DAİŞ çetelerinin saldırılarıyla yıkılan Kobanê’yi yeniden inşa etmek için Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’nun (SGDF), “Beraber savunduk, beraber inşa ediyoruz” şiarıyla ördüğü kampanyanın heyecanıyla yola çıkmışlardı. Kimisi işçiydi, kimisi öğrenci. Sömürü düzeninde her şeyin hiçleştirilmeye çalışıldığı bir ortamda onları ülkenin dört bir yanından kalkan otobüslerde buluşturan aynı dayanışma duygusuydu. Kobanê’ye gitmek üzere konakladıkları Suruç Amara Kültür Merkezi’ndeki coşku, DAİŞ’in bombalı saldırısıyla yerini yıllarca sürecek bir yasa bıraktı. Tarihin kanlı sayfalarında Suruç katliamı olarak yerini alan katliamda 33 düş yolcusu hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı. Katliamın üzerinden 9 yıl geçti. Aklından ve yüreğinden hiç çıkmayacak olan kanlı 20 Temmuz’u sol yanına Suruç dövmesiyle kazıyan katliam tanığı gazeteci Pınar Gayıp, ANF’ye konuştu.
‘RESMİ GÖRÜŞMELER OLURKEN KATLİAM GERÇEKLEŞTİ’
Gazeteci Pınar Gayıp, SGDF’nin “Beraber savunduk, beraber inşa ediyoruz” kampanya çalışmalarının yürütücülerinden biriydi. O dönem muhabirliğe yeni başlayan gazeteci Pınar Gayıp, İzmir’den Suruç’a kalkan otobüste yerini almıştı.
İzmir’den Suruç’a kadar hiçbir GBT kontrolüne tabi tutulmadıklarını hatırlatan Pınar Gayıp, yetkililere gereken başvurular yapıldığı için bu durumu o kadar yadırgamadıklarını belirtti. Suruç’taki Amara Kültür Merkezi’ne vardıklarında da hiçbir polis izine rastlamadıklarını dile getiren Pınar Gayıp, konakladıkları noktanın sınır hattı olması sebebiyle SGDF koordinasyonundaki arkadaşlarının güvenlik için çevrede dolaşmamaları konusunda tembihlendiğini söyledi.
Resmi görüşmeler olduğu bir zaman diliminde katliamın gerçekleştirildiğine işaret eden Pınar Gayıp, yaşananları şöyle anlattı: “Basın açıklaması yapılacağı zaman önce kitlenin içindeydim. Sonra çekim yapmam gerektiğini hatırladım. Sonuçta burada eylemci değildim, fotoğraf çekmem gerekiyordu ve basın tarafına geçtim. Açıklama bittikten hemen sonra sloganlar atılırken birden büyük bir patlama oldu. Önce yaşananların farkına varamadım. İlk etapta polis saldırdı sandım. Özel harekatın duvarlardan inip bizi gözaltına alacağını düşündüm. Çok toz ve duman olduğu için ses bombası ve biber gazı attıklarını düşündüm. O anki şokla yerdeki insanları idrak edemedim, sadece etrafta koşturanları gördüm. Bahçede birisi, ‘Bomba patladı, buradan çıkmamız lazım, ikinci bir bomba patlayabilir’ diye bağırdığında bombalı saldırıya uğradığımızı anladım. Durdum, etrafa baktım. Yerde yaralılar vardı. İlk gördüğüm Aydan Ezgi Şalcı oldu. Başına gitmiştim onu uyandırmak için. O an yaşamını yitirdiğini anlamamıştım. Daha çok yaralılara yardım etmeye odaklıydım. Hemen ambulansları çağırmaya koyulduk.”
‘POLİS BARİKATLARI KURULMASAYDI CAN KAYBI 33 OLMAZDI!’
O saate kadar ortada gözükmeyen polislerin patlama meydana geldikten kısa bir süre sonra belirdiğine dikkat çeken Pınar Gayıp, yardım için değil, tam tersine ambulansların yaralılara ulaşmasını engellemek için Amara’nın çıkışına yığınak yapıp ablukaya aldıklarını belirtti.
Kurtarılabilecek pek çok yaralının polisin bu engellemesi yüzünden hayatını kaybettiğine işaret eden Pınar Gayıp, “Polisler ambulansların geçişine izin vermediler. Barikat kurup trafiğe kapattılar. Biz orada barikatları açın, yaralılar var, yaralıları hastaneye götüreceğiz dediğimizde gülüyorlardı. Resmen dalga geçiyorlardı. Yaralıları hastaneye götürmek için araçlara bindirmeye çalışırken üzerimize gaz bombası attılar. Mesela benim bir yaralıyı bindirdiğim araca tam 3 kere biber gazı attı polis. Sonra Kürt halkı geldi. Onların sayesinde barikatı açmak zorunda kaldılar. Polis barikatları kurulmasaydı, biz anında müdahaleyle yaralıları götürebilmiş olsaydık, tedaviye yetiştirebilmiş olsaydık, can kaybı 33 olmazdı. Ya da vücudunda kalıcı hasarlar yaşayan yaralılar olmazdı” dedi.
KATLİAM GAYIP İÇİN DÖNÜM NOKTASI OLDU
Yaralıların durumuyla ilgilenmek için birkaç gün daha Suruç’ta kalan Pınar Gayıp, katliam sonrasında uzun süre ağlayamadığını ifade etti. Katliamın kendisi için bir dönüm noktası olduğunu belirten Gayıp, Suruç için İzmir’de yürüttüğü mücadelenin yeterli olmayacağına karar verip İstanbul’a geldiğini anlattı.
Etkin Haber Ajansı’nda (ETHA) muhabirliğe başlayan Pınar Gayıp, o gün bugün hem katledilen yoldaşlarının geride bıraktığı mücadeleyi yükseltmek hem halka hakikatleri ulaştırmak için çabalıyor. Yas tutmaya zaman bulamadığını kaydeden Pınar Gayıp, katliam sonrası içine kapanmayı değil, adalet için hesap sorma mücadelesine daha çok katılmaya karar verdiğini vurguladı.
‘YARALI DEĞİLSEN MÜŞTEKİ DE OLAMAZSIN’
8 yıl süren hukuki sürecin her aşamasını takip eden Pınar Gayıp, davanın kavga dövüş başladığını belirtti. Suruç Katliamı davasının avukatların yoğun çabası sonucunda açıldığını anlatan Pınar Gayıp, şöyle konuştu: “Devlet davanın açılmasını istemedi. Avukatlarımız defalarca başvuruda bulundular. Dava açılabilmesi için çok ilgilenen olmadı. Kendi delillerimizi kendimiz bulduk biz. Süreci uzatmak için duruşmalarda duruşma sayısından çok heyet değişikliği oldu. Saldırıdan fiziken yara almadan kurtulduğumuz için müşteki olarak davaya müdahil olmamızı bile engellemeye çalıştılar. Yaralı derken de, ancak hastanede yatışı olanları müşteki olarak kabul ediyordu hakimler. Sürekli ‘Ne gibi bir yara aldın da davaya müdahil olmak istiyorsun? Sen niye oraya gittin?’ gibi soruların muhatabı olduk. O nedenle her duruşmada o travmayı tetikleyecek şekilde yaşadıklarımızı anlatmak zorunda kaldık.”
‘HAKİMLER SANIK ŞAHİN’E İNANILMAZ ŞEFKATLİ DAVRANDI’
Katliam davasında tek sanık olarak Yakup Şahin’in yargılandığını hatırlatan Pınar Gayıp, onun da duruşmalara getirilmediğine, bu nedenle 8 sene boyunca boş bir sandalyeye konuşmak zorunda kaldıklarına dikkat çekti. Pınar Gayıp, iki duruşmada bizzat hakimin SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılan sanık Şahin’e, “Burada mı ifade vermek istersin, yoksa SEGBİS’de mi? Canın ifade vermek istiyor mu?” gibi sorular sorduğuna tanık olduğunu anlattı.
Yakup Şahin’in hem Suruç katliamının hem Ankara Gar katliamının faili, hem de Sultanahmet katliamıyla bağlantılı olduğunun ortaya çıktığına işaret eden Pınar Gayıp, buna rağmen hakimlerin sanık Şahin’e inanılmaz şefkatli davrandığına dikkat çekti. Yargının bu taraflı tutumundan cesaret alan Şahin’in sürekli SEGBİS üzerinden avukatları azarladığını belirten Pınar Gayıp, ona müdahale etmesi gereken mahkeme başkanının, bu duruma tepki gösteren avukatlara müdahale ettiğini söyledi.
‘HALK TARAFINDAN YAKALANDI, POLİS TARAFINDAN ARKA KAPIDAN SERBEST BIRAKILDI’
Hiçbir taleplerinin kabul edilmediğini de dile getiren Pınar Gayıp, “Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun tanık olarak dinlenmesini, DAİŞ imamı Abdullah Ömer Aslan’ın, firari sanıklardan Deniz Büyükçelebi’nin, bir de İlhami Balı'nın getirilmesini istedik. Ama reddedildi. Hatta 5 saati kayıp olan kamera kayıtlarında katliamdan hemen sonra keşif yaptığı ortaya çıkan firari sanıklardan İmam Abdullah Ömer Aslan şüphelenen halk tarafından yakalanıyor ve çantasından DAİŞ bayrağı çıkıyor. Polis halkın elinden alıyor onu, karakola götürüp bir de orada tıraş edip arka kapıdan serbest bırakıyor. Mesela biz bu adamın yıllarca dosyada yer almasını sağlamaya çalıştık. Ama olmadı. Firari olduğu iddia edildi. Yine DAİŞ emirlerinden İlhami Balı’nın eşi, onun öldüğünü iddia etti. Fakat daha sonra Balı’nın Suriye'de İdlib’de, Türk Devleti'nin kontrolündeki bölgede bir hapishanede tutulduğu ortaya çıktı. Ayrıca İlhami Balı’nın kırmızı bültenle aranırken Konya’da tedavi gördüğü, Deniz Büyükçelebi’nin ise Şam’da hapishanede olduğu ortaya çıktı. Bütün bunları da savcı değil avukatlarımız ortaya çıkardı” dedi.
‘DEVLET-MİT-DAİŞ ORTAKLIĞINI GÖZLER ÖNÜNE SEREN SAYISIZ DELİL ORTAYA ÇIKTI!’
8 yıllık yargılamanın sonunda katliamın tüm sorumluluğunun Yakup Şahin'e yüklenerek asıl sorumluların korunmaya çalışıldığını vurgulayan Pınar Gayıp, karar duruşmasında sanık Yakup Şahin’in, hapishaneye gelen kimi kişilerin devlet adına kendisiyle görüştüğünü, suçu üstlenmesini isteyip onu kurtaracaklarını söylediklerini ama kurtarmadıklarını anlatarak kirli pazarlığı itiraf ettiğine dikkat çekti. Ama buna rağmen savcının resen soruşturma dahi başlatmadığına işaret eden Pınar Gayıp, ancak aynı karar duruşmasında buna tepki gösteren müştekiler hakkında soruşturma açıldığını söyledi.
Yine istihbaratını alıp bir şey yapmayan kamu görevlilerinin jet hızıyla kapatılan davasında da mahkeme heyetinin aynı umursamaz tavrı sergilediğini anlatan Pınar Gayıp, “Orada bir polis MİT’in katliamdaki parmağına işaret etmişti. Polis açıkça, ‘Suruç istihbaratına varana kadar, Antep istihbaratı, Adıyaman istihbaratı var, neden bunlarla uğraşmıyorsunuz? Ben MİT’in sorumluluğunu gündeme getirdiğimde, sen MİT’i karıştırma dediler’ diye ifade vermişti ama o mahkeme heyeti de bu beyanları hiç ciddiye almadı, üzerine gitmedi. Devlet-MİT-DAİŞ ortaklığını gözler önüne seren sayısız delil ve belge ortaya çıktı ama bunu ciddiye alacak bir mahkeme heyeti bulamadık” dedi.
‘DEVRİMCİLER GEZİ DİRENİŞİ’YLE ROJAVA DEVRİMİ’Nİ BULUŞTURMAK İSTEDİ’
Bu katliamla devrimcilerin Gezi ile Rojava arasında kurmak istediği köprünün yıkılmaya çalışıldığını vurgulayan Pınar Gayıp, ancak bunda başarılı olunamadığının altını çizdi.
O dönemdeki siyasi atmosfere de değinen Gayıp, Rojava devriminin yükseldiği ve Gezi’de direnişin kuşatıldığı bir dönem olduğunu hatırlattı.
SGDF’nin ördüğü kampanya ile Gezi Direnişi'yle Rojava Devrimi'ni buluşturmak istediğini vurgulayan Gayıp, şunları kaydetti: “SGDF’nin başlattığı kampanyanın amacı, bugün birçok yerde belirtildiği gibi, salt Kobanê’ye oyuncak götürmek, ya da işte gidelim orada iki tuğla koyarak bir şeyler inşa edelim değildi. Bu politik bir örgütlenmeydi. Esas olarak 68'de Denizler’in kurduğu devrimci gençlik köprüsünden ilham alarak Gezi direnişinde örgütlenen gençlik dinamiğini, Rojava’daki devrim topraklarına götürüp oradaki devrimcilerle buluşturmak, yani Türkiye devrimci gençlik hareketiyle Kürt halkını yan yana getirmek isteniyordu. Bu kampanya da birleşik bir mücadeleyle örüldü. Evet, SGDF’nin öncülüğünü yaptığı bir çalışmaydı ama çok sayıda devrimci örgütten tutun, örgütsüz doktorundan ev emekçisi kadınına, inşaat işçisinden mimarına, mühendisine kadar çok geniş çaplı bir mozaiğin parçasıydı herkes.
‘PARÇALANMAK İSTENEN BİRLEŞİK MÜCADELEYDİ, BAŞARAMADILAR!’
Bu katliamla parçalanmak istenen bu birleşik mücadeleydi, halklar arasındaki köprüydü. Ama başaramadılar. Gençlik örgütleri katliamın hemen ardından SGDF'nin etrafında kenetlendi. O gün çocuk olanlar bugün 33 düş yolcusunun ardılları olarak tüm engellemelere, gözaltılara, tutuklamalara rağmen mahkeme salonlarından sokaklara, kent meydanlarına Suruç için adalet mücadelesi yürütüyorlar. Ve her sene 20 Temmuz'u bir hesaplaşma günü olarak karşılıyorlar. Bunu da pratiğe döküyorlar. 9 yıldır 33’lerin tutuşturduğu düşler yarım kalmadı. Onların ardılları, onların mücadelesini sürdürüyor. Bu sene de yine öyle olacak.”