Jineoloji Akademisi Üyesi Aliye Osman, savaşlardan kaynaklanan zorunlu göçlerin, sürgünlerin kadınların yaşamında sosyolojik, psikolojik ve kültürel sorunlara yol açtığına dikkat çekti.
Aliye Osman, “Kadının eviyle ve toplumla aile ve komşu ilişkisi, kadın ve toprak ilişkisi daha güçlüdür. Kadın, toplumun kültürünü, dilini koruyan bir varlıktır. Bir kadın göçertildiğinde ilk önce dil sorunuyla karşı karşıya kalıyor. Hangi dilde konuşacak, çocuklarına hangi dili öğretecek gibi ana dilini kaybetme ve çocuklarını ana dilinde eğitememe kaygılarını yaşar. Efrîn ve Serêkaniyê halkı buna bir örnektir. Ana dilleri Kürtçe veya Arapça olabilir fakat lehçe farklılıkları da bulunuyor. Bu lehçeyi yitirme kaygılarını yaşadılar. Dolayısıyla bu dili, lehçeyi nasıl koruyacağız korkusu yaşadılar” dedi.
'ÖZEL SAVAŞ POLİTİKASINA KARŞI DA MÜCADELE ETMELİ'
Kültürel farklılıklarla karşılaşan kadının bir kaos süreci yaşadığını belirten Aliye Osman, şunları ifade etti:
"Katıldığı yeni ortamın kültürel farklılıkları, aile arasında kültürel çeşitliliğin yaşanmasına neden olacaktır. Bir ailenin kamplarda ya da kamp dışında yaşaması arasında bile farklılıklar oluşuyor. Kamplarda yaşayan aile, bir arada yaşamlarını idame ettikleri için kültürel bağda kopukluk yaşamıyor fakat kamp dışındaki aileler genel olarak yerleşim alanlarına dağıldıkları için o kopukluğu görmek mümkündür. Fakat kamplarda yaşayan göçmen kadınların, yardım kuruluşlarının özel savaş politikalarına da karşı mücadele etmesi gerekiyor. Çünkü kendisine bağımlı kılarak kültüründen uzaklaştırmaya çalışılıyor.”
'ÖZGÜR BİR YAŞAM İNŞA ETME SORUNUYLA KARŞILAŞIYOR'
Aliye Osman, konuşmasının devamında kadın-göç ikileminde karşılaşılan sorunları şöyle anlattı:
“Toprağından kopmak ve yeni bir toplumda özgür bir yaşam inşa etme sorunuyla karşı karşıya kalıyor. Toplumlarda özgür bir yaşam var ise eşit bir yaşam olup olmadığına bakmak gerekiyor. Ama bir toplumda kadın-erkek çelişkisi varsa, kadın köle ise göçertilme durumunda ezilme, köleleşme daha da artıyor. Toplumun ve kadının sahibi olarak kendini gören erkek egemen zihniyetin kökleştiği erkekler bu sefer de kendini kadınla izah etmeye başlar. Namus ve şeref olgusu daha baskın hale gelir. Aile ve aşiret ilişkileri daha da daralıyor. Göçertilme duygusunu yaşayan kişiler ailesine ya da aşiretine daha sıkı tutulacak. Bu durum da doğrudan kadına dönük baskıların artmasına neden olacaktır. Zihniyetini değişime dönüşüme uğratamayanlar, erkek egemen zihniyetini hâkim kılma meylinde olacaktır.
'İÇ ÇATIŞMALARLA YÜZ YÜZE KALIYOR'
Göçertilen aile, toplum ve birey sürekli örgütlenmeye, yaşamını devam ettirmeye yönelik adım atacaktır. Birden fazla ailenin bir arada yaşaması bile beraberinde farklı sorunları getiriyor. Gerisinde geçmişini bırakan ailelerin, birbirine tahammülü, anlama düzeyi zayıflıyor, özel yaşam ortadan kalıyor. Böylece iç çatışmaların yaşanmasının yolu açılmış oluyor. Yerleşim sorunu yaşayan ailenin, bu sefer de yaşamına devam etme sorunuyla mücadele etmesi gerekiyor. Bazı ailelerde varlık yokluk kaygısı yaşanırken, çoğalmanın gerekli olduğu kanaatine varıyor. Çünkü varlığını tehlikede gören toplum, çoğalmayla yok olmanın önüne geçmeye çalışıyor. Dolayısıyla çocuk yaşta evliliklerde artışlar yaşanmaya başlıyor. Aslında büyük bir çaresizlik yaşadığını hisseden ailelerde düşünsel gelişimin yanı sıra güdülerin öne çıktığını da söylemek yanlış olmaz. Topraklarına geri dönememe kaygısı da derinden yaşanıyor. Acaba evime ne oldu, arazim talan edildi mi gibi sorularla da psikolojik sorunlar derinleşiyor ve gelecek kaygısına kapılma söz konusu oluyor."
‘DEMOGRAFİ DEĞİŞİMİYLE KÜLTÜRSÜZ BIRAKILMAK İSTENİYOR’
Göçertmenin temel amaçlarından birinin de demografi değişimi olduğunu söyleyen Aliye Osman, şöyle devam etti:
"Demografi değişimiyle, yerel halkı yerinden ederek, kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebilecek toplumu, halkları yerleştirmektir. Böylece kültürsüz bırakılmak isteniyor. Toplumların, varlığını tehlikeye koyarak, kendi çıkarlarına hizmet eden kişiler bu yerlere yerleştiriliyor. Dönemimiz açısından en tehlikeli yürütülen siyasettir. Orta Doğu toplumlarına dönük uygulanan yumuşak ve zorunlu göçle, yeni bir model ve kapitalist modeli yaratmak istiyorlar. Toprağından göçertilen toplum, göçerdiği mekânın özelliklerine mahkûm olacaktır."
‘KÜLTÜRÜNÜ GARANTİ ALTINA ALMALIDIR’
Kültürel kimliğin korunması için büyük bir mücadele içerisinde olunması gerektiğini dile getiren Aliye Osman, “Bu mücadele bir devrim niteliğindedir. Her bir toplum, nasıl kültürünü koruyacaktır? Kültürel etkileşim aracılığıyla bu denge sağlanabilir. Kültürünü nesilden nesle aktaran bir toplumun kültürel etkileşim içerisinde olması kültürünün yok oluşuna neden olmaz. Fakat kendi kültürünü, yaşamını garanti altına alarak yeni bir yaşam inşa edebilir. Ana dilinin varlığını korumayı esas almak da önemli. Toplumlar yaşanmışlıkları aktararak varlıklarını sağlayabilir. Bir hikâye aracılığıyla bile sonuca ulaşabilir” ifadelerini kullandı.
'DIŞA BAĞIMLILIĞI REDDEDEN BİR EKONOMİ GÜVENCESİ ELDE ETMELİ'
Göçertilmemiş toplumlarda bile kadının ekonomi güvencesinin zayıf olduğuna dikkat çeken Aliye Osman, konuşmasını şu şekilde tamamladı:
“Toplum, ataerkil zihniyete göre şekillenmiştir. Göçertilmemiş bir toplumda bile kadının ekonomik güvencesi yoktur. Kadının, ekonomi hakkı ya elinden alınmış ya da eksik verilmiştir. İki durum söz konusudur: ekonomi güvencesini nasıl koruyacak ve yaşamını nasıl idame edecektir... Toplumun ekonomisini yaratanın kadın olmasına rağmen kadının ekonomiden soyutlanması durumu yaşanıyor. El emeğiyle toplumun geçimini sağlayan kadının, ailesini yürüten kadının, dışa bağımlılığa karşı ekonomi sistemini kendi eliyle yaratması gerekiyor. Yardım kuruluşları üzerinde örgütlenmeden ziyade ekonomi alternatifleri el emeğiyle yaratma ekonominin güvencesini sağlayacaktır. Göçertilen kadının, bir süreden sonra ekonomi açısından yaşanan üst düzey zorlanmalarla kapitalist sistemin pençesine takılma ihtimali yüksektir. Kadınların eliyle yaratılan ekonomi değerlerini geliştirerek, kapitalist sistemin sunduğu ekonomiye yem olmamak gerekiyor.”