Savaşa devasa bütçe

Örtülü ödenek ile silahlanma ve güvenlik politikalarına ayrılan kaynağa, bütçede görünmeyen 100 milyar TL’nin de eklendiğini söyleyen HDP Milletvekili Sezai Temelli, devasa bir bütçenin savaşa ayrıldığını ifade ediyor.

Meclis’te bütçe görüşmeleri devam ederken her yıl olduğu gibi bu yıl da sağlığa, eğitime ya da sosyal alanlara değil bütçenin büyük bir kısmı silaha ve savunmaya ve de faiz ödemelerine ayrıldı. Bu ayrılan ve tartışmalı alanlardan bir tanesi de Cumhurbaşkanlığı örtülü ödeneğiydi.

2021 yılı bütçesine göre Cumhurbaşkanının kullanabileceği örtülü ödenek 6,7 milyar TL’ydi. Örtülü ödenek 2022 yılı bütçesi içerisinde toplamda yüzde 30 artırılarak 9 milyar TL civarına çıkarıldı.

Örtülü ödenekteki en büyük artış, ilk olarak 2021 Haziran ayında meydana geldi. Haziran’da örtülü ödenek bütçesi 463 milyon TL ile rekor kırdı.

2021’in ilk 6 ayında örtülü ödenek harcaması ise 1 milyar 348 milyon TL oldu. Öte yandan AKP iktidarları döneminde toplamda 28 milyar TL’lik bir örtülü ödenek kullanıldı.

Kanuna göre genellikle istihbarat ve savunma alanında kullanılan ödeneğin bu artışı ne anlama geliyor?
HDP Van Milletvekili Sezai Temelli’ye göre bu harcama savunmaya ve silahlanmaya ayrılan bütçeden ayrı düşünülemez. Zira Çiller’den bu yana örtülü ödenek devletin ‘kirli işleri’ için kullanılıyor.

Temelli’ye göre AKP dönemi boyunca artmış olmasının bir diğer açıklaması ‘faşizm ekonomisi.’

Sezai Temelli ANF’nin sorularını yanıtladı.

Bütçe görüşmelerindeki konuşmanızda “Bugün bütçe hakkı yok” dediniz. Hem bu tanımınız hem de bütçedeki eşitsiz dağılım rejim hakkında bize en özetle ne söylüyor?

Bir ülkenin bütçesi, bize siyasetten görünümünü anlatır. Bir hesap kitap işi gibi durmakla beraber aslında siyasi iktidarın tercihlerini de gösterir. En özetle budur. Dolayısıyla son 4 yıldır cumhurbaşkanlığı devlet sisteminin bütçeleri birbirine benziyor. Tercihlerini de çok net şekilde ortaya koyuyor. Bugün yaşanan ekonomik krizden tutun da eşitsizliklere, adaletsizliğe baktığımızda bu bütçe tercihini görürsünüz.

Hükümetin çok net iki tercihi var. Savaş politikalarında ısrar ve sermayeden yana bir tutum. Bunun karşılığı da Kürt meselesinin çözümsüzlüğü ve giderek artan yoksullaşma. İktidar Kürt meselesini ya da yoksulluğu çözmek yerine sermayeye kaynak aktararak kendi bekasını bu şekilde sürdüreceğini zannediyor.

Bir yandan da savaş politikaları ile sermayeyi silah sanayiinde yoğunlaştırarak ve ırkçı, milliyetçi oy konsolidasyonu ile yine bu iktidarını sürdürmeye çalışıyor. Hükümetin bu iki tercihi, cumhurbaşkanlığı devlet sisteminin de hangi stratejik yapı üzerine kurulduğunu çok net şekilde gösteriyor.

Cumhurbaşkanlığının örtülü ödenek harcaması 2022 bütçesinde yüzde 30 artırıldı. AKP dönemi boyunca da 28 milyar TL’lik bir örtülü ödenek kullanıldı. Kanuna göre genellikle istihbarat ve savunma alanında kullanılan ödeneğin bu artışı bize ne anlatmalı?

Örtülü ödenek çok acil durumlarda kullanılması için yapılmış bir fon. Biliyoruz ki Tansu Çiller döneminden bu yana örtülü ödenek özellikle kirli savaş için kullanılıyor. Yani 90'lardan bu yana bütçede tahsis edilemeyen tırnak içinde "pis işlerin" ödeneği bununla sağlandı. Artık bunu kimse gizlemiyor da. Açıkçası yasaların tanımlayamadığı, belirleyemediği işler için kullanılan bir fona dönüştü. Dolayısıyla cumhurbaşkanlığı devlet sisteminin tercihi de örtülü ödenek de tamamen savaş bütçesi içerisinde hesaba katılacak bir kalem oldu. Haliyle bu son yıllar içerisinde daha da artan bir ödenek haline geldi.

Bu yıl Silahlanma ve Güvenlik Harcamaları için ayrılan tutar 246 milyar TL olduğuna göre, bununla beraber daha da büyük artış olduğu anlamına mı gelir?

Evet, “Silahlanma ve Güvenlik Harcamaları” için ayrılan tutar, 246 milyar TL. Ayrıca bütçede görünmeyen bir 100 milyar TL daha var, toplam 350 milyara yakın bir para ediyor. Bu da bütçenin neredeyse yüzde 20’sini aşan bir rakama ulaşıyor. Buna örtülü ödenek eklendiğinde ayrıca diğer kalemlerde saklanmış, gizlenmiş güvenlik politikalarının desteklenmesi konusundaki maddeleri de kattığımızda bu oran yüzde 23’lere kadar varıyor. Bu devasa bir rakam. Bir ülkenin bütçesinin neredeyse dörtte birinin bunca yoksulluk varken, yapısal sıkıntılar ortadayken savaşa ayrılması demek; bugün çöküşünü konuştuğumuz ekonominin bu duruma gelmesinin başlıca nedenlerindendir.

Bu tercihin artık iyice kangrenleşmiş bir rejimin tezahürü olduğunu görüyoruz. Silahlanmanın hız kesmediği bir ortamda cumhurbaşkanının “Bir mermi kaç paradır biliyor musunuz?” sorusu, artık halk tarafından çok net bir şekilde ona doğru “Bir ekmek ne kadardır biliyor musun?” sorusuna dönüştü.

Bir örnek vereyim; yakın zamanda deniz topu için bir açılış gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Denizlerimizde Mavi Vatan için bunları üretiyoruz’ dedi. Bir defa bu topların üretimi çok eski bir sanayi, fakat çok büyük bir kaynak akıtılmış buraya. Öte yandan o topların takılacağı bir gemi de yok. Balıkçı teknelerine mi takacaklar? Pilli araba üretiminden sonra bir de balıkçı teknelerine takılmış topla mı ortaya çıkacaklar?

Durum artık trajikomik bir hale geldi. Ekonomi çökmüş durumda, insanlar açlık ve yoksulluk içinde, her taraftan geçinemiyoruz diyor. Sağlıkçılardan tutun memurlara, işçilere, gençlere, kadınlara, çiftçilere hemen hemen her kesimden bu ses duyuluyor. Buna karşın savaş topu üretmek nedir! Bunun tek adı var; faşizm. İnsanlar ekonomik sorunlara çözüm beklerken bir ülkede siz hala harcamaların büyük çoğunluğunu İHA, SİHA ve top tüfeğe yatırıyorsanız, bunun tek açıklaması faşizm ekonomisidir.

Derinleşen ekonomik krizin yanı sıra bunu dile getirenlere karşı da Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) “ekonomik tehdit unsurları” diye bir açıklaması olmuştu. Bu, MGK’nın ekonominin gidişine ses çıkaranları bir tehdit olarak görmesi olarak yorumlandı. Tüm bu savaş bütçesi çerçevesinde MGK açıklamasının tamamlayıcı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Milli Güvenlik Kurulu 1960'lardan bu yana var olan bir yapı. Bu yapı başından beri güvenlikten ziyade rejimin bekasını korumak üzerine dizayn edilmiştir. Yaklaşık 100 yıldır biliyoruz ki bu rejim ittihatçı bir kafa ile şekilleniyor. Rejim o kadar ciddi bir sıkışma yaşıyor ki kendini koruyabilmek için gittikçe otoriterleşiyor. Tüm özgürlük alanlarını bu çerçevede ortadan kaldırdığı gibi, artık gündelik yaşama da müdahale eder noktaya geldi.

Gündelik yaşam, ekonomik yaşamdır. Kirayı ödemek, çocuklarını okutmaya çalışmak, geçinmeyi sağlamak ve tüm bunların hepsidir. Ekonomik yaşamınızı idame edemiyorsunuz; buna dair taleplerinizi dile getirirsiniz. Talepleriniz yerine gelmiyorsa buna dair itirazlarınızı ortaya koyarsınız. Bunlar da olmuyorsa örgütlü bir yapının parçası olarak iktidara karşı en doğal haklarınızı kullanmaya başlarsınız. Ki bu siyasettir işte. Bugün MGK ekonomik sıkıntıların dile gelmesinden rahatsız oluyorsa ve bunu engellemeye yönelik bir adım atıyorsa, bilin ki rejim zorda. İnsanların gündelik yaşamına dair en temel haklarını dile getirmesine karşın dahi baskı kullanarak vesayet rejimini evlerin içine kadar sokuyorlar. Türkiye rejimi vesayet rejimidir. Zaman zaman kusurlu demokrasi yıllarımız da oldu; insanlar ona bile neredeyse şükretti ama bugün daha da otoriterleşmiş bir baskı rejimi yaygınlaşıyor.

Yaşadığımız ekonomik krizde şunu da unutmamak lazım ki sebeplerin en önemlisi, Kürt meselesinde çözümsüzlük ya da kaynakların savaşa aktarılması. Bu aradaki bağı görmezden gelmek, diğer partiler gibi -ki ben buna “başını kuma gömmek” diyorum- en temel meselelerden birini yok saymaktır. Ekonomiyi salt makro iktisadi göstergeler içinde değerlendirmek ve sanki bunlar konjonktürel krizlerdir ve aşılabilir gibi bakmak sorunlu bir yaklaşım. Oysa biliyoruz ki konjonktürel değil bunlar. Son 30 yıla bile baktığımızda ciddi ciddi yapısal sorunlardır. Yapısal sorunları çözmek için adım atılmadığı sürece eninde sonunda ülkeyi çöküşe sürükler bu politikalar. Çiller döneminin 94 krizi, Ecevit döneminin 2001 krizi temelde baktığımızda iki soruna dayanıyor: Kürt meselesi ve yoksullaşmaya bağlı sınıfsal sorun.