PJAK Eşbaşkanı Zilan Vejin: Değişimi yaratan toplumlardır

PJAK Eşbaşkanı Zilan Vejin: Değişimi yaratan toplumun mücadelesidir. Toplum bir hafta boyunca sürekli ve topyekün bir biçimde, ortak ruh ile eylemselliğe geçtiğinde, en büyük sistemler, en güçlü sistemler dünya çapında bile olsalar yıkılırlar.

Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK) Eşbaşkanı Zilan Vejin, Kürdistan’daki savaşı, yaşanan önemli değişim ve dönüşümler ile İran’daki son Cumhurbaşkanlığı seçimlerini değerlendirdi. İran halkının sosyolojik ve düşünsel gelişme ve dönüşümünün sosyalizm ve demokrasi sistemini kurmaya öncülük yapabilecek düzeyde olduğuna işaret eden Zilan Vejin, “Her zamankinden çok İran halkı bu imkanlara sahiptir. Eğer özgürlük, sosyalizm, demokrasi düşüncesiyle, kendi özgür ve demokratik sistemimizi oluşturursak, iktidarcılığa karşı özgürlük devrimini başarabiliriz. Tüm İran’daki halklar, Kürt halkımız başta olmak üzere ortakça, birlikte mücadele saflarında yer alırsak, yılların mücadele tecrübesiyle başarımız kesin olacaktır” dedi. 

PJAK Eşbaşkanı Zilan Vejin’in ajansımızın sorularına verdiği yanıtlar şöyle: 

Kürdistan ve bölgede çok önemli gelişmeler yaşanmaktadır, siz bu süreci nasıl ele alıyorsunuz, bu gidişat nereye evriliyor?

Biz Haziran ayındayız. Bu ayın halkımızın özgürlük mücadelesinde taşıdığı anlam ve önemi biliniyor. 1996’da Zeynep Kınacı (Zilan) Dersim’de, 2006’da ise Letife Selamet (Zilan Pepule) yoldaş Merivan’da şahadete ulaştılar. Bu kahraman yoldaşlar mücadelede yepyeni bir sayfa açtılar, onların şahsında tüm özgürlük şehitlerini minnet ve saygıyla anıyorum. Kürt halk mücadelesinin, özelde de kadın özgürlük mücadelesinin bir diyalektiği olarak, her zaman mücadelemiz birbirini etkilemekte, ileriye götürmekte, işgalciliğe ve erkek egemenliğine karşı, kendini çok daha yüksek ve büyük bir aşamaya ulaştırmaktadır. Denilebilir ki iki Zilan yoldaş farklı mekan ve zamanlarda da olsa, tek ruh ve tek ideolojik çizgi doğrultusunda öncülük ve mücadeleyi yükseltme düzeyine ulaştılar. Bu ise bizim için oldukça anlamlı ve değerli olmaktadır. İki yoldaş da Apocu çizgide hakikatin militanlığını yaptılar. Şunu belirtmem gerekir ki Zilan, Önder Apo’nun ideolojisi, çizgisi ve anlayışına sahiplenme, onun eylemsel ifadesi olmaktadır. Bugün de aynen 1996 yılında olduğu gibi, Önderliğimize karşı komplo ve kirli oyunlar İmralı sistemi adı altında yürütülmektedir. Bu işkence sisteminde ulular arası güçlerin yanı sıra, bölgesel güçler de yer almakta, köle-işbirlikçi Kürtler de dahil ediliyor. Bundan dolayı Zilanların o direnişçi ruhu ve özgürlükçü özlerini yükseltmemiz, işkence ve soykırımcı politikaları yıkmamız için mücadelemizi çok daha etkili geliştirmemiz önemli olmaktadır. Bu hem kahraman şehitlerin anısına verilecek en doğru cevap, hem de özgürlük devrimini başarmanın gereği olmaktadır. 

Ortadoğu’da uzun süreli bir savaş yaşanmaktadır. Fakat daha çok diktatör ve otokratik sistemler hakim kılınmaya çalışılıyor. Halkların özgürlük istem ve direnişinin önünün alınması amacıyla, yine onların demokratik ve alternatif sistemlerinin oluşmaması için kriz ve karmaşa derinleştiriliyor. Ortadoğu toplumları geçen sürede birçok yönüyle iktidarcıların yıkıcı ve kirli yüzlerini gördüler, demokrasi, sosyalizm ve eşitlik istemiyle ortaya çıktılar. Bu dönemde radikal ve keskin bir duruşa sahip oldular. Fakat onların bu taleplerinin sisteme ve alternatif bir oluşuma gitmemesi için birçok yönüyle müdahale edildi.

Bu durum halen sürmektedir. Yani nasıl ki birinci ve ikinci dünya savaşları Ortadoğu’da yıkım ve krize neden olduysa, ayrıca nasıl ki toplum-dışı sistemleri hakim kılarak toplumlara dayattılar ise şimdi de hegemon ve emperyal dünya sermayesi topluma daha despot ve sömürgeci güçleri dayatmaya çalışıyor. 3. Dünya Savaşı’nın da diğer dünya savaşları gibi Ortadoğu’ya sadece yıkım ve yenilmeye mal olması için her şey, her türlü insanlık dışı uygulama devreye sokulmuştur. Suriye, Irak, Lübnan, Türkiye, İran bunun en açık göstergesidir. Bu ülkelerde inanç, etnik, sınıfsal çelişkiler körükleniyor, çıkan politik ve idari boşluklar ise diktatör ve muhafazakar kesimler ile dolduruluyor. Aslında toplum ve sistem arasındaki çelişki, yine devletler arasındaki çelişkilerden kazanç sağlayan ve çıkarcı çıkan tek kesim de uluslar arası güçler oluyor. 

Bölge savaşında Kürdistan’ın yeri ve durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu süreçte iç çatışma tehlikesi de gündemde yer alıyor, bu konuda PKK Yürütme Komitesi’nden Murat Karayılan’ın açıklamaları oldu, siz PJAK olarak bu durum için ne belirtiyorsunuz?

Ortadoğu savaşı en çok Kürdistan’da derinleştirilmeye çalışılıyor. Zaten bu sürece yani Üçüncü Dünya Savaşı’nda taraf olanların hepsi, Kürdistan için özel bir politika yürütmektedir. Özgürlük hareketinin, Kürt halk mücadelesinin son on yılda elde ettiği kazanımları ve gelişmeleri önemliydi. Bu kazanımlar sadece Kürt halkına değil, tüm halklar için önemli kazanımlardı. En çok da Kürtlerin birlikteliği halklar için mücadelede yeni bir çağ ve dönem anlamına geliyordu. Buna karşı ister bölgesel güçler olsun, ister dünya güçleri ya da Kürdistan işgalcileri olsun hemen bu kazanımları yok etmenin, Kürt halkının beraberliğini önlemek ve bölgenin demokratikleşme projesine, halkların birliğine karşı harekete geçtiler. Bu konuda en çok rol biçilen güç TC oldu. Faşist soykırımcı Türk devleti Misak-ı Milli sınırlarına tekrar geri dönmek, bölgede yeniden hakim güç olma niyeti içindedir. Bu yüzden bu savaşı sadece PKK’ye karşı yürütmüyor, PKK şahsında tüm özgürlükçü halklara, özelde de Kürt halkına karşı yürütüyor. Aslında bu savaş dünya iktidar sisteminin desteklediği ulus devlet güçleri ile özgürlük hareketinin ve PKK’nin öncülük ettiği Demokratik Ulus’un direnişçi güçleri arasında yürütülmektedir. Bu savaş bir yönüyle de İran, Irak ve Türkiye üçgeninde sıkışmış durumdadır. İran’a karşı olası müdahale için ise zemin ve hazırlık anlamına gelmektedir. Bir çok farklı güç ise bu savaştan çıkar sağlama peşindedir. 

Kürdistan’a karşı yürütülen savaş ve saldırılara karşı özgürlük gerillaları çok büyük onur direnişi ve iradeli bir mücadele içerisindedirler. Gerillaya karşı çok yönlü gelişkin teknik ve insanlık dışı, vahşice uygulamalar ve yöntemler kullanılıyor. Bu savaş insanlık değerlerini savunan Kürdistan halkı ve işgalci sömürgeci anti demokratik güçler arasında yürütüldüğü için gerilla ve özgürlük hareketine sahip çıkmak, en önemli ve öncelikli görev olmaktadır. Şunun bilinmesi gerekir ki Özgürlük Hareketi’nin varlığı özgür Kürt varlığı, kimliği ve iradesi anlamına gelmektedir. Bu yüzden tüm Kürt varlığı tehlike altındadır. Zaten bu kirli savaşta hiç bir sınır ve ölçü tanınmıyor. Rojava, Şengal, Maxmur’a saldırılıyor. Halka, kadınlara, gençlere saldırılıyor, katlediliyor. Türkiye sömürgeci güçleri bölgelerimize bile saldırıyor, gerillalarımızı da hedef alıyorlar. Birkaç gün önce 2 YRK gerillamız Türk savaş uçaklarının bombardımanı sonucu şehadete ulaştılar. Siyasetçi kadın Deniz Poyraz’ın İzmir’de katledilmesi de bu savaş ve soykırımın ulaştığı düzeyi göstermektedir. Bu savaş tek parça ve tümden Kürt halkının, bu halkın değerlerine karşı yürütüldüğü görülmektedir, kimse bunu inkar edemez. Zaten HDP’ye karşı açılan dava ise bu soykırımcı ve savaş gerçeğinin bir parçası olmaktadır. 

Kürdistan’da ahlak ve adalet dışı bir hukuk, ilkesiz ve vahşice bir savaş devrededir. Çünkü işgalci sömürgeci güçler kendi diledikleri gibi karar alıyor ve bunu da dayatıyorlar. Fakat Kürdistan artık kimsesiz, sahipsiz ve savunma gücünden yoksun değildir. Artık bir asır öncesi gibi istedikleri gibi Kürtlere yaklaşamazlar, 40 yıldır muazzam bir direniş ve mücadele sürmektedir, çok önemli bir savunma gücü ortaya çıkmıştır. Artık sömürgeci işgalci güçlerin bu gerçeği görmeleri, kabul etmeleri gerekir, aksi halde, özgürlükçü direnişçilerin cevabıyla karşılaşır ve yok olacaklardır. 

Bu zorlu ve çok boyutlu savaşa baktığımızda, Kürt halkı olarak, Kürt örgüt ve hareketleri olarak her boyutta kendi tavrımızı ve tarafımızı netçe ortaya koymamız gerekir. Halkımız ve özgürlükçü kesimler bu savaşa karşı tutumlarını netçe özgürlükçü hareketten yana ortaya koydular. Böylesi bir süreçte bu savaşa zemin hazırlayan, bu savaşı besleyen ve güçlendiren PDK’dir. Bu ise hiç bir şekilde kabul edilemez bir yaklaşımdır. Kürtlere bu süreçte kayıp ettirecek olan şey birlik olamamak, parçalı olmaktır. PDK birliğe gelmediği gibi, bir de Kürt halkının kazanımlarına karşıtlık yapıyor. Zıtlık teşkil ediyor. Bu siyaset Kürt halkına kayıp ettiriyor. 

Kürt halkına büyük bir zulüm ve sömürgecilik uygulanıyor, bu duruma karşı direnmemek, ülke ve toprağı savunmamak, mücadele yürütmemek ise Kürt halkının kendine yaptığı en büyük zulüm olacaktır. İşgale kapı açmak kendine yapılacak en büyük zulümdür. Bu savaş onur ve özgürlük, özgür varlığın savaşıdır. 

Doğrudur! İç savaş ihtimaline karşı PKK yürütmesinden uyarılar ve çağrılar yapıldı. Buna cevaben bir çok aydın, siyasetçi, sanatçı, siyasi ve toplumsal aktivist kendi tutumunu yani kendi taraflarını açık bir biçimde ortaya koydular ve bu sorunun diyalog ile çözümünü istediler. Bu ilk adımdı, önemliydi. PKK açık bir biçimde iç savaşa karşı olduğunu ve iç savaşa katılmayacağını söyledi. Fakat halkın ve yurtsever kesimin ısrarla KDP’ye tavrını göstermesi, kardeş savaşına girmeyeceğine dair tutum belirlemesi için baskı uygulaması gerekir. Bazı kesimler ise “Biz iç savaşa, kardeş savaşına katılmıyoruz” belirlemeleri oldu, bu tutum açık bir tutum değildir. Kardeş savaşına karşı ve bunu yürüten kesime karşı tutum gösterilmesi gerekir. Biz PJAK olarak, sadece iç savaşa karşı olduğumuzu belirtmiyor, ayrıca iç savaşa neden olan ve bunu geliştirene karşı da tutumumuzu çok açık bir biçimde ortaya koyuyoruz. 

Buna karşı Doğu Kürdistan nasıl bir tutum içindedir?

Kürdistan’ın diğer parçalarında olduğu gibi, Doğu Kürdistan’ın bir çok kahraman gençleri de özgürlük saflarına katılım sağlamaktadır. Son savaşta Türkiye işgalciliğine karşı çok değerli Rojhılatlı yoldaşlar şehadete ulaştılar. Doğu Kürdistan öncüleri komutan Hewram Rojhilat, Egid İlam, Dilan Maku, Erdal Urmiye şahsında birçok doğulu yoldaşımız bu işgale karşı savaştılar şehadete ulaştılar. Bunu aslında Doğu Kürdistan’ın Türk işgalciliğine karşı tutumu olarak görmemiz gerekir. Yine işgalcilikle işbirliği yapan, destek sunan yaklaşım ve politikalara karşı, verilecek cevap bu olmaktadır. Doğu Kürdistan en değerli evlatlarıyla bedel ödeyerek kendi tutumunu ortaya koymuştur. Şehitlerin aileleri Doğu Kürdistan’da tüm baskılara rağmen şehitlerini sahiplendi. Özellikle Şehit Egid İlam yoldaşın ve yine İlam halkının heybetli bir biçimde onurluca şehidine sahip çıkması çok anlamlıdır. Bu yerinde bir yaklaşım ve Doğu Kürdistan’ın verdiği mesajdır. Doğu Kürdistan halkımız yurtsever ve devrimci bir halk olarak bu savaşın kendisine karşı olduğunu görüyor, bunun hiç bir şekilde kabul etmediğini, işgali durdurmak için, ayrıca bir iç savaşın da ortaya çıkmaması için, her düzeyde mücadelesini büyütmektedir. Zaten Doğu Kürdistan kendi tecrübe ve acı deneyimlerinden de yola çıkarak, iç savaşı hiç bir şekilde kabul etmediğini, hele bu süreçte ve bunca kazanımdan soran buna müsaade etmeyeceğini, biliyoruz. 

İran’da cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı, bu seçim süreci nasıldı, sonuçları uzun vadede nasıl bir etki bırakacaktır? 

İran’da İslam Cumhuriyeti kurulduğundan beri, yürütme, yargı ve yasama organları otokratik, teokratik, cinsiyetçi, soykırımcı, mezhepçi bir temel üzerine kuruldu. Ondan dolayı siyasetten tutalım kanuna kadar, yargıdan ekonomiye dek, diplomasiden diğer tüm alanlara kadar bu gerçekliğe göre örgütleniyor. İran’ın seçim sistemi de bunun bir parçası durumundadır. Uzun bir süre boyunca halkı seçim sandıklarına çekmek için dış tehdit ve düşman senaryoları yaratıldı, fakat artık bu senaryonun hiç bir sonuç vermeyeceği görüldü, halkın bu seçimlere katılmayacağı anlaşıldı. 60 milyon seçmenin yarısının bile seçimlere gitmemesi, oy kullanmaması, halkın bu seçimleri boykot ettiğini gösteriyor. Zaten bu seçimde İbrahim Reisi’nin cumhurbaşkanı çıkacağı biliniyordu. 

Çünkü bu kişi İran lideri (Ali Hameneyi) tarafından onay aldı. İran yönetim sistemine göre eğer bir kişi Hameneyi tarafından onaylanırsa, o kişi seçimleri kazanır. Reisi de çok göstermelik bir seçim ile iş başına getirildi. Bununla hem cumhurbaşkanlığı, hem meclis, hem de liderlik kurumu aynı elin, yani muhafazakarların eline geçti. 

Diğer seçim adayları bu yarışta kaybedeceklerini, kazanmayacaklarını bildiklerinden dolayı çok iddiasız ve etkisiz kaldılar. Zaten reformcu kesim kendi içinde parçalı yaklaştı. Bu durumda ister İran halkı, ister sistem içinde muhafazakar kesimden olmayan diğer kesimler olsun, herkes bu seçimlerin sonucunu önceden biliyordu. Sonuç önceden belirlenmişti. İran toplumu, işçisinden tutalım öğretmenine kadar, sendikacısından kadın ve gençliğine, değişik inanç ve mezhep gruplarına dek, çok açık ve tek parça halde kendi tutumunu sergiledi, seçimlerin formaliteden ibaret olduğunu, göstermelik olduğunu söylediler. Zaten halk bu devletten, onun politikalarından bıkmıştır, bu yüzden onun anti-demokratik seçimlerinin de farklı olmayacağını, hiç bir farklı siyasi eğilime imkan sağlamayacağını biliyordu, tepkisini seçimlere katılmamakla gösterdi. 

İbrahim Reisi’nin iş başına gelmesiyle İran’ın durumu olduğundan daha vahim olması beklenmektedir. İran’ın dış ve iç siyaseti iflas etmiştir, bölge ve dünya politikası ise krizlidir. İran’a karşı binden fazla ambargo projesi devrededir. Bu ambargonun kaldırılmasının tek şartı İran’ın sürekli taviz vermesine bağlıdır. Yoksa ekonomi ve siyasetteki kriz derinleşemeye devam edecektir. 

İran’ın iç siyasetinde ise Reisi’nin cumhurbaşkanı olması, neyi değiştirir ya da neye mal olur, bunu şimdiden belirtmek erken olacaktır. Fakat Reisi’nin geçmişi ve karnesi özellikle 1988’deki yıkımı ve katliamcılığı yüzünden çok karadır. Bu da Reisi’den hiçbir beklentinin olmamasına neden olmuştur. Ruhani hükümeti 8 yıl boyunca bir çok vaatte bulundu, tek bir tanesini bile gerçekleştirmedi. Zaten halkın cumhurbaşkanlarından hiçbir beklentisi kalmamıştır. İran’ın sorunu esas olarak sistem sorunudur. Sistem anti demokratik ulus devletçidir. İran’ın günümüz toplumunun istek ve ihtiyaçlarının karşılanması için köklü değişimlerin olması gerekir. Anayasanın değişmesi, demokratik bir sistemin oturtulması gerekir. Zaten toplum bu bilince kavuşmuş, ne istediğinin farkına da varmıştır. 

Son yıllarda İran halkı çok güçlü bir mücadele içerisindeydi, seçimleri protesto ederek de bu mücadelesini daha belirgin ortaya koymuştur. Aslında İran’ı en çok zorlayan şey dış baskılardan ziyade, halkın direniş ve mücadelesi olmaktadır. 

Doğu Kürdistan bu seçimleri nasıl karşıladı?

Kürtler etnik, inanç ve kültürel kimliklerinden dolayı zulüm ve adaletsizlikle karşılaşıyor, devletin baskılarına maruz kalıyorlar. Ayrıca İran da Belüç ve Arap halkları da aynı durumda. Onlar da kendi haklarından yoksunlar. Hiçbir zaman seçim sistemi bu etnik-kültürel kimliklere açık değildi, onları kapsamadı. Bu yüzden söz konusu halklar seçime inanmamış ve çoğunlukla boykot etmişlerdir. Doğu Kürdistan’da yürütülen siyasetten dolayı, yine devletin ideolojik yaklaşımlarından kaynaklı hiç kimse görev ve sorumluluklarını ağır bedeller ödemeden yerine getiremez; ne yurtsever, ne öğretmen, ne ekolojist, ne hukukçu, ne kadın hakları savunucuları, ne aydınlar ne de sanatçılar kendi görevlerini tam anlamıyla yerine getiremiyorlar. Çünkü en küçük bir çaba bir suç olarak ele alınıyor, cezalandırılıyor. Kim ki vicdani ve toplumsal görev ve sorumluluklarına sahip çıkmaya çalışıyorsa devlet karşıtı suçlamasıyla karşılaşır. Toplum ve onun bireyi ya teslim olacak, sessiz kalacak ya da öldürülür ve kayıp ettirilir. 

Rojhilat ve Belücistan, Ehwaz gibi bölgelerdeki hakim atmosfer budur. Buna rağmen Kürt halkı her zaman İran işgalciliğinin kirli planlarını fark etmiş, tüm imkansızlıklara ve baskılara rağmen kendi değer, inanç ve kimliğine sahiplenmiştir. En çok da Kürt kadınları iradi duruşlarıyla buna öncülük etmişlerdir. Onlar çoğu kez açıkça ve korkusuzca mücadelede en ön saflarda yer almışlar. Bu seçim sürecinde de gördük Doğu Kürdistan halkımız seçimleri boykot etti. İran’ın, Rojhilat halkının bu tavır ve mesajını iyi görmesi ve anlaması gerekir. Kürdistan’da seçimler, hükümet ve cumhurbaşkanı meşru değildir. Devletin bu gerçeği görmesi, halk nezdinde kabul görülmediğini anlaması gerekir. 

PJAK olarak İran ve Doğu Kürdistan için nasıl bir mücadele perspektifi sunuyorsunuz? 

Sistemler kendiliğinden değişmez, yıkılmazlar. Değişimi yaratan toplumun mücadelesidir. Toplum bir hafta boyunca sürekli ve topyekün bir biçimde, ortak ruh ile eylemselliğe geçtiğinde, en büyük sistemler, en güçlü sistemler dünya çapında bile olsalar yıkılırlar. Günümüzde var olan mücadeleler çok parçalı ve birbirinden kopuk kalıyor. Bundan kaynaklı istenilen sonucu da vermiyorlar. 

Seçim öncesi halkımız ülke dışında da İran elçiliklerinin önünde güçlü eylemsellikler yürüttü. Fakat İran’da, Doğu Kürdistan’da yine Avrupa ve diğer ülkelerdeki eylemler ve çalışmalar tek elden yürütülmediği için gereken sonucu ortaya çıkartmadı. Dünya devrimleri büyük serhildan, kitlesel ve süreklilik arz eden eylemsellikler ile yaşandı. Eğer bugün bizler devrim ve sistem değişimini istiyorsak, eylem ve direnişimizin bu kapsamda genişlemesi ve birlik içinde olması önemlidir. Bir hafta boyunca herkes iş bıraksın, herkes meydanlarda olsun, serhildanda olsun, o zaman İran devleti değişime gelmek zorunda kalır. 

Bu konuda kadın öncüdür. Geçmişte de cezaevinde, tüm diğer yaşam alanlarında mücadeleye çok aktif katıldı. Baskılara uğradı, yine de sesiz kalmadı. Zaten kadınlar insan olarak kabul edilmiyor, bu yüzden tüm haklarından mahrum kalıyorlar. Bu bile kadınların mücadeleye ve isyana kalkması için yetecek bir nedendir. Kadınlar İran’da her yerde ve her şeye karşı mücadele meydanında olabilir, çünkü her şey cinsiyetçiliğe göre organize edilmiş, bu da kadına çok haklı ve güçlü nedenler sunuyor. İranlı kadınlar büyük cesaret sahibidirler. Bugün de aynı cesaret ile istek ve taleplerine kavuşmak için devrimci bir tavır sergileyebilirler. Diğer toplumsal kesimler de özellikle gençler, öğrenciler, işçiler, emekçiler, çiftçiler vb. demokrasi sorununu en temel yaşamsal sorun olarak görmeleri, iktidarcı sisteme karşı radikalce durmaları gerekir. 

İran halkının sosyolojik ve düşünsel gelişme ve dönüşümleri sosyalizm ve demokrasi sistemini kurmaya öncülük yapabilecek düzeydedir. Her zamankinden çok İran halkı bu imkanlara sahiptir. Eğer özgürlük, sosyalizm, demokrasi düşüncesiyle, kendi özgür ve demokratik sistemimizi oluşturursak, iktidarcılığa karşı özgürlük devrimini başarabiliriz. Tüm İran’daki halklar, Kürt halkımız başta olmak üzere ortakça, birlikte mücadele saflarında yer alırsak, yılların mücadele tecrübesiyle başarımız kesin olacaktır.