GÖRÜNTÜLÜ

Besê Hozat: En büyük faşizm Önder Apo üzerinde uygulanıyor

Med Nuçe’de yayınlanan Politik Alan programına konuşan KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Besê Hozat, gündemde öne çıkan gelişmelerle ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Med Nuçe’de yayınlanan Politik Alan programına konuşan KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Besê Hozat, gündemde öne çıkan gelişmelerle ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.

AKP’nin topyekun savaş kararının, İmralı’da 5 Nisan’dan itibaren yürürlüğe konulduğuna değinen Hozat, ‘Şu anda Türkiye 90’lı yılları değil, 1925’lerdeki soykırım, katliam dönemlerini yaşamaktadır’ şeklinde konuştu.

Kürdistan’daki özyönetim direnişleri, Aydınlar Bildirgesi, AKP-DAİŞ-Mafya ilişkilerine de değinen Hozat, tüm bu topyekun saldırılara karşı anti-faşist bir cephenin kurulmasının şart olduğunu söyledi. CHP açısından da köklü bir politika değişikliğine gidilmesi gerektiğini belirterek, ‘CHP eğer zamanında Kürt sorununun demokratik çözümü açısından bir proje geliştirip adım atmış olsaydı, şimdi 1 Kasım siyasi darbesi yaşanmayabilirdi’ dedi.

KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Besê Hozat’ın değerlendirmeleri şöyle;

SAVAŞ İMRALI’DAKİ TECRİTLE BAŞLADI

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ yönelik 5 Nisandan bugüne uygulanan ağırlaştırılmış tecridin son aşaması olarak İmralı’da iki tutsak habersizce Silivri cezaevine sürgün edildi. Bu sürgünle devlet neyi amaçlıyordu sizce? İmralı’da neler oluyor?

TopyekUn savaş 5 Nisan’da Önder Apo’ya uygulanan tecritle başladı. Önderliğimizle ilişkiler kesildi. Sonraki süreçte aileyle görüşmelere izin verilmedi. Avukat görüşmeleri zaten 27 Ttemmuz 2011’den beri yapılamıyor. Önderliğimiz korkunç bir tecrit ve baskıyla karşı karşıyadır. Mutlak bir tecrit uygulanıyor, çok ağır bir psikolojik ve özel savaş altındadır. Buna karşı dünya da sessiz. Mevcut uygulamalar AB hukukuna da aykırı, AİHM’e de aykırıdır. Genel olarak uluslararası hukuka da, Türkiye Cumhuriyeti hukukuna da aykırıdır. Görülmemiştir; on sekizinci yılına giren bir hükümlü, ne ailesiyle görüşecek, ne avukatlarıyla görüştürülecek! Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yoktur. Ama Türkiye’de vardır. Türkiye AB konseyi üyesidir, NATO üyesidir. AB’ye aday bir ülkedir. Uluslararası hukuka karşı da sorumluluğu var. Uluslararası hukukun altına da birçok hususta imza atmış. Fakat uluslararası hukuk çiğneniyor, yerle bir ediliyor. Avrupa, uluslararası güçler buna karşı da sesini çıkarmıyor. Bu da ciddi bir durumdur tabii. CPT, Af örgütü, uluslararası doktorlar heyeti vb. Önderliğimizin çok ciddi sağlık sorunları var. Uzun zamandır ağır tecrit altındadır. Durumu nedir bilmiyoruz. Şu anda Türk devleti Önderliğimize ne yapıyor? Gerçekten durumu nedir, hiçbir bilgimiz yoktur. Şu anda kamuoyunun da bizlerin de bildiği şey, yanında 5 hükümlü vardı. İkisini Silivri’ye sürgün ettiler. Neden sürgün ettiler? Kamuoyuna hiçbir izahat yapılmadı. Üç hükümlü orada mıdır, değil midir, onu da bilmiyoruz. Akıbetleri belli değil. Önder Apo’nun da akıbeti belli değil. Şunu iyi biliyoruz ki; çok büyük bir psikolojik ve özel savaş altındadır. Bu anlamda korkunç bir şiddet Önder Apo’ya karşı uygulanıyor.

TECRİDE KARŞI TOPYEKUN DİRENİŞ OLMALI

Ağırlaştırılmış büyük bir tecrit var. Her hükümlünün yararlanması gereken hak ve ihtiyaçların karşılanmasından yoksun bir durumdadır. Bunun böyle olduğunu çok iyi biliyoruz. Fakat bu konuda kimseden de bir ses çıkmıyor. Bu çok ciddi bir durumdur. Derhal CPT, uluslararası kurumlar, AİHM, AİHS, Uluslararası Af Örgütü bu konuda devreye girmelidir. CPT hemen harekete geçmelidir. Bu durum son derece ciddidir. Kürt halkını, hareket olarak bizi, dostlarımızı son derece kaygılandırıyor, endişelendiriyor. Mevcut durum hiçbir biçimde kabul edilemez. Bu vesileyle Kürt halkına, dostlarına, demokratik kamuoyuna çağrıda bulunmak istiyorum. Bu tecridin ortadan kalkması ve Önder Apo’nun özgürlük koşullarının sağlanması için herkes ayağa kalkmalı, mücadele etmelidir. Her yerde topyekun direnişe geçmelidir. Önder Apo üzerinde bu tecrit kırılmadan, bu işkence son bulmadan, hiçbir biçimde Türkiye’nin demokratikleşmesinden de bahsedilemez, Kürt sorununu demokratik çözümünden bahsedilemez. Topyekun savaş kararı, Önder Apo üzerinde 5 Nisandan itibaren geliştirilmiş ağırlaştırılmış tecritle başladı. Kentlerdeki katliamlar, Kürt kentlerinde çökertmeye dönük 2014’de alınan karar ondan sonra uygulamaya geçti. 5 Nisan’dan itibaren de Türk devleti ve AKP, her yerde kapsamlı topyekun savaş saldırılarını başlattı. Kürt halkına dönük, Kürt kentlerine dönük, gerillaya dönük, Rojava’ya dönük her yerde Kürtlere karşı bir savaş içerisine girdi. Bunun aşılarak kırılması, Türkiye’deki faşizmin, darbe iktidarının son bulması için her şeyden önce Önder Apo üzerindeki bu tecridin, savaşın son bulması gerekiyor. Bu işkencenin ortadan kalkması ve bu şiddetin son bulması gerekiyor. Tecridin ortadan kalkarak Önder Apo’nun özgürlük koşullarının sağlanması gerekiyor. Bu sağlanmadan Türkiye’deki faşizm son bulmaz. En büyük faşizm şu anda Önder Apo üzerinde uygulanıyor. En büyük faşizm şu anda İmralı üzerindeki uygulamalardır, ağırlaştırılmış tecrittir. Soykırım politikaları İmralı’dan başlıyor ve Kürdistan’da, Türkiye’de korkunç bir faşizm olarak uygulama buluyor. Buna karşı her alanda güçlü bir mücadele gerekiyor.

NİNELERİMİZİN, DEDELERİMİZİN, ÇOCUKLARIMIZIN KUTSAL DİRENİŞİNİ SELAMLIYORUM

Kürdistan’daki direniş cephesi nasıl genişleyebilir? Özellikle Botan ve Amed-Sur merkezli direnişin bütün Kürdistan’a yayılması açısından neler söyleyebilirsiniz?

Botan-Amed merkezli gerçekten muhteşem bir direniş var. Öncelikle halkımızın bu direnişini saygıyla selamlıyorum. Çok kutsal, çok onurlu, çok soylu bir direniştir. Her türlü soykırım politikalarına karşı, katliam ve göçertme politikalarına karşı halkımız çok onurlu bir tutum ortaya koyuyor. Yerini yurdunu toprağını bırakmıyor. Her türlü açlığı, susuzluğu, zulmü, ölümü, işkenceyi, katliamı göze alarak ve buna karşı da çok soylu bir direnişi ortaya koyarak en anlamlı cevabı veriyor. Ben ninelerimizin, dedelerimizin bu kutsal direnişini saygıyla selamlıyor ve hepsinin ellerinden öpüyorum. Çocukların o muhteşem müthiş direnişlerini selamlıyor ve hepsinin gözlerinden öpüyorum. Ben inanıyorum bu direniş bütün Kürdistan’a yayılacak. Halkımız her yerde bu direnişin gerektiği cevabı verecektir. Kürt halkı onurlu bir halktır. Yurduna toprağına bağlı yurtsever bir halktır. Onuruna, özgürlüğüne düşkün bir halktır. Bu teslimiyetçi ve soykırımcı politikalar karşısında hiçbir biçimde sessiz kalmayacak ve gereken cevabı verecektir. Buna yürekten inanıyorum.

BASIN AÇIKLAMASI YAPARAK BU DİRENİŞE DESTEK SUNULAMAZ

Fakat mevcut durumdaki direniş zayıftır. Şu anda direniş özellikle Botan ve Amed-Sur’da görkemli, çok onurlu ve soylu bir biçimde sürdürülüyor. Kürdistan’ın genelinde, Türkiye’de de son süreçte belli bir canlanma, belli bir destek ve dayanışma duruşu ortaya çıktı, bu anlamlıdır. Kürdistan’da da bu anlamda belli bir duruş var. Fakat mevcut haliyle bu yetmiyor. Basın açıklamaları yapmakla, kepenk kapatmakla, bazı yerlerde lokal bazı yürüyüşler yapmakla, lokal düzeyde tavırlar ortaya koymakla bu direnişe yeterli düzeyde destek sunulamaz. Bunu çok iyi bilmek lazım. Kürdistan’ın her yerinde, her ilçesinde, her mahallesinde, her köyünde, her ilinde, her bölgesinde tüm Kürdistan genelinde Kürt halkının 7 den 70’e ayağa kalkması gerekiyor. Bu konuda kış koşulları gerekçe yapılmamalıdır. Şu anda Kürdistan’da büyük bir soykırım uygulanıyor. Kürtleri tamamen teslim almaya, iradesini kırmaya yönelik, Kürt kentlerini çökertmeye yönelik, göçertmeye dönük çok ciddi bir soykırım politikası şu anda Kürdistan’da uygulanıyor ve bunun merkezi Botan’dır. Bunun merkezi Amed’dir.

AKP DİYALOG SÜRECİNDE SAVAŞ HAZIRLIĞI YAPTI

Şu anda Kürdistan’da yürütülen soykırım siyaseti ve uygulamaları 2014’de planlanıyor, 30 Ekim 2014 MGK toplantısında da kararlaştırılıyor. Ayan beyan bu plan ortadadır. AKP, Türk devleti, diyalog sürecinde savaş hazırlığı yaptı. Hep bunu söyledik. Her yerde kalekollar, karakollar yaptı. Askeri yollar yaptı. HES’ler ve güvenlik adı altında barajlar yaptı. Kürdistan’ın her yerinde özel savaş güçleriyle, JİTEM’cilerle, Saray gladyosuyla birçok yerde üstlendi. Buralar tahkimli hale getirildi. AKP diyalog sürecinde çok ciddi savaş hazırlığı yaptı. 2014’de topyekün savaş kararı aldı ve savaşı başlattı. Topyekun savaşın startını 5 Nisan’da verdi; 7 Haziran’dan sonra da sivil faşist darbe yaparak fiili olarak uygulamaya koydu. Şu anda uygulanan soykırım politikaları 90’lı yılları aşıyor. Sürekli tartışılıyor; 90’lı yıllara geri mi döndük, Türkiye 90’lı yılları yaşıyor, deniliyor. Vallahi Türkiye 90’ları yaşamıyor.90’ların beteri bir durumu yaşıyor. Şu anda Türkiye’nin yaşadığı durum,1925-1936-1938 soykırım süreçleridir. Erdoğan açık söyledi; ‘Doğu ve Güneydoğu’da temizlik harekatı yapıyoruz, bu harekat sürecek’ dedi. Kürtlere karşı ‘temizlik harekatı’ kararı ne zaman alındı? Lozan’la birlikte alındı.1925’de uygulamaya konuldu. Şeyh Sait katliamı, Kürdistan’da yapılan katliamlar bunun sonucuydu, ‘temizlik harekatı’ydı. Zilan isyanının bastırılması ve on binlerce insanın katledilmesi, göçertilmesi, sürgün edilmesi sonrasında beyaz katliama tabii tutulması ‘temizlik harekatıydı’.

YAŞANANLAR 1925’LERDİR

Dersimdeki soykırım uygulamaları ‘temizlik harekatı’ydı. On binlerce insan katledildi. On binlerce insan sürgün edildi. On binlerce çocuk asimilasyona tabii tutuldu. Korkunç bir beyaz katliam ve tehcir politikası Kürdistan’da uygulandı. Şu anda aynı soykırım politikası Kürdistan kentlerinde yeniden güncellenerek uygulanıyor. Bu anlamda 90’ları çok çok aşan bir durum var. Şu anda Kürdistan’da yaşananlar 1925’lerdir, 1931’lerdir, 1936-38’lerdir. Kürtler özyönetim talebinde bulundu, demokratik özerklik istedi. Dersim gibi bir katliama yüz yüze kaldı. Dersim’de katliam neden oldu? Öncesi katliamlar neden oldu? Kürtler statü istiyordu, kendi kendini yönetmek istiyordu, talepleri vardı. Dersim o zamana kadar özerkti. Özerk de kalmak istiyordu. TC devleti sınırları içinde özerk bir bölge olarak kendi kendisini yönetmek istiyordu. Büyük bir soykırım politikasıyla karşı karşıya geldi ve özerk yapı, özerk sistem büyük bir soykırımla, kırmızı ve beyaz bir katliamla ortadan kaldırıldı. Şu anda da Kürtler özyönetim ve özerklik istiyor. Ve Kürtlere karşı korkunç bir soykırım politikası aynen 1925-31-38’lerdeki gibi uygulanıyor. Bu anlamda 90’ları katlayarak aşan bir durum var karşımızda.

TÜM KÜRDİSTAN CİZRE, SİLOPİ, SUR OLACAK

Ciddi bir soykırım politikası uygulanıyor. Tamamen Kürt kentlerini boşaltmaya dönük bir soykırım politikası. Aylardır Botan’ın ilçeleri, Cizre, Silopi, Nusaybin, Kerboran, Amed’de Sur, Silvan ve birçok kent şu anda abluka altındadır. Tek tek mahallelere girilerek evler yıkılıyor. Kentler tahrip ediliyor, halk göçe zorlanarak Kürdistan insansızlaştırılmaya, Kürtsüzleştirilmeye çalışılıyor. Buna karşı tüm Kürtlerin Kürdistan’da ayağa kalkması gerekiyor. Bu sadece bir Cizre, Silopi, Sur meselesi değildir. Sadece buraları ilgilendiren bir durum değildir. Genel Kürdistan’a yönelik bir soykırım ve tehcir politikası var. Şu anda Dersim soykırımı gibi bir uygulama altındadır Kürdistan. Bunun kararı alınmıştır. Kürt halkı bunu çok iyi görmeli ve anlamalıdır. Buna karşı her yerde topyekün direnişe geçmeli ve ayağa kalkmalıdır. Mevcut uygulama tüm Kürdistan’a yayılacak. Yarın Kürdistan’ın tüm kentleri Cizre olacak, Silopi olacak, Sur olacak, Nusaybin olacak. Bunu bilmek gerekiyor. Faşist AKP iktidarının uyguladığı soykırım politikaları tek tek bütün Kürdistan’da, Serhat’ta, Dersim’de Güneybatı’da Kürdistan’ın bütün kentlerinde uygulamaya geçecek. Devlet ve AKP bunun kararını almıştır. Bu konuda duyarlı olmak lazım, işin ciddiyetini kavrayarak her yerde bu soykırım politikalarına karşı topyekün direnişe geçmek lazım.

VAN’DA VAHŞİ BİR İNFAZ VE KATLİAM YAŞANDI

Van’da yaşanan 12 Kürt gencinin infaz edilmesi olayını hakkında neler söyleyeceksiniz?

Bu konuda HPG zaten bir açıklama yaptı. Öyle anlaşılıyor ki noktaları deşifre oluyor arkadaşların. Biraz mecburiyetten ve kış koşullarından kaynaklı, kırsalda ayrı bir alana geçemiyorlar. Biraz zorunluluk sebebiyle, sivil bir alana, katliamın gerçekleştiği yere kendilerini bırakıyorlar. Orada bir konumlanma durumu oluyor. Fakat işin içinde çok yüksek bir olasılıkla komplo var. Bir ihanet durumu var. Tam olarak durum nedir, soruşturuluyor, netleştirilecek. Bir komplonun olduğu açıktır. Bunu yapanlar da bunun hesabını verecektir, bu da sorulacaktır. Bunun sonucunda 12 yoldaşımız çok vahşi bir biçimde infaz edildi. Bu bir infazdır, çok açıktır. Büyük bir ihtimalle zehir verilmiştir. Yemeklerine ya da içeceklerine zehir konulmuştur. Onun üzerinden de infaz edilmişlerdir. Ve böyle korkunç bir komplo ve ihanet, vahşi bir infaz ve katliamla karşı karşıyayız. Tabii amaç çok açık; bu biçimde halkı korkutup sindirmeye teslim almaya yöneliktir. Halkın moralini düşürmeye çalışıyorlar. Böyle vahşi bir infaz ve katliamın yapılmasının amacı budur. Şu anda Kürdistan kentlerinde yürütülen soykırım politikaları da budur. Kentleri düşürme ve Kürdistan’da halkı göçertme, halkı teslim alma ve iradesini teslim almaya dönük topyekün bir savaş yürütülüyor. Bu saldırıyı da bunun bir parçası ve devamı olarak görmek lazım. Soykırım siyasetinin her türlü katliam, infaz, her türlü vahşi yöntemlerle, Kürt özgürlük savaşçılarına dönük de, Kürt halkına karşı da uygulamaya konulacağına dönük bir tutum, yaklaşım ve uygulamadır. Buna karşı da verilecek cevap tabii ki mücadeledir. Her yerde mücadeleyi yükseltmek ve direnişi geliştirmektir.

TÜRKİYE’NİN DAİŞ’İ AKP’DİR

AKP Kürdistan’da açıktan bir savaş suçu, insanlık suçu işliyor. Halka yönelik soykırım saldırısı ve işlediği suçlardan dolayı AKP yargılanabilecek mi?

AKP iktidarı şu anda büyük bir savaş suçu işliyor. Türk devletinin başında Erdoğan gibi bir diktatör var, bir faşist var.  Ve bunun talimatlarıyla her yerde infazlar yapılıyor, katliamlar gerçekleştiriliyor. Ana karnındaki bebekler, 38 katliamında süngüyle öldürülüyordu, şimdi de ateşli silahlarla katlediliyor. Analar, ana karnındaki bebekler, çocuklar, gençler öldürülüyor. Cenazeleri zırhlı araçların arkasında sokaklarda sürükleniyor. Altmış yetmiş yaşındaki nineler, dedeler katlediliyor. Sokak ortasında infaz ediliyor; haftalarca, günlerce cenazeleri sokak ortasında kalıyor, haftalarca morglarda kalıyor, cenazelere işkenceler yapılıyor. Mezarlar ortadan kaldırılıyor, bombalanıyor. Cenazeler kaçırılıyor. Korkunç bir durum. Kürdistan’da tarihi eserler ve kentler yerle bir ediliyor. Tank ve toplarla mahallelere giriliyor. Her yere havan gülleleri atılıyor. İnsanlar sofra başında katlediliyor. Buzdolabında cenazeler günlerce tutuluyor. Bu vahşet ve katliamları dünyanın hiçbir yerinde resmi bir hükümet ve devlet yapmamıştır. Böyle bir uygulamaya da hiç kimse sessiz kalmamıştır. Büyük bir insanlık suçu, büyük bir savaş suçu yaşanıyor şu anda. Hiç bir savaş hukukunda bu tür uygulamalar yoktur. Savaşın da bir ahlakı var. Savaşın da bir hukuku var, bir yasası, bir etiği vardır. Savaşta da kullanacağın silahlar var, kullanmayacağın silahlar var. Uygulayacağın yöntemler var, uygulamayacağın yöntemler var. Şu anda DAİŞ ne yapıyorsa aynı şeyi AKP yapıyor. Aynı şeyi Erdoğan yapıyor. Daha da beterini yapıyor. DAİŞ de Dera Zor’da 300 insanı katletti. Kadın, erkek, yaşlı, genç 300 insanı katletti. Bölgenin her yerinde on binlerce insanın başını uçurdu. Tarihi yerleri, ibadet yerlerini yerle bir etti. Yüzbinlerce insanı göçertti. Milyonlarca insan göç yolundadır. Denizler, Akdeniz adeta ölüler mezarlığına dönüşmüş. Şu anda da AKP de aynı biçimde DAİŞ tarzıyla Kürdistan’da aynı yöntemi uyguluyor. Bebekleri, hamile kadınları katlediyor. Tüm bu uygulamaları tabii ki büyük bir savaş suçudur. Savaş kurallarını ihlaldir. İnsanlık dışı uygulamalardır. Şu anda Türkiye’de AKP DAİŞ’tir. Türkiye’nin DAİŞ’i AKPdir. Şu anda DAİŞ zihniyetli AKP, DAİŞ’in Suriye’de, Irak’ta, Libya’da bölgenin her yerinde geliştirdiği uygulamaları, Türkiye ve Kürdistan’da geliştiriyor. AKP eninde sonunda bunun hesabını verecektir. Şimdi dünya kendi siyasi, ekonomik çıkarlarını gözeterek çok onursuzca, iki yüzlüce son derece pragmatik yaklaşarak politik hesaplara girerek sesini çıkarmıyor. Kürdistan’daki bu soykırım uygulamalarına, savaş kurallarını ve hukukunu da ihlal eden, yerle bir eden bu keyfi savaş uygulamalarına, kirli savaş uygulamalarına ses çıkarmıyor. İzliyor, seyrediyor bir bakıma da onaylıyor, destekliyor. Fakat insanlığın vicdanı, halkların vicdanı mücadelesi bunun hesabını soracaktır. Eninde sonunda AKP de bunun hesabını verecektir. Erdoğan’da bunun hesabını verecektir. Ve çok korkunç bir biçimde yaptığı bu uygulamalardan dolayı yargılanacaktır. Halkın vicdanı bunu yargılayacaktır. İnsanlığın vicdanı en başta bunu yargılayacaktır. Hesabını soracaktır. Bunun mücadelesini vererek hesabını soracaktır. Fakat ilerde hukuk da, uluslararası hukuk da o noktaya gelecek ve bunun hesabını soracaktır. Erdoğan LAHEY’de yargılanacaktır. AKP yöneticileri de LAHEY’de yargılanacaktır. Uluslararası mahkemede de yargılanacaktır. Şuanda mevcut uygulamalar Hitler deniliyor, ama Hitleri de aşıyor.

ORDU, PKK’NİN GÜCÜNÜ BİLİYOR

Özyönetime saldırılar polis, ordu ve özel savaş güçleri denilen bir ‘koalisyon’la gerçekleştiriliyor. Geçen hafta bazı gelişmeler de oldu. Büyük çapta olmasa bile polis ve askerden istifalar oldu. Operasyona çıkmak istemiyoruz, bu görevi yapmak istemiyoruz tarzında. Bunu bir çatlak olarak değerlendirmek mümkün mü? Polis ve asker istifalarını ve savaşa gitmeme tutumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İlk süreçlerde hatırlanırsa ordu kentlere girmek istemedi. Daha sonra AKP ve ordu anlaştı. Fakat ilk süreçlerde belli bir direnci vardı. Sonraki süreçte de böyle bir kesim girmek istemedi. Kürt kentlerinde savaş başladığında, ordu da şehir merkezlerine tankıyla, topuyla şehir merkezlerine indiğinde, ordu devreye girdiğinde, baştan itibaren saray gladyosu savaşın içindeydi ve savaşı başlatmıştı. Fakat ordu devrede değildi. O zaman da yerel güçler, asayiş güçleri, polis güçleri belli bir direnç gösterdiler. Katılmak istemediler. Şimdi o konuda sanıyorum belli bir şey var. Yerel güçlerle saray gladyosu arasında, yerel güçlerle ordu arasında olabilir. Kendi içerisinde bazı rahatsızlıklar var. Buna karşı çıkan var. Bunu böyle bir kanat olarak değerlendirmek, güçlü bir eğilim olarak değerlendirmek belki hata olabilir, yanlış olabilir. Çünkü ordu AKP’yle anlaştı. Ordu şu anda bu savaşın içindedir. Hem de çok aktif bir biçimde içindedir. Tankıyla, topuyla, askeriyle içerisindedir. Bu anlamda böyle ordu içerisinde bu savaşa karşı çıkan bir eğilim, bir kanat yoktur. Yani öyle demek belki abartılı olur, gerçekçi olmaz. Fakat karşı çıkanlar vardır. Bireysel düzeyde katılmayan, doğru bulmayan belki böyle zayıf da olsa bir eğilimden de bahsedilebilinir. Bunu doğru bulmayan yani bu savaş politikalarının hiçbir sonuç vermediğini düşünenler olabilir. Bu anlamda bu savaşın doğasını bilen, tabii ki bu savaşın içinde olandır, bu savaşı yürütenlerdir. Bu anlamda PKK’yi de daha iyi tanıyanlar bunlardır. Devleti de daha iyi tanıyan bunlardır. Şimdiye kadar uygulanan politikaların ne sonuç verdiğini bilenler, bundan sonra bu politikaların devam etmesi durumunda ne sonuç ortaya çıkacağını bilen kesim, yine bana göre; süreci en iyi analiz eden ve gören en objektif değerlendiren askerin kendisidir. Çünkü bu işin içindedir, işin hakikatini biliyor. Gerçeğini biliyor. PKK’nin gücünü biliyor. Karakterini, zihniyetini, savaş kapasitesini, kabiliyetini biliyor. Devletin içinde bulunduğu durumu biliyor ve şimdiye kadar yürütülen inkar imha politikalarının yol açtığı sonuçları biliyor. Bunun sonuç vermediğini biliyor. Bunu bilenler düşünenler daha çok tabii ki ordu içerisinde olabiliyorlar.

KİRLİ SAVAŞA KARŞI OLANLARIN HEPSİ İSTİFA ETMELİDİR

Buna karşı bireysel düzeyde tepkiler gelişiyor. Bu istifalarla da somutlaşıyor. Yani ifadesini buluyor. Bizde o yönlü bilgiler alıyoruz. Polislerden de, askerlerden de böyle epey istifalar oluyor. Bunu basına vermiyorlar. Kamuoyuna yansıtmıyorlar. Bilinçli bir biçimde, bunun caydırıcı olmasından, bunun daha fazla teşvik edilmesinden kamuoyunda bu yönlü bir duyarlılığın – asker de, ordu da, böyle düşünüyorsa gerçekten böyle politikalar bir sonuç vermez anlamında- bu savaşı destekleyenlerde bile caydırıcı bir etkinin ortaya çıkabileceğini düşünerek bunu çok bilinçli bir şekilde kamuoyuna yansıtmıyorlar. AKP yansıtmıyor. Fakat var. Bu anlamda ciddi bir rahatsızlık, bir kesimde direnç söz konusudur. Bir kısmı istifa ediyor. Bir kısmı da artık mecburiyetten sessiz sedasız zorunluktan katılıyor. Tabii oluyor. Fakat şu önemlidir. Ordu, ben inanıyorum ki, şimdiye kadar yürütülen siyasetin hiçbir biçimde fayda vermediğini bana göre devletten ve AKP’den daha objektif okuyor. Daha objektif görüyor ve değerlendiriyor. Bu anlamda böyle düşünenlerin olduğunu düşünüyoruz. Bunlar daha büyük sesle tutumlarını, tavırlarını ortaya koymalı, seslerini yükseltmelidir. Bu kirli savaşa karşı olanlar istifa etmelidir, katılmamalıdır. Bu savaşa tepkilerini, seslerini daha açık bir biçimde dillendirmelidirler. Bu tutum gelişirse, Türkiye’nin mevcut durumdan çıkmasına büyük katkı sunacaktır. Bu anlamda ordu içerisinde böyle düşünen, polisler içerisinde böyle düşünenler daha güçlü bir biçimde seslerini yansıtmalı ve bu kirli savaşa alet olmamalıdır ve savaştan çekilmelidirler.

KÜRT KADINI DÜN OLDUĞU GİBİ BUGÜN DE BOYUN EĞMEYECEKTİR

Direnişin kadın boyutu da var. Özellikle devlet, AKP, kadınları hedef aldı, kadınlar katledildi. En son Silopi’ de üç kadın siyasetçi katledildi. Buradan bakarsak özyönetim direnişlerinde kadının rolü, öz savunma da kadının rolü, hakkında neler söylersiniz?

Öncelikle Silopi’de katledilen bu üç değerli insanı saygıyla anıyorum. Pakize, Fatma, Seve arkadaşı. Çok yiğitçe baştan beri direnişin başını çektiler. Konuşmaları var, çağrıları var. Halka, Kürt kadınlarına çok değerli çağrılardır. Anlamlı çağrılardır. Silopi’deki direnişin başın çeken kadınlar oldukları ve güçlü mücadele ettikleri için hedef haline geldiler. Çok alçakça vahşi bir biçimde katledildiler, infaz edildiler. Ben bu üç değerli yoldaşı da saygıyla anıyorum. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Kürt kadınları gerçekten yani bu direniş başladığından beri Silopi’de, Cizre’de, Sur’da, Nusaybin’de, Kerboran’da Kürdistan’ın her yerinde direnişin geliştiği her yerde bu direnişin başını çektiler. Çok yiğitçe direndiler. Analarımızın konuşmaları var, çağrıları var. Eli öpülesi analarımız.  Gerçekten çok yiğitçe ve cesurca direniyorlar. meydan okuyorlar. Bu teslimiyetçi alçak AKP politikalarına karşı kadınları, Kürt halkını direnişe çağırıyorlar. Ve asla bu toprakları bırakmayacaklarını, sonuna kadar kanlarının son damlasına kadar direneceklerini, çocuklarının yanında yer alacaklarını söylüyorlar. Kürt kadını yurtseverdir, onurludur. Kürt kadını onuruna, özgürlüğüne, toprağına düşkündür. Bugünkü direniş, Kürt kadınının yarattığı direniş geleneğinin, Kürt erkeğinde, Kürt toplumunda yarattığı etkinin sonucudur. Direnişin mimarı, öznesi, öncüsü kesinlikle yurtsever Kürt kadınıdır.  Binlerce yıldan bugüne doğal toplum ve yurtseverlik değerlerini taşıyan Kürt kadını olduğu için, kadınlar AKP ve Erdoğan’ın hedefi olmuştur. Direniş öncüsüz bırakılmak isteniyor. Kürt kadını nasıl şimdiye kadar boyun eğmediyse bugün de eğmeyecektir. Bu özgürlük mücadelesi, Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’nun özgürlük mücadelesi Kürt kadının öncülüğünde başarıya ulaşacaktır. Gerçekleştirilen soykırım saldırıları özgürlük bilincini ve direnişini daha da attıracaktır. Mücadele daha da derinleşecek ve keskinleşecektir.

İNSANLAR ARTIK EVLERİNDE BİLE FISILDAŞARAK KONUŞUR HALE GELDİ

AKP’ye yönelik tepkiler de gelişiyor. Son olarak Aydınlar Bildirgesi yayınlandı. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aydınların geliştirdiği tutum son derece anlamlı ve değerlidir. Aydınlara yakışan ve yaraşan bir tutumdur. Tabii ki aydınlar hakkaniyetten yana olmalıdır. Haklının, mazlumun yanında olmalıdır. Hakikatin ve gerçeklerin yanında saf tutmalıdır. Şu anda akademisyenlerin, aydınların ortaya koyduğu tutum da geliştirdikleri yaklaşım da bunu ifade ediyor. Aydın olmanın gereğidir bu. Gösterdikleri tutumun Türkiye kamuoyu ve toplumu üzerinde de ciddi bir etkisi oldu.    Duyarlılık geliştirdi. Kürdistan’da yaşanan soykırım uygulamaları ve kirli savaşa karşı Türkiye toplumu biraz daha ilgili duyarlı hale geldi. Kürdistan’daki bu kirli savaşı, AKP’nin politikalarını sorgular hale geldi. Bu anlamda belli bir uyanışa bilinçlenmeye yol açtı. Bu çok anlamlıdır ve değerlidir. Sanatçı, sinemacı, gazetecilerden de destek geldi. Uluslararası alanda da bir desteğe yol açtı. Tabii bunu sürdürmek, AKP’nin bu kirli planlarını bozmak gerekiyor. AKP Türkiye’de rejimi değiştirmek için, faşist hegemonyasını kurumsallaştırmak için, bu kirli savaşı geliştiriyor. Bu kirli savaşı da amacına ulaşana kadar yürütecek. Kürdistan’daki bu soykırım politikalarına son vermeyecek. AKP Türkiye’deki muhalefeti ezdi. Özellikle 7 Haziran’dan sonra Türkiye sus pus oldu. Kimse ne konuşabiliyor, ne kendisini ifade edebiliyor. Konuşan tek bir kelime doğru şey söyleyen tutuklanıyor, işkence görüyor, tehdit ediliyor linç ediliyor. İnsanlar neredeyse evlerinde bile fısıldaşarak konuşur hale geldiler. Korku politikalarıyla Türkiye toplumu sindirildi. Bir bakıma teslim alındı. Şimdi aydınlar bu teslimiyeti kırmanın, bu korku iklimini, korku imparatorluğu ve korku siyasetini ortadan kaldırmanın radikal bir adımını attılar ve bu ciddi bir yankı buldu. Bunun etkisini AKP gördü ve çok alçak bir biçimde bu kesimlere yöneliyor, tehdit ediyor.

SEDAT PEKER SARAY GLADYOSUNUN LİDERLERİNDEN BİRİDİR

Mafya babalarını da harekete geçirdiler. Sedat Peker’in yaptığı açıklamalar var. Tamamen AKP’nin borazanlığını Erdoğan’ın borazanlığını yapıyor. Kendisi bir mafya babası ve bir kontradır aynı zamanda. Her türlü kirli savaşın içerisindedir. Şu anda Kürdistan’da yürütülen kirli savaşın da başını çekiyor. O savaşın da bizzat içindedir. Mafya liderlerinin hepsi zaten Erdoğan aşığıdır. AKP’nin faşist uygulamalarının aşığıdır. Çünkü AKP’nin kendisi de mafyalaşmıştır. Erdoğan’ın kendisi de mafyanın başıdır. Yolsuzluk operasyonları, hırsızlık vb. Mafya lideri denilen bu adamla, Erdoğan ve AKP yöneticileri görüşmektedir. Kürdistan’da yürütülen bu kirli savaş için de görevlendirmişlerdir. Sedat Peker saray gladyosu içerisindedir. Mafya babası deyip geçmemek lazım. O bilinen herkesin algısında olan bir mafya babası gibi değildir bu adam. Bu adam çok kirli ve karanlık bir adamdır, farklı bir mafya babasıdır. Şu anda saray gladyosunun liderlerinden biridir. Kürdistan’daki kirli savaşın da içindedir. Görevlendirdiler, yetkilendirdiler. Ciddi inisiyatiflendirdiler. Şu anda birçok katliam ve infazın içerisinde bu adamın parmağı da var. Bu tür tipleri bu tür zamanlarda konuşturuyorlar, her türlü tehdidi savurarak; olumlu, onurlu tutum koyan insanları korkutacağını, sindireceğini, geri adım attıracağını düşünüyorlar. Tabii gerçek aydın buna gelmez. Bunu da açık ortaya koydular. Gerçekten aydın olan bir aydın bu tür şantajlara gelmeyecek ve mücadelesinden geri adım atmayacaktır. İmzalarımızın arkasındayız, dediler. Bu çok anlamlıdır. Bu anlamda bu kampanya büyüyerek sürmelidir. Akademisyenler, sanatçılar gazeteciler, sivil toplum örgütleri, feminist kadın hareketleri, çevre hareketleri, anarşist kesimler, sade Müslümanlar, anti kapitalist Müslümanlar, Aleviler, Çerkezler, Türkiye’de yaşayan Süryaniler, Ermeniler, tüm etnik ve inanç toplulukları, faşizme karşı olan, diktatörlüğe karşı olan tüm kesimler bir araya gelmeli ve bu mücadele cephesini büyütmeli ve her alanda topyekün bir mücadele içerisine girmelidir. Mücadelesin Kürdistan’daki mücadeleyle birleştirmelidir. Bu sağlandığı takdirde kesinlikle AKP faşizmi son bulacaktır. AKP faşizmi tasfiye olacaktır.

ANTİ-FAŞİST BİR CEPHE OLUŞTURULMALI

AKP’ye karşı demokratik bir cephe oluşturma zeminini nasıl görüyorsunuz?  

Türkiye kamuoyunun şunu bilmesi lazım. Faşist AKP iktidarının yürüttüğü savaş, çok kirli bir savaştır. Bu savaş Türkiye’de faşist bir rejimi kurumsallaştırmaya dönük yürütülen bir savaştır. Bu anlamda 12 Eylül rejimini tahkim ederek sürdürmeye ve bu rejimi AKP’nin yönetimi ve liderliğiyle onlarca yıl sürdürmeye yönelik bir savaştır. Bu kirli savaşa son vermek ve bu kirli savaşı durdurmak sadece Kürtlerin mücadelesi ya da direnişiyle olacak bir şey değildir. Kürtlerin verdiği mücadele ve direniş çok soylu, anlamlı ve değerlidir. Bu direniş aynı zamanda AKP faşizmine karşı Türk toplumunun da savunulması anlamına geliyor. Kürtler bir anlamda direnişleriyle Türkiye halkını da savunuyor, Türkiye aydınlarını da savunuyor. Demokratik Türkiye kamuoyunu da savunuyor. Demokrasi güçlerini de savunuyor. Ama sadece bu Kürtlerin mücadelesi de yetmez. Sadece Kürtlerin mücadelesi bu kirli savaşı durduramaz, faşizme son veremez. Türkiye toplumu, Türkiye halkları, tüm inanç toplulukları, aydınları, demokrasi güçleri bu kirli savaşın AKP tarafından ne amaçla yürütüldüğünü çok iyi bilmeli ve kavramalıdır. Bu gittikçe gelişiyor ama zayıftır. Bu konuda tepkilerini çok güçlü bir şekilde ortaya koymalıdırlar. Mevcut bu faşizmi durduracak olan şey, faşizme karşı olan bütün güçlerin tek blok halinde toplanmasıdır. Tek cephe halinde bir araya gelmesi ve faşizme karşı mücadele etmesidir. Anti faşist bir cephenin Türkiye’de oluşması gerekiyor. Kadınların gençlerin, Aydınların, sivil toplum örgütlerinin, faşizme, diktatörlüğe ve soykırımcılığa karşı olan tüm kesimlerin bir cephe halinde örgütlenip buna karşı mücadele etmesi gerekiyor. Ancak böyle bir mücadele Türkiye ve Kürdistan’da AKP faşizmini ve darbe hükümetini ortadan kaldırabilir. Şu anda AKP hükümetinin iktidarı meşru değildir. 7 Haziran darbesiyle kurulan bir darbe iktidarıdır. Topyekün savaşı başlatarak darbeyle süreci yürütmüştür. İktidarı gasp ederek 1 Kasım’da iktidara gelmiştir. Bu sivil faşist iktidarı kurumsallaştırmaya çalışıyor. Buna dur diyebilmek için buna karşı olan tüm güçlerin birlikte aynı cephede, aynı çatı altında ortak mücadele etmesi gerekiyor. Türkiye’de belli bir kıpırdanma var, anlamlıdır; ama çok çok yetersizdir. Bu mücadelenin yükseltilerek Kürdistan’daki mücadeleyle hızlı bir biçimde dayanışmaya geçmesi gerekiyor.

ÖNDER APO MUHATAP ALINMADAN KÜRT SORUNU ÇÖZÜLEMEZ

Bu süreçte CHP’nin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

CHP 7 Haziran sonrası AKP’ye koltuk değneği olmuştur. Duruşuyla AKP politikalarına hizmet etti. CHP zaten doğru dürüst bir muhalefet yürütmedi. Fakat zaman zaman olumlu yaklaşımları da oluyor. CHP içindeki ulusalcı kesimlerin yaklaşımları olumsuzdur. Mevcut durumda ulusalcı kanat AKP’nin yürüttüğü savaş konseptini de bir biçimde destekleyen bir tutum içindedir. Fakat CHP içerisinde baştan itibaren sosyal demokrat kanat, belli bir sol kültürden gelen bir damar var. Bunların tutum ve yaklaşımları biraz daha olumludur. Kürdistan’da yürütülen bu soykırım politikalarına karşı belli bir tavır ve tutumları var, ilgililer. Kaç defa da Kürdistan’a gittiler. Amed’e gittiler, çeşitli incelemelerde bulundular, açıklamalar yaptılar. Kürdistan’da şu anda yapılan uygulamalara karşı belli bir ilgi ve alakaları gelişiyor. Bu anlamda bu tutum ve tavırları olumludur. Kurultay da yapıldı. CHP’nin Kürt sorununun çözümüne dönük çok somut bir politikasını açıkçası göremedik. Olumlu denebilecek bazı açıklamalar ve değerlendirmeler oldu. Kürdistan’daki soykırım politikalarıma karşı eleştirel bazı yaklaşımları söz konusudur Kürtlerin kimliğine saygı duyduğunu, Kürt sorununun çözülmesi gerektiğini bu anlamda CHP söylüyor. Bu sorunun mecliste çözülmesi gerektiğini söylüyor. Biz buna katılıyoruz. Tabii ki Kürt sorunu mecliste çözülmeli. Ama Kürt sorunu Önder Apo muhatap alınmadan, Önder Apo’yla müzakere edilmeden, PKK muhatap alınmadan, HDP muhatap alınmadan Kürt sorunu çözülmez. CHP’nin şu konuda ciddi bir yanlışlığı var. CHP; Öcalan muhatap alınmasın, PKK muhatap alınmasın Kürt sorunu meclise gelsin, meclisteki partiler, Kürt sorununu ele alarak çözsün. Önder Apo muhatap alınmadan, PKK muhatap alınmadan, Kürt sorunu çözülemez. CHP bu konuda kendisini kandırmamalıdır, aldatmamalıdır. Bu anlamda toplumu da aldatmaya çalışmamalıdır. Bu konuda bir demagoji var. Hakikatten ve gerçeklerden uzak, bu sorunun karakterinden uzak, tarihsel kökeninden uzak, gelişiminden ve sonucundan uzak değerlendirme ve yaklaşımlar içerisine giriyorlar. Bunu da bir proje olarak ortaya koyuyorlar.  Bu bir proje değildir.

CHP POLİTİKALARINI KÖKTEN DEĞİŞTİRMELİ

Önder Apo’yla demokratik özerkliğin müzakeresi yapılacak, meclis de bunu gündemine alarak bunun yasasını çıkaracak. Bu anlamda demokratik çoğulcu, demokratik özerklik ve demokratik cumhuriyetin de kabulü üzerinden bir anayasa tabii ki mecliste çıkacak. Bu doğrudur, ama bu iş Önder Apo’yla müzakere edilecek. Bu anlamda CHP’nin demagojiye kaçan gerçekliğe uymayan değerlendirmelerini eleştiriyoruz. Ama son süreçte Kürdistan’daki uygulamalar karşısında ilgili, duyarlı yaklaşımları olumludur. Tabii bunun daha da gelişmesi gerekiyor. CHP şimdiye kadar Kürt sorununun demokratik çözümünü gündemine almadığı, Kürt halkının haklarını tanımadığı için, bu sorunu demokratik müzakere yoluyla Önder Apo’yla çözümünü ön görmediği için, böyle bir niyet ve projesi olmadığı için ciddi bir muhalefet de yürütemedi. CHP baştan itibaren Kürt sorununa doğru temelde yaklaşmış olsaydı, şu an AKP değil de CHP iktidar olmuş olacaktı. Demokratik çözüme ilişkin ciddi bir proje ortaya koymuş olsaydı, Önder Apo’yla müzakereyi ön görmüş olsaydı, AKP 1 Kasım’da da hiçbir biçimde iktidara gelemezdi. Şu anda CHP ve HDP Türkiye Cumhuriyetinin hükümeti olmuş olacaktı. Kürt sorunu da demokratik yollardan çözülecekti ve Türkiye de demokratikleşecekti. CHP bundan kaçtığı için bir türlü buna gelmediği için yani bir türlü de çıkış ve açılım yapamıyor. Yerinde sayıyor. Kürdistan’da da tecrit olmuş durumdadır, esamesi okunmuyor şimdi. 70 yıllık klasik devletçi geleneğini inkar ve imhacı politikaları biraz da üslubunu değiştirerek bu tarzıyla sürdürmüş oluyor. Bunu kökten değiştirmesi lazım. Bu konuda köklü bir politika değişikliği görmüyoruz. Ama bazı olumlu yaklaşımları görüyoruz. Bunu CHP’nin köklü bir politika değişikliğine dönüştürmesi gerekiyor. Bu önemlidir.