Hakikat Konferansı: Sorunun muhatabı Abdullah Öcalan’dır

“Geleceğin Türkiye’si” konferansının “Hakikat” bölümünde savaşı durdurmak için Meclis’in rolüne vurgu yapılarak, “HDP kolaylaştırıcıdır. Bu sorunun muhatabı Abdullah Öcalan’dır” denildi.

Emek Partisi (EMEP), Emekçi Hareket Partisi (EHP), Halkevleri, Halkların Demokratik Partisi (HDP), Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF), Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Toplumsal Özgürlük Partisi’nin (TÖP) Ankara’da organize ettiği, “Geleceğin Türkiye’si için Hafıza, Hakikat, Hesaplaşma” konulu konferansı sürüyor.

“Hakikat” bölümüyle devam eden konferansta sözü, Türkiye Dış Politikasının Hakikati üzerine Mühdan Sağlam aldı. 1 Mart tezkeresinde lise öğrencisi olduğunu hatırlatan Sağlam, “Türkiye 2002 yılında yaşadığı iktidar değişimi Türkiye dış politikasına yansımasına baktığımızda batı kampı ile uyumlu, Avrupa Birliği adaylığı sürdürmesi üzerine örgütlenmiştir. Ancak 2003 yılında ilk firesini 11 Eylül ile birlikte Türkiye’nin Afganistan’a asker göndermesiyle verildi. Barış adı altında neler yapıldığını geçtiğimiz yılın ağustos ayında insanların Taliban zulmünden kaçmak için uçaklara tutunarak, çocuklarını ABD’li askerlere verilmesinde gördük. 2003’e dönersek; Türkiye bunu kolaylaştırmak için en istekli ülkelerden biriydi. Türkiye’nin gerektirdiği barışın sınırı budur. Kendinden olmayana imkanı ve ölçüsü budur. O dönem Irak işgali örneğine baktığımızda Türkiye, toplumsal muhalefetin güçlü baskısıyla teskereye hayır demişti ve asker çıkarılmamıştı. Ahmet Davutoğlu, dönemi Türkiye dış politikası döneminde yeni bir dönemi işaret eder. Davutoğlu’ndan önce ‘sınırlarına saygılı, kendi sınırlarını korur. AB’ye aday, NATO üyesidir. Kürt sorunu, su sorunu vardı’ bunları bilirdik. Davutoğlu ile yeniden bazı kavramlar literatüre konuldu. Yumuşak güç, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın İslam vurgusu ve İslam’ın ihraç edildiği döneme tanıklık ettik. Osmanlıcılık, yeni Osmanlıcılık kavramının literatüre girdiği bir dönemdi. Neo- Osmanlıcılık hakikat bükülmesine neden olacak şekilde bir Ortadoğu açılımı gördük” dedi.

‘İSLAM’I WASHINGTON’DA MODERNLEŞTİREN BİR TÜRKİYE PROFİLİ’

“İmparatorluk hayalinin gölgesinin” satıldığı bir politik sürece tanıklık ettiklerini ifade eden Sağlam, “Türkiye hakikati bükerek, ‘hayırla’ yad edilmeyen mirası ‘hayırla yad’ ediliyormuş gibi önce iç kamuoyuna, sonra dış kamuoyuna pazarladı. Kapitalizm ile barışık, neo-liberalizm ile onurla yürüyen, İslam’ı Washington’da modernleştiren bir Türkiye profili oluşturdu. Ancak gelinen noktada evdeki hesabın çarşıya uymadığı, Ortadoğu’da ilişkilerin iyi olmadığı, batı ile ilişkilerinde insan hakları ihlallerinden dolayı ciddi sorunlar olduğu sürecine tanıklık ettik” diye konuştu.

‘DIŞ POLİTİKADA YAYILMACILIĞI ESAS ALDI’

Sağlam, AKP’nin Suriye’deki politikalarına işaret ederek: “Türkiye dış politikada yayılmacılığı esas aldı. Dış politikadan saptı. Ancak gelinen aşamada dış politika gelecek kuşaklara yükler ve sorumluklar getiriyor. Var olan hakikat esnetildi, yeni hakikat inşasına geçildi. Bölge, ülkenin küresel dinamikleri yanlış okundu. Yayılma politikasına girildiği, değerli yalnızlıklardan oluşan bir yeni hakikat ile karşı karşıyayız. Dış politika yavaş ilerler. Yaptığınız üzerinize yapışır. Bizi bir enkaz bekliyor” ifadelerini kullandı. 

‘YARGI KADRO OLARAK DA FETHEDİLMİŞTİR’

“Yargının Hakikati” üzerine söz alan İlhan Cihaner, “İktidarın baskıcı tutumunun aracı haline getirilmiş bir yargı ile karşı karşıyayız” dedi. Cihaner, şunları söyledi: “Türkiye’de yargı fethedilmiş ve ele geçirilmiştir. Tarafsız, bağımsızlık ortadan kaldırılmıştır. 2005 yılında temelleri oluşturulmuş, 2007’de yerleşmiştir. Kadro olarak da yargı fethedilmiştir. Türkiye’de hiçbir dönemde olmadığı kadar yargı sermayeden yana tavrını açıkça ortaya koymuştur. Soma, iş davalarında yargı sınıfsal tercih ortaya koymuştur. Devletten yurttaşa gelecek hukuksuzluklara karşı durması beklenen yargı, saldırılara hukuki kılıf bulan bir pratikten bahsediyoruz. Yargı bürokratikleşmiştir. İktidarın uzantısı, bürokratik bir alan olmuştur. Nelerin yapılmasına siyasi iktidar karar veriyor, yargı da bunun pratiğini gerçekleştiriyor.”

‘YARGI TERÖRLE MÜCADELE APARATI OLDU’ 

Türkiye’de yargının “terörle mücadele aparatı” olarak kullanıldığını ifade eden Cihaner, “Bunu yaparken de yanlış bir terör kavramı üzerinden geçildi. Bu yargı kültürü haline geldi. Güvenlik mekanizması tarafından getirilen iddiaları, kanuna uygun olarak ayıklamak ile görevli iken kendini terörle mücadele elemanı olarak gördü. Terör kavramı üzerinden durmak gerekir. Terör kavramı, özünde bir terör yaratılmak için kullanılan bir kavram haline geldi. Bir kişi eylemlerinden, bağımsız olarak ‘terörist’ olarak damgalandığında yaptığı her şey ‘terör’ eylemi olarak kullanılıyor. Bir kişi damgayı yedikten sonra hak ve özgürlüklere sahip yurttaştan çıkıp, yok edilmesi gereken bir yurttaş haline getiriliyor. Düşman Ceza Hukuku dediğimiz kavram bile Türkiye’deki hukuku karşılamıyor. Kobanê, Şenyaşar ailesine baktığımızda hukuksuzlukla adlandırılmayacak bir şey ile karşı karşıyayız. Yargı dinselleştirilmiştir” diye konuştu.

‘ERDOĞAN’LA DA ONUNLA İŞ TUTAN HERKESLE DE HESAPLAŞACAĞIZ’

“Devletin Hakikati” üzerine TİP Milletvekili Ahmet Şık konuştu. Şık, “Türkiye Cumhuriyeti’ni suç olarak nitelenen olayları, olguların planlayıcı olmasıdır. Emine Şenyaşar, Hrant Dink ve Tahir Elçi bize bu ülkenin hakikatini anlatıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz yıllık geçmişiyle yapılacak hesaplaşma gerçek yüzleşmeyi çıkartacak. Geleceğin Türkiye’nin inşasında, arzu ettiğimiz Türkiye’nin inşasında önceliğimiz hakikati anlatmaktan geçiyor. Adil bir hesaplaşmadan geçiyor. En devrimci duruş sandık. Buradan sizlere değil ama onlara bir çağrı yapmak gerekiyor. Bu konferansın AKP dönemi ve sonrasında yeni Türkiye’nin inşasında bize sunduğu perspektife bakarak yurttaşların hakikati anlatarak gerçek asgari hukuk normuyla doğacak bir hesaplaşmadan kimsenin kuşkusu olmasın. Kimlerle hesaplaşacağımızı anlatmamız gerekiyor” şeklinde konuştu. 

Şık, şöyle devam etti: “Üzerine giydikleri cüppenin insan hayatı ve özgürlüğünden yapılmış olduğunu bilmesine rağmen bilmiyormuş gibi davranan yargı mensuplarıyla, güvenlik bürokrasisinin içerisine doluşmuş cemaat, tarikat yapılarla, bu suç örgütünün suçlarını örtbas edip tam da bunlara itiraz edenleri suçlayan medyaya doluşmuş aparatlarıyla, yağma düzeninin sermayesiyle ve elbette ki, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olsaydı hapiste, asgari normlara sahip olsaydı ya akıl hastanesinde ya da siyasetin çöplüğünde olması gereken Recep Tayyip Erdoğan’la da onunla iş tutan herkesle hesaplaşacağız. Kimsenin şüphesi olmasın.”

YAPICI: TARİHİ HALKLAR YAZAR

Gezi Davası’nda ceza verilen ve tutuklanan Mücella Yapıcı’nın “Ekolojinin ve Kentin Hakikati” üzerine cezaevinden gönderdiği mesajı okundu. Yapıcı’nın mesajı şöyle: “Umudu örgütlemeye, konuşmaya, sadece konuşmaya değil, birbirimizi dinlemeye, birbirimizin elinden tutarak mücadele etmeye devam etmek zorunda olduğumuz günlerdeyiz. Kent mücadelesi bizim senelerdir meslek örgütleriyle, davalarla, hukuksuz kararlardan, mega projelerden, rant için yerinden edilen kentlilerle sürdürdüğümüz bir mücadele idi. Ancak dokuz yıl önce bir şey oldu, neydi o direniş, neydi Gezi? Dokuz yıl önce, kent halkı ilk defa bütün sıkışmışlıkları da düşünerek herkesin ama hiç kimsenin olmayan bir park alanı savunuldu ve onu diğer hak talepleriyle birleştirebildi. O parktaki olağanüstü beraberlik, demokratik bir hak savunması ve polis şiddetine, haksızlıklara karşı itiraz eylemi, gelecek için bir umut olmuş ve insanlar kendi beyinlerinin gönüllü gardiyanı olmaktan kurtularak ülkeye çöken korku ve umutsuzluk perdesini aralamıştır.

Korkulan da bu ışıklı aralıktır. Bu iklimi yaratmak ve Gezi’nin toplumsal hafızada yer alan o umutlu, renkli ve yaratıcı tarihini kriminalize ederek, Gezi’de itirazını, umudunu, direnişini yanına alıp gelenlere hakaret üzerine hakaret ederek, toplumsal hafızaya yeni bir tarih aplike etmeye çalışmaktadırlar. Birlikte konuşmayı, birbirine bakmayı aynı görüşte olmama koşuluyla ama aynı hedefe yani demokrasiye, barışa, daha insanca bir yaşama doğru birlikte hareket etmeyi bir kere denemiş bir toplum, yıllarda geçse de o deneyimi unutamaz. Gezi herkesin kendini ifade ve temsil ettiği barışçı, yaratıcı, eşitlikçi ve insancıl tarihine daha nice yıllar sahip çıkacaktır. Esasen tarihi iktidarlar değil halklar yazar.”

ÖZGÜR: BÜROKRASİ YOLSUZLUK MAKİNESİ OLDU

“Ekonominin Hakikati” üzerine söz alan Bahadır Özgür, “Ekonomiyi tek cümle ile tanımlasaydık bugün kitlesel bir yoksullaşma olarak tanımlarız” dedi.

“Ekonomik yapıyı yönetmek için inşa edilmiş otoriter bir rejim ile karşı karşıyayız” diyen Özgür, şöyle konuştu: “AKP döneminde ilk defa iç savaşlarda görülecek bölüşüm sistemine maruz kalıyoruz. Bir merkez etrafında tarikatlar, sermeye arasındaki bölüşüm. Hırsızlar rejiminin en belirgin karakteri yolsuzluğun kurumsallaştırılmasıdır. Devletin bürokrasisi yolsuzluk makinası gibi işler. AKP bunu yaptı. Bunun ilk ayağı özelleştirmedir. Bugün toprak hırsızlığına ulaşmıştır. Kıyılar, parklar, ormanlar özel mülkiyet konusu haline getirildi. İkinci kamu ihaleleri, yatay ve dikey yoksullaştırmaya neden olur. Üçüncü mega projeler ekonomik yapıyla değil, devletin bölüşüm mekanizmalarında belli bir zümreye yöneliktir. Mega projeler gelecek kuşakları da yoksullaştırıyor. Dördüncü olarak askeri sanayide AKP döneminde verilen garanti 85 milyar Dolardır. Suriye’deki, Libya’daki, Kürt bölgelerinden çıkan çatışmalardan bağımsız ele alınmaz. Militarizm ne kadar yükselirse yoksullaşmada yükselir. Finansallaşma, AKP döneminde yoksullar kredi aldı. Kredi mekanizması AKP döneminde çifte yoksullaşmadır. Eğitim ile refah korelasyon kırıldı. Okudukça yoksullaştığınız bir ülke ortaya çıktı. Suç ekonomisi AKP döneminde ilk defa yasadışı ve yasal olanı sınırı yok oldu. Suç ekonomi legal ekonominin parçası, dinamiği oldu. Suç ekonomisi devasa bir partiyi, devlet bürokrasini besleyen bir ekonomi haline geldi. Suç ekonomisi sadece suçu arttırmaz, yoksulluğu arttırır. Demokratik siyaset, demokratik devlet tahayyülüne geçişle olur.”  

ÇÖKTÜRME PLANI TÜM EZİLENLERE DÖNÜKTÜR

“Emeğin Hakikati” üzerine Mert Büyükkarabacak söz aldı. Çöktürme Planı’nın tüm ezilenlere dönük olduğunu söyleyen Büyükkarabacak, işsizliğin azalmadığını, büyüdüğünü, güvenceli işlerde çalışanların ise sayısının çok çok azaldığını belirtti. Büyükkarabacak, kadın işsizliğine de dikkat çekerek, “Cinsiyet ayrımcı politikalarda emek boyutunda ciddi boyuttadır. Asgari ücret ile çalışanların oranı yüzde 60’tır. Küçük köylüler topraklarını ekemiyor” diye belirtti.

Büyükkarabacak, emeğin taleplerini sıraladı. Büyükkarabacak, “Barış, ekmek, adalet için halkın iktidarını istemek gerekiyor. Birleşe birleşe, direne direne kazanacağız” dedi.

TÜRKDOĞAN: BİRLİKTE MÜCADELE 

“Hukukun Hakikati” üzerine söz alan İHD Eşbaşkanı Öztürk Türkdoğan, “Bir ülkenin rejimi neyse hukuk düzeni odur. Savunmayı geliştiriyoruz, argümanlar geliştiriyoruz ama Milli güvenlik kurulunun oluşturmuş olduğu özel yargılama sistemi karşımıza çıkıyor ve bir yerde tıkanıyoruz. Milli Güvenlik Kurulunu ilk elden ortadan kaldırmak gerekiyor; RTÜK, YÖK gibi. Türkiye'de sürekli olarak askeri sivil bürokrasi belge hazırlayarak, dikte edilerek belgeye uygun olarak yargılama sistemi oluşturuyor. Bir anda kendimizi aslında savunacak hale düşüyoruz. Bunu kırmanın yolu meselenin kaynağına inmek. Mücadele etmektir. Uluslararası hukuka bağlıysak Demirtaş, Kavala kararlarına uyulması gerekiyor. Çok belge geliştirdik ve karar aldırdık ama siyasi iradeye ihtiyacımız var. Demokrasi, hukukun üstünlüğü bir arada alınırsa o zaman gerçekten onumuz açı olacaktır. Siyasal ve toplumsal muhalefet birlikte mücadele edeceğiz” dedi.

ÇOCUKLAR İÇİN EŞİT YURTTAŞLIK HAKKI

Çocukların Hakikati üzerine de Sevinç Koçak söz aldı. Toplumsal olayların en çok etkilediğinin çocuklar olduğunu dile getiren Koçak, karar alma mekanizmalarında çocukların olmadığını belirtti. Türkiye’nin yüzde 27’sinin çocuk olduğunu ifade eden Koçak, “Emeğin hakikati konuşuldu. En çok çocuk işçiliği pandemi döneminde yaşandı. Pandemi çocukları işçileştiren bir süreçti. 720 bin çocuk işçi var. Bunlardan 114 bini 14 yaşın altındadır. Cezaevlerinde 1500 civarında, 720 annesiyle kalan çocuk var. Hapishaneler çocuklara uygun değildir. Devletin savaş politikalarında 228 çocuk yaşamını yitirdi. Uğur Kaymaz devletin 13 kurşunuyla katledildi. Biz çocukları hak ihlaline maruz kaldığında gündemimize alıyoruz. Çocuklar yaşamın neresinde, eşit yurttaşlık hakkında bahsederken, çocukların katılımından neden söz etmiyoruz. Çocukların katılım hakkını nasıl sağlayacağımızı düşünmeliyiz. Çocuklarımız için bugün ne yapabiliriz. Çocuklar katılım, yaşam hakkı başta olmak üzere en çok hak ihlallerine maruz kalıyor. Çocuklar için eşit yurttaşlık ve katılım hakkı olsun” ifadelerini kullandı.

KADINLAR HER GÜN  ‘SÜRTÜK’ DENİLEREK ÖLDÜRÜLÜYOR

“Kadınların Hakikati” üzerine söz alan Fidan Ataselim, kadın katliamlarına değindi. Ataselim, “Kadınlar vahşice işkence edilerek, öldürülmeye başlandı. Kolay öldürülebildiğimiz için öldürülüyoruz. Plazaların, apartmanların üst katlarından düşen, intihara sürüklenen kadınlar var. Kadın cinayetleri azalmıyor. Şüpheli kadın ölümleri katlanarak, artıyor. Kadın cinayetleri gizleniyor. İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı yasa etkin olması gerekirken, bir gece yarısı İstanbul Sözleşmesi’nden tek kişi kararıyla geri çekildi. Kadınların eşit, özgür yaşamı için mücadele edeceğiz. Bizler kadınların eşit ve özgür yaşaması için mücadele ediyoruz. Cezasızlık kadın alanında da yaşanan en büyük sorunlardan birisidir. Meşru müdafaa hakkını kullanan kadınlar söz konusu olduğunda indirimlerden faydalanamıyor. Kadınlar gerçekleri söylediğinde tutuklandığını görüyoruz. Yapılması gerekenler yapılmıyor. Bu hakikat bugünün hakikati değil. Kadın vekiller, siyasetçiler tutuklandı. Aysel Tuğluk ve niceleri hala cezaevinde mahsur tutuluyorlar. Halkın haklı direnişi olan Gezi direnişine katılanlara bu ülkenin Cumhurbaşkanı ‘sürtük’ dedi. Hakları için direnen, mücadele eden yurttaşlarına sürtük diyorsa, onurumuzdur. Bu ülkede kadınlar ahlaksız, sürtük, denilerek öldürülüyor. Sanatımıza, hayatımıza, örgütlerimize dönük ciddi saldırılarla karşı karşıyayız” diye konuştu. 

Yaşanan sorunların birbiriyle bağlantılı olduğunu dile getiren Ataselim, “Savaşa karşı barış demeye devam edecek. Hep beraber tüm topluma ‘asla yalnız yürümeyeceksiniz’ demeye devam edersek, eşit, özgür bir ülkeyi yaratacağımıza inanıyoruz” dedi.

 KURTULAN'DAN MÜZAKERE VURGUSU 

Son olarak “Kürt Sorununun Hakikati” üzerine söz alan HDP Mersin Milletvekili Fatma Kurtulan, tutsak siyasetçilerin isimlerini andı. Her sorunun çok önemli olduğunu, etrafında mücadele etmenin olduğunu dile getiren Kurtulan, “Aslında bizim yaşadığımız ölerek, bedelini ağır ödeyerek yapılan mücadelenin adıdır. Kürtler vardır, mücadelesini her yerde vermeye çalışıyor. Tüm ihlaller önce bizim üzerimizde, yaşadığımız coğrafyada uygulanıyor, sonra Türkiye’ye yayılıyor. OHAL’i ilk biz yaşadık. Ormanlarımız çok değersiz kılındı. Ormanlarımızı yaktılar. Muhalefet seçim güvenliğini tartışıyor. Çok iyi biliyoruz ki; 1999 seçimlerinden itibaren her seçimden sonra belediyelerimiz gazaba uğruyor. Türkiye’nin üçte birinin seçme, seçilme hakkı gasp ediliyor. Sadece belediyeler değil, milletvekillerimiz de öyle. Sorumluluk alan arkadaşlarımızda ağır cezalara maruz kalıyor. Ekonomideki en büyük krizin sebebi savaşa harcanan paralardır. Yargı 2009’da KCK adı altında bizleri, kitlesel olarak tutuklanmamıza neden oldu. JİTEM, faili meçhuller dediğimiz coğrafyamızda kanlı eylemlerin sahibidir. Şimdi de SADAT ile mücadele edeceğiz; öyle görünüyor. Dış politikada her şeyi Kürtlerin kazanımları, bir araya gelmesine karşı odaklanmış bir realite ile karşı karşıyayız. Hakikat ile yüzleşeceğiz. Eşit yurttaşlık istiyoruz. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesini istiyoruz. Muhatapları doğru belirlemek lazım” ifadelerini kullandı. 

Kurtalan, şöyle devam etti: “PKK’nin var olduğunu biliyoruz. PKK’nin ortaya çıkış nedenlerini ortadan kaldırmak lazım. Kürt sorunu mahkeme salonlarına devretmek ile çözülmüyor. 2013-2015 sürecinde birazını deneyimledik. Bir barış, umudun, yeşereceğini düşündük. Militarist bir dalgalanma olduğunda asker cenazeleri üzerinden yapılıyor. Oluk oluk kan akmaya devam ediyor. Savaşı durdurmak lazım. Bunun için aktörler var. Meclis bunun için önemlidir. HDP kolaylaştırıcıdır. Doğruyu görmek gerekir ve bu sorunun muhatabı da Abdullah Öcalan’dır. Abdullah Öcalan üzerinde tecrit uygulayarak, Türkiye yönünü savaşa çevirdi. Demokrasiye yönünü çevrilmesi için ada ile irtibatın sağlanması, diyalog ve müzakere ile Kürt sorununun çözümü sağlanmalıdır.”

‘SAĞLIK SİSTEMİ ÇÖKÜNTÜYE UĞRADI’

“Sağlığın Hakikati” üzerine konuşan Esin Davutoğlu Şenol ise, sağlıkta dönüşüm sistemi ile sağlık sisteminin çöküntüye uğradığını söyledi. Sağlık emekçilerinin metalaştığı bir dönüşümle ile karşı karşıya olduklarını ifade eden Şenol, “Sağlık hizmeti bireysel, tüketime dayalıdır. Sağlıkta reform adı altında hikaye, masal dinledik. Salgın bizi masaldan uyandırdı. Sağlıkta dönüşüm için kamu desteğine ihtiyaç var” dedi.

Konferans “Hesaplaşma” bölümü ile devam ediyor.