Bir masal kızı…

Bir masal kızı... Yüreğini avucuna alıp da nereye gidersin masal kızı... Küçücük avucunda saklamak sırrı ne diye?.. Bu yalnızlık mıdır?... Sessizliğin boşuna değil ya...

Bir masal kızı

Yüreğini avucuna alıp da nereye gidersin masal kızı

Küçücük avucunda saklamak sırrı ne diye?

Bu yalnızlık mıdır?

Sessizliğin boşuna değil ya

Büyük ayrılıklar mı yordu seni?

Yoksa bitmemiş bir masal mı?

Yarımlıklar mı acı verdi.

Yoksa bir keşke daha mı eklenecek masal sonuna?

Hayır masal kızı

Dur de yüreğine, dur de bu ansız gidişata

Uzat bana sarı saçlarını

Ben de bu masal da eşlik edeyim sana

Ama kahraman belli

Ben sadece devam eden bir masalın

Bilinmeyen bir ücrasında

Kayıp ama bulunmak istenen

Bir sesin dostuyum.

Hadi masal kızı uzat saçlarını

Sonsuz zamanlara doğru yol alalım.

Uzun soluklu bir patikada yürümek, yaşamın insana neler öğreteceğini anlamak gibi bir duygu uyandırır. Her seher yeniden başlamak yola ve yaşama… Yağmurlu bir gün; yağan yağmurun sesini yüreğimin derinliklerinde hissediyordum. Sanki damla damla yüreğime akmaktaydı. Bir yandan dağlarda ıslanmanın heyecanı bir yandan da akan senfoninin kulağımdaki yankısı. Heyecan verici bir an!

Yağmur beni düşüncelere akıtırken, arkamdan gelen uzun, sarı saçlı, mütevazılığın rengini anımsatan yüzüyle bir masal kızı yürüyordu. Yürürken de derin derin dalmaktaydı. Nedir onu böylesine derinlere götüren? Bir an durup gözlerine bakıyordum. Parıldayan gözleri bana anlamı çağrıştıran bir bakış fırlatıyordu. Bir gerillanın gözleri ne kadar da farklı bakar diyordum kendime. Sonra küçük bir kayalığın altında oturup biraz dinlenmeye koyulduk. Yağmurun güzelliğini seyre dalan masal kızının yüzüne bakıyordum. Acaba ne düşünüyor diye içimden sorular geçerken sanki içimdeki sesi duyarcasına bana dönüp. “Heval biliyor musun ben hep küçükken masallar diyarı denen bir yerin olduğunu merak ederdim.”

Sonra tekrar yağmur tanelerine bakarak gülümsedi ve devam etti; “Evet şimdi masalın içerisindeyim…” Onun dudaklarından yaşamımızı ifade eden bu sözler dökülünce benim de içimde farklı bir kıpırtı oluştu. Birden bire heyecanlandım. Yüreğimi avucumda hissettim o an. Sımsıkı tutarcasına avucumu sıktım. Sanki açsam içinden bir an hissettiğim o güzel duygu kaybolacakmış gibi… Evet, bir çocuğun portresini yansıtıyordum.

“Heval kalkalım mı?” diyen masal kızının sesiyle tekrardan irkildim. Çantalarımızı alıp yola devam ettik. Patika oldukça çamurluydu. Mekaplarımıza değen bu çamur yığıntıları, her ne kadar bizleri yürümekte zorladıysa da bir zamanlar olmasını istediğimiz anlardan bir tanesiydi. Tabi o zamanlar, yakamdan tutunca kendi kendime gülüyordum. Bazen insan yaşadığı anın güzelliğinin, farklılığının farkında değildir. Birçok zaman hayalindeki ya da olmasını istediğin şeylerin bire bir içerisinde olup fark etmemek de var. Acaba insan eski heyecanını mı kaybeder o vakit? Hayır, hayır bu kadar kolay vazgeçmemek gerekir. Her anı heyecan verici böyle bir yaşamda kaybetmemek gerekir öyle duyguları. Bir gerillanın yüreğindeki duygu yoğunluğudur dışarıya yansıyan güzellikler. Bu güzelliklerdir yaşamı var eden, anlamlı kılan. Epey bir yürüdükten sonra çığlık çığlığa, mavi akan Avaşîn suyuna vardık. Avaşîn; hırçın bir dalga, yaramaz bir çocuk olur bazen. Bazen de özgürlük çığlıklarını atan bir kadını anımsatır. Geceleri ise sanki dağlara “yalnız değilsiniz…” dercesine bir dostu yansıtır. Tüm bunları düşünürken gözlerimin önünde canlılığı zuhur ediyordu. O an gerçekten masallar diyarı buralar mı? diye sordum kendime. Buralar değilse, o zaman bu yaşamdan, bu dağlardan daha gizemli bir yer mi vardı? Ya da asıl kahramanlar gerillalardan daha mı çekiciydi? Ama ben böyle anlamlı bir yaşamın ötesinde başka bir yer düşünemiyorum ki…

Masal kızı oturmuş suyun akışını izlerken sanki hiç ayrılmak istemezcesine küskün küskün bakıyordu. Yanına gidip hemen sol tarafında bulunan küçük bir kayalığın üstüne oturdum. Beraber suyun akışını izlemeye koyulduk. Masal kızının yüreğinden geçenler yine dudaklarının arasından süzüldü. “Sana özlemlerimi, sevinçlerimi, umutlarımı veriyorum Avaşîn. Al götür sevdiklerimize…” Evet, konuşuyordu onunla. Taşı toprağı, suyu yani bu yaşama, dağlara ait ne varsa yoldaş belleyen bu masal kızı beni oldukça etkilemişti. Bana her an gerilla olmanın güzelliğini, heyecanını hatırlatıyordu. Ellerini suyun altında dolaştırıp küçük taşları çıkartmaya başladı. O bunun farkında değildi ama uzun sarı saçları suya sarkmıştı. Suyun akışı saçlarını okşuyor gibiydi. Suyun altından çıkardığı taşları bana uzatarak “bak ne kadar da farklı değil mi? Hepsinin üstende farklı çizimlere çizilmiş gibi. Her biri farklı bir renkte. Tıpkı bizler gibi değil mi?” Aralarından en güzelini seçip bana hep bu anımızı hatırlatan taşı armağan etti. Evet, bir türlü vazgeçemediğimiz Avaşîn taşları. Aslında sadece bu suya özgü değil, her yerde arkadaşların mutlaka yanında Cudî’ye ya da Munzur’a ait taşlar bulunur. Sanki birer kutsallık olarak görülür. Ve hep gömleklerinin ceplerinde ya da boyunlarında saklarlar. Bazen de mendillerine sarmış günlüklerinin içinde saklarlar. Işin aslı ise hep yüreklerindedir. O taşlarla yüreklerindeki özlemin bir nebze olsun gidereceğini düşünürler belki de. Kim bilir?

Teleferikten geçtikten sonra karşı yamaca geçtik. Sonra geri kalan yolumuza devam ettik. Geri kalanı ise bir noktaya kadar olan kısmı. Aslında bu yolun bir sonu olmadığını düşünüyorum. Sonsuz bir yola yolcu olmak ne kadar yüce bir duyguyu yaşattırıyor insana. Biliyorum masal kızı da öyle düşünüyordur. Gözleri anlatıyor her şeyi. Bazen bir bakış bile çoğu şeyi anlatır ya… Sırılsıklam olmuş ve yüzüne dağılan saçlarını bir yana toplarken, yüzündeki tebessüme kilitleniyor gözlerim. Sanki küçük bir çocuğun gülüşü gibi. Ne kadar sade ne kadar da huzurlu. Kadınlara gülmek ne kadar yakışıyor. Sanki onlar için tanrıçalar tarafından bilerek unutulmuş bir güzellik. Masal kızı gülümseyince sanki Kürt çocuklarının yarım kalan gülücükleri tamamlandı. Bir umut gibi, umudu anımsatırcasına…

Arkadaşların noktasına yakınlaşınca belli bir sıcaklık hissi uyanıyor insanda. Bir yandan gerilla çayının kokusu bir yandan da arkadaşların sesleri yüreğime serpilen su gibi. Yakınlaştıkça daha da bir seviniyoruz. Ateşin etrafında toplanmış derin bir sohbete dalmışlar. Aslında bu büyüyü dışardan izlemek vardı ama gitmemiz gereken yerler vardı o yüzden de mecburduk. Bizleri görür görmez arkadaşlar bizim için yer açtılar. Hemen çantalarımız alıp sıcak bir “merhaba” ile bizleri karşıladılar. İşte tüm yorgunluğun bittiği vakit. Sadece sıcak bir karşılaşma üzerimdeki tüm yorgunluğu gideriverdi. Sırılsıklam olmuş halimize aldırmadan ateşin verdiği sıcaklığı hissetmeye çalıştım. Bir de yanında sıcak bir çay olunca son buldu yorgunluğumuz. Masal kızı arkadaşlara tek tek durumlarını sorup her birine hayranlıkla bakıyordu. Sanki yıllardır bu anın özlemini çeker gibi arkadaşların yüzlerine bakıyordu. Küçük avuçlarında çay bardağını tutmuş hafif hafif yudumlamaktaydı. Bitmesini istemediğim bir zaman dilimi! Ama zaman ise aceleyle kaydırmakta kendini ve kendinden sonrakileri. Tam masal kızının bana bir şeyler fısıldadığı anda şiddetli esen rüzgarın sesiyle rüyadan uyandım. Uyanmamla nöbetçi arkadaşın yanıma gelmesi bir oldu. “Heval nöbetçisin” dışarıya çıktım. Esen rüzgara bıraktım masal kızına özlemlerimi, alıp götürsün diye. Ve dedim ki evet masal kızı asıl buralardır masal diyarı. Ama rüya çoktan bitmişti.