Medya Haber’de yayınlanan özel bir programda konuşan Besê Hozat, BM İnsan Hakları Komitesinin, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit üzerine yaptığı açıklamayı değerlendirerek, “Artık zaten açıklamalara Kürt halkının karnı tok. Bu Birleşmiş Milletler olur, bu CPT olur. Bu yarın AİHM olur. Diğer gün Avrupa Konseyi olur, Avrupa Birliği olur, Amerikası şu bu olur, Kürt halkının artık bu tür sözlere, bu tür sözlü açıklamalara gerçekten karnı toktur. Bu güçlerden somut pratik adım adım bekliyor bu halk, bu hareket” dedi.
İmralı sisteminin bu güçlerin eseri olduğu değerlendirmesinde bulunan Hozat, “Önderliğimize komplo yaptılar. Önderliğimizi imha etmek istediler. Önderliğimizin duyarlı duruşu onu boşa çıkardı. Sonra alıp Türkiye'ye teslim ettiler. İmralı işkence sistemini kurdular. Bu güçler kurdu. Türkiye'ye teslim ettiler. Türkiye'ye gardiyanlık rolü verdiler. Şimdiye kadar da İmralı, Kürt soykırım politikalarının merkezi durumuna geldi, savaşın merkezi durumuna geldi. Esas savaş İmralı'da yürüyor. Yıllardır hiç seslerini çıkarmıyorlar. Kürt soykırım politikalarına ortak oluyorlar. İmralı işkence, tecrit sistemine, orada yürüyen soykırım siyasetinin uygulamalarına ortak oluyorlar. Artık biz söz değil pratik istiyoruz. Bu halk söz değil, pratik istiyor, tutum istiyor. Somut adım istiyor” şeklinde konuştu.
İmralı'daki bu tecrit işkence sistemi kırılması gerektiğini ifade eden Hozat, BM, Avrupa Konseyi ve uluslararası güçlere artık İmralı sistemiyle ortaklığını sona erdirmeleri ve Türkiye’ye karşı tutum almaları çağrısında bulundu.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat’ın değerlendirmeleri şöyle:
Uluslararası Komplo'nun yirmi beşinci yılına girdik. 15 Şubat da yaklaştı. Şubat ayına da giriyoruz. 15 Şubat ve Kürtler açısından kara bir gündür. Soykırım günüdür. Uluslararası Komplo amacı da Kürt soykırımını sonuca götürmek. Bu anlamda ben uluslararası komplocuları lanetliyorum. Aralıksız bir biçimde 24 yıldır Uluslararası Komplo' değişik biçimlerde devam ediyor. Bakurê Kurdistan'da soykırım saldırıları olarak, Başûr’da işgal, soykırım saldırıları, Rojava Kurdistan'ında işgal, soykırım saldırıları olarak devam ediyor. Avrupa'da dünyanın birçok yerinde suikastlar, siyasi cinayetler, katliamlar biçimde sürüyor. Buna karşı güçlü bir mücadele de var. Yirmi dört yıldır aralıksız bir mücadele de sürüyor. Önderliğimizin direnişi ekseninde halkımızın direnişi, gerillanın direnişi, kadınların direnişi, gençlerin direnişi her yerde çok görkemli bir biçimde devam ediyor. Bu anlamda yirmi dört yıl boyunca süren Uluslararası komplocu saldırılara karşı verilen, geliştirilen direniş, verilen mücadele komplonun sonuca gitmesini engelledi. Aynı komployu kendi süreci içerisinde de boşa çıkardı.
ÖNDER APO HALEN KOMPLOYA KARŞI MÜCADELE EDİYOR
Uluslararası Komplo'nun amacı Önder Apo'nun fiziki imhası, Kürt Özgürlük Hareketinin tasfiyesi, üçüncü bir aşama olarak da Kürt soykırımını sonuca götürmek, yüzyıllık Kürt soykırım politikalarını sonuca götürmekti. Dolayısıyla yirmi dört yıl boyunca verilen bu mücadele ve direniş bu planı, bu konsepti boşa çıkardı. Halen Önder Apo mücadele ediyor. Kürt halkı her yerde mücadele ediyor, direniyor. Kürt gerillası direniyor. Kürt Özgürlük Hareketi tüm görkemiyle direniş gücüyle, direniş potansiyeliyle dipdiri ayaktadır. Mücadele büyüdü. Ve tüm bölge halkı halklarını, kadınlarını etkileyen, harekete geçiren bir düzeye geldi. Dünyayı etkiledi, dünya toplumunu etkiledi, halklarını etkiledi ve bugün siyasi olarak Kürt özgürlük hareketi temel bir siyasi aktör durumuna gelmiş bölge politikasında, dünya politikasında çok önemli bir yer ve rol oynuyor. Bu çok önemlidir. Yani komploya karşı verilen yirmi dört yıl boyunca verilen mücadele hareketi çok daha fazla büyüttü, güçlendirdi. Bölgesel ve evrensel bir hareket haline getirdi. Bugün uluslararası güçler bölgeye dönük politika belirlerken hareketi dikkate almak zorunda kalıyorlar. Bölgedeki statükocu rejimler hareketi dikkate almak durumunda kalıyorlar. Ona göre mücadele konseptlerini oluşturuyorlar. Buna göre politikalarını belirliyorlar. Bu anlamda hareket evrenselleşen bir boyut kazandı. Bu komploya karşı verilen yirmi dört yıllık mücadelenin sonucu olarak bu durum ortaya çıktı. Bu düzey de şunu çok açık bir biçimde ortaya koyuyor: Komplo aslında boşa çıkmıştır. Uluslararası komplocu güçler mahkum edilmiştir ve komplocu güçlerin hareketi tasfiye dönük yaptığı bütün planlar boşa düşmüştür. Bu mücadele bu sonucu ortaya çıkarmıştır.
GÜNEŞİMİZİ KARARTAMAZSINIZ ŞEHİTLERİNE BORCUMUZ VAR
Ben bu vesileyle tabii bu komployu boşa çıkarmada belirleyici rol oynayan, bunun öncülüğünü, bu direnişin öncülüğünü yapan, Güneşimizi Karartamazsınız şiarıyla bedenini ateşe veren, fedai eylem yapan onlarca yoldaşımızı ve yurtseverimizi saygı ve minnetle anıyorum. Aynı çizgide 2006'da 1 Şubat'ı 2 Şubat'a bağlayan gece bedenini ateşe veren Viyan Soran yoldaşı saygı ve minnetle anıyorum. Bu çizginin takipçileri olarak yine bu yakın süreçte bedeni ateşe veren Veysi Taş ve Mehmet Akar yoldaşları, değerli yurtseverlerimizi saygı ve minnetle anıyorum. Güneşimizi Karartamazsınız şiarıyla mücadeleye öncülük eden, direnişe öncülük eden, mücadeleyi ve direnişi bugüne getiren, komployu boşa çıkaran yoldaşlarımıza minnet borcumuz var. Halkımız bu direniş etrafında her yerde ayağa kalktı. Yirmi dört yıl boyunca bir direniş geliştirdi ve bu komplo boşa çıkarıldı. Komplocular amacına ulaşamadı. Faşist, soykırımcı, sömürgeci Türk devleti amacına ulaşamadı. Amacı yüzyıllık Kürt soykırım politikalarını sonuca götürmekti. Kürt soykırım politikaları çöktü. Mevcut durumda gerçekten çöken yüz yıllık faşist soykırımcı Türk ulus devlet sistemi, siyaseti oldu. Bu direniş iradesi ve gücü bu bu düzeyi ortaya çıkardı. Bunlar son derece değerli ve anlamlıdır. Tabii bu mücadele sürüyor.
MÜCADELE SONUÇ ALIYOR
Şimdi Uluslararası Komplo'nun bir devamı olarak İmralı'da tecrit, işkence sistemi uygulanıyor. Mutlak tecrit; soykırım politikalarının, Uluslararası Komplo'nun devamıdır. Zaten Uluslararası Komplo İmralı'da mutlak işkence teşhis sistemi olarak devam ediyor ve buna karşı da güçlü bir mücadele var. Kesintisiz süren bir mücadele oldu. Bugün de bu mücadele değişik biçimlerde devam ediyor. Bu mücadele sonucu bugün Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi Önderliğin tecridine ilişkin, “mutlak iletişimsizlik hali var, buna son verilmeli” diyorsa, bu mücadelenin sonucu olarak bunu söylemek zorunda kalıyor. Bu mücadele bunlara bunu söylettiriyor bu uluslararası kurumlara. Yoksa hepsi bu komplonun bir parçasıdır. Hepsi bu komplonun, Uluslararası Komplo'nun bir ortağıdır. Bu komplo, uluslararası bir komplodur. Amerika, İngiltere, İsrail başta olmak üzere Avrupa ülkeleri içerisinde yer aldı. Bu BM içerisinde yer alan birçok devlet içerisinde yer aldı. Rusya’sından tutalım, Mısır'ına kadar, İran'a kadar birçok güç bu komplo içerisinde yer aldı. Yunanistan bu komplo içerisinde aktif bir biçimde yer aldı. Ve bütün bu devletlerin içinde yer aldığı ve Türkiye'nin de içinde yer aldığı Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi böyle bir açıklama yapıyorsa, bu yirmi dört yıllık mücadelenin ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Bunu böyle görmemiz lazım. İşte en son avukatların başvurusuyla böyle bir açıklama yapmak durumunda kaldılar.
BM TÜRKİYE’YE KARŞI PRATİK TUTUM ORTAYA KOYMALIDIR
Bu elbette önemlidir. Mücadele edersek, kesintisiz, sürekli bir biçimde bu mücadele devam ederse, bu kesinlikle sonuç alacağımızın da işaretini veriyor. Böyle bir anlam da taşır. Bu önemlidir. Tabii Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi'nin mutlak iletişimsizlik hali dediği şey, mutlak tecrittir. O anlama geliyor. O zaman pratik adım atmaları gerekiyor. Yani bu sadece sözle kalmamalıdır.
Birleşmiş Milletler bu anlamda Türkiye’ye karşı ciddi bir tutum, pratik tutum ortaya koymalıdır. Bir yaptırım geliştirebilmelidir. Biz bunu bekliyoruz.
Daha önce benzer açıklamaları CPT de yaptı. Yıllardır CPT’ye karşı da ciddi rahatsızlıklar var, protestolar var. Özellikle son bir yılda çok yoğunlaştı. İşte Eylül ayında İmralı'ya gitti geldi, bir açıklama yapmadı. Şaibeli bir sürü iddia, bir sürü bilgi ortada. Böyle gitti mi, gitmedi mi, nasıl gitti, nasıl ilişki kurdu bilinmiyor. Artık kirli mi diyelim, ne diyelim. Bir sürü bilgi böyle ortalıkta dolaştı. Önderliğimizin sağlığına ilişkin yine bir sürü bilgi ortalıkta dolaştı. Somut, net bir bir açıklama yapmadı. Bir tutum ortaya koymadı.
Artık zaten açıklamalara Kürt halkının karnı tok. Bu Birleşmiş Milletler olur, bu CPT olur. Bu yarın AİHM olur. Diğer gün Avrupa Konseyi olur, Avrupa Birliği olur, Amerikası şu bu olur, Kürt halkının artık bu tür sözlere, bu tür sözlü açıklamalara gerçekten karnı toktur. Bu güçlerden somut pratik adım adım bekliyor bu halk, hareket.
Mutlak İmralı işkence, tecrit sistemi bu güçlerin eseridir. Önderliğimize komplo yaptılar. Önderliğimizi imha etmek istediler. Önderliğimizin duyarlı duruşu onu boşa çıkardı. Sonra alıp Türkiye'ye teslim ettiler. İmralı işkence sistemini kurdular. Bu güçler kurdu. Türkiye'ye teslim ettiler. Türkiye'ye gardiyanlık rolü verdiler. Şimdiye kadar da İmralı, Kürt soykırım politikalarını merkezi durumuna geldi, savaşın merkezi durumuna geldi. Esas savaş İmralı'da yürüyor. Yıllardır hiç seslerini çıkarmıyorlar. Kürt soykırım politikalarına ortak oluyorlar. İmralı işkence, tecrit sistemine, orada yürüyen soykırım siyasetinin uygulamalarına ortak oluyorlar. Artık biz söz değil pratik istiyoruz. Bu halk söz değil, pratik istiyor, tutum istiyor. Somut adım istiyor.
ULUSLARARASI GÜÇLER ARTIK İMRALI SİSTEMİNE ORTAK OLMAMALI
İmralı'daki bu tecrit işkence sistemi kırılmalıdır. Bu evrensel insan hakları hukukuna ve sözleşmelerine, Türkiye'nin de imza attığı sözleşmelere aykırıdır, bir insanlık suçudur. Bu insanlık suçuna Avrupa Konseyi ortak olmamalıdır. Birleşmiş Milletler ortak olmamalıdır. Amerika ortak olmamalıdır. Bu komployu geliştiren güçler, yeter artık, ortak olmamalıdır. Bu Kürt halkının soykırımına seyirci kalmamalıdır. Bir parçası olmamalıdır. Kürt halkı bunu bekliyor, bunu istiyor.
Bu temelde gelişen çok önemli eylemler de var. İşte vekillerin bir Meclis önünde haftalardır yürüttüğü eylem var. Çok önemli, ciddi bir kamuoyu oluşturdu, duyarlılık ortaya çıkardı. 6 Şubat'ta Gever ve Qoser’den Gemlik'e doğru bir yürüyüş de olacak. Ben şimdiden bu yürüyüşü selamlıyorum, kutluyorum. Bu çok önemlidir. Fakat bu sınırlı kalmamalı. Gemlik, Qoser ile sınırlı kalmamalı. 15 Şubat da yaklaşıyor. Şubat ayına da giriyoruz. Uluslararası Komplo'yla Kurdistan'da ve ülke dışında komployu protesto eylemleri çok görkemli bir biçimde gelişmeli ve sürekli geçmelidir. Mutlaka 2023 yılını Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü sağlayacağımız bir yıla dönüştürmeliyiz. Bu anlamda bu eylemsellikler de süreklilik olmalıdır. Yaratıcılık olmalıdır, kapsam ve derinlik olmalıdır. Bu son derece önemlidir. Mücadele süreklileştikçe, eylemler derinleştikçe, kapsamlılaştıkça kesinlikle bir sonuç alacağız.
ESAS AMACIMIZ ÖNDER APO’NUN FİZİKİ ÖZGÜRLÜĞÜDÜR
Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü sağlayacağız. Esas amacımız, hedefimiz bu olmalı. Evet, tecridi kurmalıyız ama tecridi kırmakla sınırlı kalamayız. Mutlaka Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü sağlamalıyız. Esas hedef bu olmalı ve bu temelde her yerde kapsamlı mücadele ve direniş sürmelidir.
Son olarak şunu da belirtmek istiyorum. Uluslararası Komplo'yla bağlantılı komployu protesto amacıyla bedenini yakanlar oldu. Güneşimiz, karartamazsınız eylemleri çerçevesinde de bedenini ateşe veren çok sayıda yoldaşımız ve yurtsevermiz oldu. Aynı zamanda dediğim gibi yakın süreçte de iki yurtsever, değerli yurtsever kendisini yaktı protesto etmek için. Elbette bu halkta belli bir duyarlılık yaratıyor. Son derece anlamlıdır. Herkes bu iradeyi gerçekten ortaya koyuyor. Bu büyük bir bağlılık, inanç istiyor, irade istiyor, cesaret istiyor. Anlamı, değeri çok büyük ve derindir. Böyle de hep saygıyla, minnetle anıyoruz, anacağız. Fakat bu tür eylemler olmamalıdır. Bu yöntem Önder Apo'nun da benimsediği, tasvip ettiği bir yöntem değil. Hareket olarak bizlerin de her yerde mücadele etme imkanımız var. Mücadeleyi büyütmeliyiz. Bunun birçok yolu, yöntemi var. Düşmana zarar veren, Türk devletine zarar veren, darbe vuran bir eylem tarzını esas almalıyız. Kendimize zarar veren değil, sadece vicdanlara seslenmeyi esas alan bir eylem tarzını artık bizim aşmamız lazım. Bu eylem tarzlarını aşmamız lazım. Bu önemlidir.
Şubat ayına da giriyoruz. Ben bu konuda da böyle bir uyarı da yapmak istiyorum. Bu tür eylemler olmamalıdır. Şubat ayında ve sonraki süreçlerde de her yerde biz mücadeleyi ve direnişi büyütmeliyiz, geliştirmeliyiz. En doğru, en anlamlı cevabı biz böyle verebiliriz. Önder Apo'ya da bu komplocular da en güçlü, etkili cevabı böyle verebiliriz. Ben bunu da özellikle belirtmek istedim.
ŞU ANDA GERİLLA ALANLARINDA ÇOK CİDDİ ÇATIŞMALAR VAR
Hulusi Akar'ın açıkladığı gibi değil durum. Pençe-Kilit tamamlandı, bitti dedi. Öyle bir durum yoktur. Saldırılar devam ediyor. Şu anda çok ciddi bir çatışma var. Çok şiddetli bir çatışma var, savaş var. Yine her gün onlarca defa kimyasal kullanıyor. Kimyasal kullanımını iki üç katına çıkardı. Dar bir vadide her gün onlarca defa kimyasal kullanıyor. Geçen gün açıkladılar. 12 defa kullanmış, 14 defa kullanmış, 24 defa kullanmış. Taktik nükleer silah kullanıyor. Bir sürü yasaklı silah kullanıyor. Savaş devam ediyor. Yani işgal saldırıları bitmiş değil. Savaş şu anda durmuş değil. Açıkladığı gibi değil durum yani. Savaş devam ediyor. Kayıpları da çok fazla. Gerçekten çakılıp kalmışlar. Ne yapacağını bilemez duruma gelmişler. Binlerce kayıp verdiler, yaralı verdiler. Türk ordusu gerçekten büyük bir bozgun yaşadı. Düşünebiliyor musunuz; dokuzuncu ay bitiyor, onuncu aya giriyoruz. Halen Zap merkezli savaş tüm yoğunluğuyla devam ediyor. Yani bir vadide; Çemço dediğimiz alanda savaş tüm yoğunluğuyla sürüyor. Sonuç alamıyorlar. Bu kadar kimyasal yasaklı silah kullanmalarına rağmen sonuç alamıyorlar. Çok ciddi de darbe yiyorlar, çok ciddi de kayıp veriyorlar. Geçen gün o ölen askerlerin aileleri, çeşitli kurumlar açıklama yapmıştı. Artık belli ki ailelerde de bir hareketlilik var. Cenazeler gitmiyor, çünkü çocuklar kayıp, savaşta ölüyor. Bir açıklama bile olmuyor ailelere. Şimdi giderek bu tür arayışlar ve tepkiler de yoğunlaşıyor. Daha önceden de zaten HDP'ye, sanıyorum sivil toplum kurumlarına, insan haklarına başvuranlar da olmuştu. İnsan hakları derneklerine başvuranlar dolmuştu. Sonra müdahale etti, ettiler. Para mara yedirdiler. Son olarak tehdit de ettiler. Ondan sonra önünü kestiler.
Belli ki Türk devleti bu savaşta bir sonuç alamadı. Büyük bir gerçekten bozgun yaşadı. Bundan sonra da belli ki ısrar edecek. O ısrarını sürdürecek. Fakat ne de yapsa artık sonuç alması mümkün değildir. Bu savaş Türk devleti açısından bir yenilgi olmuştur. Bu çok açıktır. Gerçekten arkadaşlar çok kahramanca direndiler, büyük bedeller de verdik. Fakat Türk devletinin 2022 yılında geliştirdiği konsepti boşa çıkardık. Tıkandı şimdi. Tıkandığı, sıkıştığı yerden çıkamıyor. Çok kapsamlı bir işgal planı yapmıştı. Başûrê Kurdistan dönük bu plan çok ciddi darbe yedi. Bu plan boşa çıktı, çöktü. Çırpınıp duruyor. Şimdi çakıldığı yerde her türlü savaş suçu da işliyor. Sonuç alamıyor.
KİMYASAL SİLAH GÜNDEMİ SÜRMELİ
Bu anlamda kimyasal silah çerçevesindeki gündem önemlidir. Daha önce ciddi bir gündem oluştu. Duyarlılık gelişti, kamuoyu gelişti. Bu mücadelenin sürmesi lazım. Türk devleti gerçekten çok ciddi bir savaş suçu işliyor, insanlık suçu işliyor. Her yerde çok yoğun bir biçimde kimyasal silah kullanıyor, yasaklı silah kullanıyor. Buna karşı mücadele sürmelidir. Türk devletini bu konuda çok ciddi teşhir etmeliyiz. Mücadele etmeliyiz ve mutlaka bunun hesabını her türlü biçimde sormalıyız.
HDP BİR DEVLET PARTİSİ DEĞİLDİR
Şimdi AKP-MHP faşist iktidarı, emek özgürlük ittifakını, özelde HDP'yi kendisi açısından büyük bir tehlike görüyor. Adeta kabusuna dönüşmüş. Yıllardır HDP üzerinde siyasi soykırım operasyonları sürüyor. Bir sürü siyasetçisi şimdi içeridedir. Binlerce, on binlerce kişi seçilmiş eş başkanlarından milletvekillerine, belediye eş başkanlarından meclis üyelerine, il, ilçe eş başkanlarından meclis üyelerine, aktivistlerden yurtseverlere kadar cezaevindedir. Şu anda artık Türkiye'de bir zindana dönüşmüş ama zindan içinde zindan kurmuşlar. Gerçekten binlerce, on binlerce insan zindandadır. Ve bundan da sonuç alamadı. Yani bu böyle böyle yaparak toplumu, iradesini kırıp teslim almayı hedefledi. Kürt toplumu nezrinde ne iradesi kırıldı ne de teslim oldu. Her yerde mücadele sürdü. Kürtlerin mücadelesi sürdü, kadınların mücadelesi sürdü, gençlerin mücadelesi sürdü. Türkiye demokrasi güçlerinin mücadelesi sürdü. Sonuç alamadı. Sonra HDP'nin hazine yardımını kesti. Bu biçimde HDP'nin iradesini kırmaya çalıştı, zayıflatmaya çalıştı. HDP'yi seçim propagandası, seçim çalışması kendince yani yürütemez duruma getirmeye çalıştı. Bu da zaten boştur. HDP bir devlet partisi değildir ki. HDP bir sistem partisi değildir. Sistem içi bir parti değil ki HDP. Halkların demokratik partisidir, halk partisidir. Gücünü halktan alıyor, halklardan alıyor, toplumdan alıyor. Evet, yıllarca HDP hazine yardımıyla çalışma yürüterek ayakta kalmadı. Kendileri de açıklama yaptılar. Halka dayandı, halktan beslendi, halktan güç aldı, halk desteğiyle çalışma yürüttü, mücadele etti, yaptı. Bu anlamda şimdi HDP'nin başlattığı kampanya gerçekten çok önem önemlidir. Bu da HDP'nin özüne denktir, tam özünü ifade ediyor. Hazinemiz halkımız mıdır? Evet, HDP nin hazinesi halktır. HDP halkların partisidir. Yıllarca böyle çalışma yürüttü, böyle gitti zaten. Yani devletten beslenen bir partinin halklar açısından çok fazla etkili olmuyor. Giderek böyle sistem içine çekiliyor, entegre oluyor. Zihniyetinde de siyasetinde de, çalışma tarzında da kaymalar yaşanıyor. Halktan kopuyor, görüyoruz. Sistem içi partilerin durumunu görüyoruz.
HDP TOPLUMLA KUCAKLAŞACAK
Hayırlı olarak değerlendirmek lazım bu durumu. Böylelikle HDP daha fazla halka gidecek, evlere gidecek, sokaklara inecek, mahallelere inecek. Ev ev, insan insan, sokak sokak, mahalle mahalle, ilçe ilçe, il il halkın içine karışarak, toplumun içine karışarak toplumla buluşacak. Toplumla kucaklaşarak toplumun sorunlarını dinleyecek, sorunlarına çözüm üretecek, kafa yoracak, örgütlenecek, tabandan, çekirdekten örgütlenecek, dolayısıyla halka ulaşacak. Tam da böyle HDP'nin özüne, programına, siyaset anlayışına uygun bir form kazanacak, uygun bir içerik ve biçim kazanacak HDP. Bu konuda da, biliyorsunuz son yıllarda da bazı eleştiriler vardı. Şimdi bütün bu eleştirileri de aşmanın tam zamanıdır ve HDP bunu bir anlayış haline getirmelidir. Bu “Hazinemiz Halkımızdır” kampanyası sadece bu dönemle sınırlı kalmamalı. Sadece bu seçim sürecinin bir anlayışı, tarzı olmamalıdır. Bu tamamen HDP'nin anlayışı olmalıdır, çalışma tarzı olmalıdır. Felsefesi, mücadele felsefesi olmalıdır. HDP halka indikçe, halkla oluştukça, halkla kucaklaştıkça, halkın sorunlarına çözüm gücü oldukça, çözüm iradesini ortaya koydukça halk da HDP'yi daha güçlü besleyecek, güçlendirecek. Güçlendikçe, halktan gücünü aldıkça HDP'nin sesi daha gür çıkacak. Siyaseti daha etkili olacak, daha geniş kesimlere hitap edecek ve örgütlülüğü de güçlenecek. Halk ve HDP ilişkisi çok güçlü bir diyalektik. Gerçekten birbirini besleyen simbiyotik bir ilişki. Yani karşılıklı birbirini besleyen bir ilişki gerçeğini ifade ediyor. Dolayısıyla bu süreç bir bütün olarak bunun önünü açmıştır. Bu süreç daha fazla HDP'nin büyümesine, güçlenmesine, Emek ve Demokrasi İttifakının güçlenmesine, büyümesine, bu seçim sürecinde de sonraki süreçte de çok başarılı mücadele siyaset yürütmesine vesile olacak. Ben buna inanıyorum. Yani bu buna yol açacak. Bu anlamda bu kampanya son derece önemlidir. Fakat dediğim gibi bu temel bir mücadele anlayışı haline gelirse bu daha güçlü sonuç verecek.
SÜREÇ UZADIKÇA İKTİDAR ZAYIFLIYOR
Normalde Haziran ayında haziran ortalarında seçim olacaktı. Bunu biraz öne aldılar. Tabii bu konuda hesapları var. Yani birçok hesabı var. Bir AKP-MHP faşist iktidarı giderek oy kaybediyor, eriyor. MHP gerçekten bir çöküş içindedir ve bu giderek daha fazla derinleşiyor. Ne kadar zaman ilerlerse, seçim ne kadar geç olursa o kadar fazla da çöküş derinleşir, daha fazla zayıflar. Bir temel şey bu. Bunu biraz erkene alma, daha fazla yıpranmadan çok daha fazla erimeden, oylar daha fazla aleyhine dönmeden böyle bu seçim sürecine girmek istiyor. Esas nedeni odur.
Diğer taraftan ciddi bir ekonomik kriz var. Çok yapısal bir krizdir. Öyle dönemsel de değildir. Yapısaldır, gerçekten ciddi bir krizdir. Türkiye toplumun hepsi büyük bir öfke içerisindedir. Açlık yani öyle yoksulluk da demeyelim; açlık başını almış gidiyor. Ciddi bir öfke toplumda birikmiş durumdadır. Bu ekonomik krizin yol açtığı sonuçlar var. Bunların hepsi AKP-MHP faşist iktidarını aleyhine durumlar ortaya çıkarıyor. Şimdi geliştikçe, süreç uzadıkça ekonomik kriz de derinleşiyor. Yoksulluk, açlık, toplumdaki tepki daha fazla artıyor. Biraz böyle erkene almasında bunun da çok önemli bir etkisi var. İşte bize, Kürtlere karşı da büyük bir soykırım yürüttü. Sonuç alamadı. Biraz önce de ifade ettim, Zap’ta çakıldı kaldı. Konsepti sonuca gidemedi. Ciddi bir orada da darbe yedi.
SEÇİMİ ERKENE ALMAK AKP-MHP’YE FAYDA SAĞLAMAYACAK
Savaş siyasetiyle bir biçimde böyle sonuç almaya çalıştı. Ondan da sonuç alamadı. Bu süreç zarfında biraz daha bu yönlü savaş politikalarını, daha fazla savaşı derinleştirme temelinde geliştirecek. Bu süreçte de kendince bir şey almaya çalışacak. Çeşitli iddialarda bulunanlar da var. Yani Ramazan ayıdır, bunu kullanacak diyorlar. 14 Mayıs işte Türkiye'nin tek parti sisteminden çok parti sistemine geçtiği, 1950 çoklu sisteme geçiş, çok parti sistemine geçtiği süreci ifade ediyor. Bunu da diyorlar. Yapacak, yani kullanacak. Ve benzeri bu tür etkenler de var. Onlar çok önemli değil. İşin esası şudur. AKP-MHP faşist iktidarı çok ciddi bir zayıflamayı yaşıyor. Dağılmayı yaşıyor, çöküşü yaşıyor. Savaş politikalarıyla, soykırım politikalarıyla, faşizmle, her türlü baskıyla, şiddetle toplumu teslim alamadılar, iradesini kırmadılar. Kürt toplumu da Türkiye toplumu da bir bütün olarak büyük bir mücadele içerisindedir, tepki içerisindedir.
Şimdi bu durumlar daha fazla derinleşmeden zamanı biraz da böyle erkene alarak durumu biraz kendi yararına değerlendirmek istiyor. Bu da faydasızdır. Bundan da fazla bir sonuç alamayacaklar.
İşte bu süreç zarfında da -Kurdistan'da da bazı programlarda arkadaşlar da değerlendirdi- özel psikolojik savaşı çok fazla derinleştirdi. Kürt halkın iradesini kırmak için her türlü şeyi yaptı. Toplumda çürümeyi geliştirme, toplumun ahlaki değer yargılarını kırma yönünde birçok şey geliştirdi. Şimdi Kurdistan'da çok ciddi bir ajanlaştırma çalışması yapıyor. Fuhuş, uyuşturucu, tecavüz. İşte bu Van'daki olayı Kürt Kadın Hareketi'ne karşı, bir bütün kadın hareketlerine karşı, kadına karşı büyük bir saldırıdır. Kadın düşmanlığıdır, toplum düşmanlığıdır, halk düşmanlığıdır. Kadının yükselen bir mücadelesi var. Kürt kadın özgürlük mücadelesi Türkiye kadınını, Türkiye toplumunu, dünyayı etkiliyor. Bu anlamda kadınların da AKP desteği kadınların verdiği mücadeleyle giderek ciddi anlamda azalıyor. Kadınların ilgisi azalıyor. AKP kadın mücadelesiyle, kadınların desteğiyle gerçekten bugüne geldi. Şimdi bu konuda da ciddi bir erime var. Kürt Kadın Özgürlük Hareketi'nin iradesini kırmak için, mücadele eden kadınların, örgütlü kadın mücadelesinin iradesini kırmak, teslim almak için bu tür saldırıları Kurdistan'da, özellikle Kürt kadınına karşı yoğunlaştırdı. Kürt kadınına karşı bu tür saldırılar zaten soykırım alanının bir parçasıdır. Bunlar çok planlı, çok sistematik bir biçimde soykırım politikalarının bir parçası olarak yürütülüyor. Kurdistan'daki bütün memurundan tutalım polisine kadar, jandarmasına kadar, kurucusuna kadar her türlü kesimi birer özel savaş elemanı olarak değerlendiriyor. Soykırım politikalarını da çok çirkin, kirli bir biçimde kullanıyor ve o saldırı da zaten bunun bir parçası olarak gelişiyor ve bunu Kurdistan'da da çocuklara dönük, kadınlara dönük geliştiriyor. Bundan da zaten sonuç alamaz. Kadın mücadelesi de sürüyor. Güçlü bir biçimde kadınların tutumu da sürüyor. Türkiye'de de öyledir. Güçlü bir kadın hareketi var, mücadele ediyor. Bu özel savaş politikaları da çok fazla sonuç vermedi. Kadınlara dönük, bu topluma dönük toplum kırım politikaları şimdi ne yapıyor? Kurdistan'da Hizbi-kontra örgütlüyor. Kurdistan'da Osman Ocaklarını örgütlüyor. İşte bu Soylu alçağı, Milli Beka Hareketi adında bir hareket oluşturmuş. Bu alçak, hain, işbirlikçi tipleri bu gruplar içerisine koyarak, çete grupları örgütleyerek Kürt toplumuna karşı bu soykırım politikalarında kullanıyor. Toplumu çürütme, yozlaştırma, Kurdistan'da çeşitli cinayetler yapma, katliamlar gerçekleştirme, HDP binalarına saldırılar hep bu gruplar eliyle yapıldı. Bu temelde bu kesimleri de kullanıyor. Bir taraftan böyle toplumu çürütme, diğer taraftan da böyle fiziki soykırımlar yaparak Kürt toplumunu teslim alma, iradesini kırma temelinde özel savaşı binbir türlü araçla yoğunlaştırmış. Bütün bunlar sonucunda yine sonuç alamadı. Şimdi ne de yapıyor? Sonuç alamıyor. Gittikçe eriyor, gittikçe güç kaybediyor, kan kaybediyor, can kaybediyor. İşte şimdi Cumhur İttifakı'nın -hep diyorlar- küçük ortağı MHP, ırkçı faşist bir kontra partidir. Gerçekten de parti demeye bile insanın dili varmıyor. Parti marti de değildir; derin devletin siyaset yüzüdür. Şimdi kendi içinde muhalifleri de tasfiye etti. Sinan Ateş cinayeti öyledir. Devlet Bahçeli'yi, MHP siyasetini biraz eleştiren, farklı bir ses çıkaran tasfiye ediliyor. Bu da böyle tasfiye edildi. MHP içerisindeki muhalif kesimlerden biridir herhalde. Son süreçte İYİ Parti'ye geçmek istiyor…
AKP VE MHP ÇÖZÜLÜYOR
Şimdi mesela MHP içerisinde ciddi bir çözülme var. Dün bahsediyorlardı; 16 bin MHP üyesi kopmuş diyorlar. Giderek bu sayı artıyor. Ve dolayısıyla AKP'nin bu ırkçı faşist ittifakı MHP giderek dağılıyor, parçalanıyor, AKP parçalanıyor. AKP'de zaten Kürt kalmadı.
Yeminli hainlerin dışında AKP'de kimse kalmadı gerçekten. Bir kısmı HDP'ye geçti, bir kısmı diğer partilere geçti. Ciddi bir şey. Bu seçimin nasıl olacağı şimdiden bellidir. Ne de yapsa bu faşist soykırımcı iktidar; AKP, MHP iktidarı bu seçimde sonuç alamaz, başarılı çıkamaz. Bu çok açık bir biçimde şimdiden görülüyor.
Kürt halkının tutumu nettir. Zaten Kürt düşmanı bir soykırım politikası yürüttü. Kürtlerin tutumu çok net. Türkiye toplumunun yaklaşımı da ortada. Ciddi bir tepki Türkiye toplumunda da var. Yani gerçekten yüzyıllık Kemalist devleti yıktı, tüm kurumlarıyla yıktı. Şimdi dinci, ırkçı, milliyetçi, faşist diktatörlüğe dayalı bir sistem kurmak istiyor ve bunu seçimle de meşrulaştırmak, kurumsallaştırmak istiyor. Bu 20 yıllık süreç içerisinde özellikle bu AKP, MHP ile aktif bir biçimde yürüdüğü bu 7 yıllık süreç içerisinde durumlar da ortadadır. Çok ciddi bir tepki, Kemalist kesimde de var, laikçilerde de var, liberallerde de var, demokratlarda da var, muhafazakar kesimlerde de var. Ciddi bir şey. Türkiye toplumunda da büyük bir öfke ve tepki ortaya çıkmış ve muhalefet bunu iyi değerlendirirse gerçekten kesinlikle muhalefet bu seçimi alır. AKP, MHP faşist iktidarı ne tür oyunlar yaparsa yapsın, ne tür hileler yaparsa yapsın, ne tür saldırılar geliştirirse geliştirsin güçlü bir duruş ortaya konulursa, ortak ve güçlü bir duruş ortaya konulursa kesinlikle bu seçimi muhalefet kazanır.
FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜ YIKMA NOKTASINDA BULUŞMAK ÖNEMLİ
Altılı Masa'nın Kürt sorununun çözümüne dönük herhangi bir programı gelişmedi. Yani ortaya bir politika koymadılar. Bu konuda Kürtlerin de ciddi rahatsızlıkları, eleştirileri var. HDP'nin de çağrıları oldu, eleştirileri oldu, devam ediyor. Bu eleştiriler yoğunlaşarak sürüyor. Altılı Masa'dan Kürt sorunun demokratik çözümüne dönük böyle bir süreçte, böyle bir bileşim ile bir çözüm programı politikası beklemek çok gerçekçi değil, zihniyeti ortadadır. Klasik devlet zihniyetini çok aşmış değil. O inkarcı imha zihniyeti siyasetini aşmış değil. Bu Altılı Masa etrafında toplanan partilerin her biri açısından da bunu söylemek mümkündür. Fakat şöyle bir iddiayla ortaya çıkıyorlar: Biz Türkiye'de hukuk devletini yeniden inşa edeceğiz. Reformu yapacağız. Bu devlet hukuka göre işleyecek. Yargı, yürütme, yasama kendi rol misyonuna göre işleyecek. Yargı bağımsız olacak. Hukuka göre işleyecek. Yargı üzerinde siyasetin bir vesayeti olmayacak. Orduyla güçlendirilmiş parlamenter bir sistem olacak. Bu faşist diktatörlüğü biz aşacağız. Bir hukuk devletini yeniden restore edeceğiz, geliştireceğiz. Bu iddiayla ortaya çıkıyorlar. Türkiye toplumu açısından böyle bir iddia da büyük bir önem taşıyor. Türkiye toplumunun mevcut içinde bulunduğu durum dikkate alındığında gerçekten bu faşist iktidar, AKP, MHP iktidarı ortada hukuk namına bir şey bırakmadı. Türkiye hep hukuksuzluk. Türkiye'de bir hukuk vardı. Fakat o hukuk hiç Kürtlere işlemedi mesela. Yani Kürtlere dönük de zaten o hukukta bir şey yoktu. O bir gerçek. Öyle demokratik bir hukuk değil Türkiye hukuku.
Topluma hitap ediyor, toplumu yapıyor, belli oranda etkiliyor. Bir iddiada ortaya koyuyorlar. Şimdi elbette yani seçim sürecidir. Şu noktada buluşmak önemlidir; Emek ve Özgürlük İttifakı'yla bu Altılı Masa ittifakının ortak paydası faşist diktatörlüğü, bu faşist rejimi aşmaktır, yıkmaktır. Tek ortak payda budur. Yoksa demokrasi konusunda, Kürt çözümü konusunda, Kürt sorununun çözümü konusunda, Türkiye'nin demokratikleşmesi konusunda halen bir ortak payda yakalanmış değildir. Şu bir gerçektir. Yani bu Altılı Masa'nın Türkiye'yi demokratikleştirme dönük bir iddiası varsa, demokratik bir Türkiye iddiası varsa ve bunun yolu Kürt sorununun demokratik çözümünden geçer. Sen Kürt sorununu demokratik temelde çözmeden nasıl Türkiye'de demokratikleştireceksin? Mümkün değil. İnkar, imha, soykırım politikaları sürdüğü müddetçe Türkiye'de demokrasi olmaz. Türkiye demokratikleşemez. Türkiye giderek yine faşizme doğru yol alır. Faşist iktidarlardan, faşist hükümetlerden Türkiye kurtulmaz yani. Bu bir gerçek. Bu faşist iktidarın yıkılması, aşılması Türkiye'de çok ciddi demokrasi tartışmalarını, Kürt sorunun demokratik çözümünü, Türkiye'nin demokratikleşmesini, demokratik hukuk temelinde bir devlet yapılanmasını, inşasını ciddi gündeme koyacak ve bunun üzerinden çok ciddi bir tartışma gündemi açılacak. Farklı dinamikler ortaya çıkacak. Demokrasi eğilimi Türkiye'de daha fazla örgütlenme, çalışma, mücadele etme, siyaset yürütme zemini kazanacak. Elbette bu da önemlidir. Bu anlamda Emek ve Özgürlük İttifakı'yla 6'lı Masa ittifakı, bu faşist diktatörlüğü, rejimi yıkmada buluşuyorsa, ortaklaşıyorsa, bu konuda ortak bir mücadele vermek bile son derece değerlidir.
İTTİFAKIN DESTEĞİNİ İSTİYORLARSA O TEMELDE SİYASET YÜRÜTECEKLER
Fakat Altılı Masa açısından -Emek Özgürlük İttifakı, HDP de tutumunu ortaya koydu- Türkiye'nin demokratikleşmesini esas almayan, Kürt sorunun demokratik çözümünü esas almayan, bu anlamda Kürtlerin de kabul edeceği, demokrasi güçlerinin de kabul edeceği uygun bir aday olmazsa aday çıkaracaklar ve kendi adaylarıyla seçime gidecekler. Bu anlamda müzakereye de açık olduklarını ifade ettiler. Bu da çok önemli bir yaklaşımdır Altılı Masa'nın değerlendirmesi açısından. Yani bu durumu da görerek ona göre bir yaklaşım içerisine girmeleri gerekiyor. Bu seçimde ciddi bir sonuç almak isteniyorsa, gerçekten bu faşist iktidar yıkılmak isteniyorsa bu, ortak bir sinerjiyle ancak mümkün olur. HDP'nin desteği olmadan, Emek Özgürlük İttifakı'nın desteği olmadan Altılı Masa'nın da bu seçimi kazanması mümkün değildir. Bu bir gerçektir. HDP, Emek Özgürlük İttifakı mevcut durumda kilit bir rol oynuyor. Geçen gün değerli Mithat Sancar da belirtti. Kilit değil diyordu, anahtar rol oynuyor. Biz bu anahtarla tüm kapıları açabiliriz, kapatabiliriz de. Gerçekten böyle bir rol oynuyor. HDP'nin, Emek ve Özgürlük İttifakı'nın desteğini kazanmak istiyorlarsa o zaman onlara göre uygun demokratik bir tutum, yaklaşım içerisinde olmaları gerekiyor. Adayın da bu kriterlere uygun belirlenmesi gerekiyor. Bu önemlidir. Aksi halde zaten yol haritasını belirlemiş Emek Özgürlük İttifakı, o temelde siyaset yürütür. Etkili de bir siyaset yürütüyor. Gerçekten Türkiye'nin de gündemini belirliyor. Duruşları da son derece tutarlı, ilkeli ve topluma güven veren bir duruş ve tutum içerisindedir. Toplumun da ciddi bir ilgisi, zaten desteği söz konusu.
KADINLARIN ÖNCÜLÜĞÜNDE TOPLUM AYAKTA
Kesintisiz aylardır süren bir direniş var kadın öncülüğünde. Bu gerçekten büyük bir toplumsal değişim ve dönüşüme de yol açtı. Ve biz burada kadının gücünü gördük. Evet, kadın büyük bir değiştirici ve dönüştürücü güçtür. Gerçekten toplumu değiştiriyor, dönüştürüyor. Zihniyetini, kültürünü, anlayışını, sistemi değiştiriyor, dönüştürüyor. Biz bunun etkilerini sonraki süreçte göreceğiz. İran devleti böyle kalmaz. İran’da kesinlikle ciddi değişimler olacak. Yani toplumdaki bu değişimin siyaset üzerinde çok ciddi etkisi olacak. Bunun etkilerini ileride çok daha belirgin bir biçimde göreceğiz. Bu anlamda İran, Rojhilat şahsında şunu da gördük yani. İyi kadın mücadelesi gerçekten bölgesel ve evrensel bir nitelik kazandı. Yani dünyayı değiştiriyor. 21. yüzyıl Önderlik dedi ki "kadın yüzyılı olacak". Gerçekten 21. yüzyıl kadın yüzyılı oldu, oluyor. Yani buna damgasını vurdu kadın. Artık kadınların öncülüğünde toplumlar ayaktadır, halklar ayaktadır, kadınların öncülüğünde insanlık ayaktadır. Tüm insanlık değerleri ayaktadır. Bu çok önemlidir. Yani toplum yeniden dirildi. Ruh kazandı, can kazandı. Şimdi her yerde özgürlük, eşitlik, adalet, demokrasi talepleri en yüksek sesle dillendiriliyor ve bunun öncülüğünü kadınlar yapıyor. Ve dünyayı gerçekten kadınlar değiştirecek. Dünyayı kadınlar özgürleştirecek. Dünyayı kadınlar demokratikleştirecek. Özelde de bölgenin devrimini kadınlar sağlayacak. Demokratik Ortadoğu devriminin öncüsü, yapıcısı, oluşturucusu, yaratıcısı kadınlar olacak. Bunu çok somut bir biçimde biz on yıllardır Kurdistan'da görüyoruz. Kurdistan Kürt Kadın Özgürlük Mücadelesi, bölge kadınını çok ciddi etkiledi ve mücadele sevk etti. Bölge toplumunu etkiledi. Bugün Arap devletlerinde, ülkelerinde çok ciddi serhildanlar bütün bu aydınlanmanın sonucudur. Kadın mücadelesi Ortadoğu'da böyle Rönesans rolü oynadı. Ciddi bir gerçekten aydınlanmaya, bilinçlenmeye, iradeye, çeşmeye, örgütlenmeye, direnişe, mücadeleye yol açtı kadınlarda ve halklarda. Bir bütün toplumda... Şimdi bunun yoğunlaştığı bir merkez de İran ve Rohilat. Bu ciddi değişimleri kendisiyle birlikte ortaya çıkaracak tabii. Bu devlet de bunu kolay kolay sindirememiş orada. O yüzden baskıları arttırıyor, şiddeti arttırıyor, idamları arttırıyor, idam politikasıyla toplum üzerinde ciddi bir korku oluşturmaya çalışıyor, toplumun iradesini kırmaya çalışıyor, kadınların iradesini kırmaya çalışıyor, teslim almaya çalışıyor.
İDAM POLİTİKALARI SONUÇ VERMEYECEK
Bu politikanın temel amacı budur. Fakat görüyoruz. Bu politikalar da, bu şiddet politikaları da, baskı politikaları da sonuç vermeyecek. İdamlar ile bu rejim bir sonuç alamayacak. Rejimin de hayrına değil. Yani bu daha fazla rejimi çıkmaza koyacak. Koyuyor, daha fazla koyacak. Bu açıdan bu politikaları bırakmak lazım. Gerçekten bu idam politikası dünyadaki en vahşi uygulamalardan biridir. Çok vahşi bir uygulamadır. Çok vahşi bir saldırıdır. Korkunçtur. Bu bir insanlık suçudur. Bunu bırakması lazım. 21'inci yüzyıldayız. Her yerde halk ayaktadır. Kadınlar ayaktadır. Özgürlük istiyor, adalet istiyor, eşitlik istiyor. Artık kimse bunun önüne geçemez. Kimse, hiçbir devlet gücü bunun önüne geçemez. Hiçbir iktidar gücü, hiçbir hegemonik güç bunun önüne geçemez. Bölgedeki bu statükocu güçler de bunun önüne geçemez artık. İran da geçemez, Türkiye de geçemez. Diğer devletler de geçemez. Sel olmuş akıyor. İstediğin kadar bentle önünü, tutamazsın. O barajı tutamazsın. O bentleri aşacak. Çok ciddi bir bilinçlenme var. Burada eleştirme var, örgütlenme var. Dünya artık küresel, yani küçük bir köye dönüşmüş. Bir yerdeki bir gelişme diğer yeri etkiliyor, diğer yeri tetikliyor. Birbirine güç veriyor, güç katıyor, sinerji oluşturuyor. Yani bunun önüne geçemez. Doğru olan nedir? Bu politikayı değiştirmektir. Bu idamlara son vermektir. Bu idam yasalarını kaldırmaktır. Bu idam politikasına gerçekten son vermektir. Demokratikleşmeyi esas almaktır. İran kendisini bu çıkmazdan ancak demokratikleşerek çıkarabilir. İran demokratikleşirse kadınların, gençlerin, Kürtlerin, Belucların, Arapların, Fars; yani İran'da yaşayan tüm kimliklerin, farklı kimliklerin haklarını tanırsa, verirse, demokratik bir yönetim ve siyaset anlayışı geliştirirse İran gerçekten bölgeye örnek olur. Bölgenin de en demokratik gücü olur ve en güçlü devleti haline gelir.
ÊZIDÎLERİN ÖZ YÖNETİMİ TANINMALI
Almanya'nın soykırımı, Êzidî soykırımını tanıması önemlidir. Bundan önce de 12 ülke soykırım olarak tanıdı. Avrupa ülkelerinde şöyle bir ikiyüzlülük var. Yani bir taraftan Êzidî soykırımını tanıyorlar, Şengal'e yönelik saldırıyı bir soykırım saldırısı olarak, soykırım olarak kabul ediyorlar, tanıyorlar fakat bir şey yapmıyorlar. Normalde bir ülke bunu bir soykırım olarak tanıyorsa o zaman bu soykırımın önüne geçmek için, bu soykırımların fermanları tekrarlanmaması için, o toplumun da öz iradesini, öz yönetimini tanıması lazım. Öz savunmasını tanıması lazım. Çünkü bu fermanların, bu soykırımların önüne bununla geçilebilir. Êzidîlerin, Şengal'in öz yönetimi olmazsa, öz savunma güçleri olmazsa, ileride tekrardan bir ferman yaşayabilir, fermanlar yaşayabilir, soykırım yaşayabilir. Jenositler yaşayabilir yani. Almanya da, bu soykırımı tanıyan diğer 12 ülke de Şengal öz yönetimini tanımalıdır. Öz savunma gücünü tanımalıdır. Ancak bu o ikiyüzlü politikaları ortadan kaldırır. Diğer biçimi gerçekten fazla önemlidir. Fakat bu pratik bir şeye dönüşmez ise, öz yönetimi de tanımaya dönüşmez ise pratikte fazla bir şey olmuyor. Bu önemlidir, onu belirtmek istiyorum.
Bir de Almanya'nın Êzidîler üzerinde onlarca yıldır bir politikası var. Çok özel bir politika yürütüyor bu konuda. Almanya yıllarca bunu yaptı yani. Ciddi misyonerlik çalışmaları var. Êzidîler için de oturmuş bir Êzidî politikası var. Kendi güdümüne alarak bir politikayı yürütmeye çalışıyor.
ŞENGAL ÖZ YÖNETİMİNİ HERKESE KABUL ETTİRMEK GEREKİYOR
Şu önemlidir Şengal açısından, Êzidîler açısından; mücadele ettikçe sonuç alınıyor. Yani bunlar öyle kendiliğinden gelişmedi. Êzidîler, Şengal halkı bunun bir soykırım olarak tanınması için çok ciddi bir mücadele yürüttü. Siyasi, diplomatik, toplumsal ciddi bir mücadele yürüttü. Bu mücadelenin sonucu olarak bu tanımlar gelişti. Bu, Êzidîlere büyük bir güç vermiştir, cesaret vermiştir. Bunun üzerinden daha fazla bu mücadeleyi geliştirebilirler, güçlendirebilirler. Diğer devletlere de bu soykırımı kabul ettirebilirler. Bunun yanı sıra aynı zamanda öz yönetimi kabul ettirebilirler. Esas olarak bunu kabul ettirmek gerekiyor. Şengal öz yönetimini herkese, tüm dünyaya kabul ettirmek gerekiyor. Bu konuda Êzidîler çok aktif bir siyasi, hukuki, diplomatik, toplumsal mücadele vermelidir her yerde. Bu mücadele güçlü bir biçimde vermelidir. Herkese soykırımı kabul ettirmeli ve aynı zamanda öz yönetimi de kabul ettirmeli. Şimdi halen binlerce Kürt, Êzidî kadını DAİŞ’in elindedir. Şengal Fermanı, 74. Ferman Türk devletinin doğrudan geliştirdiği bir fermandı. DAİŞ ile birlikte Türk devleti bu fermanı geliştirdi. Bu saldırı Türk devletinden bağımsız olmadı. DAİŞ’in Şengal saldırısının içinde, arkasında Türk devleti vardı. Kaçırılan çocuklar Ankara'da bulundu. Türkiye'ye giden bütün Êzidîleri dünyanın dört bir yanına savurdu. Bir sürü Êzidî kadını, çocuğu DAİŞ’in elindedir. Bu soykırımı soykırım olarak tanıyorlar. Bu soykırımının bir parçasıdır Türk devleti. O zaman tanıyorsanız Türk devletine karşı da tanıyın. Karşında Türk devleti var. Bu soykırım saldırıların içerisinde yer almış. O zaman bir tutum ortaya çıkmalı. Aynı zamanda bir tavır ortaya çıkmalı. Türk devleti Kobanê saldırılarında da yer aldı. Rojava'ya dönük DAİŞ saldırılarında da doğrudan yer aldı. İşte Kobanê’nin kurtuluş yıl dönümünü kutladık. Ben kutluyorum. Selamlıyorum. Bu Kobanê soykırım saldırılarında, DAİŞ saldırılarında da Türk devleti yer aldı. Doğrudan o saldırıları Türk generalleri koordine etti. DAİŞ'in her türlü lojistik desteğini Türk devleti sağladı. Cephaneleri Türk devleti sağladı. Şimdi böyle tutum ortaya koymak anlamlıdır. Fakat bunun pratik bir şeye de dönüşmesi gerekiyor. Öz yönetimi tanımaya da dönüşmesi gerekiyor. Bu anlamlı olur.
İSVEÇ VE FİNLANDİYA’YI KÜRT POLİTİKASINA ÇEKMEK İSTİYOR
İsveç, Finlandiya, Türkiye üzerindeki silah ambargosunu kaldırdı. Türkiye; İsveç, Finlandiya, Avrupa ülkelerinden aldığı silahlarla Kürtleri her gün katlediyor. Soykırım yapıyor. Dolayısıyla bu tutumlarıyla Türkiye'nin Kürtler üzerinde uyguladığı bu soykırım politikalarına da ortak oluyorlar. Kürtleri öldürmelerine, katletmelerine göz yumuyorlar. Ve bütün bunlar da İsveç, Finlandiya, Almanya, Avrupa ülkelerine verdiği silahlarla oluyor. Bu tutumları kınıyorum. Türk devleti her yerde Kürt düşmanlığı yapıyor. Türk devleti istiyor ki, bütün dünya da Kürt düşmanlığı yapsın. Herkesi de o politikaya çekmeye çalışıyor, o çizgiye çekmeye çalışıyor. İsveç'e dayattığı da odur, Finlandiya’ya dayattığı da odur. Çok ciddi bir şantaja dönüştürmüş kendi NATO üyeliğini. Herkes üzerinde büyük bir böyle faşizm uyguluyor. Çetelerle de şantaj yapıyor her gün. İşte Avrupa'nın önceden de birçok yerde patlama oldu. Çeteler yoluyla arkadaşlarımıza dönük suikastlar yapıyor, saldırılar yapıyor. Yani herkes üzerinde böyle şeyi kullanıyor. Yani zorba gibi bu faşizmi böyle her yere ihraç ediyor, şiddeti her yere ihraç ediyor. Terörü de, kendi devlet terörünü de her yere ihraç ediyor ve herkesi de kendi politikasına getirmeye çalışıyor. Şimdi İsveç ve Finlandiya dayattığı da odur. Diyor; sen de benim gibi Kürt düşmanlığı yapacaksın. Kürtlere orada nefes aldırmayacaksın, yürüyüş yapmasının önüne geçeceksin, katılmasının önüne geçeceksin, her türlü şeyin önüne geçeceksin. Yani açık, somut, net. Kürt soykırım politikamıza açıktan, aktif bir biçimde destekleyecek ve Kürt düşmanlığı yapacaksın, diyor. Dayattığı budur. Şimdi bu ambargoyu kaldırmakla da bir biçimde buna hizmet etmiş oluyorlar.
TOPLUM VERİLEN TAVİZLERE TEPKİLİ
Biz bu tutumları gerçekten çok ciddi bir biçimde eleştiriyoruz. Şimdi bu da bir yere kadar geldi. İsveç'te iktidara gelen yönetim birçok taviz verdi Türkiye'ye. İşte bir yurtseveri iade etti, çeşitli baskılar uyguladı Kürtler üzerinde, Kürt kurumları üzerinde. Bazı vaatlerde bulundu, tavizlerde de bulundu. Fakat sonra fark etti ki bunun sınırı yok. Türk devleti sınır tanımıyor, istedikçe istiyor. Bir bütün onları kendisine benzeştirmeye çalışıyor. Benim gibi hareket edin, diyor. Kendi hukukunuzu bir tarafa bırakın, diyor. Erdoğan'ın ağzından çıkan hukuku uygulayın, diyor.
İsveç'in de kendine göre bir hukuku var, yasası var, bir demokrasi anlayışı var. İşte Avrupa'da hukuk devleti olarak, demokratik devlet olarak bilinen, dünyaca da tanınan devletler açısından belirtiyorum. Böyle bilinen, tanınan bir devlet. Şimdi giderek kendi hukukunu da, yasalarını da ayaklar altına almaya başlıyor. Bu, İsveç toplumunda da çok ciddi bir rahatsızlık yaratıyor. Giderek İsveç toplumunda da ciddi eleştiriler gelişiyor. Hükümet üzerinde baskılar gelişiyor. Durumdan rahatsızlar. Böyle giderse, yarın İsveç'te bir seçim olsa bu yönetim kaybedecek, düşecek. Kesindir. Bütün şeyler onu gösteriyor. Finlandiya'da bir seçim olsa bu Finlandiya'nın mevcut yönetimi düşecek. Finlandiya'da toplumda da ciddi bir tepki var. Toplum eleştiriyor, diyor; Siz diktatör, faşist Erdoğan'ın politikalarına teslim oldunuz. Biz bunu kabul edemeyiz. Bu bizim değerlerimize terstir, diyor. Bizim değerlerimizi çiğniyorsunuz, diyor. Saygısızlık yapıyor. Bu konuda ciddi bir tepki var. Bunun da tabii ki sınırı var. Baktılar ki böyle olursa iktidardan düşecekler, toplumun baskısını kendileri de kaldıramaz duruma geldi, mevcut İsveç yönetimi de hükümeti de, Finlandiya da biraz yumuşattı.
Türkiye de bir seçim sürecine girdi. Seçim de yaklaştı. Türkiye toplumunda da ciddi bir tepki var. Mevcut faşist iktidara karşı ciddi bir muhalefet yapıyor, gelişiyor. Örgütlü bir muhalefet gücü de ortaya çıkıyor. Avrupa'da şeyin hesabını yapıyor; Türkiye'deki bu faşist iktidarla, diktatör rejimle bu ilişkileri nereye götürecek? Ve Türkiye'deki bu faşist iktidar Avrupa'ya da zarar veriyor. NATO üyesidir. NATO'nun aldığı kararları uygulamıyor. Hiçbir kuralı uygulamıyor. Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ve birçok şeye, evrensel hukuka imza atmış. Hiçbirini uygulamıyor. Avrupa Parlamentosu karar alıyor, uygulamıyor. CPT bir şey söylüyor, uygulamıyor. Avrupa Parlamentosu'nun aldığı kararları uygulamıyor. Uluslararası hukuku da ayaklar altına almış, hiçbir şeye kendisini sorumlu hissetmiyor. Bu nereye kadar gider yani? Anlaşılan Avrupa devletleri de bu durumdan rahatsız; Almanya'nın da eleştirileri gelişiyor. İngiltere'de de basın giderek böyle eleştiriyor, gündeme koyuyor. Birçok yerde öyle, Fransa'da öyle, Amerika'da öyle. Toplumun bu devletler üzerinde, bu hükümetler üzerinde ciddi bir basıncı oluşuyor, tepkisi oluşuyor. Diğer taraftan da Türkiye toplumunda da tepki var.
Bir de gerçekten bu uluslararası kurumları dinlemiyorlar. Yani NATO üyesidir, NATO'yu dinlemiyor. Avrupa Konseyi üyesidir, Avrupa Konseyi'nin kararlarını dinlemiyor. Uluslararası sistemin, Batı sisteminin bir parçasıdır. Hiçbir biçimde onun hukukuna göre hareket etmiyor. Böyle tamamen dolu dizgin, kendi iktidar çıkarları temelinde faşist, ırkçı, dinci bir politika yürütüyor.