Eşbaşkanlık kadınlara güven veriyor
Colemêrg ve Wan’a ziyarette bulunan kadınlar arasında yer alan KCDP Genel Sekreteri Fidan Ataselim, eşbaşkanlıktaki eşit yönetim hakkının kentte yaşayan kadınlar için önemli bir güven yarattığını söyledi.
Colemêrg ve Wan’a ziyarette bulunan kadınlar arasında yer alan KCDP Genel Sekreteri Fidan Ataselim, eşbaşkanlıktaki eşit yönetim hakkının kentte yaşayan kadınlar için önemli bir güven yarattığını söyledi.
Bir grup feminist kadın, geçtiğimiz hafta Colemêrg (Hakkâri) ve Wan’a (Van) yaptıkları ziyaretlerde hem belediye eşbaşkanı hem de meclis üyesi olan kadınlarla bir araya geldi. Bu dayanışma gezisine katılan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP) Genel Sekreteri Fidan Ataselim, hem yaptıkları ziyaretlerdeki izlenimlerini hem de ortak mücadelenin zeminin nasıl kurulacağını ANF’ye anlattı.
Fidan Ataselim, Colemêrg Belediyesinin gasp edilmesinin fiziki olarak da kentte hissedildiğini fakat buna karşı mücadelenin de bitmediğini aktardı. Ayrıca önceki gasp dönemlerinde kadın kurumlarının kapatıldığına dikkat çeken Fidan Ataselim, eşbaşkanlıktaki eşit yönetim hakkının kentte yaşayan kadınlar için önemli bir güven yarattığına işaret etti.
Colemêrg ve Wan’a bir ziyaret gerçekleştirdiniz kadınlar olarak. Hem Kürt kadın hareketiyle hem de seçilmiş kadın eşbaşkanlar ve belediye meclis üyeleriyle buluştunuz. Öncelikle orada özellikle Colemêrg’deki yeni kayyuma dair gözlemleriniz neler oldu?
Bizlerden önce bir grup feminist, Batman ve Diyarbakır’a ziyaret gerçekleştirmişti. Onun ardından kayyumun da atanması ile Kürt Kadın Hareketi ile mücadele zeminlerini güçlendirmek hem de kayyuma hayır demek için gidebilen feministler olarak bu sefer de Hakkari ve Wan’a gittik. Ben de bu gidişte yer aldım. Hakkari’ye kayyum atandığında belediyenin fiziken de nasıl bir abluka altında olduğunu görüyorsunuz. Seçilmiş belediye meclis üyesi kadın arkadaşlarımız belediyeye evrak teslim etmek için bile giremediklerini sanki suçlularmış gibi etraflarının her seferinde polisle çevrildiğini anlatıyor. Sokaklardan, kamusal alanlardan kadınların evlere çekildiğini gözlemledik. Kayyum bir korku şehri yaratmış olsa da ona karşı mücadele edenlerin olması iradeye sahip çıkmak açısından önemliydi.
Bu iki il önce de kayyumla yönetildi. Burada kayyumun kadın politikalarına yaklaşımı konusunda sizlere neler aktarıldı? Yeniden seçilmiş belediye başkanlarının göreve gelmesi, kayyumun oluşturduğu tabloyu değiştirme konusunda nasıl bir yol katetmiş?
Her iki kentte de kayyum atanır atanmaz ilk iş olarak kadın birimlerinin kapatılması, yaşam merkezlerinin başka yerlere tahsis edilmesi, kültür merkezlerinin amacı dışında kullanılması olmuş. Düşünün ki sığınağı kapatmış kayyum yönetimi. Şiddete karşı belediyenin kurduğu telefon hattını devre dışı bırakmış. Tek çalışma kadınlarla ilgili yerlerin ADEM projelerine dönüştürülmesi olmuş, ki buradan da batıda şimdi daha çok gündeme gelen aile odaklı politikaların kayyum eliyle oralarda çoktan başladığını görüyoruz. Kadın cinayetleri artmış, intihar vakaları artmış. Bir yandan da şiddet daha görünmez kılınmış. Kadınların sosyalleşebilecekleri tek yerlerin kuran kursları kaldığını anlatıyor dostlarımız. Wan’da 14 eşbaşkan ile buluşmak, kayyumu defetmenin gururuydu adeta. Dostlarımız kapatılan, devre dışı bırakılan, atıllaştırılan tüm kadınlarla ilgili hizmetleri yeniden hayata geçirmeye çalıştıklarını anlattılar fakat bu sefer de tasarruf tedbirleri genelgesinin önlerine engel olarak çıktığını ifade ediyorlar. Hayatlarımızdan nasıl tasarruf edebiliriz ki? Ama emekçilere, emeklilere dayatılan ekonomik tablo ve yoksulluk kadınların da şiddet karşısında yalnız bırakılması olarak işliyor gördüğümüz üzere. Dostlarımızın yolları uzun. Bizler de onlarla mücadele ortaklığı için ellerimizden geleni yapacağız. Bir diğer önemli konu da çok sayıda kadının belediyeye gelip iş başvurusunda bulunduğu ve geçmişte yaşadıkları cinsel saldırıları anlatma cesaretini kayyumun defedilmesi ile anca bulmuş olmalarıydı. Tüm bunlarla ilgili olarak da çalışmalara başlanmış.
Sizler feministlerin mücadele köprüsü olarak da tanımlamışsınız bu bir araya gelmeyi. Biliyorsunuz ki geçmişte eşbaşkanlık, kayyum ataması gerekçelerinden biriydi ve bu kadın iradesine de açık bir saldırıydı aynı zamanda. Bu tür saldırıları şiddetin bir türü olarak ele alabiliriz sanırım. Bu saldırılara karşı kadınların ortak bir zeminde öz savunma geliştirmesi nasıl bir öneme sahip?
Evet ben öyle tarif etmek istedim. Birbirimize karşı sorumluluğumuz var ve dertlerimiz ortak. Farklılaşan yönlerin üzerine de elbet birlikte gitmeliyiz. Siyasi iktidar kadının gerçek bir özne olmasını istemiyor ancak kısmi ve kendi çizdiği sınırlarda belirli haklarla sınırlı evlerde özellikle çocuk doğuracak ve bakacaklar olarak görüyor. Sınırlar hep çizilmiş. Eşbaşkanlık sistemi temsiliyet açısından bu sınırları delen bir yaklaşım. Kadınların da eşit yönettiği kentler ise orada yaşayan kadınlara büyük bir güven ve özgüven veriyor. İmkanlar, kaynaklar, kadınların ihtiyaçlarına göre de öznesinin yönetimi ile dağıtılıyor, düzenleniyor. Birlikte mücadelemizi kendi imkân ve kaynaklarımızla karşılaştığımız sorunlara çözümler geliştirmemizi de dostlarımız öz savunma olarak tarifliyor. Buna katılıyorum. Ama yerel yönetim gibi büyük imkanlar varken, iktidar olmak, milletin vekili olmak gibi imkanlar ve daha fazla yetkiler varken, bizler bunlara aday olmaktan bir adım geri durmamalıyız. O sebeple Kürt illerinde yerel yönetimlerin yeniden kazanılması çok önemlidir. Bizim yapabileceklerimizle yerel yönetimin siyasi iktidarın ve yetkililerin yapabilecekleri kıyaslanamaz diye düşünürüm. O sebeple hedefi hep ileri doğru düşünmek gerekir. Yoksa bizler elbette hayatın her günü kendi imkân ve kaynaklarımızı her bir kadın için seferber etmenin yollarını geliştiriyor ve zaten yapıyoruz. Burada politik hedefli ve örgütlü mücadeleyi ayrıştırmak ve gerekliliğin ufkumuzu da kadınların eşitlik ve özgürlüğünü daha da ileriye götüreceği için ayrıştırmak isterim.
Son olarak yine öz savunma meselesini daha da genişletirsek, yakın zamanda Suriyeli mültecilere ilişkin olarak Kayseri’de başlayıp yayılan pogrom denemeleri oldu. Örneğin bu olaylar olup bitse de mülteci kadınların durumuna dair net bir veri yok elimizde. Milliyetçilik ve ırkçılık da bugün doğrudan kadını hedef alan ve buna geniş kesimlerde rıza üreten bir durum. Bu çerçeveden baktığımızda kadınların ortak mücadelesinin zemini nasıl yaratılmalı?
Kime sorsanız artık bu çağda ırkçı değiliz diyor, sonra “ama” diyerek ekleyip kendi türünün ne kadar biricik olduğunu, kendi yurttaşının öncelikli olduğunu anlatıyor. Bunu bu pogrom denemelerine ve bunun meşrulaştırılmasına dair diyorum, herkesi kastetmiyorum. Burada halkları birbirine kırdırmak en kolay yolu. Halbuki üzerine düşünülmesi gereken hükümetin politikaları, savaşların neden çıktığı. Sonuçlar çok can yakıcı oluyor evet ama sonucu ortadan kaldırmak tüm özneleri ortadan kaldırarak mümkün değildir. Orada insanlıktan çıkma çizgisini aşmaya yönlendiriliyor toplum diye düşünüyorum. Bunlara da özellikle kadına yönelik şiddeti, işsizliği bir dayanak olarak gösteriyor olmaları daha da tehlikeli ve linççiliği yani çözümsüzlüğü de körükleyecektir. Kadınlara geldiğimizdeyse göçmen bir kadının bu topraklarda yaşadıkları anlatmakla bitmez. Zengini bizim zenginimiz gibi rahat, peki ya en çok sayıda olan yoksulları ne yapsın? Şiddete uğradığında bir yere bile başvuramayacak durumda olanları...
Bizler bu anlamda kendi imkanlarımızı genişletmeye ve mücadele ittifakları kurmaya devam ederken her bir kadın için bir yandan da politikasını geliştirip esas yetkililerin politikalarını düzgün hale getirmek için basınç oluşturmanın yollarına bakıyoruz. Bugün yarın mecliste sokak hayvanlarının uyutulması konuşulacak yine aynı mantık gördüğünüz gibi kendi türümüzü bir diğer türü yok edebilecek olarak görme hali her alanda maalesef ki yaygınlaştırılıyor. Bunların karşısında yaşamdan yana politikaları bizler beraber üretmeye devam edeceğiz.