Saçılık: Cezaevleri yenilginin merkezi değil

‘Hayat Dönüş’ adı altında hapishanelerde yapılan katliam sırasında kolunu kaybeden Sosyolog-Yazar Veli Saçılık, cezaevlerinin yenilginin değil, direnişin merkezi olduğunu söyledi.

Cezaevinde olduğu gibi dışarıda da o korku iklimi yaratmak isteyenlere, kan banyosu yaptırmakla tehdit edenlere karşı inadına direnişin varlığına işaret eden HDP’li siyasetçi Veli Saçılık, şunun altını çizdi: “Bu toplumda hala cesurca direnenler, zulmün karşısında cesurca duranlar var. F Tipi yaşamın toplumun geneline yayıldığını kabul ederiz ama buna teslim olduğumuzu kabul etmeyiz.”

Türk iktidarı, F Tipi cezaevlerini protesto eden tutsaklara 19 Aralık 2000’de ‘Hayata Dönüş’ adı altında saldırarak, bir katliama imza attı.  HDP MYK Üyesi de olan Sosyolog-Yazar Veli Saçılık da hedef alınan tutsaklardandı.

Katliam sırasında bir kolunu yitiren Veli Saçılık, katliamın yıl dönümü vesilesiyle ANF’ye konuştu.

Devletin, yeni siyasetinin inşası için hücre tipi cezaevlerine geçiş yapmak istediğini hatırlatan Saçılık, şunları söyledi: “Kürt Hareketi’nin İmralı süreciyle köşeye sıkıştırıldığı hesabıyla Türkiye’de devrimci hareketi de tasfiye ederek büyük bir neoliberal dönem açmayı istiyordu. Bütün hazırlıklar da bu yöndeydi. F Tiplerini bir sistem, bir yaşam biçimi olarak ortaya koymak istediler. Sokakta da olsanız, dışarıda da olsanız tecrit edildiğiniz, diğer insanlarla diyalogunuzun kesildiği ve dikta bir yönetimin oluştuğu, cezaevinde korkutulduğunuz, birbirinizden yalıtıldığınız örgütsüz bir toplum hedefiydi. Dönemin DSP, ANAP ve MHP’si (kurt, kuş, arı hükümeti) Milli Güvenlik Kurulu (MGK) ile birlikte Avrupa Birliği’nin de (AB) desteğini alarak önce F Tiplerini inşa etti, sonra da cezaevlerinde büyük bir katliam gerçekleştirerek 19 Aralık 2000’de 30 kişiyi katletti. 122 kişinin de ölüm orucunda hayatını kaybetmesine sebep olarak F Tiplerini bugünkü hayatımıza soktular.”

HÜKÜMET KATLİAMDA KARARLIYDI

19 Aralık Katliamı’nın sadece o tarihte başlamadığının altını çizen Saçılık, sürecin Diyarbakır ve Mamak zindanlarından başladığını anımsattı.

Saçılık, şöyle devam etti: “Teslim alma, benliğini, Kürtlüğünü, devrimciliğini yok etme; bellek silme isteği ve Esat Oktay Yıldıran taktikleriyle başladı. Diyarbakır, Buca, Ümraniye katliamları ardından da sürecin yeni başlangıcı diyebileceğimiz 26 Eylül 1999’da Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde gerçekleştirilen büyük cezaevi katliamı… Hikmet Sami Türk, Ali Suat Ertosun ve dönemin bütün iktidarı bu süreçte yer alıyor. Katliamdan hemen önce dönemin MHP insan hakları komisyonu üyesinin bir sözünü hatırlıyorum; ‘Cezaevleri sorunu iki kilo siyanüre bakar’ demişti. Katliamcı ve soykırımcı bir zihniyetin iktidarını, devlet nezdinde sağ-sol kanatlarının bunda kararlılığını göstermiş oldular. Ulucanlar’da 10 kişi kafasına sıkılarak, üzerlerine asit atılarak, yakılarak katledildi.”

KATLİAMDAN ÖNCE PROVASI

Ulucanlar Katliamı’nı büyük zulmün başlangıcı olarak nitelendiren Saçılık, ardından yaşananları da şöyle anlattı: “5 Temmuz 2000’de benim de içinde bulunduğum Burdur Cezaevi’ne saldırı gerçekleşti. Bize yapılan, aslında prova diyebileceğimiz bir operasyondu. Bizi ekarte etmeye, bir yerden bir yere götürmeye çalışmadılar. Cezaevini nasıl yıkacaklarını, operasyonu nasıl gerçekleştireceklerini düşünerek, zamana yayarak bir operasyon gerçekleştirdiler. Gaz bombaları, ses bombaları, kompresörler kullandılar. Cezaevinde olabilecek her yol ve yöntemi Burdur E Tipi Cezaevi’nde gerçekleştirdiler. Hemen sonra F Tiplerinin 5 yıldızlı otel, cezaevlerinin kanayan yara olduğu gibi propagandalar yapmaya başladılar. Sonra açığa çıkan MGK bildirisinde de gazete ve televizyonların sürekli cezaevlerini işlemesi gerektiği söyleniyordu.

MAFYA ELEMANLARI HAREKETE GEÇİRİLDİ

Bir de bu işin ‘tesadüfi’ yanı var; o dönemde Alaattin Çakıcı, Nuriş ve çetesi cezaevlerinde her bir taraftan isyanlar çıkarıp birbirlerinin boğazlarını kesiyordu. Televizyondan da dönüp vatandaşa, ‘cezaevleri kanayan yara, hemen bir şey yapmak lazım’ diyorlardı. Halbuki, Nuriş dediğimiz kişi ve çetenin içeride 5 kişinin boğazını kestikten sonra jandarmanın arasından, silahla jandarma ring arabasına bindirilirken gazetecilere ‘sizi mermi manyağı yaparım, herkes bizi tanıyacak’ dediğini dikkatli izleyen herkes gördü. Planlı bir biçimde yürütülen, cezaevlerini karıştırma ve bunun üzerinden de siyasi bir operasyon çekerek, F Tiplerini açmayı istiyorlardı. Mafyacılar bunun için harekete geçirildi.

SONRASINDA ÖLÜM ORUCU

Sonrasında da ölüm orucu gündeme geldi. Üç örgüt, F Tipi cezaevlerinin açılmaması için mücadele başlattı. Önce açlık grevine girildi, daha sonra ölüm orucuna çevrildi. 19 Aralık gecesi ise Hikmet Sami’nin adlandırmasıyla; ‘devletin şefkat eli’, ‘hayata döndürme’ ‘ölümlere göz yumamayız’ diyerek insanları öldürdü. Hacer Arkan, yüzü tamamen yanmış bir biçimde ambulanstan indirilirken ‘bizi diri diri yaktılar’ demişti. 19 Aralık’ı özetleyen kelimelerden birisi de budur. Ardından da F Tiplerine işkenceli taşımalar gerçekleştirdiler. Devletin sözcülerinin iddiasına göre; kişiler örgüt baskısı altında ölüm orucuna giriyordu ve buradan yola çıkarak F Tiplerine götürdüklerinde de ölüm orucu kendiliğinden bitecekti ama F Tiplerine götürülmeyle birlikte binlerce insan açlık grevine, yüzlerce insan da ölüm orucuna girdi. Ölüm oruçlarında ölümlerin tamamı F Tiplerinde gerçekleşti. 122 kişi ölüm orucunda hayatını kaybetti.”

BÜYÜK BİR MÜCADELE VERİLDİ

Sağ kolunu Burdur E Tipi Cezaevi’nde kaldığı sırada koğuşa giren bir buldozer saldırısında kaybeden Saçılık, ‘Hikmet Sami Türk, Ali Suat Ertosun, Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli, Mesut Yılmaz’ın faşist iradesinden dolayı bu kol yerinde yok ve benim gibi uzuvlarını kaybetmiş, belleklerini yitirmiş birçok insan var” dedi. Cezaevlerinin bir ölüm çarkına dönüştürüldüğünü ama F Tipleri de dahil olmak üzere insanların tecride karşı büyük bir mücadele verdiğini vurgulayan Saçılık, şunları ifade etti: “Bugün de veriyorlar. Hikmet Sami Türk’ün F Tiplerine gidince ‘insanların örgütsel bağları kalmayacak, iradeleri kalamayacak, devlet baskısıyla biz bu işi çözeceğiz’ hesapları olmadı. İnsanların direnişi bugün de devam ediyor. Cezaevlerinde Garibe’nin (Gezer) başına gelenler gibi tecrit odalarındaki sessiz ölüm sürüyor.

F TİPLERİNİ PAZARLAYANLAR DA GİRDİ

Belki de F Tipi cezaevlerinin en hakkaniyetli yönü şuydu: Bize burayı 5 yıldızlı otel diye pazarlayanlar, Ergenekon Davası’nda o paşalar F Tiplerine girdiler ve ne kadar kötü bir yer olduğunu bize anlattılar. 15 Temmuz’da Fetullahçılar ile AKP arasındaki çekişme sonucunda cemaatçi askerler, paşalardan çok sayıda kişi su anda cezaevinde. Bir polis hücrede ölü bulundu, yüzlerce hasta tutsak öldü. F Tipi işkenceye, F Tipi tecride kim iyi dediyse başına gelmiştir. Burası Türkiye, her an her şey olabilir. O nedenle F Tipleri hemen kapatılmalıdır, demiştik ve diyoruz.

BUGÜN DE DİRENİYORUZ

Bugün İmralı’da da mutlak bir tecrit var, diğer F Tiplerinde de. Tecridin işkence olduğunu açık açık söylüyoruz. Söylemekle de yetinmiyoruz; direniyoruz. Belleğimizi buna teslim etmeyeceğiz. Şimdi infaz yakmayla insanları hapiste ömür boyu tutmak gibi bir amaçları var. Bugün iki hasta tutsak hayatını kaybetti. Halil Güneş’i 1995’ten hasta tutsak olarak tanıyorum. O gün bugündür tedavisi yapılmıyordu, göz göre göre katledildi. Cezaevleri böyle bir yer ama diz çökmemek, biat etmemek, devrimci iradeyi sürdürmek açısından da cezaevleri yenilginin merkezi değildir, aynı zamanda bir direniş merkezidir.

SARAY REJİMİ DE AYNIDIR

F Tipi sisteminin, tek bir gözün herkesi izlemesi ve herkese her şeyi yaptırma kuvveti, gücü sağlaması; tüm insanların iradesini yok ederek oluşturulan bir iktidar sistemi olduğunu belirten Veli Saçılık, şunları ekledi: “Şimdi Saray rejimi dediğimiz sistem de aynı sistemdir. İnsanlar, Saray rejimine karşı çıktıkları anda hemen ölüm çarkları işlenerek ibreti alem olsun diye cezalandıran bir sistem oluşturuldu. F Tipi hayat böyle bir şey. İşten atıldığımızda yalnız kalmamız, her birimizin yaşadığı zulümde eşit bir biçimde yalnız hissetmemiz F Tipi yaşamın ta kendisidir. Bugün işçi grevleri olamıyorsa, bugün toplumsal alanda örgütlülük darmadağın olmuşsa bize dair dayatılan F Tipi yaşamla ilişkilidir. Cezaevlerindeki F Tipi hayat, örgütsüz hayat, itiraz edilemeyen hayat, bugün Türkiye’de genel olarak yaşatılıyor. Cezaevinde olduğu gibi dışarıda da o korku iklimi yaratmak isteyenlere, kan banyosu yaptırmakla tehdit edenlere karşı insanların inadına bir direnişi var. Demirtaş’ın bir sözü ile söyleyeyim ‘Cesaret bulaşıcıdır’. Korku kadar cesaret de bulaşıcıdır. Bu toplumda hala cesurca direnenler, zulmün karşısında cesurca duranlar var. F Tipi yaşamın toplumun geneline yayıldığını kabul ederiz ama buna teslim olduğumuzu kabul etmeyiz.”