Alternatif sinema Rojava’da yapılır

Rojava Sinema Komünü, savaşın ortasında, hayata düşman DAİŞ’le savaş içindeyken yeni bir sinema üretiyor; başka bir sinemanın mümkün olduğunu ispatlıyor.

Sadece üretmiyor, yeni bir sinema kuramı geliştiriyor. Üstelik bu sinema çok dilli, çok renkli ve çok kültürlü. Rojava’da sinema bir tüketim nesnesi değil, toplumun genelinin dahil edildiği bir alan.

Kamerayı toplumun değişim ve dönüşümünde bir araç olarak kullanıyorlar. Asıl amaçları sinemayı bir tüketim aracı olmaktan çıkartmak, başka bir deyişle parayla ilişkisini kesmek… Kendilerine örnek aldıkları deneyim ise Dağ Sineması. Bir de Latin Amerika’da 1968’lerde Solanas ve Getino’nun yazdığı manifestoyu esas alıyorlar.

Komünde şimdiye kadar onlarca kısa ve belgesel film yapıldı. Onlarca öğrenciye sinema eğitimi verildi. Çocuklara yönelik Charlie Chaplin’in Kürtçe dublajlı filmleri yapıldı. Savaşın çocukları, ‘Heval Charlie’yi keşfetti.

Kısa bir süre önce Serêkaniyê’de dublaj stüdyosu kuruldu. Dirbesiyê’de sinema atölyelerinin açılışı yapıldı. Rojava’nın her kentinde kültür-sanat merkezleri kuruluyor.

Rojava’daki halk Amûde’de yaşanan büyük sinema yangınından dolayı uzun yıllardır sinemaya mesafeliydi. TEV ÇAND’dan Diyar Heso, “’Çocuklarınızı sinemaya getirin, film izleyeceğiz’ dediğimiz zaman insanların korktuğunu gördük. ‘Çocuklarımıza bir şey olmaz, değil mi?’, ‘Film kaç dakika, çabuk biter mi’ gibi sorular bile yöneltildi’’ diyor ve ekliyor: "İşte böyle bir ortamda sinemayı yapıyoruz."

Kürt sineması birçok ülkede dağınık ve örgütsüz durumda. Kürt sinema sanatçılarının bireysel çalışmaları umut verse de ortak bir Kürt sinema dili oluşturmak için henüz yolun çok başında. Rojava’da kurulan komünün amaçlarından biri de Kürt sinemasını örgütlü hale getirmek.

Kültür Sanat Hareketi’nden (TEV-ÇAND) Diyar Heso ve Ekîn Ronî’yle Rojava’da sinemayı konuştuk.

Rojava Sinema Komünü’nün kuruluş öyküsünü anlatabilir misiniz?

Ekîn Ronî: Aslında Rojava’da devrimden önce çok köklü bir kültür çalışması vardı; özellikle müzik alanında. Diğer sanat alanlarına hem yabancıydık hem de soykırımcıların uyguladığı politikalar engeldi. Müzik, Kürt hakikatini ifade etmek için daha basit ulaşılan bir sanat alanı. Fakat diğer sanat dalları Kürtler içerisinde çok gelişkin değil. Bu açıdan Rojava’da komün geleneği bir başlangıç oldu. Ciddi müzik çalışmaları var ama biz biraz daha müziğin dışındaki sanat alanlarını da geliştirebilir miyiz, onları da örgütleyebilir miyiz diye soruyoruz. Govend, tiyatro ve sinemayı daha örgütlü ve planlı bir şekilde akademik müfredata kavuşturmak istiyoruz. Bu kapsamda amacımız sinema çalışmalarını atölyelerle başlatmak, daha sonra bir örgütlenmeye dönüştürmekti. Böyle yeni bir alan olarak Rojava devrimi içerisinde gerçekten çok ilgi gördü. Bu örgütlülük hem uluslararası alanda hem de Kuzey Suriye Federasyonu’nda çok ilgi gördü. Toplumda da heyecanla karşılandı.

Diyar Heso: Suriye’de savaştan önce, Baas rejiminin iktidarı sürecinde yoğun bir kültürel soykırım politikası söz konusuydu. Kürtçe bir sinemanın oluşturulmasına izin verilmiyordu. Kürtçe sinemayı geliştirmek isteyen sanatçılar ya göçe zorlanıyor ya da rejimin belirlediği ölçülere göre sinema yapıyordu. Rojava Devrimi’yle birlikte bu durum değişti. Sinemayla ilgilenen gençler, devrimin kültürel, sanatsal ihtiyaçlarına cevap olmak için örgütlenmeye başladı. Bu temelde Rojava Sinema Komünü’nün kuruluşuna gidildi.


Rojava Devrimi safların çatıştığı ve an be an çatışmaların filme alındığı bir süreç özelliği taşıyor. Peki görselin ve gerçek görüntülerin gücünün bunca açığa çıktığı ve kullanıldığı bir durumda sinemanın, özelde de kurgusal sinemanın devrimdeki rolü ne olabilir?

Hemen hemen bütün görsel medyalarda Kuzey Suriye’ye ilişkin bir görüntü karmaşası var. Her anı ve günü, özellikle çatışma sahneleri tüm dünyada herkesin gördüğü bir alan haline gelmiş. Özellikle böyle bir ortamda sinemanın rolü daha güçlü olabilir. Bu görüntü karmaşasının disipline edilmesi lazım. Sanatın aslında biraz da böyle bir rolü vardır. Fazla ya da kalitesiz olanı ve doğru olmayanı, yanlış olanı çıkarmakla sanat oluşturuluyor. Bizim yaptığımız toplumsal ve kültürel devrimi sinema aracılığıyla göstermek ve Rojava gerçekliğini sinema ve sanat diliyle yansıtmak.

Ekîn Ronî: Hangi göz kamerayı kullanıyor ya da hangi zihniyet o kameradan bakıp çekiyor; bence temel sorun burada. Bir başka ulustan bir müzisyen şarkı söylesin, ne kadar bir Kürt dengbêjî gibi ifade edebilir? Savaşta da böyle. Savaşan kişiler savaşı birebir çektiği zaman daha gerçekçi yansıtabilir. Bu açıdan Rojava Film Komünü ve bizim yapacağımız belge-filmler, kurgular önemli. Mesela bir İran filmi seyredersin, çekimlere ve senaryoya baktığında, bu İran filmi dersin. Ama çekim ve senaryoya baktığında bu nasıl Kürt filmi dersin mesela? O tam oluşmadı ama oluşma aşamasında. Biz de birebir bunun içindeyiz.

Tam da burada bir soru sormak istiyorum. ‘Bizim filmimiz’ derken, Kürtlerin veya devrimin filmini hangi yönüyle değerlendiriyorsunuz?

Ekîn Ronî: Bizim bir ideolojimiz var; erkek egemen devletçi sisteme karşıyız, demokratik özgürlüğü ve kadın özgürlükçü sistemi savunuyoruz. ‘Bizim’ derken bu açıdan, yani Kürt olan ya da Türk olan değil, demokratik ulus anlamında bizimdir diyoruz. Bizim sinemamız toplumun sinemasıdır. Mesela bizim akademimizde on tane kısa film yapıldı. Bir yıl içerisinde okuma yazma bilmeyen insanlar okuma yazma öğrendi. Kendi senaryolarını yazdılar ve film çektiler. Bu kendi içinden ve değerlerinden oluştu.

Diyar Heso: Aslında ‘bizim’ dediğimiz sinema, hala oluşum sürecinde. Reddettiğimiz ve kabul etmediğimiz sinema kuramları, anlayışları ya da akımlarına karşı yeni kurallar getirmek ya da eski zincirleri kırıp yeni zincirler koymakla olmayacak. Ancak zamanla oluşur. Bizim bildiğimiz sanata ilişkin temel ilkelerimiz var. Sanat halkların gerçekliğinden gelmeli; halkın tarihine dayanarak oluşmalıdır. Yeni bir sinema kuramının ve bahsettiğimiz demokratik ulus paradigmasına uygun bir sinema anlayışının ancak zamanla oluşabileceğini söyleyebilirim. Daha çok yolun başındayız. Ama alternatif sinemacılar için Rojava’nın önemli bir deneyim olduğunu düşünüyoruz. Özgürce sinema yapmak isteyenler buraya gelebilirler.

Ekîn Ronî: Son 20-30 yıllık süreçte Yılmaz Güney’den bahsederken ‘bizim’ diye bahsediyoruz. Yılmaz Güney’in ortaya koyduğu değerler, çalışmalar, filmler var. Mesela 14 Temmuz filmi… O da bizim filmimiz. Kürt olup Türk egemen sistemin içerisinde sanat icra edenler var. Onlara hiçbir zaman ‘bizim’ demiyoruz. ‘Bizim’ derken, sadece bir etnik kimlik anlamında değil, burada bir kültürden, felsefeden, yaşam tarzından hatta bir ideolojiden bahsediyoruz. 


Berlin’de Kürt film festivalinin organizasyonu gerçekleştirilirken yönetmenlerden biri ‘artık Kürt toplumu aksiyon ve komedi istiyor’ dedi. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Diyar Heso: Bizim de buna karşı sanat, film ve sinema anlayışımız var. Özellikle sinema yerleri ve salonlarını eskiden olduğu gibi daha büyük ve halkın bir araya geldiği bir sinerjinin ortaya çıkabileceği potansiyel sunabilecek yerlerde yapmak. Sadece biz değil, dünyada bir sürü devrimci sanatçı ya da sistemin bir parçası olmayı reddeden sanatçı da bu savaşı veriyor. Popüler sinema ya da tüketim sinemasına karşı büyük bir direniş sergilemek gerekiyor. Biz de bunun bir parçası hatta bölgede bunun öncü rolünü yapmakla yükümlüyüz.

Ekîn Ronî: Son zamanlarda yapılan bazı filmlerimiz Avrupa’da festivallere başvurdu. Diyarbakır Zindanı’ndaki direnişi anlatan 14 Temmuz filmi, ‘çok uzun’ denilerek reddedildi. Sonra ‘Türk devletiyle ilişkilerimizi bozmak istemiyoruz’ diye kabul etmediklerini söylemişler. Yine Rojava Film Komünü’nün Kobanê’de şehitleri anlatan bir filmi var. Senaryosunu Önder Çapa yazdı, Şero Hinde de yönetmenliğini yaptı. O filmle Almanya’da festivale başvurmuştu. Siyasi gerekçelerle kabul edilmeme durumu var. Kendilerini piyasa olarak adlandıranlar, işte kapitalist sistem içerisinde, sinema sermaye ilişkisi içerisinde film yapanlar topluma sanat satmak istiyorlar.

Sanatı satarlarken de komedi ve aksiyon tarzları üzerinden, çok düşünmeyen ve sorgulamayan, fazla kendini yormayan 10 dakikalık binlerce görüntünün aktığı, herhangi bir görüntünün kıymetinin kalmadığı ya da bazı dizilerde olduğu gibi gülme dublajının yapıldığı ve seyirciye ‘burada güleceksin’ şeklinde sunulduğu bir tarz. Aslında burada sistem içileştirmenin bir oyunu ile karşı karşıyayız. Biz filmimizle toplumumuza ulaşmak, düşüncemizi yaymak ve toplumun gerçekten sanat değeri olan devrimci filmler yapmak istiyoruz. Onlar, o bakış açılarıyla savaş, tarih, aşk filmleri de yapsalar başarısız olurlar. Biz kendi bakış açımızla komedi, aksiyon, tarih filmleri yapıyoruz. Burada felsefik bir durum devreye giriyor. Sanat, gerçekten devrimci, toplumcu insanın elleriyle yapıldığında sanattır.


Şu soruyu da sormak istiyorum. Akademide yetiştirdiğiniz öğrenciler şahsında Kuzey Suriye halklarının sinemaya bakışındaki yaklaşımı ve duyarlılığı hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Diyar Heso: Qamişlo gibi bir şehirde 1930’larda sinemalar vardı. 1950’lere doğru 5 sinema salonu olan bir yerdi ve halkın ilgisi yoğundu. Ardından gelen şoven Baas rejiminin politikaları ile bu kültür gittikçe azalmaya başladı. Örneğin, Hollywood Kürt halkı gibi büyük bir halk için dublaj yapmamış ama daha küçük halklar için dublaj yapmıştır. Bu büyük bir çelişki, aynı zamanda kültürel bir soykırımdır. Amûdê Sineması’nda yaşanan yangın hala Rojava halkının hafızasından silinmiş değil. Yanarak hayatlarını kaybeden o çocukları hatırlıyorlar. Bu koşullarda sinema çalışmasını yaptık. 12 genci sinemacı olmaları için ikna etmek kolay değildi. Yeniden sinemacı yetiştirmek, yeni sinemalar açmak çok zor oldu. Yeni çıkarttığımız ilk filmlerde halk korkuyordu, gelmek istemiyordu. Bu korkular her ne kadar da aşılmış olsa da kırıntıları var. Sinema için küçük ama bizim için büyük bir adımdı bu. Rojava’da yeni bir umut yarattı.

Ekîn Ronî: Biz Charlie Chaplin’in film gösterilerini çocuklar için yapmıştık. Çocuklar ‘Heval Çarli’ diyorlardı. Rojava’da böyle bir şey oluştu. Olumsuz bir şeyi kaldırıp atmak ve yeni şeyi oluşturmak büyük emek istiyor. ‘Çocuklarınızı sinemaya getirin, film izleyeceğiz’ dediğimiz zaman korkuyorlardı: ‘Acaba ne olacak’, ‘çocuklarımızı yine mi yakacaklar’ diye. Bu çok ciddi bir sorun. ‘Film kaç dakika’, ‘çabuk biter mi’ gibi sorular bile oldu.

Serêkaniyê’de dublaj stüdyosu kuruldu. Dirbesiyê’de komünün kendi yapım ve üretim atölyesi var. Akademiler açıldı; eski salonları kullanıma sokmaya çalışıyoruz. Eski bir salon vardı, bir film esnasında slogan atıldığı için 30 yıldır kapalı. İşte o salonu açtı. Rojava’da durum böyle. Devrimden sonra halkımız kendi çocuklarının ürünleri ile buluşuyor ama bu gerçekler de var. Suriye’nin sistemi kapalı kutu gibi. Çok uzun yıllar insanları her şeyden uzak tutmuşlar.

Rojava’da açılan Yekta Herekol Akademisi’nde bir dönem kaldınız. Bu süreci bize biraz anlatabilir misiniz?

Ekîn Ronî: Ben bir süre Serêkaniyê’de kaldım ama akademi Dirbesiyê’deydi. O zamanlar Kobanê yolu daha açılmamıştı. İki ayrı kanton, birbirine yakın olmasına rağmen uzak ve gidiş gelişler yoktu. Cizîr Kantonu boyunca kasabalarda, illerde, tüm merkezlerde, sanatçıların olduğu yerlerde toplantılar yaptık. Akademimizin hedef ve amaçlarını anlattık. Çalışmalar yaptık ama akademik çalışmalar değildi. 2004 yılında Halep’te Suriye rejiminin yaptığı saldırıları, aynı zamanda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a uygulanan tecridi protesto etmek için bedenini ateşe veren sanatçı yoldaşımız, gerilla arkadaşımız Yekta Herekol’un adı akademiye verildi.

Rojava çok küçük bir yer. Her alanda birkaç akademi açıldı. Ege Denizi taraflarında İyon felsefe okulları, Hıristiyan manastırları, Zerdeşt’in ateşgehleri var, Konfüçyüs’ün felsefe okulları var. Bu okul, akademi, sanat komünleri bizim için Önderliğin felsefesinin gençler tarafından özümsenip sahiplenilmesi, sanata dönüşmesi yönüyle önemlidir.

Kaç öğrenciyle başladınız?

Diyar Heso: 2015’in 11 Ekimi’nde akademi açılışı yapıldı. 54 öğrenci ile başladık. Müzik, sinema, tiyatro, govend ve resim alanlarında çalışmalar var.

Pratik çalışmalar içerisinde hissetmiş olduğum bir şeyi paylaşmak istiyorum. Rojava’nın her tarafından öğrenciler geldi. Yatılı, gece kalınacak bir akademiydi. Bir yaşam düzeni de vardı. Hem kültürel hem de sanatsal dersler için dil dersleri vardı. Her birim kendi çalışmaları ile kültürleri tanımaya başlıyordu. Bir yılda çok fazla değişim yaşandı. Hepsi sonra kendi alanında uzmanlaşmaya başladı. 8 kadın arkadaş vardı, Kewanê Zêrîn’e geçtiler özgün çalışmalar için. Bir tohumun saçılması, yeşermesi gibi önemli bir etki yarattı.

Ekîn Ronî: Sinema bölümünde iki atölye yapıldı. Sonradan akademiye geçti arkadaşlar. Sinema için ilgi çekici çalışmalar yapıldı. Şu anda aramızda olmayan iki şehit arkadaş var; Kewan ve Dilgeş. Şehit Dilgeş zaten akademiye katılan ilk arkadaştır. Bu arkadaşların yaratmış olduğu değerler de vardı. Yaklaşık 35 kişilik bir yapıydı. Bu tempo ile kısa bir süre içerisinde daha da güçlenecek. Önemli çalışmalara imza atan yönetmenlerin gelip eğitim verdiği bir akademiydi. Rojava dışından kameramanlar, montajcılar geldi. Ses, ışık, yönetmenlik gibi dersler verildi. Düzenli bir şekilde filmler izleniyordu. 5 gün ders iki gün tatilken öğrencilerin kendileri 6 gün ders 1 gün tatil yaptılar. Bu şekilde devrimci sinema ile tanışma şansı oldu. Heval Halil Uysal, Yılmaz Güney gibi yönetmenler ile tanışıyorlar. Asıl sinema işi komünde oluyor. Bizim akademi biterken iki aşama var. Biri; bir kısa filmi her öğrencinin çekmesi. İkincisi de bir araştırma konusu oluyor. Bunlar sonunda mezun oluyorlar.

Rojava-ABD ilişkisi ekseninde sorarsak, bunun kültür ve sanat alanına yansımaları nasıl oluyor?

Ekîn Ronî: Aslında bir kültür savaşı var. Burada herkes kendi egemenliğini ya da bizim açımızdan kendi kültürünü kurmak için savaşım halinde. Kim topluma ulaşır, toplumu kazanırsa o etkili olacaktır. Mesela Amerika’nın Rojava ile ilişkisi... Asıl mesele toplumu kazanma üzerinedir. Bu yarın sinema, akademi, üniversite alanında da olacak. Biz de bir mücadele içerisindeyiz. Belki bugün DAİŞ’e karşı birebir silahlı savaşıyoruz ama aynı zamanda kültürel bir savaşımız da var. Silahlı bir güçle, savaştığımız bir güçle kültürel bir savaş içerisindeyiz. Eğer böyle bakılırsa, bu kültür savaşını yürütecek iyi savaşçılara, yetişmiş sanatçılara, tiyatroculara ihtiyaç var. Bundan ötürü Rojava ve Kuzey Suriye’de kurulan akademilerin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Toplumun askeri-siyasi alanda kendi savunmasını yaptığı gibi kültürel alanda da ciddi bir örgütlenme ve devrimci savunma içine girmesi lazım.