleri ile en düşük tabakadaki kesimlerin gelir karşılaştırmasına baktığımız zaman 10 kattan daha fazla bir fark olduğunu görüyoruz. Bu tür kriz dönemlerinde en büyük faturanın yine her düzeydeki emekçilere kesildiğini görüyoruz. Enflasyonun artması satın alma gücünü olumsuz etkiliyor. TL'nin büyük değer kaybı, uluslararası standartlarda belirlenen satın alma gücü paritesine göre kişilerin harcanabilir gelirinin düşmesine sebep oluyor.

Türkiye dış destek olmadan bu krizden çıkabilir mi?

Türkiye’nin öyle bir kapasitesi yok, çünkü Türkiye’nin sermaye birikim oranları çok düşük. Türkiye, sermayeyi biriktirecek düzeyde ne teknolojik ilerlemeye ne uluslararası ticaret kapasitesine ne de bunu sağlayabilecek yeraltı kaynaklarının ihracatı gibi bir vizyona sahip. Türkiye’nin petrol ve doğal gaz gibi enerjileri, elektronik ve teknolojik gelişimi tamamen dışa bağımlı. Hasbelkader yaptığı ihracatta dışarıdan girdiye bağlı olan ürünlerle sınırlı. Parçayı dışarıdan temin edip, Türkiye’de birleştirip ürettiği ürünleri ihraç ediyor. Montaj kapasitesi var. Zaten son dönemlerde Türkiye’de üretimden ziyade tüketime daha fazla yatırım yapıldı.

Türkiye’nin sermaye birikim oranı düşük, yeraltı doğal kaynakları yok, tarım ve hayvancılıkta uyguladığı politikalar onu ithalata yönlendirmiş, sanayi gibi alanlarda ithal girdiye bağlı olarak ihracat yapılıyor, sanayi için gerekli olan enerjinin yüzde 90’ı dışarıdan ithal ediliyor. Bu koşullar altında Türkiye’nin ekonomisini sürdürebilmesinin yegane yolu, dış dünyada sermaye birikimi olan ülke veya gruplarla demokratik çerçevede iyi politikalar uygulamaktır. Bunu da yapamadıklarını görüyoruz.

Türk siyasal eliti, 'dış mihrakları' suçluyor...

Kendi iç dinamiklerinizle ürettiğiniz sorunları, 'dış mihraklar' olarak tanımlayıp sorumluluktan kurtulmaya çalıştığınız andan itibaren bitmişsiniz demektir. Asıl mesele Türkiye’nin yanlış siyasi ve ekonomi politikalarıdır.

Krizin nasıl bir seyir izleyeceğini öngörüyorsunuz, alınan önlemler kontrol altına almaya yetmiyor mu, ne yapılmalı?

Türkiye’deki ekonomik kriz kontrol altına alınmış değil. Bakınız, bunu söylemek bile suç sayılıyor. Siz hükümeti ve onun finans politikalarından dolayı ülkeyi uçuruma götüren durumu eleştiremezsiniz. Bir kere ülkenin böyle bir ortamdan çıkması gerekiyor. Güçlü bir ekonomi istiyorsanız güçlü bir demokrasiye sahip olmanız lazım. Bugün İskandinav ülkelerinin ekonomik düzeyi ve kişi başı gelirin yüksekliği, oluşturdukları demokratik değerlerle ilgilidir.

Şimdi bir yerde bir olumsuzluk başladığı zaman bu yavaş yavaş diğer sektörlere de yansır. Dövizde bu durum ortaya çıktı. Bunun önlemini almadığınız zaman, ki önlemi de 15 milyar dolar değildir, sorun yapısaldır. Yapısal reformlar yapmanız lazım. Yapısal olarak içine girdiğiniz bu krizi, yapısal politikalarınızı değiştirerek çözebilirsiniz. Mevcut kriz, bankacılık sektörüne sıçrayacak, bankacılık ve sigortacılık sektörü bundan payını aldıktan sonra özel sektörü etkileyecek. Finans ve özel sektörün krizine hazırlıklı olmak lazım. Son dönemlerde yapılan açıklamalarda da bunun emarelerini görüyoruz. Devletin fazla ısındığı maliyetleri, bir şekilde bankacılık sektörüne aktarmaya yönelik söylemler gelişmeye başladı. ‘Bankacılık sektörü sorumluluk almalı’ gibi söylemler geliştirildi. Önümüzdeki günlerde bankacılık sektörü bu baskıyı daha fazla hissedecektir. Zaten kredi faiz oranları yüzde 40’lara vararak yükselmiş durumda. Bu da piyasadaki para kıtlığından kaynaklanıyor. Finansal çöküş dediğimiz noktaya varmak üzereyiz.

Bu siyasi ve ekonomik girdaptan çıkmak için tüm toplumsal bileşenleri memnun edecek bir çıkış yolu var mı?

Türkiye ne zamanki Alevilerin, Kürtlerin, Ermenilerin ve inançlı kesimlerin sorunlarıyla ilgili demokratik adımlar atılması değil, atılmış gibi yapıldıysa da beklenti, umut ve ekonomiye olan inanç artış gösteriyor. Bunun korelasyonu pozitiftir. Yani siz siyasal ve toplumsal sorunlara ilişkin demokratik adımlar attıkça finansal sisteminiz güçlenecek düzeyde bir reaksiyon geliştirir. Mevcut koşulları düzeltici etki yapacak düzeyde politikalar yapması gereken iktidar, tam tersi politikalarla ülkenin bu duruma gelmesine sebebiyet vermiştir, sorumluluğu vardır. Bu minvalde Türkiye’nin yegane çıkış yolunun basamakları vardır:

* Kürt sorununun demokratik siyaset yoluyla çözümünü sağlamak. Özellikle son yıllarda yürütülen savaş politikalarıyla Türkiye’deki kimliksel kopuşlar arasındaki uçurum giderek arttı. Bu kopuşu önlemenin yolu da demokrasidir. Demokrasiyi oturtmadığınız zaman bu kopuş daha fazla derinleşecektir ve daha fazla krizlere sebebiyet verecektir.

* Finansal sisteminizi, bu tip krizler döneminde kurumsal yapılarınızı güçlendirerek kurtarabilirsiniz. 1929'daki ekonomik buhran sürecinde ya da 1970’lerdeki dünya petrol krizi sürecinde, bu krizi yaşayan ülkeler kurumlarını güçlendirdi; ihtiyaç halinde yeni kurumlar oluşturdu. Bankacılık sistemi güçlendirildi. Türkiye’deki mevcut iktidar bunu yapmaya istekli mi? Hayır. 24 Haziran rejim değişikliğinden sonra bütün kurum ve kurullar tek bir merkeze bağlandı. Kriz dönemlerinde kişilere değil, kurumlara güven duymak lazım.

*Uluslararası piyasalara entegreyseniz o piyasaların gerektirdiği koşullara göre politika belirlemeniz lazım. Keyfi politika belirleyemezsiniz. Her belirlediğiniz politikanın sermaye hareketi üzerinde etkisinin olduğunu bilmeniz lazım.

* Türkiye büyük bir hızla AB’den uzaklaşmakta ve nereye gittiği belli olmayan bir yörüngede dolanıp durmaktadır. Türkiye, AB kriterlerine uyum sağlayacağına, bundan uzaklaşmaktadır. Kuralsızlık kokan bir noktaya giderseniz, uluslararası finans sistemi bunu kabul etmez. Buna tepkisi de olacaktır. Bu nedenle ciddi bir şekilde yeniden AB reform sürecine dönüş şart.