Onaran: Hasta mahpusların sesi biziz!

İHD İstanbul Şubesi Hapishaneler Komisyonu Üyesi Hatice Onaran, hasta mahpusları bulundukları olumsuz koşullara terk etmenin insanlığa sığmayacağını vurguladı ve “Onların sesi biziz” diyerek duyarlılık çağrısı yaptı.

Hak ihlallerinin, işkence ve keyfi uygulamaların artarak devam ettiği Türkiye cezaevlerinde hasta tutsakların durumu alarm veriyor.

İktidarın baskıcı politikalarının her gün yeni bir mağduriyeti doğurduğu cezaevlerinde derinleşen hukuksuzluğa tepki de, ülkede hakim olan genel baskı nedeniyle sosyal medyada yapılan paylaşımlardan öteye gidemiyor. Bu cendere ise hasta tutsakların göz göre göre ölüme terk edilmesine neden oluyor. 

Hasta tutsakların durumunu yıllardır takip eden ve raporlaştıran İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Hapishaneler Komisyonu üyesi Hatice Onaran, cezaevindeki genel durumu ANF’ye değerlendirdi. 

Gelinen noktada 12 Eylül’ü bile aşan insanlık dışı uygulamalar ve işkencelerle karşı karşıya olunduğuna dikkat çeken Onaran, devletin kin ve nefret yaklaşımı yüzünden hasta tutsakların bırakılmadığını kaydetti.

‘ÇÖZÜM SÜRECİ BİTİRİLİNCE VERİLEN SÖZLER RAFA KALKTI’ 

Bu noktaya adım adım gelindiğini dile getiren Onaran, oysa birkaç yıl öncesine kadar, çözüm süreci döneminde hasta tutsakların serbest bırakılacağı yönünde büyük bir umut yeşerdiğini ifade etti. 

Onaran, F Oturum eylemlerinin yapıldığı 2014 yılında İHD olarak İstanbul’dan Ankara’ya yürüyüş yaptıklarını ve ilk defa Adalet Bakanlığı müsteşarı ile bir görüşme gerçekleştirildiğini belirtti. Görüşmede durumu çok ağır olan hasta tutsakların dosyalarını oluşturup müsteşara verdiklerini anlatan Onaran, o dönem İHD temsilcilerinin katıldığı görüşmelerde, “Siz burada 60 kişilik bir liste getirmişsiniz ama biz daha fazlasını çıkaracağız” sözü verildiğini ancak çözüm sürecinin bitirilmesiyle bu sözün de rafa kalktığını söyledi. 

‘15 TEMMUZ SONRASI HAPİSHANELER STÖ’LERE KAPATILDI’ 

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında cezaevlerindeki hak ihlallerinin giderek yoğunlaştığına işaret eden Onaran, özellikle OHAL ilan edilmesiyle Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı tarafından cezaevleri konusunda hiçbir veri paylaşılmadığı gibi orada yaşananlarla ilgili en küçük bir bilgi alamaz hale geldiklerini söyledi. 

Bu tarihten önce heyet olarak hapishanelere yapabildikleri ziyaretlerin önünün kesildiğini belirten Onaran, “Darbe girişimi sonrası hem sivil toplum örgütlerine hapishaneler kapatıldı hem de kamuoyu ile bilgi paylaşımı ortadan kaldırıldı. Bunun yerine Adalet Bakanlığı’ndan sanki fabrika açıyormuş gibi sadece, ‘Şu kadar hapishane açtık’ açıklamaları gelmeye başladı. Hapishane sayısıyla gündeme gelen bir bakanlık haline geldi resmen” dedi. 

‘SALGINDA BİLGİ VERİLMEDİĞİ GİBİ ÖNLEM DE ALINMADI’

Salgınla birlikte baskıların had safhaya ulaştığına işaret eden Onaran, eskiden elde edebildikleri çok az sayıda bilgiye de ulaşamaz olduklarını belirtti. 

Onaran, Silivri Cezaevi örneğinde olduğu gibi, alınmayan önlemler nedeniyle çok sayıda mahpusun salgına yakalandığını, karantina hücrelerine konulduğunu ancak ailelerle yapılan telefon görüşmelerinden sadece çok azı hakkında haber alabildiklerini belirtti. 

Salgında ailelere bile bilgi verilmediğini ifade eden Onaran, “Ailelere, hapishanede olan yakınlarının korona olduğu bile söylenmedi. Bu durum ancak bizzat mahpuslarla yapılan telefon görüşmelerinde ortaya çıktı. Bilgi verilmediği gibi önlem de alınmadı. Mesela salgın baş gösterdiğinde ilk önce görüşlerin tamamen yasaklanmadığını öğrendik; halbuki ilk önce hapishanelerde gereken tedbirlerin alınacağını duymak isterdik. Hijyenik malzemeler verilmedi, mahpuslar kapasitesinden çok daha yoğun koğuş ve hücrelerde beraber tutuldu. Gardiyanlar tarafından maskesiz yapılan hücre ve koğuş baskınlarında adeta salgına davetiye çıkartıldı. Bu baskınlarda salgın durumu hiçe sayılırken, hasta mahpusların hastaneye gidişleri salgın bahanesiyle engellendi ya da cezalandırma biçimine dönüşen çok uzun süreli karantina dayatmasına maruz bırakıldılar. Revire çıkarıldıklarında ise bir ağrı kesici verilerek hücrelerine geri gönderildiler. Şimdi de insanlık onuruna aykırı ağız içi arama bahanesiyle hasta mahpusların hastaneye sevkleri engelleniyor” diye konuştu. 

‘KATMERLENEN DÜŞMANCA BİR YAKLAŞIM HAKİM’

Geçen 2.5 yıl içerisinde açık görüşler yeniden başlasa da, kimi zaman salgın kimi zaman da çıkan genelgeler gerekçe gösterilerek insanlık dışı uygulamaların sürdüğünü vurgulayan Onaran, özellikle çıplak arama dayatmasıyla, tek kişilik hücre cezalarıyla, darp ve işkencelerle hapishanelerde OHAL’den bu yana katmerlenen düşmanca bir yaklaşımın hakim olduğunu kaydetti. Devletin artık sadece politik mahpuslara değil kendisine muhalif olan herkese sistematik ve çok açık bir biçimde, sınıfsal kin ile yaklaştığını belirten Onaran, bu nefret ve ötekileştirmenin getirdiği bakış açısının bir cezalandırma yöntemine dönüştüğüne dikkat çekti. Gelinen noktayı , “Mahpuslar hangi cezadan içeriye girerse girsin artık oradan çıkartmama anlayışı var” diye özetleyen Onaran, yeni kurulan gözlem kuruluyla keyfi disiplin cezaları, infazların yakılması kararlarının verildiğini söyledi. 

‘SADECE ATK RAPORLARI DİKKATE ALINIYOR’

Hapishanelerde sadece 2 ayda 9 cenaze çıkmasının gelinen noktanın en somut göstergesi olduğunu vurgulayan Onaran, bu 9 mahpustan çoğunun Hapishane Komisyonu’nun ağır hasta mahpus listesinde yer aldığına, F Oturumlarda defalarca konu edildiklerine ve tedavi edilmek yerine göz göre göre ölüme terk edildiklerine işaret etti.

Hayatını kaybeden kanser hastası Halil Güneş’in bu mahpuslardan olduğunu hatırlatan Onaran, şöyle konuştu: “Halil Güneş 2012 yılından beri ağır hasta mahpus listesindeydi. 1993’te gözaltına alındığında çok ağır ve yoğun işkencelere maruz kalıyor. Kaburgaları kırılıyor, tutukluluğunda ise akciğerlerinde önce lekeler beliriyor, ondan sonra da kanser olduğu ortaya çıkıyor. Halil Güneş’in üzerine çok durulmasına rağmen infazı ertelenmedi. Demin söz ettiğim devletin bu kin ve nefret yaklaşımı yüzünden, Halil Güneş ve onun gibi ağır hasta olanlar bırakılmadılar ve bırakılmıyorlar. Burada da esas dikkate alınması gereken hastane raporları yerine, “Cezaevinde kalabilir” diyen Adli Tıp Kurumu (ATK) raporları dikkate alınıyor. Halil Güneş’in de hastaneden ‘Cezaevinde kalamaz’ raporu varken, ATK tarafından verilen tam aksi yöndeki rapor esas alındı ve hapishanede hayatını kaybetti. Bugün aynı durumda olan Mehmet Emin Özkan, Devrim Ayık neden bırakılmıyor? Ölümle burun burunalar. Ama ya ATK ya savcı ya da emniyetin kararlarıyla bırakılmıyorlar.” 

‘BİR VEDA HAKKI OLMALI’

Özellikle kanser ve kronik hastalığı olan mahpusların üzerinde durduklarını, çünkü bu hastalıklardan ne yazık ki geri dönüş olmadığını belirten Onaran, veda hakkının önemine değindi. İnsanların yakınlarıyla veda hakkı olması gerektiğini vurgulayan Onaran, hasta tutsak Koçer Özdal örneğini verdi. Onaran, “Koçer Özdal kanser hastasıydı ve hastalık bütün vücuduna yayılmıştı. 20-25 gün kaldığı yoğun bakımda nefes alamayacak durumdayken bile yatağında ayak ve el bileklerinden kelepçeli halde tutuluyordu. Hayatını kaybettiğinde ise ailesine cenaze teslim edildiğinde vücudunda bu kelepçelerin izi kalmıştı. Eşi, bu görüntüyü hiç unutamadı. Oysa bir veda hakkı olmalıydı. İstediği ortamda, ailesiyle, istediği bir hastanede son günlerini geçirebilirdi” dedi. 

Hapishanelerdeki kötü koşullar nedeniyle sağlıklı giren insanların dahi hastalandığı bir ortamda, zaten hasta olanların tedavisinin imkansız olduğunu kaydeden Onaran, doğru dürüst tedavi dahi edilmedikleri için hastalıklara başka hastalıklar eklendiğini hatırlattı. 

‘YENİ İMRALI CEZAEVLERİ YARATILMAK İSTENİYOR’

Üstelik, Ruken Yılmaz örneğinde olduğu gibi, hasta mahpusların yeni inşa edilen ve hücre tipinin dayatıldığı S Tipi cezaevlerine sevk edildiğini hatırlatan Onaran, bunun kötülüğün son noktası olduğunu vurguladı. Tecridin işkence olduğunun altını çizen Onaran, bunun bir de hasta mahpuslara uygulanmasının daha da büyük bir zulüm olduğunu kaydetti. “Tüm ülkede yeni İmralı cezaevleri yaratılmak isteniyor” diyen Onaran, “F Tipi kâr etmedi herhalde ki, şimdi de S Tipi ortaya çıktı. Bu çok ağır. Zaten dört duvar arasında insanlar, daha ne isteniyor?” diye tepki gösterdi. 

‘MARMARA BÖLGESİ’NDE 100’Ü AĞIR 300 HASTA MAHPUS VAR’

Bugün sadece Edirne’den Bolu’ya Marmara Bölgesi’ndeki hapishanelerde 100’ü ağır 300 hasta mahpus olduğuna dikkat çeken Onaran, bu mahpuslardan birkaçının durumunu şöyle aktardı: “Metris’te durumu ağır olan hasta mahpuslardan Ergin Aktaş var. Aktaş hem engelli hem de Koah hastası. Yanında tutulan Serdal Yıldırım’ın da belden aşağıda platini var, ancak tekerlekli sandalye ile hareket edebiliyor. O platin de yerinden oynamış, acilen ameliyat olması gerekiyor ancak hapishane koşullarında olamıyor. Bu iki hasta mahpus kamuoyunun tüm çağrılarına rağmen hala serbest bırakılmıyorlar. Silivri’de Cengiz Sinan Halis Çelik, mesane kanseri ve epilepsi hastası. O da gözaltına alındığında tıpkı Halil Güneş gibi çok yoğun işkencelere maruz kaldı. Kaburgaları zedelendiği için solunum problemleri var. Cengiz, 15 Temmuz darbe girişimi döneminde tedavi olmak için yatırıldığı Silivri Hapishanesi kampüs hastanesinde adli bir mahpus tarafından saldırıya uğruyor ve kasığından şişleniyor. O nedenle uzun süre yatalak kaldı. Kocaeli’de Aysel Tuğluk’un durumu giderek kötüleşiyor. Uzun süredir üzerinde durduğumuz kalp ve Wernicke-Korsakoff hastası Abdullah Kalay var. Kalbi yüzde 30 çalışıyor. Beyin kanaması nedeniyle kısmi felç geçiren ve durumu ciddiyetini koruyan İsmail  Yılmaz var. Wernicke-Korsakoff hastası olan Kemal Turanoğlu ve Kemal Ertürk var. Recep Çitikbel’in beyninde omur çekilmesi var ve sürekli tedavi olmadığı için hastalığı giderek ilerliyor, şu anda bakıma muhtaç durumda yaşıyor. Ayrıca şizofreni hastalığı da var.”

‘AİLELERE BÜYÜK GÖREV DÜŞÜYOR’

Hasta mahpusların durumunun daha da gündemleşmesi için aileler ve insan hakları savunucuları başta olmak üzere tüm kurum ve kuruluşlara büyük görev düştüğünü ifade eden Onaran, kamuoyunun bu meseleye daha duyarlı olması gerektiğinin altını çizdi. 

Onaran, “Onların sesi biziz, yani dışarısı. Dışarıdan ses, soluk olmadığı sürece, bu sorun çözülmez. Özellikle ailelerin daha duyarlı olması gerekiyor ve telefon görüşmelerinde ‘nasılsın, iyi misin’ diye geçiştirmeden, hak ihlallerini irdeleyerek her şeyi sorması gerekiyor. Bir şey öğrendiğinde ise ilgili kurumlara veya avukatlara bildirmesi ve bu konuda kamuoyu oluşturması gerekiyor. Hasta mahpusları bulundukları olumsuz koşullara terk etmek de insanlığa sığmaz. Başka Halil Güneşler olmaması için hasta mahpusların, özellikle kanser ve kronik hastalıkları olanların, küçük çocukları olan ve hamile kadın mahpusların derhal serbest bırakılması gerekiyor” dedi.