Helin Ümit: AKP-MHP, TC’nin en suçlu, meşruluğunu kaybetmiş iktidarıdır

PKK Merkez Komite Üyesi Helin Ümit, AKP-MHP faşist rejiminin Türk ulus devletinin ciddi bir çöküş yaşadığını, devreye koyduğu çöktürme planı ile Türk ulus devletini iflasa sürüklediğine dikkat çekti.

PKK Merkez Komite Üyesi Helin Ümit, kapitalist sömürü sisteminin, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Anlaşması ile yürürlüğe koymuş olduğu Kürdistan’ın soykırıma tabii tutulması, inkar ve imha planı gelinen aşamada iflas ettiğine dikkat çekerek, PKK’nin yaratılan inkar, imha, asimilasyona karşı ilk gündem itibaren savaştığına vurgu yaptı. Helin Ümit, Lozan Anlaşması’nın Kürt toplumu nezdinde hiçbir hükmünün olmadığını artık pratikte de yürütülemediğini belirterek, bunun için uluslararası komployu güncelleyerek sürdürmek istediklerine vurgu yaptı.

PKK Merkez Komite Üyesi Helin Ümit, Bakurê Kurdistan ve Türkiye gündemindeki siyasal gelişmelere ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.

24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan kentinde yapılan anlaşma ile Kürdistan dört parçaya bölündü. Şimdiye kadar bu zihniyette bir dönüşüm yaşandı mı, dünya egemen güçlerinin, sömürgeci işgalciliğin Kürdistan halkı ve topraklarına yaklaşımı nasıldır?

Tarihin en eski halkı ve ülkesinin, kapitalist sömürü sistemin çıkarları doğrultusunda parçalara bölündüğü ve bunun bir kader gibi dayatıldığı 98 yıllık zulüm sürecinin sonuna yaklaştığımız günlerdeyiz. Fakat böyle demek yetmiyor. Hiçbir halka uygulanmayan ve Önder Apo’nun ‘biricik’ olarak tespit ettiği bir soykırım sürecinin önünü açan 24 Temmuz 1923 tarihli anlaşma tüm ağırlığı ile önemini koruyor. Bu anlaşmanın yapıldığı günden bugüne Kürt halkı hiçbir zaman direnişsiz, mücadelesiz olmadı.

Bu direniş geleneği, çeşitli şekillerde sönümlenmiş olsalar da Kürt halkına, gençliğine, kadınına çok önemli bir miras bırakarak tüm tecrübelerini PKK’ye akıttı. İşte son 50 yıldır Önder Apo’nun öncülüğünde PKK, soykırım kıskacı dediğimiz inkar, imha, asimilasyon sürecine karşı savaşıyor. Sonuçları ortadadır. Sadece TC denilen Türk ulus devleti değil, uluslararası sistem Kürt halkına yönelik bu gayri nizami savaşı gizleyemiyor, taşıyamıyor, yürütmekte zorlanıyor. Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşan ve başta Türk sömürgeciliği olmak üzere Arap ve Fars işgaline hukuki kılıf kazandıran bu anlaşma Üçüncü Dünya Savaşı ile çözülüyor. Bu çözülmenin kendiliğinden olduğunu asla düşünmemek gerekir. Dünya sistemindeki çözülmeyi nasıl ki kadınların, halkların, gençliğin özgürlük ve demokrasi mücadelesi sağlıyorsa Kürt halkını çarmıhındaki dört çiviyi de söken PKK şahsında Kürt halkının mücadelesi oluyor.

Kürdistan üzerindeki soykırım siyasetinin inşasının, uluslararası sistem tarafından korunan özel bir statü olduğunu her geçen gün yaşayarak görüyoruz. Türk ulus devleti öncülüğünde yürütülen bu soykırımcı sömürgecilikle yürüttüğümüz yarım asırlık savaş, soykırımı inşa edenin de koruyanın da uluslararası sistem olduğunu çok iyi açığa çıkarmış bulunuyor. Başta ABD ve AB olmak üzere, küresel kapitalist sistemin başat güçleri bir gün desteklerini kesseler, ayakta kalamayacak bir TC gerçekliği vardır. Bu anlamda özgürlük mücadelemiz kesintisiz yürüttüğü mücadele süreci ile Kürt halkının varlık ve özgürlük sorununun bir Türk-Kürt sorunu olmadığını bundan çok daha fazla uluslararası kapitalist sömürü sisteminin halkların özgür, demokratik, birlikte yaşamlarına yönelik saldırısı olduğunu anlamış bulunuyoruz. Önder Apo, bu hakikati açığa çıkararak özgürlük ve varlık mücadelemizi her türlü oyun, yönlendirme ve komplolara karşı hazırlıklı hale getirmiştir.

Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesi ve her bir parçanın farklı ulus-devlet iktidarlarının denetimine verilmesinin en ağır sonucu, Kürt halkının ulusal demokratik bilincinin parçalanması, dumura uğratılması oldu. Belki de hiçbir halkın karşı karşıya kalmadığı bu zulüm kıskacı, ağır bir kimlik bunalımına yol açtı. Aynı ailenin kendisine yabancılaşan fertleri gibi, Kürt halkının toplumsal hafızası darbe aldı. PKK, uluslararası sistem adına Kürt halkına dayatılan bu yabancılaşma, kendi öz varlığından uzaklaşma sürecine müdahale ederek yaşanan yok oluş sürecini tersine çevirmeyi başardı. Burada temel soru bunu nasıl başardığıdır. Aslında Lozan’da 1923 yılının 24 Temmuz’unda yapılan anlaşma sonrası Kürt halkı, Kürdistan’ın genelinde isyanlar sürecini başlatarak tepki göstermişti. Bu direnişlerin çoğunun özünde yurtseverlik duygusu olsa da o güne kadar var olan statülerini koruma ve devam ettirme arayışında olan yerel direnişler olmuşlardı. Yine birçoğunun uluslararası sistemden beklentileri vardı. Dönemin hegemonik gücü İngiltere’nin Kürt varlığına alan açacaklarına inanıyorlardı. Bu iki konuda da özgürlük hareketimizin çıkışındaki farklılık çok belirgindir. Birincisi PKK Kürdistan’ın parçalanmış olma gerçekliğini reddetti. Bunu kabul etmedi. Egemen ulus devletlerin çizdiği sınırları meşru görmedi ve buna göre çalışma yürüttü. Kürt halkını bir bütün olarak kabul etti ve ulusal demokratik gelişmeyi bu bütünsellik çerçevesinde geliştirdi. PKK, Kürt halkının varlık sorununa ulusal demokratik bilinci geliştirerek yanıt verdi. Kürdistan’ın her köşesinde, yüreğinde toplumsal hissediş, düşüncesinde yurtseverlik bilinci ve toplumsal bilinç olan her bireyin istemi Kürdistan’ı bir bütün olarak kavramak ve savunma ihtiyacıydı. PKK bu ihtiyaca cevap verdi ve Kürt halkının demokratik ulus partisi olmayı başardı. İkinci önemli nokta ise öz güce dayanmanın bir tarz olarak gelişme göstermesi idi. Kürt halkı açısından varlık ve özgürlük problemini yaratan uluslararası sistemden ve bu sisteme dayalı olarak soykırımcı sömürgeciliği yürüten ulus devletlerden çözüm beklemek, çarpık bir düşman bilincinin varlığını gösterir. Kürdistan’da bu şekilde yaşamak isteyen ya da bundan faydalanmak isteyen işbirlikçi güçler vardır. Bu güçlerin adında ne kadar Kürt ve Kürdistan kavramları geçse de özünde soykırımcı sömürgeciliğe, işgalciliğe, inkar ve imhaya zemin hazırlamaktan öteye geçememişlerdir. Özgürlük hareketimiz, mücadeleyi geliştirdiği ilk andan itibaren çözümü, çareyi kendisinde, halkında, dayandığı özde aramıştır. Kürt halkına statüsüzlüğü, kimliksizliği, çaresizliği, işbirlikçi inkarcılığı reva gören uluslararası sistemi reddederek günümüzde devlet ve iktidara dayalı uygarlıktan koparak demokratik uygarlığın başat gücü haline gelmiştir.

Kısacası kapitalist sömürü sisteminin, 1923 yılında Lozan Anlaşması ile yürürlüğe koymuş olduğu Kürdistan’ın soykırıma tabii tutulması, inkar ve imha planı gelinen aşamada iflas etmiştir. Anlaşmanın iki yıl sonra bittiği söyleniyor. Ne kadar doğrudur bilemiyoruz. Fakat Kürt toplumu nezdinde hiçbir hükmü olmayan bu anlaşmanın artık pratikte de yürütülemediği ortadadır. Bunun için uluslararası komployu güncelleyerek sürdürmek istiyorlar. Soykırımcı sömürgeciliği yaratan ve bunun onayını veren güçlerin zihniyetinin Kürt halkına ve yürüttüğü görkemli mücadeleye bakışlarında bir değişiklik olup olmadığını tam olarak bilemeyiz. Bu konuda ne söyledikleri değil ne yaptıklarının önemli olduğunu bir kez daha vurgulamak isterim. Pratikte gördüğümüz ise Türk ulus devletinin her türlü saldırısına destek veren bir gerçekliktir. Defalarca dağlarda kimyasal kullanan, her tarafa çetelerle saldıran, işgal saldırılarının önünü açan, sokaklarda gençleri vurduran, demokratik ve yasal kurumlarda genç kızları kurşunlayan faşist bir rejim karşısındaki suskunluk, suç ortaklığı konumudur. 43 yıldır her türlü bedeli göze alarak yürütülen bir özgürlük ve varlık savaşı ile kendisini ateşlerden yaratan bir halk gerçekliğimizi artık kimse inkar edemiyor. Bu noktaya devrimci halk savaşı ile geldik. Kürt halkının varlığı kabul görecekse bu özerkliğinin yani öz yönetiminin tanınması ile olacak. Uluslararası sistem, Kürt soykırımını mevcut haliyle gizleyerek yürütemediği teşhir oluyor. Kürt halkının kimlik ve özgürlük sorununu pratikte yürüten devletler ise umutlarını Türk soykırımcı sömürgeciliğine bağlamış görünüyorlar.

Türkiye’de AKP-MHP faşizmi yaşanan bu gelişmelerin farkındadır. Yani PKK öncülüğünde Kürt halkının ulusal demokratik gelişmeyi tamamladığını, bunun sonuca gittiğinin, Lozan anlaşması ile Kürt halkı üzerinde kurulan soykırımcılığın parçalandığını biliyorlar. Kürt halkının özgürlük güçlerinin değişen dünya dengeleri ve Ortadoğu savaş gerçekliği içinden kimlik ve özgürlük sorununu çözümlemiş olarak çıkmaması için canhıraş bir savaş yürütüyorlar. Fakat artık yolun sonuna gelinmiştir. Türkiye ya dönüşerek kendisini demokratik temelde yeniden inşa edecek ya da daha fazla çözülerek, dağılıp gidecektir. Şimdiye kadar uluslararası sistemin ileri karakolu olarak bölge halkları karşısında oynadığı rol nedeni ile kendisine sınırsız destek verildi. Gelinen aşamada ne Afganistan’da sistemin savunma gücü olma gerçekliği ne de başka tavizler TC’yi ayakta tutabilir. Kürdistan’da yaşanacak gelişmeler belirleyici olacak ve Dünya bu gelişmeler doğrultusunda tutum almayı sürdürecektir.

24 Temmuz 2015’te faşist TC’nin başlattığı çöktürme planı çerçevesinde Kürdistan’a dönük topyekûn imha ve işgal saldırısına karşı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ve Özgürlük Hareketi’nin geliştirmiş olduğu direnişi nasıl değerlendirmek gerekir?

AKP-MHP faşizminin 2015 yılında yürüttüğü saldırıları topyekün imha ve işgal saldırısına dönüştürdüğü tarihin de 24 Temmuz olması elbette tesadüf değildir. Kürt halkının tüm kazanımlarını hedefleyerek diz çöktürmeyi, boyun eğdirmeyi ve teslim almayı ön gören bu saldırıların 24 Temmuz gününde başlatılması ile verilen en önemli mesaj Kürt varlığının toplumsal bir kimlik olarak kabul edilmeyeceği idi. Özgürlük hareketimizin gördüğü en kapsamlı saldırılardan biri olan 24 Temmuz 2015 darbesi, Lozan’da yapılan anlaşmayı referans gösterdi ve buna dayalı yürütüldü. Kürt halkının üzerinde devlet terörü diyebileceğimiz bir karabasan çöktü. Israrla altını çizmek istediğim konu, bu saldırıların amacının Kürt halkının demokratik özerklik temelinde çözüm geliştirme adımlarının engellenmesi olduğudur. Hatırlayalım bu saldırılardan önce, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratikleşmesi temelinde ortak yaşam ve ortak vatan anlayışının etkili hale gelmişti. Sadece Kürt halkının değil Türkiye halklarının da demokratik toplum temelinde güçlenmesi yaşanıyordu. Toplumsal barışını sağlamış bir Türkiye özünde halklarımızın özlem duyduğu demokratik devrimini gerçekleştiren bir Türkiye olacaktı. Böyle bir Türkiye ve Kürdistan gerçekleşmesi Ortadoğu halklarının umudu, modeli olacak ve aslında Küresel kapitalist sistemin saldırıları karşısında güçlenecekti. İşte buna karşı olan tüm gerici güçlerin ittifakı temelinde 24 Temmuz 2015 saldırıları gerçekleşti.

Her şeyden önce, devlet ve iktidara dayalı saldırılar nasıl sürekli ve sistematik ise direniş ve mücadelenin de Önder Apo’nun kişiliğinde, duruşunda ve bir bütün olarak yaşamında sürekli ve sistematik olduğunu çok iyi özümsemek gerekir. Bu anlamda Önder Apo, 2015 yılında çöktürme planı çerçevesinde devreye koyulan topyekün imha ve işgal saldırılarını ön görmüş ve hazırlıklarını çok önceden yapmıştır. Önderliğimiz toplumsal barış ve çözümün tek adresidir. Fakat bu önderlik gerçekliğini savaş ve direnişin dışında görmek, tanımlamak çok büyük yanlışlıklar getirir. Dünya alem ve en çok da Türk egemen sınıfı, iktidar güçleri, soykırımcı sömürgeciliğin temsilcileri bilirler ki Önder APO, halk savaşını kişi kişi, ev ev, şehir şehir örgütlemiş, Kürt halkını savaşan bir halk olarak oluşturmuştur. Her şeyden önce TC’nin zamana yayılmış soykırımcı saldırılarına karşı direniş ve özgürlük savaşının ana sütü kadar helal bir hak olduğunu ortaya koyarak Kürt insanının yüreğine ve beynine kurulmuş olan karakolları kaldırmıştır. Soykırımcı sömürgeciliği defalarca yenilgiye uğratmış, yapılamaz denileni yapmıştır. Kürt halkı açısından kendi öz varlığına ihanet anlamına gelen soykırımcı sömürgecilikten koparmış ve onurlu yaşamın yolunu açmıştır. Kısacası Türk devletini, soykırımcı sömürgeci sistemin nasıl bir düşman olduğunu ondan daha iyi bilen yoktur. Bu nedenle henüz İmralı’da kendisiyle görüşmeler sürerken ‘darbe mekaniğinin’ yaklaştığından bahsetmiş ve uyarılarını yapmıştır.

Savaş, savaştan önce kazanılır der büyük ustalar. Önder Apo, İmralı işkence ve tecrit sistemi içerisinde 2015’te pratikleşme fırsatını yakalayan tasfiye saldırılarından önce halkı, yoldaşları ve dostları hazırlayarak yanıt oluşturmuştur. İmralı işkence ve tecrit sistemini, Kürdistan’ın geneline ikame eden AKP-MHP faşizmine karşı sergilediği direniş ve mücadele tutumu, özgürlük ve demokrasi güçlerine cesaret vermiş ve ayakta tutmuştur. Asla unutmayalım ki tüm saldırılar Önder Apo’nun geliştirdiği ‘çözüm’ stratejisine yöneliktir. Bu stratejinin her şeyden önce çok yönlü bir mücadeleyi içerdiğini biliyoruz. Eğer hareket ve halk olarak bu kadar kapsamlı saldırılarla böyle bir strateji olmadan karşı karşıya kalsaydık çok ciddi zararlar göreceğimiz kesindir. Fakat Önder Apo, dünya, bölge ve ülke koşullarını, halkın durumunu, mücadele güçlerini, ilişki ve ittifaklarını tanımlayarak gerekli hazırlarını tamamlamıştır. Bunun için daha sürecin başında sonucunu belirtmiş ‘ÖZGÜRLÜK KAZANACAKTIR’ demiştir. Her geçen gün bu öngörünün gerçekleştiğine tanık oluyoruz, olacağız.

Özgürlük hareketimiz bir Önderlik hareketidir. Yani Önder Apo ayrı onun yarattığı hareket ve halk ayrı değildir. Yıllardır bunun böyle olması için çalışıp didinildiğini biliyoruz. Önder Apo’yu hareketten, hareketi halktan, halkı Önder Apo’dan ayrı ele alıp karşı karşıya getirmeye heveslenenler olmuştur. Fakat dün olduğu gibi bugünde bu konuda yaşanan başarısızlık ortadadır. Bu nedenle Kürt halkını topyekün hedeflemek zorunda kalmış, çaresiz bir faşist rejim söz konusudur. Saldırı adına attığı tüm adımların eline-ayağına dolandığını görüyoruz. Kürdistan kelimenin tam anlamıyla faşizme mezar olmayı sürdürüyor. Hareket olarak biz Önder Apo’nun çizdiği stratejiyi uygulama mücadelesi veriyoruz.

Önder Apo’yu ne kadar başarılı ve etkili uygular ve direnişi geliştirirsek, halkımız bizimle beraber adım atmayı sürdürüyor. 2015 yılında, o zamana kadar örtülü yönü ağır basan tasfiye saldırılarının açık hale gelmesi ile birlikte Türkiye’de AKP-MHP faşizmi devletin tüm imkanlarını Kürt halkının, hareketinin ve özelde de Önderliğinin tasfiyesine yöneltmesine rağmen gelinen noktada tüm mücadele mevzilerinde varlığımızı koruyoruz. Yine bununla yetinmiyor hamle geliştiriyoruz. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temelinde Kürdistan’ın bedensel olarak inşasını yani statüsünü birlikte geliştirme savaşını yürütüyoruz. Kürdistan özgür olduğunda Önder Apo’nun da özgür olacağını biliyoruz.

Gelinen aşamada AKP-MHP yönetimindeki Türk ulus devleti ciddi bir çöküş yaşamaktadır. Kürt halkına ve demokrasi güçlerine karşı devreye koyduğu çöktürme planının, Türk ulus devletini tüm parametrelerinde iflasa sürüklediği ortadadır. Siyaset güçlerinin etkinliğinin meşrulukla ölçüldüğü söylenir. Klasik siyaset biliminde bile bu böyledir. İşte AKP-MHP yönetimindeki TC’nin devlet ve iktidar güçleri en suçlu, meşruluğunu kaybetmiş iktidarı oluyorlar. AKP-MHP iktidarının yenilgisi ise demokrasi ve özgürlük güçlerinin, toplumsal barış isteyenlerin, eşitlik ve birlikte yaşam arayışçılarının, gerçek Türk ve Kürt yurtseverlerinin, doğa severlerin, ekolojistlerin ve elbette özgür kadın mücadelecilerinin döneminin geldiğini söylüyor. AKP-MHP’nin yenilgisi Türkiye halklarının kazanacağı bir dönemi müjdeliyor.

Faşist TC’nin Kürt Siyasi Hareketine yönelimi (katliamlar, kaçırmalar, gözaltılar, tutuklamalar, işkence, parti kapatmalar) nasıl değerlendirilmeli?

Ahlak ve politikanın toplumsal var oluşun en temel dokusu olduğunu biliyoruz. Bir toplum ahlakını yani kendisini bir araya getiren kurallarını, bu anlamda toplumsal hafızasını kaybettiğinde toplum olmaktan çıkıyor. Benzer bir biçimde politikasız toplum da kendisi olamayan, kendi öz değerlerini koruyamayan, öz işlerini yapamayan toplum oluyor. Bu anlamda politika bir toplumun irade kazanması, kendi varlığı ve özgürlüğü ile ilgili kararları olmasıdır. Bu kısa hatırlatmayı yapmamızın nedeni üzerinde soykırım saldırıları uygulanan Kürt halkına, bu saldırıların yürütücü gücü olan devlet ve iktidar tarafından politika yapma hakkının tanınmayacağı gerçekliğidir. Politika, hele hele demokratik temelde politika üreten kurumlara sahip olan bir halk ya da topluluk özgürlüğe en yakın toplum oluyor. Soykırımcı sömürgeciliği uygulayan TC’nin Kürt halkının değil özgürlüğüne varlığına bile tahammülü yokken, onun siyasi alanına yönelmemesi beklenmemelidir. Fakat yine saldırılar var diye demokratik siyaset diğer değişle politik toplum olmaktan vazgeçilemez. Tam tersine eğer bir toplumun varlığı ciddi imha saldırıları altındaysa 24 saat politika üretmek zorundadır.

Kürt siyasi hareketi bunun için Kürt halkının özgürlük ve varlık savaşımı içerisinde oluşan çok önemli bir alan oluyor. 90’lı yıllar bunun çok sıcak çatışmalarıyla geçti. Aslında Kürt siyasi hareketini doğuran temel güç özgürlük mücadelesi ile ayağa kalkmış olan halk serhildanlarıydı. Serhildanlarla bilinçlenen ve mücadele etme kararlılığına ulaşan Kürt halk gerçekliği politikleşerek irade kazandı, güçlendi, örgütlendi. Yani soykırımcı sömürgeciliğe karşı eylem içerisinde Kürt siyasi hareketi en güçlü çıkışını yaşadı. Bu çok önemli bir karakteristik özelliği oluyor.

Elbette bunun olmaması için çok kirli bir savaş yürütüldü, siyasi cinayetler yapıldı. Kürt toplumunun neredeyse yarısı zindanlardan geçirildi, tutuklamalar oldu, gözaltı ve işkenceler çok yoğun olarak yaşandı. Fakat Kürt halkı bu süreci de bilinçlenmeyle karşıladı. Yurtsever olarak tutuklanmak, zindanlarda kalmak, direnmek bir onur payesine yükseldi. Kürt siyasi hareketi bir de bu şekilde güçlendi ve gelişimi engellenemez bir hal aldı.

Şunu rahatlıkla belirtebilirim ki Kürt siyasi hareketinin şekillendiği dönemlerde eğer katliam, gözaltı, tutuklama, kaçırma, işkence gibi faşizan uygulamalar, demokratik siyaset çizgisinin gelişimini engelleyebilseydi günümüzde de etkili olması beklenebilirdi. Fakat ateşe dökülen suyun alevi yükseltmesi gibi, Kürt siyasi hareketini söndürmeye çalışan her saldırı alevleri yükseltmiş, ateşi harlamıştır. Yurtsever öncülerimizden Vedat Aydın’ın şehadeti ve sonrasında yaşanan gelişmeler böyledir. Cenaze töreni bir serhildan olarak geçmiş ve bu törende 16 yurtseverimiz daha şehit düşmüştür. Bu herkese Kürt siyasi hareketinin katliam dayatması karşısında yılmayacağını, geriye düşmeyeceğini, gerektiğinde daha ağır bedeller vererek toplum olmanın gereği olarak öz yönetimde ısrar edeceğini göstermiştir. Bu vesileyle Vedat Aydın’ın anısı önünde saygı ile eğiliyor, Kürt siyasi hareketini bu çizgide geliştiren tüm yurtseverlerimizi selamlıyorum.

Gelinen aşamada Kürt siyasi hareketi Türkiye demokrasi güçleri ile de buluşarak çözümün gerçek adresi durumuna geldi. Yine Türkiye’nin kaderini belirleyecek bir örgütlenmeye, güce ulaştı. 2015 yılında devreye koyulan çöktürme planı ile birlikte şimdi bir kez daha bunu tasfiye etmeye yönelen bir TC gerçekliğini görüyoruz. Daha önce defalarca denenen parti kapatma saldırısı bu defa HDP’ye yönelik gerçekleştiriliyor. HDP’nin kapatılması ile Kürt siyasi hareketinin ve Türkiye demokrasi güçlerinin geriletilmesi hedefleniyor. Bu sürece gelene kadar ise demokratik siyaset alanının tasfiyesi için hiçbir ülkede görülmeyen bir sürek avının geliştirildiğini, faşizme karşı mücadele etmek için öne çıkan tüm toplumsal kesimleri gözaltı ve tutuklamalarla sindirmeye çalıştıkları biliniyor. AKP-MHP faşizmi, Türkiye ve Kürdistan demokrasi güçlerinin birlikte mücadele etmelerini en büyük tehlike olarak görüyor. Bunun için adeta ‘Kürtlerle yan yana geleni cezalandırma’ politikası yürütüyor. Fakat şimdiye kadar yapacağını yaptı. Ne Kürdistan’daki politik gelişmeyi ve siyasal çizginin gelişimini engelleyebildi, ne de Türkiye demokrasi güçleri ile buluşmasının önüne geçebildi. Bu durumda partiyi kapatıp kapatmaması fazla önem taşımıyor. Önemli olan mücadele etmek, şimdiye kadar temsil ettiği çizgiyi örgütlü ve eylemli kılmak oluyor.

HDP ve demokrasi güçleri çok önemli bir karar döneminden geçiyorlar. Eğer doğru kararları alırlarsa Türkiye tarihinde belki de bir ilk gerçekleşecek, Türkiye’de demokratik cumhuriyet gündeme girecek, cumhuriyetin kuruluşunda belirleyici rol oynayan Kürt-Türk ittifakı Ortadoğu demokrasisinin kapısını açacaktır. Bunun için gerekli olan stratejik düşünmektir. Türkiye’de devlet çökmüştür, meşruluğunu yitirmiştir. Türkiye’nin yönetimi yeniden oluşacaktır. Bu nedenle HDP’nin kendisini kilit partisi gibi değil, demokratik yönetimin partisi gibi oluşturması, hazırlıklarını buna göre yapması ve bu iddia ile gerektiğinde çatışmaları da göze alarak örgütlenmesi gerekir. HDP, çeşitli sermaye kesimlerinin ve iktidar bloklarının çizgisini temsil eden devlet partilerinden herhangi birini iktidara taşıma gibi bir göreve sahip değildir. HDP, demokratik toplum partisi olarak Türkiye’yi yönetme iddiası ve kararlılığı ile mücadele edebilir. Her türlü saldırı bu şekilde durdurulabileceği gibi on yıllardır Kürt siyasi hareketinin gelişimi için bedel veren binlerce tutsağın hakkı verilebilir, Halkımızın demokratik siyasetinden beklentilerine yanıt oluşturulabilir.

Dem Dema Azadiye hamlesi kapsamında gerilla direnişine paralel olarak kadınlar ve gençler öncülüğünde gelişen halk direnişleri sürmektedir. İçerisinde bulunulan süreçte kadınlara ve gençlere nasıl bir rol düşmektedir?

12 Eylül 2020 yılında açıklanan ‘Özgürlük Zamanı’ hamlesi çerçevesinde Bakurê Kürdistan’da da önemli direniş alanları açığa çıkmıştır. Yeterlilikleri ya da eksik kalan yanları tartışılabilir. Gerilla ve zindan direnişçilerinin öncülük ettiği eylem çizgisinin başta gençler olmak üzere tüm toplumsal kesimleri etkilediğini söyleyebiliriz. Kürdistan gençliği AKP-MHP faşizminin soykırımcı sömürgeci, işgalci, Kürt varlığını inkar eden, ihanet dayatarak aşağılayan uygulamaları karşısında korkunç derecede öfkelidir. Dikkat edilirse Erdoğan en çok Kürt gençliğine saldırmıştır. Direnişi geliştiren, yurtsever gençler ile cezaevleri doldurulmuş, özgürlük ve Kürt varlığı için savaşan gençlerin cenazelerine her türlü hakaret yapılmıştır. Türkiye’nin en tortu işlerinde çalıştırılanlar Kürt gençleridir. Bir lokma ekmeğe muhtaç bırakılarak işsiz bırakılan da yine Kürt gençleridir.

Kürt gençliğinin kendi öz sorunları ile ilgilenmemesi için uyuşturucu ile düşünmemesi dahası hiçbir geleceğinin olmaması için özel uygulamalar geliştirilmiştir. Türkiye’nin uyuşturucu trafiği içerisindeki yeri, devlet odaklı çetelerin itiraflarıyla ayyuka çıktı. Fakat Türkiye sadece uyuşturucuların geçiş noktası değildir. Kürdistan’da yurtsever devrimci gençlik hareketinin gelişmemesi için Kürt gençleri bu suça ortak edilmekte hem de başta Amed ve Batman olmak üzere direnişi ile, düşmana baş eğmemesi ile tanınan merkezlerde yaygınlaştırılmaktadır. Bu gençlik kırımıdır, gençliği bitirme saldırısıdır. Suçtur, buna karşı gençlik hareketimizin başlattığı hamleler oldu. Bu saldırının devlet eliyle, polis eliyle, devletin ajan ve işbirlikçi ağının eliyle yürütüldüğünü bilerek daha etkili mücadele etmek, bunları sokağa çıkamaz hale getirmek gerekir. Ve elbette bilinçsizce bu suça bulaşanları, uyuşturucu bağımlılığı olanları da kazanmak, sağlıklı düşünen ve hareket eden gençler haline getirmek gerekir.

Yurtsever devrimci gençlik hareketimize yönelik saldırılar sadece bununla sınırlı değildir. Sadece bir örnek vererek saldırıların ne kadar boyutlu olduğuna dikkat çekmek istedim. Bu kadar yoğun saldırılar karşısında Kürdistan gençliği direnme ve mücadeleye aktif katılma tutumundan vazgeçmemiştir. Bu çerçevede Bakurê Kürdistan başta olmak üzere Avrupa ve Kürdistan’ın diğer bölgelerinde yürütülen tüm halk eylemselliklerinin içinde aktif ve öncü düzeyde yer almayı sürdürmektedir. Bunun çok daha fazla yükseltilerek yaygın sokak eylemlerine çevrilmesi ve düşmanı her alanda zorlayan bir tarza kavuşması gerekmektedir. Aslında yurtsever Kürdistan gençliği özellikle Bakur alanında biraz yoğunlaşsa bunu rahatlıkla açığa çıkaracaktır. Her Kürt genci güvendiği arkadaşı ile birlikte bir birim gibi hareket edebilir ve AKP-MHP faşizmini huzursuz edebilir. Nasıl ki faşistler, polis ve hainler bizim değer ailelerimizi kuşatıyor ve rahatsız ediyorlarsa, ellerinde avuçlarında ne varsa alıp kendilerine muhtaç kılmaya çalışıyorlarsa, gençlik de AKP-MHP faşizmine hizmet edenlere karşı çeşitli eylemler geliştirebilir. Faşistlere, sömürgecilere, halk ve Önderlik düşmanlarına Kürdistan’ın şehirlerini dar edebilir. Biz çok iyi biliyoruz ki Kürt gençliği cesurdur, gözü karadır, inandığı uğruna her şeyi göze alacak kadar da kararlıdır. Bu konuda gözünü dağlara, kulağını Önder Apo’ya vermelidir ki gündemi şaşmasın. Özel savaş merkezlerinin gençliğin gündemini, özgürlük arayışını çarpıtmak için her türlü yöntemi kullandığını biliyoruz. Bundan kurtulmanın tek yolu kendi özgürlük savaşının gündemine kilitlenmektir.

Garê zaferi sonrası milyonlarca Kürt genci Newroz alanlarına aktı. Önderliğe saldırı gündemi vardı ve Kürdistan gençliği ‘Apo’nun fedaisi’ olduğunu alanları doldurarak mücadeleye hazır olduğunu gösterdi. Kürdistan Devrimci Gençlik Hareketimizin en önemli görevi 2021 Newroz’unda alanlara akan bu gençliği örgütleyip eylemli hale getirmek oluyor. Faşizm, her yerde halka saldırırken toplumun temel savunma gücü herhalde gençlik olacaktır. Bu görevi başkalarından beklemek çok yanlıştır. Bugün nasıl ki Haftanin’de, Zap’ta, Avaşin ve Metina’da, Xakurke’de Kürt gençliği savaşıyorsa şehirlerde, sokaklarda yani işgal edilen her alanda da Kürt gençliği mücadele etmek durumundadır. Tarzı farklı olabilir, araçları değişebilir. Önemli olan mücadeledir, soykırımcı sömürgeciliği Kürdistan topraklarından sürmektir. Kürdistan gençliğine akıllı olmayı öğütleyen soykırımcı sömürgeciliğe karşı onun tüm kurallarını, yasalarını, sınırlarını yıkmalıyız.

2014 çöktürme planı karşısında direnen ve bu mücadele duruşunu süreklileştiren başat gücümüz kadın hareketimiz olmuştur. AKP-MHP faşizmi uyguladığı saldırgan politikalarla belki birçok kesim üzerinde etki yaratabilmiştir. Fakat Kürt kadın hareketi, en durağan süreçlerde bile Önder Apo’ya bağlılığın, özgürlük iddiasının ve zulüm politikaları karşısında geri adım atılmayacağının sembolü olmuştur. Çok iyi bilinmelidir ki dünyanın neresinde AKP-MHP faşizminin sürdürdüğü tasfiye politikası yürütülseydi çok ciddi tahribatlar açığa çıkardı. Eğer Kürdistan’da böyle olmamışsa bu sonuçta kadın hareketinin duruşu, direngenliği, mücadeleden geri adım atmayışı büyük rol oynamıştır. Kürt toplumunun moral merkezi, toparlayıcı gücü olarak rolünü oynamıştır.

Özgür kadın hareketimizin toplumsal direnişi geliştirmedeki en önemli rolü ideolojik çizgisi olmaktadır. Ne için savaşılacağını belirleyen Kadın hareketi oluyor. Bu anlamda doğru özgürlük ve yaşam ölçülerini belirlemek, bunun politik çizgisini ve söylemini açığa çıkarmak, bu temelde günlük olarak doğru kararlar alarak pratikleşmesi gerekiyor. Bununla birlikte özgür kadın hareketimiz geçmişte olduğu gibi bu günde halk serhildanlarına öncülük etmeyi başarmalıdır.

En son HDP İzmir il binasına yapılan faşist saldırıda Deniz Poyraz şehit oldu. Halkın şahadetleri nasıl sahiplendiği görüldü. Halk serhildanları sürecine girildi denilebilir mi, nasıl bir direniş çizgisi esas alınmalıdır?

HDP İzmir il binasında vahşice katledilen Deniz Poyraz’ı saygı ve sevgi ile anıyorum. Kürdistan özgür kadın mücadelesinin içinde geçen çocukluğu, gençliği ile yurtsever kadın kişiliği nedeniyle katledilmesinin hesabını mutlaka soracağımızı belirtiyorum. Fehime Ana’nın ısrarla söylediği gibi ‘Deniz, Kürt halkının deniziydi’. Kadifekale’nin surlarında Rahşan’ın anısı ışığında büyümüştü. Zulme karşı direniş ve mücadele içerisinde kendisini tanımıştı. Bir gün bile olsun Kürt olduğunu unutmamış, bununla gurur duymuş, Kürt kadını şahsında somutlaşan direnişçiliği gururla taşımıştı.

Deniz Poyraz’a yönelik saldırı asla sıradan bir olay olarak görülemez. İşte ‘gözü dönmüş bir faşist, ırkçı çıktı, akli dengesi de bozuktu, gitti önüne gelen bir Kürt kadınını katletti’ denilemez. Böyle bir yaklaşım Türk devletini, AKP-MHP yönetimini, bu yönetim altındaki polisi, haini, istihbaratçıyı aklamaktan başka bir şey değildir. Deniz Poyraz’ın katledilmesi sonrası çok çeşitli tartışmalar yürütüldü. Buna provokasyon diyenler oldu. Fakat ortada provokasyondan öte bir durum olduğu görülmüyor. Türkiye sanki normal ve iç barışını gerçekleştirmiş bir ülkeymiş gibi, her gün yaşanan olaylar olağanüstü soykırım saldırısı değilmiş gibi bir yaklaşım ortaya çıkıyor. Oysa Türkiye’de Kürt halkının özgürlük ve varlık mücadelesini durdurmak için sistematik olarak katliam politikası yürütüyor. Şenyaşar Ailesine yapılanlar da Gülistan Doku’nun kaybedilmesi de bu politika ile bağlantılı gelişmişti. Helikopterden atılan iki yurtseverimiz de bunun için atıldı. Dedo olarak bilinen Mehmet Emin Özkan’ın 85 yaşında öldürülmeye çalışılması da bunun içindir. Örnekleri çoğaltabiliriz. Özel savaş merkezlerinin nasıl çalıştığını bilmez ve bütünlüğü görmezsek asla sonuca gidemeyiz. Dikkat edilirse Kürt halkı bu saldırılarla fiziki olarak katledilme tehdidini yaşıyor. Fakat sadece Kürt halkı değil Türkiye’de demokratikleşme isteyen, bunun adresi olarak HDP’yi görenler de tehdit ediliyor. Ankara Gar katliamını, Suruç katliamını, Amed katliamını yapanlar 7 Haziran, 1 Kasım seçimleri arasındaki faşizan katliamcı yüzlerini göstererek Türkiye halklarına da ‘Kürtlerle birlikte olursan yanarsın’ mesajını veriyor. En son Marmaris ve İstanbul Avcılar’da yapılanlar, saldırıların AKP-MHP iktidarının planlaması dahilinde yürütüldüğünü ortaya koyuyor.

Deniz Poyraz’ın katledilmesi karşısında Kürt halkı ve Türkiye demokratik kamuoyu bu saldırılar karşısında yılmayacağını ortaya koydu. AKP-MHP iktidarı, Kürt halkını legal siyaset alanına sıkıştırdığını ve burada boğabileceğini düşünüyor. HDP’ye ve Kürt halkına yönelik saldırılarının nedeni budur. Zaten Türkiye demokrasi güçlerinden koparma ve Kürdistan’a sıkıştırma çabası da buradan geliyor. Eğer bunu başarırsa planladığı tasfiye planını daha rahat uygulayacağını düşünüyor. Buna karşı yapılması gereken ise geri çekilmeden direnmek ve mücadele etmek, ilişki ve ittifakları güçlendirmek oluyor. Bununla birlikte bunun yeterli olması için etkili bir eylem çizgisinin hayata geçirilmesi şarttır. Çok zengin ve etkili olabilecek eylem tarzları geliştirilebilir. Burada esas alınması gereken kitleselliktir, sıkıştırılmak istenen binalara mahkum olmamaktır. Yaşananların gösterdiği gerçeklik ise en ideal eylem çizgisinin halk serhildanları olduğudur. Kürt halkı Newroz halkıdır, serhildan halkıdır. Halkımıza en çok serhildanın yakıştığını, güzelleştirdiğini, güçlendirdiğini biliyoruz.

Kürt halkını, özgür kadın ve Apocu gençlik öncülüğünde ‘ÖZGÜRLÜĞÜ SAĞLAMA HAMLESİ’ne katılmaya bir kez daha çağırıyorum. Bu temelde başta Deniz Poyraz olmak üzere özgürlük şehitlerimize sahip çıkalım. Önder Apo ile özgür ülkede özgürce yaşayalım.