Uysal: AİHM umut hakkı mekanizması istiyor

Avukat Newroz Uysal, AİHM’in Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve ağırlaştırılmış müebbetlik tutsakların bir gün dışarı çıkmalarını sağlayan umut hakkını tanıyacak ve uygulayacak bir mekanizmanın kurulmasını istediğini söyledi.

Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Newroz Uysal, ağırlaştırılmış tecrit koşullarında tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın dosyayı AİHM’e taşıdıklarını ve halen orada açık olduğunu belirterek, “Türkiye, ihlal kararlarına uymayacağını açık açık dile getirirken bile bu manevralara kapı aralamasını istemiyoruz” dedi. 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 15 Şubat 1999’da uluslar arası komployla Kenya’nın başkenti Nairobi’den kaçırılarak Türkiye’ye teslim edildi ve 23 yıldır İmralı’daki cezaevinde tecrit altında tutuluyor. Dönem dönem avukat ve aile görüşleri olsa da genel olarak izole bir ortam tutulup 2007’den beri ise  ağırlaştırılmış tecrit koşullarına maruz bırakılmış durumda. Türk devletinin Avrupa Birliği’ne entegre olma sürecine binaen 2004’te ceza yasası değiştirilerek, idam cezası kaldırılıp yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası getirildi.

UMUT HAKKI NEDİR?

Kişinin ölünceye kadar hapis tutulmasını şart koşan ağırlaştırılmış müebbet ceza sistemi, tutsak kişinin bir gün salıverilme hakkını elinden almış oluyor. Hukuki literatürde “umut hakkı” olarak nitelendirilen ve müebbet/ağırlaştırılmış müebbet cezası ile yargılanan tutsak kişinin, bir gün salıverilme şansının olmasını öngören bu hak, Avrupa Birliği uyum yasaları gereği Türkiye’de de uygulanması gerekirken, bilhassa siyasi tutsaklar bu haktan muaf tutuluyor. Abdullah Öcalan özgülünde değerlendirilen ve pratikte uygulanmasına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) ihlal kararı ile birlikte umut hakkı kavramı gündeme gelmişti. Türk devleti, AİHM’in ihlal kararlarına dair verdiği cevaplarda, bu hakkı kullandığını iddia etmişti. Hakkın kullanımının adli mahkumlardan yana tercih edildiğini ise cevabında gizlemişti. Asrın Hukuk Bürosu avukatların yeni başvuruları ile Türk devletinin böylelikle AİHM’i verdiği cevaplarla oyaladığı ve gerçeği yansıtmayan raporlar ilettiği ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine avukatlar, umut hakkına ilişkin yeniden bir süreç başlatıp girişimlerde bulunmuştu.

İLK İHLAL KARARI

Yine AİHM’in, Abdullah Öcalan’ın umut hakkı bağlamında avukatlarının yaptığı başvuru ile ilgili verdiği ihlal kararı, Türkiye’ye yönelik verilmiş ilk karar olmasına rağmen özellikle son zamanlarda Demirtaş ve Kavala dosyalarında da verilen ihlal kararları gündem oluyor. 
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatlarından Newroz Uysal, umut hakkı kavramı, Türk devletinin bu kavrama ilişkin tutumunu, başvurularını ve AİHM’in ihlal kararlarını ANF’ye değerlendirdi.
Uysal, umut hakkı kavramının hukuki karşılığının müebbet ve ağırlaştırılmış müebbet alan kişilerin bir gün özgür kalabilme koşullarının sağlanması anlamına geldiğini belirtti. Bunun hem fiili hem de hukuki düzenlemelerle olması gerektiğinin altını çizen Uysal, umut hakkının esasında pozitif bir kavram olarak ele alınması gerektiğini kaydetti.

YERİNE GETİRİLMESİ GEREKEN BİR HAK

Uysal, şöyle devam etti: “Bu kavram, aslında 1970’ler Avrupa'sına kadar uzanan bir haktır. Avrupa Konseyi’ne üye olan kimi ülkeler, idam cezasını kaldırırken, ağır ceza gerektiren suçlarda kendi hukuki düzenlemelerine göre nasıl bir infaz olmalı tartışmalarında tahliye umudu olmayan müebbet ve ağırlaştırılmış cezalar ortaya çıktı. İlk olarak Almanya’da ortaya çıkan bu tartışma, kişiyi cezalandırma amacına ilişkin yapıldı. ‘Kişiden intikam almak mı yoksa onu zamanı gelince topluma kazandıracak bir birey olarak görmek mi?’ sorularından kaynaklı, umut hakkı kavramı hukuk literatürüne girmiş oldu. Bu tür tartışmalar, 1980’lerde farklı ülkelerde yapılmış oldu. Bunun için de belli ceza türleri öngörülüyor; ya bir süreden sonra otomatik ya bir tutsağın belli bir yaştan sonra ya da ilgili ülkede af gibi hukuki düzenlemeler yaparak tahliye hakkının tanınması sağlanıyor. Ayrımcılık uygulamadan her tutsak için yerine getirilmesi gereken bir haktır.”

AİHM’İN UMUT HAKKI KARARI

Umut hakkı ilkesinin Türkiye’de nasıl ele alındığına ilişkin de konuşan Uysal, şunları söyledi: “Sayın Öcalan 1999’da Türkiye’ye teslim edildikten sonra 2004’te ceza yasası değiştirildi. İdam cezası yerine müebbet ve ağırlaştırılmış müebbet yasaları getirildi. Ağırlaştırılmış müebbet yasası da ölünceye kadar hükmüne bağlandı. Bu da zaten Sayın Öcalan’ın infazına ilişkin eşit olmayan temeller üzerinden getirilen bir yasaydı. Maalesef binlerce insan da bu yasadan etkilenmiş oldu. AİHM’in, Türkiye’ye yönelik verdiği ilk ihlal kararı da umut hakkı bağlamındaydı. Bu kararda, umut hakkının tutsağın elinden alınmasının işkence yasağına aykırı olduğu hukuki tespiti de yapılmıştı.” 

HUKUKİ MEVZUAT DEĞİŞMELİ

Türkiye’deki ceza ve infaz yasasının eşitlikçi olmadığı ve ayrımcı bir özelliğe sahip olduğunu anımsatan Av. Uysal, şöyle konuştu: “Umut hakkını dikkate almayan, insan onuru ile bağdaşmayan ve infazda eşitsiz birçok hükmün verildiği bir kanuni mevzuat ile karşıyayız. Bu genel düzenlemelerin yanı sıra özellikle umut hakkı ile ilgili hukuki mantık, bir devlet olarak hukuki mevzuatı gereği hangi suça hangi cezayı uygun gördüğüyle ilgilidir. Bunun altında aynı zamanda hukuk felsefesi ve hukuk siyaseti yatar. Yine bir devletin politik olarak bulunduğu noktada neleri öngördüğü ve hukuk devleti olup ya da olmadığı tartışması da yatar. Bu aslında çok daha temel ve kaynağını geriden alan bir hükümdür. Bunun yansımasını hukuki mevzuat ile beraber görmekteyiz. Türkiye’nin modern ceza hukukunda insan haklarına daha uygun, saygılı ve eşitlikçi olması gerekirken gün geçtikçe tüm demokratik hukuk kıstaslarından uzaklaşan politik bir tavır görüyoruz.”

İKİNCİ İHLAL KARARI

AİHM’in Abdullah Öcalan’ın umut hakkı bağlamında avukatlarının yaptığı başvuruyla ilgili verdiği ihlal kararının, Türkiye aleyhine verilen ilk karar olduğunu anımsatan Av. Uysal, “Bugün aslında Türkiye aleyhine verilen yüzlerce karar var. Bu kararlar, ihlal maddesi başlığı altında denetime tabi olan kararlardır. Umut hakkı bağlamında Abdullah Öcalan dosyası, AİHM’in Türkiye’ye yönelik verdiği ilk ihlal kararıdır. Tabii bu Abdullah Öcalan’ın komite önündeki ikinci ihlal kararıdır. Birincisi, Sayın Öcalan’ın komplo ile Türkiye’ye getirilmesi, uzun gözaltı süreci ve tarafsız, bağımsız olmayan bir mahkemede yargılanması nedeniyle, 2005 yılında 6’ıncı maddeden verilen ‘Adil yargılanma gerekçesiyle, yeniden yargılanma gerektiği’ ihlal kararıdır” dedi.

TÜRKİYE’NİN ‘HUKUKİ’ MANEVRALARI

Abdullah Öcalan dosyasının, AİHM ve Türkiye arasında masaya yatırıldığında, Türkiye’nin ciddi diplomatik görüşmeler yaptığına dikkat çeken Av. Uysal, şu bilgileri verdi: “Hızlı refleksler göstererek süreci yönetiyor. Çünkü 2005’teki ilk ihlal kararından sonra Abdullah Öcalan tarafsız ve bağımsız bir mahkemede, askeri üye olmadan, avukatlarıyla yeterli düzeyde görüşmeleri sağlanarak Türkiye’de yeniden bir yargılanması yapılmalıydı. Bu süreç Türkiye’de işletilmedi. Bu da Türkiye’nin 2003’te getirdiği şu yasal düzenleme ile engellendi; 2003’ten önce AİHM kararı kesinleşenler ve 2003’ten sonra başvurusu yapılanlar bakımından bir yeniden yargılanma hükmü getirildi. Aslında bu vesile ile Abdullah Öcalan’ın yeniden yargılanma hakkından mahrum bırakıldı. O süreçte birçok kişi de bundan etkilendi. İkinci manevraları ise 2013’te çıkarılan yargı paketi ile kanun değişikliğine giderek bir sınır getirdi; Haziran 2012 sonrasını esas alarak, komiteye giden başvuruları ve komitenin kararlarını değerlendirdi. 220 kişiye yeniden yargılama yolu açılırken Abdullah Öcalan bundan muaf tutuldu. Çünkü Sayın Öcalan kararı 2012’de verilmişti. Bu manevra da komite tarafından kabul edildi ve dosya kapatıldı. Abdullah Öcalan’ın yeniden yargılanması hiçbir şekilde yapılmadı.”

UMUT HAKKINI TANIYACAK MEKANİZMA

Abdullah Öcalan’ın avukatları olarak dosyayı AİHM’e taşıdıklarını ve halen orada açık olduğunu vurgulayan Av. Uysal, şunları paylaştı: “Türkiye’nin ihlal kararlarına uymayacağını açık açık dile getirirken bile komitenin bu manevralara kapı aralamasını istemiyoruz. Sadece Abdullah Öcalan’ı dışında tutarak uyguladığı kararlarda dahi komite sesini çıkarmadı. Bu da bizde bir güven kırılması yarattığı gibi komitenin neleri yapıp yapmayacağı bir soru işaretine neden oluyor. O yüzden Demirtaş ve Kavala dosyalarındaki Türkiye’nin manevraları aslında bir ilk değil. Çıkıp ‘Biz Abdullah Öcalan dosyasını nasıl kapattıysak Demirtaş dosyasını da öyle kapatırız’ demeleri, açık açık kamuoyuna o dönemde nasıl manevralar yaptıklarını itiraf etmiş oluyorlar. Abdullah Öcalan’ın dosyasının kapatılma biçimi çok tartışılmıyor. O yüzden Abdullah Öcalan ile ilgili infaz düzenlemesinin önemi, hem avukatları olarak biz, hem Kürt halkı, hem de demokratik kamuoyu açısından, müvekkilimizin hukuki özgürlüğünü koşullayacak bir düzenleme olması lazım. AİHM’in vermiş olduğu kararda, ‘İnfaz kanunundaki bu düzenlemeyi değiştirmelisin. Bunu değiştirirken de tutsaklar açısından bir gün dışarı çıkabilme umudunu içermelisin. Onun için de ya bir yaş ya da belli başka bir sınır bırakmalısın’ diyor. Sonuç itibarıyla umut hakkını tanıyacak ve uygulayacak bir mekanizmayı kurmasını istiyor.”

BAŞVURULARIMIZ DEVAM EDİYOR

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatları olarak defalarca başvurular yaptıklarını söyleyen Av. Uysal, şunları ekledi: “Tecrit sorunu sadece Abdullah Öcalan’ın durumu ile ilgili gündeme gelince bir refleks olmuyor. Tecrit ve Abdullah Öcalan şahsında bugüne kadar gündeme gelmiş diğer birçok hak ihlali, başka kişilere de uygulanıp genişleyince bir refleks gelişebiliyor. Tabii ki bu gecikmiş bir reflekstir. Benzer hak ihlalleri Türkiye’de sık sık yaşanmaya başlayınca uluslararası mahkemeler ve diğer kurumlar, burada yaşananların eşitlikçi olmadığını ve ayrımcı politikalarla uygulandığını söyleyerek sürecin takipçisi olduklarını açıkladılar. Bizim de bu süreçte başvurularımız devam etti. Komite, 7 yıldan sonra 30 Kasım 2021’deki toplantısında başvurumuzu gündemine aldı. 3 Aralık’ta da bir karar verdi. Bu kararda da Türkiye’nin doğru bilgi vermediği, infaz yasasında artık bir değişiklik yapmasının mecburiyet olduğu, af veya genel tartışmasının buna yeterli olmayacağı ve ayrımcı uygulamalarla süreci yönettiğine dair içeriğe yer verildi. Bunlara ilişkin olarak da bir kanun değişikliğinin sağlanması için tedbirler alınması gerektiği ifade edildi.”