Werişe Muradî duruşmaya çıkmadı, halka mektup gönderdi

Evin Hapishanesi'nde rehin tutulan KJAR üyesi Werişe Muradî, Pexşan Azizi ve Şerife Muhammedî hakkındaki idam kararlarını protesto ederek duruşmaya çıkmadı, kadınlara ve halka mektup gönderdi.

WERİŞE MURADÎ MEKTUP

Doğu Kürdistan Özgür Kadınlar Topluluğu (KJAR) üyesi Werişe Muradî, 4 Ağustos’ta görülen ikinci duruşmasına, Pexşan Azizi ve Şerife Muhammedî’ye verilen idam kararlarını protesto etmek amacıyla çıkmadı. Mahkeme heyeti, avukatların savunma yapmasını engelleyerek duruşmayı sonlandırdı.
Werişe Muradî, protestosunu kadınlara ve halka hitaben kaleme aldığı mektup ile duyurdu.

 Werişe Muradî'nin "IŞİD kafa kesiyor, İslam Cumhuriyeti de darağacına çekiyor” başlıklı mektubu şöyle:

“Bir aydan kısa bir süre içinde kadın aktivistler için (Pexşan Azizi ve Şerife Muhammedî) verilen haksız idam kararları, İslam Cumhuriyeti'nin siyasi yetersizliğini ve çaresizliğini itiraf etmesidir. Yeni hükümetin güçlü olduğu iddiası, korku yayma ve baskıyı artırma, ‘Jin, Jiyan, Azadi’ devrimi arifesinde, boş bir hayalden başka bir şey değildir. Bu bağlamda, ben de kadın olmak, Kürt olmak ve özgür bir yaşam arayışında olmak suçlarıyla, "isyan" ile suçlandım. Şu anda, tutuklanmamdan bir yıl sonra bu yılın 4 Ağustos tarihinde Hâkim Salavati başkanlığındaki İslam Devrim Mahkemesi'nin 15’inci Şubesi'nde ikinci duruşmanın yapılmasını bekliyorum. Her ne kadar mahkemeye katılmamamın, ‘kendimi savunmak istemediğim’ şeklinde yorumlanabileceğini bilsem de arkadaşlarım, Pexşan Azizi ve Şerife Muhammedî’ye verilen idam kararlarını protesto etmek amacıyla mahkemeye gitmeyeceğim ve adil bir kararın verilmediği böyle bir mahkemeyi tanımıyorum.

Defalarca, zorlu sorgulama ve soruşturma koşullarında savunmalarımı sundum. Ancak bu kez savunma mektubumu her zaman uyanık, bilinçli ve özgürlük yanlısı olan halka ve topluma hitaben yazıyorum. Onlardan beni ve faaliyetlerimi sosyal adalet ölçütlerine göre yargılamalarını istiyorum.

Küresel hegemonik güçlerin ve bölgedeki diktatör ulus-devletlerin değerleri ve kültürleri gasp etmeye çalıştığı ve kendi hegemonyalarını yeniden inşa etmek istediği 21’inci yüzyıl Ortadoğu'sunda yaşamak, kan ve gözyaşına bulanmış ve her gün soykırım, homojenleştirme ve zorla entegrasyon ve ilhaka tanıklık eden bir coğrafyada yaşamak anlamına gelir. Kurdistan'da yaşamak ise yasal, ekonomik, siyasi, eğitimsel vb. güvencelerden yoksun bir hayat, yani işsizlik, yoksulluk, ayrımcılık, tutuklama, işkence, idam ve kolberlerin (ekmek şehitlerinin) öldürülmesi demektir!

Bireyin kimliği ve doğrudan yaşadığı koşullar, zulmün kaynağını ve diğer zulme uğrayan insanları bulmak için en iyi teşvik ve rehberdir. Bu, onların yanında olup, durumlarını değiştirmek ve sorunlara çözüm bulmak için çaba göstermeyi içerir. Bir Kürt kadın olarak tarihime, kültürüme ve kimliğime dayanıyorum; oysa koşullar her zaman kimlikten yabancılaşmayı ve öz benlikten kaçışı şekillendirmiştir. Sömürü, milliyetçi, cinsiyetçi ve dinci sistemlerin yarattığı ayrımcılığa maruz kalan bir topluluk olarak, kimlik, inanç ve sınıf üzerine bir söylem sunulması durumunda bastırıldık; yanlış etiketlerle suçlandık ve gözaltına alınıp, hapsedildik, işkence gördük ve idam edildik. Bu durum, eşitsiz sosyal, ekonomik, politik ve eğitimsel koşullarda bulunan benim ve benim gibiler için geçerlidir. Bu, birey ve toplum olarak nesnellikten geçmek ve aynı zamanda bir varlığa sahip olmak istediğimiz bir durumdur. Elbette, bu konuları dile getirmek, milliyetçilik biçimine dayanarak kimlik meselesine karşı körü körüne bir önyargı anlamına gelmez, aksine kimlik bilincidir. Çünkü aşırı milliyetçiliğin herkesi faşizme sürüklediğinin farkındayım. Bu konu tam olarak karşılaştığımız acı gerçektir. Biz, kendini ifade etme gücü olmayan ve sosyal kimliğini ifade etmesi durumunda dışlanmayla karşılaşacak bir nesne gibi görülüyoruz.

'YA BASKIYI KABUL ETMEK YA DA VAROLUŞSAL GERÇEĞİ BULMAK...'

Kendimi tanıdığım tüm yıllarda, toplumsal normlara karşı kayıtsız kalamadım ve kalmak da istemedim. Büyüdüğüm Zagros eteklerinde kalmayı, orayı terk edip Batı'da gösterişli bir hayat sürmeye tercih etmedim. Birçok yara aldım ve birçok yaraya da merhem oldum. Önümde iki yol vardı: Ya mevcut nesneleşmeyi ve baskıyla dolu bir hayatı hiç direnmeden kabul edecektim ya da varoluşsal gerçeğimi bulacaktım. Bu yüzden 'karanlığa lanet okumak yerine bir mum yaktım!'

Öğrencilik yolumun başlangıcında sporcu idim. Bilgi ve farkındalıkla yaşama çabası, beni bundan sonra kolektif çıkarı bireysel çıkarın üzerinde tuttuğum bir yola soktu. Derneklerde, sivil toplum kuruluşlarında (STK) ve öğrenci gruplarında kadınlar, çocuklar, gençler, uyuşturucu mağdurları, yoksul kesimlerde spor severler ve eğitimden mahrum kalanlar için çalıştım. Hem eğitmen hem de destekçi olurken, öğrencilerimden direnç dersleri alıyordum.
Ayrıca, çeşitli gruplarla çalışmak, ayrımcılığın türlerini ve boyutlarını daha net ve açık bir şekilde anlamama ve tüm köleliklerin kökünün kadınların köleliğinde ve sosyal konumunda yattığı gerçeğini daha iyi kavramama neden oldu. Bu durum, kendimin ve başkalarının farkındalık düzeyini yükseltmek, aile ve toplum sorunlarını doğru bir şekilde anlamak ve analiz etmek ve aynı zamanda sorunları çözmek için daha fazla çaba göstermem için bir motivasyon kaynağı oldu.

'APOCU FELSEFE İLE TANIŞTIM...'

Bir süre sonra, yaratıcısının şu anda 'nasıl yaşamalı' sorusunun peşinde koşmanın bedelini 25 yıldır İmralı Adası'ndaki tek kişilik hücrede tam bir izolasyon içinde yaşayarak ödediği bir düşünce ve felsefeyle tanıştım. Bu düşünce ve felsefe, inkâr edilen birey ve toplum kimliğini ifade etmek için çözümü ulus-devletçilikte, nefret üretmekte ve sınırlar çizmekte değil, demokratik toplumu inşa etmekte, inkâr edilen kimlikleri korumakta ve halkların barış içinde bir arada yaşamasında arıyor. Toplumun hakikatinin derinliklerinden doğan, baskının katmanlarını açığa çıkaran ve şimdi de alternatiften bahseden bir düşünce ve felsefe. Katı siyasi sınırlara, tek dile, tek millete, tek kültüre, tek dine ve tarihin doğrudan yorumuna inanmayan ve dayanmayan, aksine tüm farklılıkları, inançları ve halkları hesaba katarak varlığını ifade eden çoğulcu toplulukları temsil eden bir yaşam ve hayat modelini seçtim.
Bu düşünce ve felsefeyi (Apoist düşünce ve felsefe) tanıdıkça, faaliyetlerimi ve araştırmalarımı Doğu Kurdistan Özgür Kadınlar Topluluğu'na (KJAR) üye olarak daha da tamamladım.
Bu doğrultuda, Ortadoğu'nun çeşitli yerlerinde kadınların sosyolojik meselesiyle ilgilendim. Kadınların ortak yaraları olduğunu fark ettim, dolayısıyla kurtuluş yolları da aynı doğrultuda ve ortak olabilir ve ortak faaliyetler yürütebilirler.

'HİÇBİR DEVLET TERÖRİST IŞİD İLE MÜCADELE ETMEDİ'

IŞİD'in Rojava'ya (Kuzey ve Doğu Suriye) saldırısı, bir yandan Ortadoğu'daki karanlık güçlerin eylemlerinin amacını ve nedenini daha iyi anlamama, diğer yandan Ortadoğu'nun jeopolitik konumunu ve bölgedeki aktif siyasi güçlerin güç ilişkilerini daha net kavramama ve bir kadın aktivist olarak bölgede istikrar, barış ve demokrasinin sağlanması yönünde aktif ve çok yönlü katılımın gerekliliğini anlamama neden oldu. Bu yüzden Kobane şehrine gittim, IŞİD terörist güçlerinin camisinde bayram namazı kılmaktan bahsettiği yere.
Onların tekbiri ‘kadın ve çocukların kesik başlarını’, bizim zafer çığlıklarımız ise ‘Jin, Jiyan, Azadi’yi çağrıştırıyordu. Aslında biz, bu sefer adı IŞİD olan yeryüzündeki tanrıların askerleriyle savaşıyorduk! Görevi, Ortadoğu'nun gelecek yüzyılı için cehennemî bir planın uygulanması yolunu açmak ve savaş yorgunu Ortadoğu'da açılan değişimin tek umut ışığını yok etmek için bir araç olan bir güç. Bu terörist güç, Orta çağ tarzında (gerici bir yöntemle) sözde İslami adalet talebinde bulunuyor ve hilafeti ve İslami hükümetini kurmak için halkların yaşamını yok ediyordu. Hiçbir devlet bu terörist güçle mücadele etmedi.
Türkiye devleti, IŞİD güçlerine tam destek vererek, sınırlarını lojistik ve askeri teçhizatın onlara gönderilmesi için açık tutmuştu. Koalisyon güçleri de Kobane'nin sokak sokak işgaline kadar son ana dek IŞİD'in zaferine emin olarak izliyorlardı. Tıpkı Gazze'de olduğu gibi Kobanê ve Şengal halkının soykırımını seyrettiler. IŞİD binlerce Ezidi kadını kılıçtan geçirdi, binlercesini esir aldı ve savaş ganimeti olarak sattı. Ancak ulus-devletlerin sessizliğinin yanında, dünyanın dört bir yanındaki özgürlükçü halk güçlerinin çığlığına tanık olduk. Kobanê ve Şengal'le aynı sesi yükselterek ayağa kalktılar, kısa sürede oraya gittiler ve IŞİD'e karşı mücadeleye katıldılar. Ardından, hegemonik güçler ister istemez hümanist maskesini takmak zorunda kaldı ve kendilerini sanki Ortadoğu'nun ve sakinlerinin imdadına yetişen çağdaş bir Mesih gibi gösterdiler. Oysa bu maske çoktan düşmüştü ve halk kendi yarasına kendi merhemini sürmüştü.

'DEVRİM HEDEFİMİZE ULAŞABİLİRİZ'

Yirmi birinci yüzyıl, toplumun taleplerinin ve devlet-ulus yapısında ve zihniyetinde köklü değişimlere ulaşmanın yüzyılıdır ki bu, demokratikleşme ve devrim ile hedefine ulaşabilir. Artık devletlerin öznelliği ve toplumların nesnelliği dönemi sona ermiştir. Artık devlet tarihi ve kültürü, milliyetçi, dinci, cinsiyetçi ve pozitivist ideolojilerle toplumları sersemletemez. Artık devletin çobanlığı ve toplumun sürü olduğu dönem sona ermiştir. Rojava (Kuzey ve Doğu Suriye), toplumun dinamizmini ve içsel iradesini gösteren bir denemedir, ancak bu deneme, toplumun ve özellikle kadınların bilinç düzeyini yükseltmek için yıllarca süren çabanın sonucudur.

Bilinçli kadın demek bilinçli toplum demektir ve bilinçli toplum demek kapitalizmin kutsallarını sorgulamak demektir. Yani halkın içsel iradesinin barış ve çözüm süreçlerine ortak olması, toplumun sosyal, ekonomik, eğitsel, siyasi vb. alanlarda aktif katılımı demektir. İşte burada kadınların yaşamdaki varlığını ve özgürlükle ilişkisini daha derinden kavradım. IŞİD'e karşı mücadele siperlerindeki varlığım, bu akımın Kobanê'yi işgal etmek için tüm gücünü kullandığı günlere denk gelmişti.

'IŞİD'LE MÜCADELE EDİNCE TÜRK DEVLETİNİN ÖLÜM LİSTESİNE GİRDİK'

Türkiye-Suriye sınırında halk insan kalkanı oluşturduğunda, ‘Ortadoğu'nun çocuğu’ olmanın bizi oraya çektiği binlerce insandan biriydim. Yaralandıktan sonra, artık oradaki mücadele ortamında bulunma imkân ve gücüm kalmamıştı, bu yüzden tekrar Doğu Kürdistan'a ve eğitim, araştırma ve toplumsal faaliyetlerime devam etmek için KJAR'a döndüm. Bu sırada, IŞİD'e karşı mücadelem, adımın Türk istihbarat güçlerinin (MİT) ölüm listesine girmesine neden olmuştu. Bu yüzden Rojava'da veya Kürdistan Bölgesi'nde bulunmam Türkiye devleti tarafından suikast tehdidiyle eş anlamlıydı.
Son yıllarda KJAR'da (Doğu Kürdistan Özgür Kadınlar Topluluğu), kadın sosyolojisi alanında çalışarak ve İran'ın siyasi coğrafyasında kadınların yazılmamış tarihini inceleyerek, anaerkil toplumun izlerini ve bir zamanlar tanrıçaların yeri olan bir mekânda kadın intiharları ve cinayetlerinin neden bu kadar zirveye ulaştığı sorusuna bir cevap bulmaya çalışıyordum.

REHİN ALINMA VE İŞKENCE

1 Ağustos 2023 tarihinde Senendec-Kamyaran karayolunda İstihbarat Bakanlığı güçleri tarafından tutuklandım. Tutuklanma anında ateş açma, arabanın camlarını kırma, işkence ve fiziksel saldırı, psikolojik savaş, kamera görüş alanı dışında tek kişilik hücrede sorgu (beyaz işkence)- davranışlarını ve ahlak dışı saldırılarını kaydetmemek için, iradeyi aşağılamak için kamera önünde azarlama ve Senendec İstihbarat'ta bulunduğum 13 gün boyunca maruz kaldığım baskılar, bana uygulanan baskıların bir kısmıdır. Bana vahşi dediler ve "Kadınlığını kaybetmişsin! Neden ağlamıyorsun? En son ne zaman ağladın? En son ne zaman bir çiçek kokladın?" dediler.

Ardından beni Evin Tutukevi'nin 209’uncu koğuşuna transfer ettiler. Orada dört buçuk ay boyunca sorgulamalarda çok baskı altında tutuldum. Bunlar arasında beyaz işkence, çelişkili ve aldatıcı senaryo üretmeleri, karakter suikastı tehdidi, zorla itiraf alma ve benzeri vardı. Şiddetli baş ağrıları ve sürekli kanamalar (burun bölgesinden), boyun ve bel ağrılarının şiddetlenmesi, tek kişilik hücrede geçirdiğim günlerin armağanıydı. Bir başka deyişle, Türk istihbarat güçlerinin bana yapma ihtimali olan şeyi, İran İstihbarat Bakanlığı gerçekleştirdi. 20 Aralık 2023 tarihinde Evin'in kadınlar koğuşuna transfer edildim. Sonunda 9 Nisan 2024 tarihinde Tahran İslam Devrim Mahkemesi 15’inci Şubesi'nde ‘muhalif gruplara üyelik’ ve ‘isyan’ suçlamalarıyla yargılandım. Ancak temel soru şu: ‘Neden IŞİD gibi terörist bir güçle mücadele etmek, İslam Cumhuriyeti'ne karşı savaşla eşdeğer ve aynı seviyede görülüyor?’ Peki, İslam Cumhuriyeti'nin IŞİD’le mücadele ettiği iddiası tarihin neresinde yer alıyor? DAİŞ kafamızı kesiyordu, İslam Cumhuriyeti ise kafamızı darağacına çekiyor. Hiçbir siyasi-hukuki bilgi bu paradoksu çözme gücüne sahip değil. O halde uyanık olalım.

TECRİT SÜRÜYOR

Bir yıllık tutukluluğum süresince, sadece üç buçuk ay boyunca ailemle görüşme hakkına sahip oldum. Geri kalan zamanda ya tek kişilik hücrede kaldım ya da şu an olduğu gibi kadınlar koğuşunda, ancak tecrit koşullarında. Tutukluluğumun onuncu ayından sonra, 15-17 Mayıs tarihleri arasında Evin koğuşunda, geçmişim ve sicilim dikkate alınmaksızın, beni IŞİD ile aynı kefeye koydular ve terörist olarak adlandırdılar. Devlet tarafından ve ‘Haremi Savunan’ unvanıyla Suriye'ye gitmemin gerekli olduğunu söylediler. Bu tanımlamalara göre, o halde insani görevler temelinde IŞİD’e karşı savaşan herkes terörist olmalı!
Geçtiğimiz üç ay boyunca bana yeni suçlamalar yöneltmeye çalıştılar. Boş ve asılsız iddiaları dinlemenin yanı sıra, telkine dayalı sorgular, aşağılama, idam tehditleri, zorunlu itirafta bulunmam için kışkırtma ve baskı bu dönemin diğer sorunlarıydı. Şu anda son sorgunun ardından yaklaşık üç ay geçti, ne avukatlarım dosyayı yeniden inceleme hakkına sahip oldu, ne de ben avukatımla görüşme hakkına! Şu anda da iletişim ve görüşme yasağı dönemini geçiriyorum.
Şimdi geçmişe ve kat ettiğim yola bakarak; eylemlerimi savunuyorum, çünkü hiçbir zaman ve mekânda kimsenin canına ya da malına en ufak bir saldırıda bulunmadım ve tek suçum topluma karşı sorumluluk duymaktır. Kobane'de IŞİD terör güçlerine karşı mücadelemi hâlâ savunuyorum ve Kürdistan'dan Belucistan'a, İran'dan Afganistan'a kadar kadınlara yönelik her türlü zulmün sonuna kadar, "Jin, Jiyan, Azadî" (Kadın, Yaşam, Özgürlük) ideallerine ulaşana dek mücadeleme devam edeceğim.

'ÖZGÜR VE ANLAMLI YAŞAMALI'

Son olarak belirtmek isterim ki, geçtiğimiz bir yıl boyunca hiçbir şey topluma ve özellikle kadınlara karşı insani görevlerimi yerine getirme konusunda en ufak bir şüphe uyandırmadı ve asla uyandırmayacak.
Ben Ortadoğu'da yaşayan Kürt bir kadınım ve sadece kendim için yaşamadım. Bölge sakinlerinin toplumsal özgürlüğü için elimden gelen her şeyi yaptım ve yapmaya devam edeceğim, çünkü özgür ve değerli bir yaşam, can vermeye değerdir. Yaşamı ya yüce ve anlamlı yaşamalı ve özgürlükle süslemeli, ya da hiç yaşamamalı."