Bizim güzel ölülerimiz...
Özlem Ertan, Âşık Kadınlar Denizhanesi’nden sonra çıkardığı yeni romanı Benim Güzel Ölülerim’de fantastik edebiyattan günümüzdeki toplumsal sorunlara bir pencere açıyor.
Özlem Ertan, Âşık Kadınlar Denizhanesi’nden sonra çıkardığı yeni romanı Benim Güzel Ölülerim’de fantastik edebiyattan günümüzdeki toplumsal sorunlara bir pencere açıyor.
Özlem Ertan, Âşık Kadınlar Denizhanesi'nden sonra çıkardığı yeni romanı Benim Güzel Ölülerim’de fantastik edebiyattan günümüzdeki toplumsal sorunlara bir pencere açıyor. 90’larda Kürdistan'daki katliamlar, Beyaz Toros, 1915 Ermeni Soykırımı ve Cizre’den Sur’a uzanan bir roman olan Benim Güzel Ölülerim, okuyucuya toplumsal ve tarihsel gerçeği farklı bir şekilde anlatıyor.
Ertan, ikinci romana Sidar’ın öyküsüyle başlıyor. Neredeyse ot bitmeyen kıraç topraklar üzerinden hayvanlarını otlatan Sidar’ın korkunç ejderhalar tarafından öldürülüşüyle. Sis ve yanık kokusu içinde gözlerini açan Sidar kendini “Ölüler Alemi”nde buluyor. İlk başta ne olduğunu anlamasa da daha sonra tıpkı kendisi gibi ejderhaların havadan yağan ateşleriyle can veren ağabeyi Azad’ı buluyor. Sonrasında ağabeyi Azad ona hem ölü hem de aslında bir romanın karakterleri olduklarını anlatıyor. Bunu öğrenmek Sidar için kolay olmasa da yapması gereken bir görev üstlenip çabucak toparlanıyor. Azad ve yine bu alemdeki bilge din adamı Garabed’in yardımıyla kendilerine bu kaderi yazan yazarı bulmak için yola çıkıp bunu kendilerine ne yaptığını öğrenmek istiyor.
GERÇEĞİN FANTASTİĞE AÇILIŞI
Sidar’ın Ölüler Alemi’nde kaldığı kısa süre ve diğer kahramanların da gözüyle orası biraz Dante’nin İlahi Komedya’da anlattığı ve sadece canlı olarak onun girdiği Cehennem- Araf- Cennet üçlemesini andırıyor. Tabii burada bir geziden bahsetmek mümkün değil ya da cehennem, cennet ayrımından. Yazarın ölüme yolladığı tüm karakterler aynı diyarda. Hepsi acısını da huzurunu da aynı yerde yaşıyor. Bazen Ceylan çıkıyor karşımıza ve koyunlarını otlatırken parçalara ayrılıyor bazen de yakılıp yıkılan bir köy ve dağdaki direnişçilere katılmak üzere yola çıkan iki genç...
Özlem Ertan savaş dilini kullanmaktan kaçınıyor. Fantastik ruhların ve canavarların yaşadığı bu kitapta savaşı kutsayan bir söz söylemiyor ama bazen adalet kavramı için mücadeleyi tek taraflı bir affedişe teslim ediyor. Bazen de fazlasıyla “iyilik” öğüdünde bulunuyor. Fakat anlattığı onca korkunç hikâyeden sonra bunlar “barış” isteyen bir insanın temennisi gibi görmek olası.
Öte yandan Özlem Ertan, her ne kadar fantastik bir dünyanın kapılarını yaşadığımız (hem geçmişimiz hem de bugünümüz) coğrafyaya açsa da bildiğimiz gerçekle de arasına sınırlar çizmiyor. Sidar’ın yazarı ziyaret edişi biraz da bu gerçeğin hayalle içiçe geçtiği bir bölüm.
Ertan ilk romanı Âşık Kadınlar Denizhanesi’nden bu yana tutturduğu yalın ve akıcı diliyle yaşadıklarımızı farklı diyarlara taşıyor. Fakat değişmeyen bir şeyi de gösteriyor ki bu coğrafya hangi yüzyılda ya da diyarda olursa olsun acı çekiyor ama direniyor da...