Tutsak Özer: Önce demokrasi gücü olmalı

Marmara Cezaevi’nde rehin tutulan Abdülsıttar Özer, Türkiye demokrasi güçlerinin tecridi tartışma konusu yapabilmesi için kendilerini gerçekten demokrasi gücü haline getirmeleri gerektiğini söyledi.

TC’nin kurucu mitolojisinin tamamen bir mühendislik çalışmasından ibaret olduğunu, sosyolojisinin temel dinamiklerine ve doğal gelişim seyrine paralel açığa çıkıp oluşmadığını belirten tutsak Abdülsıttar Özer, şunların altını çizdi: “Türk halkını, kendine ait özlü bir tarih bilinciyle oluşmuş, normal bir halk kategorisinde değerlendirmek yanlış olacaktır. Doğru tarih bilinci oluşmayınca, güncelin doğru analizi, doğru çözüm üretme kabiliyeti de haliyle gelişmiyor. Önce Kemalizm ile uygarlaşma adı altında, sonrasında da ılımlı İslam adı altında Türk toplumuna yapılan dayatmalar, kendine yabancılaşma durumunu yaşatmıştır. Her ne kadar Kürt ve Kurdistan olgusunu sorunsallaştırıp ‘Kürt sorunu’ tarzında tartışma alışkanlığı edinmişsek de özünde bundan çok daha ağır ve üzeri sürekli örtülen bir sorun olarak ortada bir ‘Türk sorunu’ vardır.”

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit, işkence ve soykırım sisteminin ortadan kaldırılması ve özgürlüğü için zindanlarda tutsakların, dışarıda ise tutsak yakınlarının hapishane önlerinde “Özgürlüğe ses ver” şiarıyla eylemleri sürüyor.

Zindanlarda süren direnişe katılanlardan biri de, 2021 yılının Mart ayında dönemin Türk İçişleri Bakanı tarafından ‘öldürüldü’ diye açıklama yapılan ve daha sonra avukatlarının ısrarları sonucu Amed’de bir hastanede tutulduğu ortaya çıkan HPG gerillası Abdülsıttar Özer.

Yaralı olarak esir düşen Özer, Amed’de kısa süre hastanede kaldıktan sonra önce Kırıkkale hapishanesine, oradan da Marmara hapishanesine sürgüne gönderildi. Çıkarıldığı mahkemece hakkında 31 kez ağırlaştırılmış müebbet cezası verilen Özer, İmralı’da yaşanan tecride yönelik başlatılan eylemlere ilk günden itibaren katılan tutsaklardan biri.

Tutsak Abdülsıttar Özer, tecridin neden önemli olduğunu ve neden Türkiye’de ana gündem olmadığını ANF’ye değerlendirdi. Özer’in değerlendirmeleri şöyle:

ÖZEL SAVAŞIN YANINDA HİZALANAN ‘SOL’

Modernitenin insanı anlam düzeyinde körelttiği ve insanı görme özürlüsü olmanın ötesine taşıyıp bir anlam özürlüsü haline getirdiği gerçeği önümüzde bir vaka olarak dursa da Türk solu ve diğer muhalefet unsurları açısından bunu bir genelleme düzeyinde belirtmek isabetli olmaz. Şüphesiz sol-sosyalist, demokrat ve demokratik İslami çizgide varlık gösterme çabasında olan dostlarımız var ve bu konuda da tutumları oldukça değerli. Bununla birlikte kendini sol olarak tanımlayan ve özel savaşın yanında sıralanmayı marifet haline getiren oluşumların varlığı da bir gerçek. Bunları tanımlamaya girişmemiz anlamsız olur. Zira bunlar Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürtler söz konusu olduğunda, tutum ve yorumlarıyla kendilerini gereğince görünür hale getiriyor.

TÜRKLÜK SÖZLEŞMESİNE BAĞLILAR

Zaten diğer taraftan muhalefet kimlikli bazı parti ve kuruluşların İmralı’da yaşananların ve Türkiye’ye maliyetinin gayet farkında olduklarını biliyoruz. Önemli bir kısmı, ‘Türklük sözleşmesi’nin gereklerine uygun davranmayı tercih ettiğinden ne tartışıyorlar ne de tartışılmasına müsaade ediyorlar. Sınırlı bir kesimi de dolaylı yaklaşımlarla ve aşırı genelleyerek, konuyu her an “Onu demedim, bunu demek istedim” kıvamına getirecek tarzda, kaçak dövüşerek dillendiriyor. Ortada toplumsallığa dayalı gerçek bir muhalefet bulunmadığından tecridi bütün sonuçlarıyla teşhir edip eleştirecek bir aktivite sergilenmiyor. Bir anlamda organik değiller, sentetik özellikler taşıdıklarından köklü bir tutum geliştiremiyorlar. Düşünün ki burjuvazisini bile devlet eliyle oluşturmaya yönelen ve sonuçta bunu da başaramayan, yerine devlet memuru ikame eden bir rejimle karşı karşıyayız. Buradan Türkiye’nin sorunlarıyla hemhalleşen hakiki bir muhalefet çıkar mı? Çıkmadığını Türkiye’de yaşanan yüzyıllık siyasal ve sosyal kriz fazlasıyla sergiliyor.

KURUCU MİTOLOJİSİ, MÜHENDİSLİK ÇALIŞMASI

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın düşünceleriyle Tük halkının buluşmasının engellenmesi, verili biçimiyle Türk devlet aygıtının yarattığı gerçek dışı kurgu ve buna dayalı korku sebebiyledir. Osmanlı’dan TC’ye nasıl gelindi, bu süreçte Abdülhamid, Vahdettin, İttihat ve Terakki, Mustafa Kemal neyi ifade ediyorlardı? Her birinin Kürtlerle bağlantısı neydi, cumhuriyetin kuruluşunda Kürtler nasıl tarih kurucu rol oynadı, Osmanlı-Türklük-Müslümanlık üçgeninde yaşanan gelgitler nereden kaynağını alıyordu. Türkçülük-Turancılık düşüncesini kimler ve hangi amaçla geliştirdi. O çokça yaşanmış gibi ileri sürülen ‘emperyalist savaş’ iddialarının doğrularla bir ilişkisi var mı? Bir çok sorunun gerçek yanıtlarına ne yazık ki Türkiye halkı sahip değil. Maalesef TC’nin kurucu mitolojisi tamamen bir mühendislik çalışmasından ibaret. Sosyolojisi temel dinamiklerine ve doğal gelişim seyrine paralel açığa çıkıp oluşmadı.

TÜRK HALKININ ÖZLÜ TARİH BİLİNCİ YOK

Hep tepeden, Jakobenist dayatmalarla biçimlendirilmeye çalışıldı. Türk halkını, kendine ait özlü bir tarih bilinciyle oluşmuş, normal bir halk kategorisinde değerlendirmek yanlış olacaktır. Doğru tarih bilinci oluşmayınca, güncelin doğru analizi, doğru çözüm üretme kabiliyeti de haliyle gelişmiyor. Önce Kemalizm ile uygarlaşma adı altında, sonrasında da ılımlı İslam adı altında Türk toplumuna yapılan dayatmalar, kendine yabancılaşma durumunu yaşatmıştır. Her ne kadar Kürt ve Kurdistan olgusunu sorunsallaştırıp ‘Kürt sorunu’ tarzında tartışma alışkanlığı edinmişsek de, özünde bundan çok daha ağır ve üzeri sürekli örtülen bir sorun olarak ortada bir ‘Türk sorunu’ vardır. Türk sorunu, Türklükle hiçbir aidiyet ilişkisi bulunmayanların Türklük adına, kendilerini Türk toplumunun yerine koyarak yarattıkları sorundur.

TÜRKİYE HALKI, ÖNDERLİĞİN DÜŞÜNCELERİYLE BULUŞURSA

Türklük teorisi, bu bağlamda bir dış dayatma olarak vücut bulmuş ve Türk tipolojisi bunun üzerine kurulmuştur. Türk toplumunda yaşanan kendine yabancılaşma da kaynağını buradan almaktadır. Önderliğin geliştirdiği paradigma, düşünce de her şeyden önce bilimsel ve felsefik bir bakıştan tarihin ve güncelliğin çözümlenmesine, tarihsel toplum geleneği ile uygarlık modernitesinin bilim, felsefe, sanat, sosyoloji, tarih ve kültür alanlarında köklü hesaplaşmasına dayanıyor. Dolayısıyla hem evrensel tarih hem de tikel tarihin aydınlanmasında, ulus-devletle insanlığın nasıl bir mezbahaya yatırıldığını, iktidar ve devlet aygıtlarının nasıl sürekli toplumla savaş halinde olduğunun tarih ve somut bir yorumuyla karşılaşıyorsunuz. Özü itibarıyla Önder Apo’nun düşünceleriyle buluşma ve özümseme, yüzyıllar sonra Mezopotamya ve Anadolu rönesansının birleşik kayalar misali, demokrasi ve özgürlük temelinde kendisini inşa etmesine yol açacaktır. Önder Apo’nun öcü haline getirilmesinin ve eserlerinin yasaklanmasının gerekçesinde bu korku yatıyor. Bu korku aşılıp, Türkiye halkı ile Önderliğin düşünsel buluşması gerçekleşse, coğrafyamız büyük bir aydınlanmayı yaşayacak ve bunu bir bayram havasında karşılayacaktır.

TÜRKİYE DEMOKRASİ GÜÇLERİ DAĞINIK BAKIYOR

Türkiye demokrasi güçleri denildiğinde ister istemez insanın aklına devasa bir demokratik muhalefet geliyor. Türkiye sorunları karşısındaki tutumlarına, özelde de Kürt meselesine yaklaşımlarına bütünlüklü baktığımızda, kendi içinde fazla sınırlı ve dağınık kalıp, güç birliği oluşturmada da zorlanan, Türkiye’nin nasıl demokratikleştirileceğine dair bir yol haritasına sahip olup olmadığı ya da bunun üzerinde uzlaşıp uzlaşmadığı belirsiz kalan bir bileşimle karşılaşıyoruz. Her bir bileşenin ideolojik farklılıkları ve pratik önceliklerini öne koştuğu bir zeminde Önder Apo üzerindeki tecridin Türkiye demokrasisi açısından nasıl bir engelleyici rol oynadığını ve yakıcılığını aynı oranda hissetmeleri beklenemez. Üzücü olsa da önemli bir kesiminde yaşanan budur. Bazılarında da ezelden beridir süre gelen bir PKK-Önder Apo düşmanlığı var. Türk devlet aygıtının bir dönem yoğunca dillendirdiği ‘Kürt sorununa evet, PKK ve Apo’ya hayır’ kuralının bu kesimde bir karşılığı bulunuyor. Sonuç itibarıyla Türkiye demokrasi güçlerinin tecridi tartışma konusu yapabilmesi için öncelikle kendisini gerçekten demokrasi gücü haline getirmesi gerekiyor.

DEVLETİN TECRİT PLANI VARSA BENİM ÖZGÜRLEŞTİRME PLANIM OLMALI

Mevzuyu stratejik mi ele alıyorsun, taktiksel mi? Bazıları için bu soru zorlayıcı olacaktır fakat gerçek bu. Birbirimize gerekçeler üretmemize ne ihtiyaç var ne de sebep. Demokrasi yolu gerçeklerle buluşma, ortaklaşarak güç oluşturma ve çare üretme yoludur. Çare üretirken canımızın yanması, çaresizliğin monotonluğunda yan gelip yatmaktan her daim daha iyidir. Buradan hareket ettiğimizde şuna ulaşırız; devletin Önder Apo için bir tecrit planı varsa benim de bir Önder Apo’yu özgürleştirme planım olmalı. Mesele bu kadar açık ve net. Eğer kendinize Kürt demokrasi güçleri diyorsanız, bütün halklara yönelik aydınlatma ve bilinçlendirme görevini tüm opsiyonları içerecek bir tarzda yerine getirmeniz lazım. Aydınlanma ve bilinçlenme olmadan örgütlenme ve eylem olmaz. Bu diyalektiği tersten de işletebilirsiniz. Yeter ki amaca odaklı gerçekleşiyor olsun. Yoksa Türk devlet aygıtının tecritte, savaşta ve Kürt sorununun çözümsüz bırakılmasındaki ısrarının Türkiye’yi nasıl bir sefaletle karşı karşıya bıraktığı her açıdan ortadadır. Bunu her gün, her biçimde anlatma ve teşhir etme imkanına sahibiz, yeter ki demokratik güç olmanın örgütlü stratejiden ve eylemden geçtiğini bilelim.

TÜRK DEVLETİ TOPYEKUN SAVAŞ KONSEPTİ İÇERİSİNDE

Kürtlere yönelik geliştirilen ve daha sonra Türkiye toplumunu da kapsamına alan topyekun savaş konsepti, NATO’nun COIN (ayaklanmaya karşı koyma) kontrgerilla doktrini temelinde pratikleştirildiğinden, hedeflenen toplumun sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, ekolojik, savunma ve demokratik tüm unsurlarını kapsamına almaktadır. Kapsama alanı içerisinde her unsura yönelik özgün stratejiler geliştirir. Örneğin Öz Savunma güçlerine yönelik arama ve imha operasyonlarıyla onları eşit olmayan koşullarda muhasebeye çekip imha etmeyi hedefler. ‘Savaşı ayaklarına götürme’ taktiğiyle gerilla güçlerinin barınma, sığınma alanlarına derinlikli nüfuz etmeye, savaşı orada yoğunlaştırarak mümkünse imha etmeyi, değilse toparlanma umutlarını ortadan kaldırmayı ve yoğun psikolojik propagandasını yaparak kendi kamuoyunu canlı tutmayı, siyasi iktidarlarını da başarılı göstermeyi amaçlar. Savunma birimlerinin yanı sıra direnişçilerin siyasal-toplumsal kimlik ve kurumlarını devamlı tacizi edip yıpratmak ve hareketsiz bırakmak bu doktrinde esastır. Amaç toplumsal tüm bileşenleriyle birlikte direnişi baskılamak, hamle yapamaz hale getirerek, tüm enerji ve yoğunlaşmasını kendisini savunmaya vermesini sağlamaktır. Bir nevi Lenin’e ait ‘Bir adım ileri iki adım geri’ klasiğinin, burada ‘bir adım ileri üç adım geri’ye sardırılması arzusu söz konusudur. Bu doktrin, aynı zamanda genel halkın cezalandırılıp, baskı altına alınabileceğini belirtir. Yargılamadan hapse atma, para cezası vb. müeyyideler olağan uygulamalardır. Dikkat ederseniz Kurdistan’da bütün bunlar topyekün savaş stratejisi adı altında tüm parametreleriyle pratikleştirilmektedir. Önder Apo, Kürt savunma güçleri, legal siyaset ve kurum, zindanlar ve halkımız senkronize ve eş güdümlü, bütünleşik bir genel saldırı altında tutuluyor. Cezalandırma her alanda işler durumda, ‘kayyum’ adı altında sömürge valiliklerin yeniden güncellenmesi de tamamen bununla bağlantılıdır.

AKP KURDISTAN’DA ANCAK SÖMÜRGECİ OLABİLİYOR

31 Mart seçimlerindeki tercihiyle tüm özel savaş propaganda ve yöntemlerini boşa düşüren halkımızı, güya böyle cezalandırmış oluyorlar. Savaşın turnusol kağıdı gibi açığa çıkarıcı karakteri burada da rolünü oynamaya devam ediyor. Bu uygulama ile AKP özel savaş rejimi, sömürgeci bir devlet olduğunu ve Kurdistan’ı ancak sömürge yasalarıyla yönetebileceğini cümle aleme ilan etmiş oldu. Bize düşen, bu ilanı alıp cümle alemin gündemine koymak ve direnişi buna göre büyütmek olmalıdır.

HAKİKATİMİZİN İKİ TARAFI VAR

AKP iktidarı döneminde Kürt düşmanlığı ve soykırımı, zirve yaptı ve halen de öyle devam ettirilmek istenmektedir, ancak sonuçları da ortada. AKP rejimini de en çok bu sonuçlar korkutuyor. Baskılamalarla, üst üste gelen ağır süreçlerle bir zorlanmayı yaşadığımız gerçeği, hakikatimizin bir tarafını oluşturuyor. Diğer tarafı da şu; halk, Hareket ve Önderlik olarak yenilmedik, hedeflerimizden vazgeçmedik, yılgınlıklara ve umutsuzluklara teslim olmadık. İşte her alanda yeniden hamle halindeyiz ve en önemlisi 31 Mart yerel seçim sonuçlarıyla birlikte AKP rejimine askeri ve siyasal yenilgisini tescil ettirdik. CHP ile girdikleri yeni ilişki biçimi de Kurdistan Özgürlük Mücadelesinin yarattığı sonuçtan kaynaklı bir zorunluluktur. Başarabilirlerse CHP’yi kendi saflarına çekmeye çalışacaklardır, olmazsa kendini kurtarmanın, işlediği anayasal suçlardan sıyrılmanın çeşitli uzlaşılarına yatacaktır. ‘Burası Türkiye’ etiketinin altında yaşadığımız darbe rejimini, yeni darbe mekaniklerini takip edebilme olasılığı da az değildir.

ÖNDER APO’YA ÖZGÜRLÜK HERKESİN ÖZGÜRLÜĞÜDÜR

Herkesin şunu çok iyi anlamasını istiyoruz; mesele ne tek başına Önder Apo’dur ne de tek başına Kürt meselesidir. Mesele, dili, dini ve aidiyeti ne olursa olsun, insanlığın varlık ve özgürlük kazanma meselesidir. Sadece Kürt’e değil, herkese yaşam hakkı, herkese özgürlük ve herkese demokrasi, diyoruz. Bu çerçevede vicdan ve ahlak sahibi herkesi kendi yaşam hakkı ve özgürlüğü için tecride karşı tutum sahibi olmaya, hep birlikte ‘Önder Apo’ya Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm’ talebini seslendirmeye çağırıyoruz.”