Fincancı Davası: 'Rehineliğe devam' kararı

Türk yargısı, TTB Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı'nın rehineliğine devam kararı verdi.

Türk devletinin kimyasal silah kullanımı görüntülerine dair değerlendirmesi nedeniyle tutuklanan Türk Tabipler Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı hakkında “Örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla açılan davanın ilk duruşması görüldü. Çağlayan’da bulunan İstanbul 24’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin duruşma salonuna polisler yerleştirilirken, duruşma salonunun küçüklüğü gerekçe gösterilerek çok sayıda avukat ve gazeteci ile izleyici içeri alınmadı.

Duruşmaya, HDP ve CHP milletvekilleri, Türkiye Barolar Birliği (TBB), Amed, İzmir ve İstanbul ile çok sayıda kentin baro başkanı ve insan hakları örgütlerinin temsilcileri katıldı. Fincancı, duruşma salonuna getirilirken zafer işareti yaptı. Bu esnada salonda bulunanlar Fincancı’yı alkışladı. Ficancı’nın duruşma salonunda 11 jandarmanın ablukasına alınması dikkat çekti.

Mahkeme, usule ilişkin itirazların ardından ara karar oluşturdu. Mahkeme başkanı, üç avukat ile sınırlandırılması kararının devamına karar verdi. Söz alan avukatlar, karara tepki gösterdi. Avukatlar, duruşma salonunda ve kapıda bulunan avukatların zapta geçmesini istedi. Mahkeme başkanı, itirazların ardından avukatların isimlerinin zapta geçmesini kabul etmek zorunda kaldı. Fincancı’nın avukatları, jandarmaya işaret ederek Fincancı ile yüz yüze gelemediklerini ve yüz yüze yargılamanın engellendiğini söyledi. Yoğun itiraz ve tartışmalara rağmen jandarma bulunduğu yerden alınmadı. Mahkeme başkanının Fincancı’ya “sen” diye hitap etmesi ardından Meriç Eyüpoğlu, sert tepki gösterdi. Mahkeme başkanı, “Ben nazik değilim, hala ne yapayım” demesi dikkat çekti. Mahkeme başkanı “sen” hitabına ilişkin itirazlara rağmen “Sanık ama bu” diyerek, sanıklarla bu hitapta konuşabileceğini söyledi.

'5 SAAT BOYUNCA KELEPÇELİ TUTULDUM'

Söz alan Fincancı, mahkeme başkanının hitabına dikkat çekerek, “Bana sen diye hitap etmeniz, hakkımda hüküm kurduğunuz anlamına geliyor” dedi. Fincancı, ayrıca 5 saat boyunca kelepçeli bir şekilde getirildiğine dikkat çekerek, bunun da insanlık dışı bir uygulama olduğunu söyledi. Fincancı, gözaltına alındığı sırada gözaltının canlı yayınla kurgulandığını aktardı. Gözaltı kararı veren savcının ifadesini dahi henüz almadan suçlu olarak kendisini kabul ettiğini söyleyen Fincancı, bu tablonun hukuki bağlamda değerlendirilemeyeceğini ve siyasi kararlarla oluşturulduğuna dikkat çekti.

'ÇALIŞMALARIMLA BİRÇOK İŞKENCEYİ ORTAYA ÇIKARDIM'

Hak adına çalışanların devlet adamı olmaması ve yurttaş olarak kalması gerektiği yönünde Sokrates’in görüşlerine işaret ederek savunmasını sürdüren Fincancı, bir yurttaş ve Adli Tıp Uzmanı olarak yaptığı çalışmaların devleti rahatsız ettiğini söyledi. İnsan hakları mücadelesi verdiğini söyleyen Fincancı, çalışmalarıyla görünür olmaya başlamasıyla hedef haline getirildiğini söyledi. Yaptığı pek çok çalışma ile gerçekleri ortaya çıkardığını söyleyen Fincancı, pek çok işkence durumunu da ortaya çıkardığına dikkat çekti.

 Fincancı, kaçma şüphesi olmamasına rağmen tutuklandığını söyledi. Bilimsel bir tartışma yerine linç girişiminin yaşandığına dikkat çekten Fincancı, TTB ile hekimlik mesleğinin önemine vurgu yaptı. Adli tıp uzmanlığının nesnel davrandığını ve hakikati ortaya koyan bir hekimlik uygulaması olduğunu söyleyen Fincancı, “Bizler hakikat arayışı veriyoruz” dedi.
Fincancı’nın savunmasından dikkat bölümler şöyle:

“Beyanımın bundan sonrası bu ilginç duruma, adli tıp bildiğini söyleyen savcının iddialarına, o iddiaları benimseyen ve tutuklama kararını veren yargıca, kaçacağım şüphesiyle tutukluluğumun devamına karar verip dosyayı kabul eden sizlere söyleyeceğim sözdür. Yıllarımı verdiğim adli tıbba, hele ki toksik (zehirli) gazlar ve kimyasal silahlar konusunda pek çok ulusal ve uluslararası makale ve kitap yazmış bir bilim insanı olarak, adli tıbbı bildiğini iddia eden savcıdan, kabul edersiniz ki, epeyce fazla vakıf olduğum aşikarken, bilimsel bir tartışma yerine linç girişiminde bulunanlara, tıbbi değerlendirmeye katılmadığını ifade eden tıp dışı insanlara bir çift sözüm var.

'SORUMLULUĞUMU YERİNE GETİRDİM'

Memleketini, insanlarını seven hekimler olarak, uzmanlık alanımın da kattığı bilgilerle, devletin işleyişine koşulsuz bağlılık yemini edemeyeceğimi, bizlerin hekimler olarak bağıtımızın insanlık olduğunu bir kez daha anımsatmak boynumun borcudur. Siyasi otoritenin emelleri doğrultusunda erki kötüye kullanabilir. İnsanlık tarihi bu kötüye kullanımlarla, ona karşı mücadelelerin tarihidir zaten. O nedenle biz yurttaşlara düşen sorumluluk da erkin kötüye kullanılmasını önleyecek tedbirleri almak, bunun için yan yana dayanışmayla durmak ve uygulamaları titizlikle denetlemektir.

Bugün de meslektaşlarımızın oylarıyla üstlendiğimiz görevimiz, bir adli tıp uzmanı hekim olarak paylaştığım tıbbi görüşüm ileri sürülerek benzer biçimde kriminalize edilmeye çalışılmaktadır. Devlet adı verilen aygıt, elinde bulunduğu siyasi otoritenin kimliği doğrultusunda, tüm kurumlarıyla bir suç yapılanmasına dönüştürülebilir. Bu dönüşümün önündeki engel, yok etmeye çalıştıkları toplum olma becerisi, yurttaşların toplum olma ısrar ve sorumluluğu, bunun için ve denetlemek üzere kurdukları yapılanmalar, örgütlerdir. Bu aygıtların işleme konusunda ısrarcı oldukları, uluslararası bağıtlarla ve insanlığa, insanlık değerlerinin korunmasına ilişkin geliştirilmiş örgütlerle önleme çabalarına rağmen yetersiz kalınan, insanlığa dair suçlar ve insan hakları ihlalleri de bir hekimlik uygulaması olarak adli tıp uzmanlığının çalışma alanına girmektedir. Çalışma alanımızın sınırlandırılması ve kriminalize edilmesi ise kabul edilemez.
Adli tıp uzmanlığında, hakikat arayışımız sırasında her zaman zarar gören/gördüğü iddia edilenle doğrudan karşılaşma olanağımız olmayabilir. Ortada bir suç iddiası varsa haliyle suçu ve delilleri gizleme çabası da olabilir ve primer/birincil delillere ulaşmak güçleşir, onları arama gerekliliğini desteklemek için sekonder/ikincil veya dolaylı deliller kullanılabilir. Özellikle insan haklarının korunması bağlamında devletlerin işlediği iddia edilen suçların devletlerden bağımsız araştırılabilmesi için ve bu araştırmaları yapanların dayanaksız biçimde suçlanmalarını önlemek amacıyla hazırlanmış pek çok kılavuzdan var.
Propaganda iddiasıyla suçlandığım yayına ve konuşma içeriğine gelince; sorularla birlikte 7 dakikalık konuşma bir komisyon faaliyeti değil, ancak bu tür komisyonlara sekonder (ikincil) bilgi kaynağı olarak sunulan türde bir videonun insan hakları ihlalleri üzerine uzmanlaşmış bir adli tıp uzmanı olarak tarafımdan yapılan adli tıbbi değerlendirmesi. Ayırıcı tanı basamaklarını o kısa yayında aktaramayacağım için, bu değerlendirme sonucu ulaştığım ve kısaca ifade ettiğim bir ön tanıdan söz ediyoruz.

 Videoda karanlık bir ortamda bulunan kişilerden bazılarında kimi belirtiler gözleniyor. Aynı ortamda o belirti gösterenlere yardım eden ama etkilenmemiş görünenler var. Bu etkisini zamanla yitiren bir uçucu madde-gaz formu düşündürüyor. Bunu destekleyen ve toksik bir gaz formu düşündüren ikinci veri, etkilenenlerden birinin ağzında kanlı köpüklü bir sızıntı olmasıdır. Bu da kanlı köpük dolayısıyla akciğer etkilenmesini, solunum yoluyla alınmış toksik bir gazı destekliyor. Ayrıca bu kişide istemsiz kasılma benzeri hareketler sinir sistemi tutulumunu düşündürüyor. Etkilenen diğer kişide de öforiyi işaret eden belirtiler gözleniyor. Aynı ortamda bulunanlarda, farklı etkilenmeler o ortamda kalma, maruziyet süresi ve yoğunluğu ile ilişkili olabilir. Özellikle uçucu ve havayla yer değiştirme özelliği olan toksik gazların bazılarında ortaya çıkabilen bu tür belirtiler zarara yol açan bir etken varlığı için tıbbi olarak olasılıklar dengesi oluştuğunda (%51- yeterli delil) bu makul sonuç ışığında yapılması gereken de; o etkenin türü, oraya hangi yolla ulaştığı ve ulaştıran sorumluların saptanması için etkili bir soruşturma ve tıbbi belgelemedir.

 Savcının eşanlamlı iki sözcüğü peşpeşe kullanıp ‘teşhis/tanı koyduktan sonra ileri tetkik’ isteyemeyeceğim sonucuna varmış olması da bu bilgi eksikliğinin bir tezahürüdür. Videodaki belirtiler üzerine yaptığım ‘belli ki bir toksik/zehirli gaz kullanılmış durumda’ makul sonucuna ulaştığım tıbbi değerlendirme, bir ‘ön tanı’dır. Çünkü olay yerinde yapılacak inceleme, alınacak örneklerden yapılacak laboratuvar tetkikleri ve cenazelerin Minnesota Protokolü ışığında gerçekleştirilecek otopsileri ile etkili bir belgeleme ve olay yerinin iddia edilen olayla ilişkisi, bir kimyasal etken saptandığı koşulda bunun yasak silah olup olmadığı saptanabilir.”

Avukatların savunmasından sonra iddia makamına söz verildi. İddia makamı, Fincancı’ya TMK’nin 7/2 maddesi uyarınca üst sınırdan hapis cezasıyla cezalandırılmasını ve tutukluluk halinin devamını talep etti.

 ‘CEZAEVİNDE KALMAM SORUN DEĞİL'

Talebin ardından avukatların talebi üzerine duruşmaya ara verildi. Aranın ardından tekrardan başlayan duruşmada söz alan Fincancı, esasa ilişkin savunma yapmayacağını söyledi. Cezaevi şartlarının zor olduğunu ancak kalmanın kendisi için bir sorun olmadığını ve insan hakları savunucuları için bulunmaz bir “nimet” olduğunu belirten Fincancı, “Cezaevlerinde bulunan mahpusların yaşadığı sorunların ve idari personelin de sorunlarını takip etmeye, gözlemlemeye ve yazmaya devam çalışıyorum. Çalışma alanı olarak görüyorum bu nedenle sorun değil” dedi. Tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak kaçma şüphesinin gösterildiğini söyleyen Fincancı, bu durumu “aklın ötesi” olarak değerlendirdi. Katıldığı yayında yaptığı değerlendirmeler ardından siyasi parti liderlerine kadar birçok kişi tarafından hakarete maruz kaldığını ifade eden Fincancı, “Dünyanın neresi olursa olsun,  adli tıp uzmanı olarak çalışmaya devam edeceğim. Dersler vermeye ve çalışmaya devam edeceğim. Bu topraklarda yaşayan tüm halklara borcum var” diye kaydetti.

 Ceza talepli mütalaaya da dikkat çeken Fincancı, mütalaada TTB’nin devlet kurumu olarak gösterildiğini aktararak, TTB’nin bir devlet kurumu olmadığını ve bugüne kadar devletin verdiği hiçbir görevi yapmadığını vurguladı. Fincancı, “TTB, bir devlet organı değil, bir denetim organıdır. Devletin yanlışlarını ortaya serme organıdır” diyerek, tepkisini dile getirdi. Fincancı, son olarak Adli Tıp Uzmanlığı alanında çalışmalarına devam edeceğini söyledi.

TÜRKDOĞAN: YARGI SİYASİ ATMOSFERE GÖRE KARAR VERİYOR

İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, yargının siyasi atmosferden etkilenmemesi gerektiğine işaret ederek, bu durumu doğru bulmadıklarını söyledi. Türkdoğan, “Avrupa Birliği’ne (AB) bağlı bir ülkede yayın yapan bir TV’ye katılmanın neresi suç?” diye kaydetti. Tutukluluk halinin sonlandırılmasını isteyen Türkdoğan, “Bu davayı dünyanın insan hakları örgütlerinin temsilcileri takip ediyor. Herkes Fincancı’yı tanır. İşkenceye karşı olması ile bilinir. Adli Tıp Uzmanı alanında yaptığı çalışmaları ile bilinir. Herkesin gözü burada bunun için buradan özgürlük çıkmalıdır” ifadelerini kullandı. Türkdoğan, yargıya talimat verenlerin de ve bu talimatlara uyanların da bir gün hesap vereceğini söyledi.

Söz alan Türkiye Barolar Birliği (TBB) Genel Sekreteri Veli Küçük, Fincancı’nın değerlendirmeleri ardından yaşananlara işaret ederek, adil yargılama hakkının ihlal edildiğini belirtti. Fincancı hakkında soruşturma açıldığı sırada kendisinin yurt dışında olduğunu ve savcıya yazdığı dilekçe ile savunma vermeye hazır olduğunu anımsatan Küçük, “İktidarın ve herkesin sığınacağı yargının bu tür görüntülere alet olmaması lazım. Siz şu anda halk adına buradasınız. Bunun için halk adına karar vermenizi istiyorum” diyerek, tahliye talebinde bulundu.
Adalet Bakanlığı tarafından İstanbul, Bakırköy ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na yazı yazıldığını ve bu yazının da dosyaya yansıdığını anımsatan Av. Meriç Eyüboğlu, bu yazıda bakanlığın “yüksek güvenlik önlemleri” kararı verdiğini ve Fincancı’nın Ankara’dan araba içinde kelepçe ile getirildiğini kaydederek, tepki gösterdi. Ayrıca esas hakkındaki mütalaaya da tepki gösteren Eyüboğlu, müvekkillerinin taleplerinin dinlenmeden hazırlanmasının hukuka aykırı olduğunu söyledi. Eyüboğlu, “Yani iddia makamı, ‘ne olursa olsun ne delil sunulursa sunulsun kararım budur’ diyor. Bu o zaman yargılama olmaz tiyatro olur” şeklinde konuştu.

Eyüboğlu’nun savunmasının ardından mahkeme, ara kararını açıklamak üzere duruşmaya 15 dakika ara verdi.

 Aranın ardından kararını açıklayan mahkeme heyeti, Fincancı’nın tutukluluk halinin devamına karar vererek, duruşmayı 29 Aralık’a erteledi.