25 yılı aşkındır İmralı Ada Hapishanesinde ağır tecrit koşullarında tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dan 40 aydır hiçbir haber alınamıyor. Mutlak iletişimsizlik haline tabi tutulan Abdullah Öcalan’ın aile ve avukat görüş hakkı gasp edilmiş durumda. İmralı’daki bu tecritle hem kendi iç hukukunu hem de altında imzasının olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İşkencenin Önlenmesine Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmeleri ihlal eden Türk devleti, uluslararası alanda bu hukuksuzluğu gizlemek için hukuki hiçbir karşılığı olmayan disiplin cezaları ve avukat görüş yasaklarına sarılmış durumda.
Öte yandan 10 Ekim’de 2023 tarihinde küresel çapta startı verilen “Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa siyasi çözüm” hamlesi kapsamında bu hukuksuzluğa dönük uluslararası alandan tepkiler yükselmeye devam ediyor. İmralı’da yaşanan hukuksuzluğun dünyada eşi benzeri olmadığına dikkat çeken farklı toplumsal kesimden isimler, İmralı tecridine son verilmesini ve Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü istiyor. Bu isimlerden birisi de Fransa’nın önde gelen siyasetçilerinden Senatör Pascal Savoldelli.
Senatör Pascal Savoldelli, geçtiğimiz günlerde Abdullah Öcalan’la görüşmek için Türk Adalet Bakanlığına bir başvuruda bulundu.
Senatör Pascal Savoldelli ile Türk Adalet Bakanlığı'na yaptığı bu başvuruyu ve İmralı tecridini konuştuk.
‘ABDULLAH ÖCALAN HERHANGİ BİR MAHKÛM DEĞİL, CEZAEVİNDE KALMASI DOĞRU DEĞİL'
Kısa zaman önce Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la görüşmek için Türk Adalet Bakanlığı'na başvurdunuz. Bu başvurudaki temel amacınız neydi?
Öncelikle Abdullah Öcalan ile görüşme talebim, insani bir talep. Abdullah Öcalan 25 yıldır cezaevinde ve kendisinden 3 yılı aşkın bir süredir haber alamıyoruz. Sağlık durumu nasıl? Bir bilgimiz yok. Ailesiyle ya da avukatlarıyla görüştürülmüyor ve cezaevinde kalmaya devam ediyor. Dolayısıyla görüşme talebim her şeyden önce insani bir girişimdir.
İkinci husus ise, Abdullah Öcalan’ın herhangi bir mahkûm olmaması. Ateşkes ve çatışmaların sona erdirilmesi için yapılan görüşmelerde çok önemli bir rol oynadı. Bir arabulucu, başka bir deyişle şiddeti seçmeyen, aksine şiddet ve çatışma sorunlarını siyasi ve diplomatik bir çözüm yoluyla çözmek isteyen biri olduğu için cezaevinde kalması doğru değildir.
Türk devletinin Abdullah Öcalan’a yönelik tutumu karşısında dehşete düşmüş durumdayım. Bu nedenle ailesine, arkadaşlarına, avukatlarına ve seçilmiş bir temsilci olarak bana haber verilmesini talep ediyorum. Sağlık durumunu, hangi koşullarda tutulduğunu ve hangi kısıtlamalar altında tutulduğunu bilmemiz gerekiyor. Hiçbir şey bilmiyoruz, tam bir gizlilik söz konusu. Kendisini ziyaret etmek için hazır olduğumu söyledim.
‘ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER İHLAL EDİLİYOR’
Yaptığınız başvuruda da belirttiğiniz gibi Kürt Halk Önderi 25 yıldan beridir İmralı hapishanesinde ağır koşullarda tutuluyor. Kendisinden 3 yılı aşkın bir süredir hiçbir haber alınamıyor. İmralı tecridini nasıl değerlendirmek gerekir?
Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve uluslararası kabul görmüş Birleşmiş Milletler Asgari Standart Kuralları’nın (Nelson Mandela Kuralları) hükümleri göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye bu tür eylemlerden dolayı hatalıdır ve kınanmalıdır.
Türkiye bu iki uluslararası sözleşmeye uymamaktadır. Bu durumun düzeltilmesi için Sayın Öcalan'ın sağlık durumu, tutukluluk koşulları ve insan hakları konusunda bilgi verilmesi; yani ziyaret edilebilmesi gerekmektedir. Bu temel ilke uluslararası toplum ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından resmen kabul edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, uluslararası kabul gören mahkûmların medeni ve siyasi haklarına ilişkin bir anlaşma imzalayarak bu ilkelere saygı göstermeyi taahhüt etmiştir. Ancak buna rağmen dış dünya ile iletişim kuramayan ve sağlık durumu bilinmeyen bir siyasi mahkûmla karşı karşıyayız.
Bahsettiğiniz sözleşmeleri korumakla yükümlü olan, özellikle Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) ve Avrupa Konseyi gibi kurumların da yaşanan bu durum karşısında sessiz kaldığına tanıklık ediyoruz. Bu kurumların tutumuna dönük ne demek istersiniz?
Tam da bu nedenle harekete geçenlerden biriyim. Avrupa düzeyinde harekete geçmemiz gerekiyor. Pek çok parlamento üyesine, milletvekiline ve senatöre mektup yazarak onları da benimle aynı yaklaşımı benimsemeye çağırdım. Özellikle Türkiye'nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne uyum konusunda Avrupa Konseyi'nin taahhütleri doğrultusunda bir yanıt almamız şarttır. Bir taahhütte bulunulduğunda bunun yerine getirilmesi gerekir ve bu sadece Türkiye için değil her devlet için geçerlidir. Ancak bu özel durumda Türkiye'den bahsediyoruz. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalamıştır ve bu nedenle sözleşmeye saygı göstermelidir. Ortak hakların teşvik edilmesi gerekmektedir ve bu da Avrupa düzeyinde ve uluslararası düzeyde sahip olduğumuz mekanizmalarla ele alınması gereken bir konudur.
‘BAŞVURUMA CEVAP BEKLİYORUM’
Türk Adalet Bakanlığı’na yaptığınız başvuruya dönük bir cevap aldınız mı?
Henüz bir cevap almadım. Ama bunun için mücadele ediyorum. Uzun yıllardır hapiste olan birisinden uzun süre haber alamayınca öfke hissediyorsunuz. Fransa Cumhuriyeti'nin bir senatörü olarak yaptığım bu başvuruya cevap bekliyorum. Cevap verilmemesi bir sorundur. Nasıl bir cevap olacaksa bu cevabı almalıyım. Cevap verilmeme durumu devam eden anlayış halinin bir parçası olacaktır. Bu diyalog içinde olmama anlamına gelecektir. Türkiye'deki seçimler sırasında her siyasi görüşten parlamenter seçimleri takip etmeye davet edildi. Bir devlet başka bir ülkenin parlamenterinden korkmamalı. Bir parlamento üyesini bir mahkûmun durumu hakkında bilgilendirmenin ve onu cezaevini ziyaret etmeye davet etmenin hiçbir tehlikesi yoktur.
‘TERÖRLE MÜCADELE YASALARI MUHALEFETİ YOK ETMEYE DÖNÜK’
Kürt halkının talepleri her defasında “terörle mücadele” adı altında yok sayılıyor. En insani taleplerin bile bu yasalara indirgenerek yok sayılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fransa'daki deneyimlerime ve dünyanın dört bir yanında gördüklerime dayanarak söyleyebilirim ki, artık terörizm ile siyasi eylem arasında bir asimilasyon var. Başka bir deyişle, muhalefete vermeleri gereken hakları vermek istemeyen iktidardakiler, artık her türlü siyasi eylemin temelde bir terör eylemi olduğuna karar veriyor. Dahası, Türkiye'de fark ettim ki, Fransa'da anayasaya göre mümkün olmayan bir şey, seçilmiş bir belediye başkanını keyfi bir şekilde görevinden alınabiliyor. Oysa belediyeler ister Türkiye'de ister başka ülkelerde olsun, demokrasinin temelidir. Ve yerel seçimlerin meşruiyeti bir denetleyici ya da üst makam tarafından sorgulanamaz.
'ABDULLAH ÖCALAN BARIŞ YANLISI'
Abdullah Öcalan’ın durumunu ele almamızın bir başka nedeni de bu. Çünkü çözüm bulmamız gerekiyor. Herhangi bir siyasi eyleme terörist bir karakter vererek onu yargıladığımızda çözümden yana olmadığımız anlamına geliyor. Ve bu da sonuç olarak bu bir şiddet mesajıdır. Temelde şiddete, daha fazla şiddete, ihtiyaç duyulduğunun bir göstergesidir.
Bu tutumdan kaynaklı, her zaman mağdur olan insanlar oluyor; vahşet, cinayet, işkence, insanlık dışı durumlarla karşı karşıya kalıyoruz. Burada arabulucu rolünü oynayan bir siyasi mahkûm var. Barış görüşmelerini bile o başlattı. Barış görüşmeleri düzenlemek isteyen, ateşkes ve çatışmaların sona erdirilmesi çağrısında bulunan birinin nasıl terörist olarak tanımlanabileceğini anlayamıyorum. Bu ‘teröristlik’ değildir. Ben ona barış yanlısı demeye daha yatkınım. Ve çözüm Türk halkı için olduğu gibi Kürt halkı için de siyasi olmalıdır. Bu durum dünyada yaşanan bütün sorunlar için geçerlidir. Dolayısıyla uluslararası hukuk ve uluslararası hukuka saygı meselesi, özellikle Kürt halkı için ama tüm dünya için gözden geçirilmesi gereken bir meseledir.
Demek istediğim, “bırakın yapsınlar” ve çifte standart gibi bir yaklaşım var ortada. Daha önce de söylediğim gibi, Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni imzalamış bir ülke. Bu sözleşmenin gereklerini yerine getireceğini söylüyor ama uzun süredir Abdullah Öcalan’dan ve İmralı’daki diğer siyasi tutsaklardan haber alamadığımız bir durum yaşanıyor.
‘KÜRT HALKINA KARŞI BİR DEVLET TERÖRÜ VAR'
Her halükârda, muhalefeti hapsettiğinizde o ülkede demokrasiden bahsedemezsiniz. Bu bir çelişkidir. Bence Cumhurbaşkanı Erdoğan ve çoğunluğu, Kürt halkının isteklerini inkâr ederek her türlü muhalefet olasılığını ortadan kaldırmaya karar vermiş. Bu şartlar altında yaşanılmaz.
Bu bir tür terördür. Başka bir halkın hiçbir hakka sahip olmadığına karar verdiğinizde, bu bir tür terördür. Yani bir devlet terörü var ortada. Demek istediğim Kürt halkına yaklaşımın bir devlet teröründen ibaret olduğudur. Türkiye ile Fransa yine halklar arasındaki ilişki temelde çok iyidir. Buna dayanarak, gidip Abdullah Öcalan’ı ziyaret edebileceğimi ve eğer isterlerse diğer mahkûmları da görebileceğimi talep ettim. Örneğin Fransa'da parlamento üyeleri, insanların özgürlüklerinden mahrum bırakıldığı tüm yerleri ziyaret etme hakkına sahiptir. Başka bir deyişle, sizden ayrıldığımda bir hapishaneye, bir gözaltı merkezine gidebilirim ve kapılar bana açılır. Parlamenter mahkûmları ziyaret edebilir ve bu hapsetme yerlerine bakan memurların, güvenlik görevlilerinin vb. görüşlerini alabilir. Bu durum Fransa’daki demokrasinin bir parçasıdır.
‘ABDULLAH ÖCALAN ÖZGÜR OLMALI’
“Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa siyasi çözüm” adı altında küresel çapta yürütülen bir kampanya var. Buna dönük bir mesajınız var mı?
Abdullah Öcalan siyasi çözümden yana olan kararlılığını ve mücadele ruhunu kanıtlamıştır. Bu kararlılığı ne yazık ki yüksek güvenlikli bir ada hapishanesinde susturulmuş durumda. Kendisi barıştan bahseden, ateşkes ve çatışmaların sona erdirilmesinde arabuluculuk rolü oynayan birisidir. Bu yüzden özgür kalması gerektiğini düşünüyorum. İnsani nedenlerle ve aynı zamanda çeşitli düşmanlıklara siyasi ve barışçıl bir çözüm bulmak için serbest bırakılmalı ve söz hakkı verilmelidir. Özgürlüğünü, hareket ve konuşma özgürlüğünü yeniden kazanmalı. Türk devleti neden korkuyor?
Siyasi mahkûmların olmadığı ülkeler var. Zaten benim görüşüme göre siyasi mahkûm olamaz. Politika kelimesinin Yunancadaki tanımı şehrin yaşamıdır. Eğer erkekler ve kadınlar demokrasiyle, şehrin yaşamıyla ilgileniyorlarsa, onları özgürlüklerinden mahrum bırakıldıkları bir yerde tutmaya kimsenin hakkı yok ve bunun hiçbir gerekçesi olamaz.