Hukukçular cenazelere ve mezarlıklara yönelik saldırıları konuştu

Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi düzenlediği online panelde, ölüye yönelik saldırıların ulusal-uluslar arası hukuktaki yeri, cezai yaptırımı, Garzan ve Kilyos mezarlıklarında yaşananlar ve Türk devletinin tarihsel suçları ele alındı.

Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi’nin online düzenlediği “Hukukçular Cenazelere ve Mezarlıklara Yönelik Saldırıları Konuşuyor” panelinde, ölüye yönelik saldırıların ulusal-uluslar arası hukuktaki yeri, cezai yaptırımı, Garzan ve Kilyos mezarlıklarında yaşananlar ve Türk devletinin tarihsel suçları ele alındı.

Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi, “Hukukçular Cenazelere ve Mezarlıklara Yönelik Saldırıları Konuşuyor” şiarıyla Ölüye Saygı ve Adalet Panelleri’nin 3'üncüsünü online olarak düzenledi. Avukat Gulan Çağın Kaleli’nin moderatörlüğünü yaptığı panelde, İnsan Hakları Derneği (İHD) Eşbaşkanı Eren Keskin, Hukukçu Dr. Dilek Kurban ve Avukat Serhat Çakmak konuşmacı olarak yer aldı.

Panele çok sayıda hukukçu, gazeteci, siyasetçi, sivil toplum örgütü temsilcileri, insan hakları aktivistleri, yazarlar ve kayıp aileleri katıldı.

KALELİ: ÖLÜYE SALDIRILAR ARTTI

Açılış konuşmasını yapan avukat Gulan Çağın Kaleli, Türkiye’de uzun yıllar boyunca ölülere yönelik şiddetin ve mezarlıklara saldırıların olduğunu ve uygulamaların son yıllarda bu şiddeti arttığını ifade etti. İnisiyatifin amacının ölülere yönelik şiddete ve mezarlıklara saldırılara dikkat çekerek, sonlanmasını sağlamak olduğunu belirten Kaleli, dayanışmanın önemine vurgu yaptı. Kaleli, düzenlenen panellerle hem yerel de hem uluslararası alanda yaşananlara ilişkin duyarlılık yaratmaya çalışıldığını kaydetti.

KESKİN: ÇOK FAZLA SUÇ İŞLENDİ

Panelde ilk olarak söz alan İHD Eşbaşkanı Eren Keskin, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yaşanan katliamlar ve ölülere yönelik işlenen suçlar, 1990’lı yıllar itibari ölülere yönelik saldırılar ile kadın ölümleri ve cenazelere yönelik saldırıları değerlendirdi.

“Bu coğrafya bir suç coğrafyası” diyen Keskin, 1915 Ermeni soykırımını gerçekleştiren zihniyetin cumhuriyetin kurucu zihniyeti olduğunu ifade etti. Bu günü anlamak için cumhuriyetin kuruluş dönemi hukukuna bakmak gerektiğini söyleyen Keskin, “Kanunların yapıldığı dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt demiştir ki ‘bütün herkes duysun ki bu coğrafyanın tek belirleyeni Türk milletidir. Bunun dışında kalan herkes Türke hizmetçi olmak zorundadır’ diyor. Bu, devletinin kurucu kılıfı oldu ve çok fazla suç işlendi” dedi.

1990’lı yıllarda yaşanan “faili meçhul” cinayetlerde çok fazla arkadaşlarını ve büyüklerini kaybettiklerini dile getiren Keskin, HDP İzmir il binasında Deniz Poyraz katledildikten sonra bedenine işkence edildiği bilgisine ulaştıklarını vurguladı.

‘AB TÜRKİYE’NİN SUÇLARININ ORTAĞIDIR’

Keskin, ASALA üyesi Levon Ekmekçiyan, Dargeçit davası, Nahide Opuz davaları, Samatya cinayeti davası gibi olaylara ilişkin detaylı bilgiler paylaşarak, yaşananları ve dava süreçlerini anlattı. Türkiye’nin Birleşmiş Milletler (BM) Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşmeyi imzalamadığını dile getiren Keskin, böylelikle davalarda zaman aşımı nedeniyle cezasızlığın hedeflendiğine dikkat çekti.

Türkiye’de nefret suçu diye bir suçun olmadığını, 122’inci maddede tanımlanan ayrımcılık suçunun olduğunun altını çizen Keskin, Türkiye’nin hem kendi hukukunu ne de taraf olduğu uluslararası hukuk kurallarını çiğnediğini kaydeden Keskin, Avrupa Birliği'nin de Türkiye’nin işlediği suçların yanı sıra taraf olmasına rağmen bu kuralları çiğnemesine sessiz kaldığını söyledi. Keskin, “Kendimi hiç bu dönemde olduğu kadar yalnız, çaresiz ve dayanıksız hissetmedim. 1990’larda da suç işliyorlardı ama inkar ediyorlardı. Ama şimdi işledikleri suçları gizleme gereği bile duymuyorlar. Öte yandan bazı kadın cinayetleri var ki sessiz kalınıyor. Ekin Van bütün uluslararası sözleşmelere aykırı şekilde katledildi ve çıplak bedeni teşhir edildi. Bu muhalefetin çifte standardını da ayrıca tartışmak gerekiyor” diye konuştu.

ÇAKMAK: SALDIRILAR DEVLET GELENEĞİ

Avukat Serhat Çakmak da, Bitlis merkeze bağlı Yukarı Ölek (Oleka Jor) köyünde bulunan Garzan Mezarlığı’nın yıkılarak, cenazelerin İstanbul’da Kilyos Mezarlığı’ndaki kaldırıma gömülmesi süreçlerinde yaşananları anlattı. Olayın başlangıcından beri yaşananları takip eden Çakmak, öte yandan farklı illerde mezarlıklara ve ölülere yönelik saldırıları ve yargının tutumlarına ilişkin de değerlendirmelerde bulundu.

Cenaze ve mezarlıklara saldırıların tekçi zihniyetin politikalarının bir parçası olduğunun altını çizen Çakmak, Cumhuriyet tarihi boyunca bu tür uygulamaların sıklıkla yaşandığını kaydetti. Çakmak, bu politikaların bir devlet geleneği olarak bu güne geldiğini belirterek, 1990’lı yıllardan itibaren yaşamını yitiren PKK’lilerin cenazelerine yönelik uygulamaları örneklerle anlattı.

KİLYOS DEHŞETİ

Sürecin son halkalarından biri olarak Garzan Mezarlığı’ndan cenazelerin çıkarılmasını örnek gösteren Çakmak, “Garzan’daki mezarlık Osmanlı döneminden günümüze kadar mezarlık olarak kullanılıyor. Mezarlıklar Müdürlüğü kayıtlarına göre de resmi mezar statüsü olduğu biliniyor. Mezarlık olduğu bilinen bir yere saldırı oldu. Dönem dönem yaşamını yitiren örgüt üyeleri devletin bilgisi dahilinde oraya defnediliyordu. Bir kısmının defin ruhsatı da vardı. Aileler cenazelerini oraya defnediyordu. 2014-2015 yılları arsında buraya hava saldırıları yapıldı ve mezarlığın belli yerleri tahrip edildi. Orada bulunan bir binaya da zara verilmişti. Barış sürecinin bozulması ile birlikte sokağa çıkma yasağı uygulandı ve insanlar oraya ulaşamadı. Ancak daha sonra bir babanın sosyal medyadaki paylaşımı üzerine cenazelerin mezarlıktan çıkarıldığını öğrendik” diye belirtti.

Cenazelerin mezarlıklardan çıkarılmasının ortaya çıkması üzerine Bitlis Valiliği’nin tüm işlemlerin hukuka uygun bir şekilde gerçekleştiği yönündeki açıklamasını hatırlatan Çakmak, “Yaşananlar üzerine Bitlis cumhuriyet Başsavcılığı’na gittik, bir soruşturma nedeniyle cenazelerin çıkarıldığını söyledi. Dosyanın içeriğine ilişkin bilgi vermedi. Ama biz bu işlemin idari bir tasarruf olduğunu düşündük. Elinde defin ruhsatı bulunan ailelere de haber verilmedi. Hiçbir şekilde bir soruşturmanın olmadığını düşünüyoruz. Çünkü ailelere bildirilmediğini gördük. Cenazeler çıkarılırken yetkililere de haber verilmedi. Cenaze ruhsatı olan ailelerin başvuruları ile cenazelerin İstanbul ATK’ye gönderildiğini öğrendik. Bu uygulamaların tamamı hukuka aykırı bir şekilde gerçekleşti. Bu nedenle ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunduk ama takipsizlik kararı verildi. Raporlama için gittiğimiz Kilyos’ta dehşet ile karşılaştık. Bunun için de suç duyurusunda bulunduk ama soruşturma izni verilmedi” dedi.

DÜŞMAN CEZA HUKUKU

2020 yılında birçok bölge ilinde mezarlıklara saldırılar gerçekleştirildiğini vurgulayan Çakmak, ailelere aynı acının defalarca yaşatıldığını vurguladı. Bu saldırıların kişinin hatırasına ve özel yaşamına saldırı suçunu oluşturduğunu söyleyen Çakmak, saldırıların sistematik bir uygulama olduğuna değindi.

Çakmak, ölen kişinin örgüt üyesi olması halinde bunu bir birey olarak görmeme ve normal hukuk kurallarını uygulamama durumunun söz konusu olduğuna işaret ederek, “Biri nasıl örgüt üyeliğinden yargılandığında normal hukuk işlemiyorsa, burada bir normal hukuktaki kuralların uygulanmadığını görüyoruz. Bunun karşılığı düşman ceza hukukudur. Düşman ceza yasasında normal hukuk uygulanmıyor. Aileler her defasında yeniden aynı acıları yaşadıklarını söylüyor” ifadelerini kullandı.

KURBAN: ÖLÜYE SAYGI İNSANLIĞIN ORTAK DEĞERİ

Hukukçu Dr. Dilek Kurban ise ölü bedenlere saygı meselesinin ahlaki bir ilke olarak eski çağlardan beri var olan insanlığın ortak bir değeri olduğunu belirtti.

Ölüye işkenceye ilişkin uluslararası hukukta ciddi boşluklar olduğunu söyleyen Kurban, “Kızılhaç’ın kurallarına baktığımızda 112 ve 117’inci maddelerde düzenlemeler var. Çatışan tarafların ölüleri arama, tespit etme ve ya karşı tarafa iade, iade mümkün değilse defnetme, definin mensup olduğu dinin kurallarına göre defnetme yapılması, aileye haber verilmesi, maddi ve manevi tüm eşyalarının aileye teslim edilmesi gibi geniş tanımlama var” dedi.

AİHM’de görülen Türkiye’ye ilişkin içtihatlarda ölüye değil ailenin onuruna ve dine odaklanıldığını belirten Kurban, bunun eksik ve yanlış bir yaklaşım olduğunu söyledi.

Cizre’de Taybet İnan’ın katledilmesi ve sonrasında günlerce cenazesinin yerlerde bırakılmasını anlatan Kurban, bunun suç olduğunu vurguladı. Ölü bedenlere işkence edilmesinin veya zarar verilmesinin yasaklanması gerektiğini vurgulayan Kurban, “İnsanların öldürülüş şekilleri de çoğu zaman yasalara aykırı olabiliyor. İşkence ile öldürme başlı başına yaşam hakkı ihlali. Devletin yaşam hakkını koruma yükümlüğü var. Ölülerin temel haklardan mahrum bırakılmaması gerekiyor. Kötü muamele yasağı ölü bedenler için geçerli değildir. İnsan onuru sadece yaşarken mi var” diye konuştu.

Soru cevap bölümünün ardından panel sona erdi.