Meslektaşlarımla sohbet: Medyada vurgu sorunu-YORUM

Siyasi mücadelede medyamızın sorunları sanılandan daha fazla çetrefillidir. Bu konuda birkaç örnek vererek medyada çalışan arkadaşlarımla sohbet edeceğim.

Kürt özgürlük hareketi artık dünya çapında bir hareket. Dünya ise çelişkili bir bütün.

Dünya bir “bütün” olduğu için bu dünyayla ilgili olarak Kürt özgürlük hareketinin elbette “bir tek programı” olmak zorunda. Bu program Apocu program. Benim tabirimle “bölgesel devrim” programı. Artık emperyalizmin “zayıf halkası”, “tek bir ülke” değil. Kapitalizmin “eşitsiz gelişme yasası”, vaktiyle şu ya da bu “ülkeyi” emperyalizmin “zayıf halkası” haline getiriyordu. Şimdi “küreselleşme süreçlerinin” yanında bir de “bölgeselleşme süreçleri” var. Kapitalizmin eşitsiz gelişme yasası artık bölgeler arasında hüküm sürüyor. Bölgelerdeki ülkeler benzer koşullara her geçen gün daha fazla sahip oluyor ve bu bölgelerden biri söz konusu yasa gereği, emperyalizmin zayıf halkası haline geliyor. “Başka bir dünya” için emperyalizmin zayıf halkasını “tek bir ülkede” değil, zayıf halka haline gelen “bir bölgede” kopartmak Apocu programı hayata geçirmenin stratejik hedefi. Avrupa bir bölge. Uzak Asya da. Kuzey Afrika da öyle. Latin Amerika da. Bunların içinde emperyalizmin zayıf halkası Ortadoğu’dur. Apocu program zinciri buradan kopartma stratejisine temellik ediyor: Konfederal Ortadoğu Ortak Evinden söz ediyorum.

Ama dünya aynı zamanda “çelişkili”. Bizim medya çalışanlarımız birbirinden çok farklı somut koşullara sahip farklı bölgelerde ve ülkelerde çalışmakta. Sorun da burada. Herkes için ortak olan programı ve onun stratejik yönelimini hayata geçirme konusu tüm medya çalışanlarına yol gösteriyor.

Ancak bunu başarmak çalıştığımız ülkelerde var olan farklı somut özellikleri dikkate almayı gerektiriyor.

Şimdi örneklere geçebiliriz:

Diyelim ki Avrupa’da çalışıyoruz. Alman devleti faşist diktatörü davet etmiş. Avrupa’ya seslenen medyamızın önünde duran görev, Merkel hükümetini amansız bir şekilde eleştirmektir. Bu eleştirinin kapsamına Avrupa “demokrasisinin” iki yüzlülüğünü sergilemek de giriyor. Almanya’nın emperyalist bir ülke oluşu ve Türkiye’yi AB’den “dışlama” ve sığınmacı göçünü önleme karşılığında faşist rejimi emperyalist çıkarları için desteklediği gerçeğini inandırıcı biçimde dile getireceğizdir. Bu çalışmamızın amacı Almanya kamuoyunu Merkel hükümetine karşı uyarmak ve kazanmaktır. O nedenle “Merkel Erdoğan’a taviz üstüne taviz verdi, bu Alman ve Avrupa halkının çıkarlarına aykırıdır” demekteyiz. Şu anda yapılan da budur.

Ancak, eğer Türkiye’de çalışıyorsak durum değişir. Eğer biz Avrupa kamuoyuna seslendiğimiz iddia ve argümanlarla Türkiye kamuoyuna seslenmeye kalkarsak, yanlış yaparız. “Merkel faşist diktatörün önünde mülteci kozu nedeniyle geriledi” dediğimiz anda, diktatör Erdoğan’ın “başarısından” farkına bile varmadan söz etmiş oluruz. Türkiye kamuoyunu Almanya’ya karşı değil, faşist rejime karşı harekete geçirmek görevimizdir. O nedenle Türkiye’de medyamızın vurgusu, “Erdoğan yedi düvelle savaştan çark etti, üçüncü dünya savaşında yenildiği için, dün Nazi dediği Merkel’in ayağına gitti, Erdoğan Almanya’da teslim anlaşması görüşmeleri yapıyor, siz kırmızı halıya bakmayın, o halının üstünde yürüyen Erdoğan yenilmiş bir devletin zayıflamış diktatörüdür” şeklinde olmalı.

Almanya’da Merkel’in Erdoğan’a “gülücüklerle” bakışını mutlaka alaya almalıyız. Dünyanın hiçbir aktristi onun kadar rol kesemezdi. Gerçekte Erdoğan’dan nefret eden Merkel, Batı diplomasisinin en kepaze davranışlarıyla kendini kendi halkı önünde küçük düşürüyor. Bunları ve başkalarını anlatmalıyız.

Türkiye’de ise Merkel’in bu tutumunun arkasındaki gerçeği vurgulamalıyız.

Eğer Suriye’ye sıkıştırılmış üçüncü dünya savaşında yalnızca “iki cephe” olsaydı ve savaş bu cephelerden birinin zaferiyle sonuçlansaydı, Türkiye’nin durumu vaktiyle Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki durumuna benzerdi. Merkel ya da Trump, ya da Makron diyelim ki Rusya’ya ve Çin’e karşı üstünlük sağladı, bu durumda sözü edilenler Erdoğan’la görüşmek şöyle dursun, onu yargı önüne çıkarırlardı.

Ama bu savaş “post modern bir savaş.” Küresel güçlerden hiçbiri henüz yenik düşmedi. ABD de Rusya da Almanya da aynı küresel dengenin içinde mevzilerini koruyor. Yenilen Türkiye ve DAİŞ’tir. Her savaştan sonra yenilenler nasıl bir “teslim anlaşması” yaparsa Türkiye de yapacak. Ama dünya dengesi öyle ki, küreseller birbirlerine üstün gelemedikleri için, mağlup olan Türkiye’yi “teslim alma” konusunda yarışmakta. Ve Erdoğan’ın da yaptığı bu yarıştan yararlanarak “kendisine en az zarar verecek, buna karşılık Kürtlere en fazla zarar verecek” olan ülkeye teslim olmaktan ibarettir.

Durum böyle olduğu için, Türkiye’yi teslim almak isteyen devletler Erdoğan’a “şirinlik yarışına” giriyorlar. Bir bakıma “bana teslim ol, en az zararla kurtulursun, iktidarını korursun, Apoculara istediğin zararı verirsin” demekteler. Şu anda Almanya’da Merkel, Türkiye’yi Rusya’ya ya da ABD’ye değil de Almanya’ya “teslim olma” konusunda “ikna” etmeye çalışıyor. Malum, Damat ekonomik alanda ABD'yle "teslim anlaşmasını" imzaladı. İMF'ye gitmemek için Türk ekonomisini McKinsey adındaki özel şirketin denetimine verdi. Almanya da bu "yeni Duyun-u Umumiye" rejiminden kendi payını istiyor. 

Sonuç olarak Almanya’da “zavallı Merkel” diyeceksek, Türkiye’de “zavallı Erdoğan” demeliyiz.

Kısaca bir de Öcalan’a karşı “tecrit” uygulamasıyla ilgili de bir iki söz edeyim.

Batı kamuoyuna seslenen medyada vurgu “Öcalan’ın insan haklarının ihlaline” yapılırken, Türkiye’de “ağır tecride karşı Öcalan’ın tek kişilik hücresindeki olağanüstü direnişine” yapılmalı. Avrupa’da insan haklarından yana kamuoyunun Öcalan’la dayanışması için konuşurken, Türkiye’de “Öcalan direniyor sen de diren” diye konuşmalı. Batıda “Öcalan’ın hayatı tehlikede” diye alarm verirken, Türkiye’de “eğer Önderlik boyun eğseydi, tecrit ne kelime, tüm havuz medyası İmralı’ya koşardı” diyerek Öcalan’ın boyun eğmediğini halka anlatmak, o tek başına direnirken biz milyonlar ayağa kalkalım çağrısını yapmak gerekir. Avrupa’da Öcalan’la dayanışma, Türkiye’de Öcalan için direniş.

Son örnek: Fırat’ın Batısında vurgu Türkiyeliliğe iken Kürdistan’ın bütün parçalarında vurgu Kürt ulusal birliğine yapılmalı.

Bu yazıda “Vurgu”dan söz ediyorum. Yoksa Avrupa’da başka, Türkiye’de başka, Fırat’ın doğusunda başka, batısında başka konuşalım demiyorum. Dünya dilinde yazılmış Apocu programın gerektirdiği strateji ve taktikleri her ülkenin diline çevirmekten söz ediyorum.