'Barikatlarda kadınlar var'

TEV-ÇAND Komite Üyesi Özlem Arzeba, kadının tarihten günümüze kadar güçlü bir direniş kültürüne sahip olmasının ve toplumsal değerlerin yürütücüsü ve koruyucusu olmasının onu sistemin temel saldırı hedefi durumuna getirdiğini söyledi.

TEV-ÇAND Komite Üyesi Özlem Arzeba, kadının tarihten günümüze kadar güçlü bir direniş kültürüne sahip olmasının ve toplumsal değerlerin yürütücüsü ve koruyucusu olmasının onu sistemin temel saldırı hedefi durumuna getirdiğini söyledi.

Bu yüzden devletin Kürt çocuklarına ve Kürt kadınlarına karşı intikam alırcasına savaş açmış durumda olduğunu ifade eden Arzeba AKP hükümetinin Kürdistan kentlerinde Kürt halkına karşı tanklarla, toplarla gerçekleştirdiği fiziki katliamları yanı sıra girişmiş olduğu kültürel soykırımı ve bunun karşısında Kürt kadının direnişini ve kadının kültürle olan bağını ajansımıza değerlendirdi.

Neden kadın tüm devlet yapılanmalarında bir tehlike aracı olarak görülür ve  ‘önce kadını vurun’ anlayışı geliştirilir?

Kadın gerçekliği toplumsal gerçekliğinde belirleyenidir. Kadın bu anlamda tarihsel ve toplumsal değerlerin de bir taşıyıcısı, uygulayıcısı olmuştur. Nasıl ki insanlaşma süreci kadın değerleri etrafında örülen bir yaşam süreci oluşturmuşsa, bunun sonucu olarak ortaya çıkan yaratım, üretim, yaşamsal bağlamda ele alınabilecek tüm bu bağlarla, insan toplumsal bir varlık olarak yapılanmıştır. Bu anlamda kadın kültür demektir, tarih demektir bir yerde. Bütün bu değerleri kendinde temsil etmek, bulunduğu toplumsal zeminde bu kültür ve geleneği, yaşama, çağlara yaymak en başta kadınla büyüyen bir kültürel direnişle anlam bulmakta. Bu anlamda kadın komünal değerlerin, dolayısıyla tarihsel ve toplumsal kültürel değerlerinde şahsında vücut bulduğu bir gerçeği ifade etmekte. Denilebilir ki tüm kadın değerleri ve doğal olarak toplumsal değerler devletten çok daha eskiye dayanmakta. Yani kısacası kadınla yapılanan komünalite, dil, kültür, ekonomi, özgürlük düzeyi bir toplumsal biçimlenişi ifade ediyor. Diğer yandan bu nitelik ve özellikler devletli uygarlığın özgürlüksüzlüğü, eşitsizliği ve adaletsizliği ile ne kadar büyük bir uyumsuzluk ve çelişki içinde olduğunu vurgular nitelikte. Hangi devlet yapılanmaları olursa olsun, yani üniter, kapitalist, ulus ya da sosyalist devletler, şimdiye kadar toplumsallık adına geliştirdikleri hiyerarşi, din, cins, etnisite, ekoloji sorunlarının da temel kaynağı halini almış bulunmaktadırlar. Önderlik “ne kadar devlet o kadar sorun” dedi. Devlet doğası gereği bu sorunların kaynağı haline dönüşmüş bulunmakta. Ve bütün bu sorunların başat çözümleyici gücü, temsil ettiği değerlerle en fazla özgürlük alanları geliştirecek mücadele dinamiğine sahip, temsil ettiği değerlerle birlikte kadın olmakta. Bu yüzden “önce kadını vurmak” o toplumun kültürünü vurmaktır, değerlerini vurmaktır, gelenek ve göreneği, tarihsel belleği, yani esasen toplumsallığı vurmaktır.

KADIN ÜZERİNDEN GERÇEKLEŞTİRİLEN İRADEYİ TEKLİM ALMA ÇABASI SİSTEMSELDİR

Toplumların kültür taşıyıcısı olan kadın AKP’nin iktidarı sürecinde her zamandakinden daha fazla taciz, tecavüz ve katliamlara uğramıştır. Türkiye’de kadına yönelik saldırıların bu kadar gelişmesinde AKP iktidarının rolü nedir?

Evet, kadın belki de hiçbir dönemle kıyaslanamayacak taciz, tecavüz ve katliamlarla en fazla AKP iktidarı sürecinde karşılaşmıştır. Egemen erkek aklının, iktidarının kadın üzerinden uygulamalara ne kadar büyük primler verdiğinin, kadına karşı her türlü yaptırımın ne kadar meşrulaştırıldığı gözler önündedir. Bugün bütün bu uygulamalar göstermektedir ki kadın mevcut iktidar yani AKP eliyle iradesiz, kimliksiz, savunmasız bırakılmaya çalışmaktadır. Kadını bütün yaşam ve özgürlük sahalarından kopararak belki de en geri statü biçimlerine hapsetmeye dönük, oldukça bilinçli uygulamalardır. Bu tecavüz kültürü ile toplumsal yaşam, özgürlükler yok edilmeye çalışılıyor. Israrla kadına sistem içinde belirlenen geri ve geleneksel roller atfedilerek kadın bu sınırlar içinde tutulmaya çalışıyor. Buna karşı direnen, başkaldıran, bu sınırların biraz dışına çıkmaya çalışan kadınsa üzerinde her türlü uygulamanın reva görüldüğü bir cins olarak tescilleniyor. Tecavüz olgusu bu anlamda elbette sadece kadının bedeni ile sınırlı bir olgu olamaz. Bu bir saldırı biçimidir, hükmetme, boyun eğdirme, isteneni dikte etme, iradeyi kırma savaşıdır. Bunu sadece kadına karşı bir uygulama olarak düşünmemek gerekiyor. Kadın üzerinden gerçekleştirilen iradeyi teslim alma çabası sistemseldir ve kadın şahsında bütün topluma hükmetmeyi içeriyor. AKP bu eril aklın uygulayıcısı, destekleyeni, alabildiğine şişirilmiş eril söylemin savunucusudur. Yoksa şimdiye kadar kadına karşı en belirgin cinsiyetçi aşağılamaların, hakaretlerin AKP ve bakanları ağzından bu denli aleni yapılması tesadüf değildir. Bugün kadına karşı en geri uygulamaların zor ve baskı iktidarına dönüşmüş AKP eliyle bu kadar yaygınlaşmış olması da bu anlamda şaşırtıcı olamaz.

TOPRAKLARINI, SOKAKLARINI, GENÇLERİNİ YALNIZ BIRAKMAYAN KADINLAR AYAKTA

Kendi başına yaşama iradesi göstermek isteyen Kürt toplumuna, kadınına her türlü saldırıyı reva gören AKP hükümeti bu gün Kürdistan’da talanla yetinmeyerek her gün kadınları sokak ortasında katlediyor. Kadınların bu kadar hedef alınmasının sebebi nedir?

Önderlik “her iktidar donmuş bir akıldır” der. Bu akıl AKP şahsında bir diktatörlüğe dönüştü. Diktatörlerin demokrasi dağıttığı nerde görülmüş? İktidarın karşıtı olarak gelişecek her yenilik, gelişme, büyüme, farklılık, var olma mücadelesi en tersten bu akılla çelişecek temel dinamiklerdir. Erdoğan bunu en açıktan yıllar önce ifade etti, kadında olsa çocuk da olsa devletin yüksek bekası için katletmenin erdemlerini Kürt kadınları, çocukları ve gençleri üzerinden sıraladı. Bu yüzden devlet Kürt çocuklarına karşı savaş açmış durumda, Kürt kadınlarına karşı intikam alırcasına savaş açmış durumda. Çünkü bir halk olarak var olma mücadelesi yürüten Kürtler, kadınlar katledilerek bir yok oluşa sürüklenmeye çalışılmakta. Kadınlar artık neye karşı mücadele edilmesi gerektiğini biliyor, neden mücadele edilmesi gerektiğini de. Baskının, sömürünün, hem bir halk, hem de kadın olarak yok sayılmanın tarihsel karşılığını biliyorlar. İçinden geçtiğimiz bu süreç devrimsel bir aşamadır. Biz bu dönemlerin en aktif gücünün kadınlar olduğunu görüyoruz. Barikatlarda kadınlar var, mevcut realiteye isyan eden, kabul etmeyen, topraklarını, sokaklarını, gençlerini yalnız bırakmayan kadınlar ayakta. İşte en son Cizre’de, Silopi’de, Nusaybin’de kadınlar ayakta. 70 yaşındaki kadın devlet kurşunu ile vuruluyor, evinde çocukları ile sofra başındaki kadın devletin roketatarlarıyla katlediliyor, kapısının önündeki basamaklarda suikastla vuruluyor başka bir kadın. Ve böyle onlarca kadınımız kirli savaş güçlerinin hedefi haline geliyor. Bu devletin Kürt kadınına karşı öfkesini, korkusunu da en açık biçimde gözler önüne seriyor.

Kadını sadece biyolojik bir varlık olarak tanımlamak ne kadar doğru? Kadının katli aynı zamanda bir kültürün yok edilmesi anlamına gelmez mi?

Kadını fiziksel, ruhsal ve zihinsel bir varoluş olarak ele almak daha doğru olabilir. Bunlar aynı zamanda bir kültürü de ifade etmekte. Kadının katli aynı zamanda toplumsal kültürün bunun bir devamı olarak zihniyetinin, sanatının, politikasının katlidir aynı zamanda. Bu değerleri elinden alınan bir toplumun ayakta kalması, kendini köklü değerlerle sürdürebilmesi beklenemez.

BİR HALK VEYA TOPLULUK İÇİN EN BÜYÜK TEHLİKE KÜLTÜRÜNÜN YOK EDİLMESİDİR

Kürt halk önderi Sayın Abdullah Öcalan kültürel soykırım fiziksel soykırımdan daha tehlikelidir diyor. Kültürel soykırım neden fiziksel soykırımdan daha tehlikelidir?

Kürtler devletli uygarlığın nerdeyse her aşamasında kültürel soykırım politikalarının en amansız saldırısı altında olan bir halk gerçekliğine sahiptir. Toplumsal değerlerimiz sömürge güçlerince çalınmış, yok sayılmıştır. Sistemsel olarak nerdeyse her gün savaş halindeyiz diyebiliriz. Bu yüzden bugün savaşlar sadece askeri boyutlarda değil en fazla kültürel alanda verilmekte. Sistem bütün araçları, argümanları ve imkânları ile toplumları tarihsellikten, kültürel dokudan koparmaya çalışmakta. Sonuç olarak bu köksüzleşmek ve sömürünün nesnesi haline dönüşmek demektir. İnsanları sadece fiziksel olarak ortadan kaldırmak kültürü yok etmeye yetmiyor. Bu eğitimle, sanatla, medya ve iletişim araçları ile en etkili hale getirilmeye çalışılıyor. Bireyi toplumdan kopararak yalnızlaştırmak, savunmasız bırakmak, kültürel dokuyu böylece parçalayarak köksüzleştirmek kültürel soykırımın temel amacı olarak işliyor. Bir halk veya topluluk için en büyük tehlike kültürünün yok edilmesidir. Dilinin yok edilmesidir. Dil sadece bir iletişim aracı değil kültürün taşıyıcısı ve yaşam biçimidir. İşte insanı insan yapan bu yaşam biçiminden, Dilinden, kültüründen, geçmişinden, toplumsal hafızasından arındırılan insan kültürel soykırım kıskacındaki insanı ifade etmektedir.

Kültürel soykırım kıskacından kadınlar kendilerini ve geleceğini nasıl kurtarmalı?

Tarihimiz acılar, katliamlar kadar kadın etrafında oluşan devasa bir kültürel birikiminde tarihidir. Kadının bu statüsü kültürel mirası en fazla sahiplenen ve bunu bir yaşam alanına dönüştüren temel yaratıcı güç olmasından ileri gelmektedir. Kadının tarihten günümüze kadar güçlü bir direniş kültürüne sahip olması ve toplumsal değerlerin yürütücüsü ve koruyucusu olması onu sistemin temel saldırı hedefi durumuna getirmektedir. Bu nedenle günümüzde de bütün bu saldırıları boşa çıkarma adına ve kültürel soykırıma karşı öncü düzeyde mücadele etme görevi kadına düşmektedir. Bu anlamda kadının özgürlüğünü sahiplenmesi, kendi gücüne güvenmesi, kendini eylem gücü haline getirmesi çok önemlidir. Kadın üzerinde kurulmaya çalışılan mülkiyetçi anlayış ancak böylece kırılabilir. Özgürlük ve demokrasi mücadelemizin ortaya çıkardığı değerlerin tarihe ve topluma yayılması, demokratik ulus kültürümüzün yaratılmasında geçmişten geleceğe akışın, devamlılığın, bağın öncüsü ve teminatı kadınlar olacaktır.