Acar: Benim için Sakine hiç ölmedi ve ölmeyecek

Paris’te katledilen PKK’nin kurucularından Sakine Cansız ile 6 yıl aynı koğuşta kalan Mevlude Acar, “Benim için Sakine hiç ölmedi ve ölmeyecek” dedi.

Mevlude Acar, Paris’te katledilen PKK kurucularından Sakine Cansız’ın cezaevi arkadaşıydı. Diyarbakır zindanından Amasya cezaevine Cansız ile tam 6 yıl aynı koğuşta kalan Acar, Paris katliamının üstünden 3 yıl geçmesine rağmen hala Cansız’ın hayatını kaybettiğini kabullenmiş değil. Cezaevi anılarını ANF ile paylaşan Acar, o yılları “Çok işkenceler gördük ama asla teslim olmadık” diye anlatıyor. Sakine Cansız’dan örnek aldığı en önemli özelliklerinden birinin fedakarlık olduğunu ifade eden Acar, “Çok fedakardı. Kürt halkının çektiği acıyı çok iyi biliyordu. Bu acının hem tanığı hem mağduruydu. Mücadeleyi hiç bırakmadı” dedi.

Amed Batıkent meydanındaki anma törenine akın eden binlerce kişiden biri de Sakine Cansız’ın cezaevi arkadaşı Mevlude Acar’dı. Diyarbakır zindanından Amasya cezaevine Cansız ile tam 6 yıl boyunca beraber kalan Acar, Cansız’ın yaşamını yitirmesini hala kabullenmiş değil. Bu yüzden anmada kendisine uzatılan fotoğrafı taşımayı reddeden Acar, “Bu fotoğrafı taşımam Sakine’nin ölümünü kabullenmem anlamına geliyor” dedi.

İLK KARŞILAŞMA…

1980’lerde evden ayrılan ve babasının verdiği kayıp ilanı sonrası 1984’ün Nisan ayında hakkında hiçbir somut delil ve suçlama olmamasına rağmen PKK’ye üye olmaktan tutuklanıp Diyarbakır zindanına konulan Acar, o yılları faşizme karşı verilen en amansız mücadele dönemi olarak anlatıyor. Gözaltına alındığında önce Sivas Garnizon Komutanlığı’nda, sonra Mardin Jandarma Tugayı’nda 4,5 ay boyunca çok ağır işkencelerden geçirilen Acar, “Çok işkence gördük ancak asla teslim olmadık” diyor.

Gözaltı süreci sonrası Diyarbakır cezaevine getirilen Acar, Cansız ile ilk karşılaşmasını şöyle anlatıyor: “Diyarbakır cezaevine getirildiğimde Haziran’ın başıydı. Çok yoğun işkencelerden geçirilmiştim ve bitkindim. Mardin Tugayı’nda Koç deposu adı verilen bir ahırda tutulduğum için üstüm başım perişandı. Beni koğuşlara değil, cezaevinin içinde bulunan gözaltı kısmına getirdiler. Orada gözaltında tutulan 4 kadın vardı ve hepsi doktordu. Sakine arkadaşla ilk kez, getirildiğimin ertesi günü çıkartıldığım havalandırmada karşılaştım. Daha önce Mardin’den tanıdığım arkadaşlar da vardı. O gün benimle fazla konuşmadı, daha çok gözlemledi. Daha sonra arkadaşların ona Sakine abla deyişinden, cesaretinden ötürü gıyaben tanıdığım Sakine Cansız olduğunu anladım. Hepsi etrafıma toplandı ve 4,5 ay boyunca yaşadığım süreci onlara aktardım.

‘İŞTE SAKİNE ÖYLE BİR FEDAKARDI’

20 gün boyunca cezaevinin gözaltı kısmından kaldıktan sonra 20 Haziran’da beni tekrar sorguya aldılar. Bu sefer Diyarbakır Kurtoğlu Askeri Merkezi’ne götürüldüm ve orada Mardin’i kat kat aşan bir işkenceye tabi tutuldum. Götürülmeden önce Sakine arkadaş ‘Direnelim, seni vermeyelim’ dedi. Ancak cezaevinde işkenceler tam bitmişken ve mahkumlar yeni nefes almışken sıkıntının tekrar başlamaması için kabul etmedim. Ağustos ayına kadar merkezde tutuldum ve ancak geri döndüğümde koğuşa alındım. Koğuştaki kadın arkadaşlar benim için çok endişelenmişti çünkü ikinci kez sorguya götürülenin çoğu zaman geri dönüşü olmuyordu. Beni heyecanla ve büyük bir sevinçle karşıladılar. Hemen üstümü başımı değiştirdiler, banyo yapmam için su hazırladılar, temiz çarşaflar verdiler. O dönem koğuşta merdaneli bir çamaşır makineleri vardı, ancak banyodan sonra aşağı indiğimde Sakine arkadaşı çamaşırlarımı yıkarken buldum. Hem şaşırdım hem de utandım. Ona çamaşırlarımı ben yıkayım dediğimde, bana ‘Öyle şey olur mu? Bu söylediğini hiç duymamış olayım. Şu andan itibaren bütün arkadaşların kararıyla, psikolojik olarak kendini toparlayana kadar hiçbir şeye el sürmeyeceksin’ dedi. İşte Sakine öyle bir fedakardı, direngendi, samimiydi. İnsanları hep kucaklardı, hep eşit, adil yaklaşırdı. Herkesin her sorunuyla, her ihtiyacıyla bire bir ilgilenirdi. Birinin morali bozuk olsa hemen anlar ve gelip yardımcı olurdu. İnsanları göz kırpışından, bakışlarından, mimiklerinden çözerdi. Gözünden hiçbir şey kaçmazdı. Samimiydi ve yalanı, hileyi geçiştirmeyi hiç sevmezdi. Onun için doğrular ve yanlışlar vardı. Yalana, yanlışa, değersizlere hiç itibar etmez, ancak doğru olan, değerli olan en küçük bir şeyi bile ihmal etmez, hafife almazdı. Hep, “En küçük değer de değerdir, büyük değerler küçük değerlerin toplamından oluşur.”

‘TOPRAK İSTEYELİM Mİ?’

Mesela açık görüşte bana çiçekler gelmişti. Kökten koparılmalarına rağmen onları yaşatmak için çay artıkları ve kantinden gelen soğanların diplerinde kalan toprakları biriktirip saksı yapmıştım. Çok uğraşıyordum. Bütün çiçekleri ayrı ayrı tasnif ettim, hepsine su koydum, her gün yeniden yeşermelerini bekliyordum. Zamanla sadece çay çiçeği su içinde kök verdi. Demek ki toprak eksem yeşerecek. Her yerde toprak aramaya başladım. Yağmurun etkisiyle duvarlardan havalandırmaya süzülen kumları topladıktan sonra, yine soğan diplerinden gelen toprakları da ekleyerek bir saksı yaptım ve çay çiçeğini ektim. Çiçeklerin filizlendiğini gördükçe de çok seviniyorum. Meğer benim bu uğraşımı Sakine arkadaş da izliyormuş. Çiçekler büyümeye başlayınca herkes şaşırdı. Bunu nasıl başardığımı sorduklarında, toprak olsa daha da iyi büyürdü dedim. Sakine, ‘O zaman toprak isteyelim mi?’ diye sordu. Şaşırdım ve yüzüne baktım. Çünkü biz birçok şeyi basit diyerek elerdik. Ben de toprak isteği de basit görülecek diye sorma ihtiyacı bile duymamıştım. O gün dünyalar benim oldu ve çok sevindim.”

‘AMASYA CEZAEVİNDE HAKLARIMIZ SIFIRLANDI’

1988’de gerçekleşen ve tarihe Şubat Direnişi olarak geçen 11 günlük açlık grevi direnişi sonucunda, tutsaklar 25 maddelik taleplerini cezaevi idaresine kabul ettirdiler. Ancak bir müddet sonra erkeklerin bulunduğu 35. koğuşta tünel kazıldığı ortaya çıkınca zorla sürgünler başladı. Diyarbakır cezaevinden Amasya cezaevine sürgün edilen kadın koğuşunu burada da zor günler bekliyordu. 4 kadın olarak Amasya’ya sürgün edildiklerini anlatan Acar, “Amasya’ya sürgün edilince kazandığımız tüm haklar sıfırlandı. Haklarımızı geri alabilmek için Amasya cezaevinde 10 günlük bir açlık grevi yaptık. Ancak eski haklarımıza kavuşamadık” dedi.

TÜNEL OLAYI

Acar, Amasya cezaevindeki meşhur tünel olayını da şöyle anlattı: “Sakine arkadaş kaçmak için koğuşta duvarı kazmaya karar verdi. Bizle paylaştı ve hemen beraber işe koyulduk. Kazdığımız duvar cezaevi müdürünün odasına çıkıyordu. Tabii bunu biliyorduk ve müdürün olmadığı saatlerde oradan kaçılabileceğini düşünüyorduk. Duvarı elde ettiğimiz küskü aletiyle kazıyorduk. Mutfakta televizyon izlediğimiz bir gün gardiyanlar arama yapmak için geldi. Bizim aklımıza tünel hiç gelmedi. Koğuş sorumlusu onlara eşlik etti. Odaları ararken, ranzayı çekip duvarı yoklarken bezi buldular. Kazılan noktayı fark edip bize saldırmaya başladılar. Sakine arkadaş bize, ‘Yakında çıkacaksınız, size bir şey olmasın. Benim nasıl olsa cezam çok’ diyerek olayı üstlendi.”

‘SAKİNE’Yİ EN SON GÖRDÜĞÜMDE YANINDA BERİTAN VARDI’

Bu olay sonrası apar topar Çanakkale’ye sürgün edilen Sakine Cansız ile tahliyesinden 1 yıl sonra karşılaşan Acar, “Ben o zaman Özgür Halk gazetesinde işçi haberleri yapıyordum. Çalıştığım odada gazetelere bakarken, kapı açıldı ve kafamı döndüğümde bir de baktım karşımda Sakine. İçeriye sessizce girerek bana sürpriz yaptı. Hemen çığlık atarak onu kucakladım. Bir süre İstanbul’da kaldı. Birkaç kez daha karşılaştık, hatta bir keresinde yanında bir genç kadın vardı. Sonra bu genç kadının Beritan kod adlı Gülnaz Karataş olduğunu öğrendim. O zaman İstanbul’da öğrenciydi. Daha sonra Beritan da, Sakine de kırsala çıktı, bu onu son görüşümdü” dedi.

SAKİNE BENİM İÇİN HİÇ ÖLMEDİ VE ÖLMEYECEK!

Sakine’nin ölümünü televizyondan öğrenen Acar, Paris katliamının üzerinden 3 yıl geçmesine rağmen onun yaşamını yitirdiğini hala kabullenemiyor. Bu nedenle Amed’deki anmada eline tutuşturulan fotoğrafı taşımayı reddeden Acar, “Sakine’nin resmini taşımak benim için onu öldüğünü kabul etmek anlamına geliyor. Benim için Sakine hiç ölmedi ve ölmeyecek” diye konuştu. Sakine Cansız’dan örnek aldığı en önemli özelliklerinden birinin fedakarlık olduğunu ifade eden Acar, “Kendisi, sonuca ulaşmanın, başarıya ulaşmanın, insanları kazanmanın en iyi yolu önce kendinden fedakarlık yapmaktır, der ve öyle yapardı. Bu özelliği benim bilincime kazındı” dedi. Sakine Cansız’ın çok da duygusal olduğunu aktaran Acar, “Kürt halkının çektiği acıları hücrelerine kadar hissediyordu. Bu acıların hem tanığı hem mağduruydu. Mücadeleyi hiç bırakmadı” dedi.