Huzursuzluğun takibindeki gazetecilik

'Huzursuzluğun Takibi: Çatışmalı Dönemlerde Gazetecilik', gazetecilerin farklı alanlarda ama birbirini tamamlayan anlatımlarıyla barış gazeteciliğine dikkat çekiyor.

'Huzursuzluğun Takibi: Çatışmalı Dönemlerde Gazetecilik', gazeteciler Elif Akgül, Mine Gencel Bek, Fatma Edemen, Begüm Zorlu, Uygar Gültekin, Hatice Kamer ve Eyüp Tatlıpınar’ın farklı alanlarda ama birbirini tamamlayan anlatımlarıyla barış gazeteciliğine dikkat çekiyor.

P24 Bağımsız Gazetecililk Platformu ile Friedrich- Elbert- Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği’nin 2015-2016’da ortaklaşa düzenlediği çalışma gezilerinde ortaya çıkan Huzursuzluğun Takibi: Çatışmalı Dönemlerde Gazetecilik, 7 gazetecinin travma ortamında, direniş zamanlarında ve tarihsel kodların yansıması üzerinden gazeteciliği değerlendirmesini anlatıyor. Sadece Türkiye özelinde değil, Almanya’daki gazetelerle de deneyimlerin paylaşıldığı, benzer durumlar üzerine yapılan ortak çalışmaları bulmak da mümkün.

Gazeteciler Elif Akgül, Mine Gencel Bek, Fatma Edemen, Begüm Zorlu, Uygar Gültekin, Hatice Kamer ve Eyüp Tatlıpınar’ın farklı alanlarda ama birbirini tamamlayarak anlattıkları gazetecilik çerçevesi, ifade özgürlüğünün ayaklar altında olduğu şu dönemler için tartışılması ve çözüm bulunmasın gereken bir alana dikkat çekiyor: Barış gazeteciliğine.

TRAVMAYA BAKIŞ VE EĞİTİMİ

Huzursuzluğun Takibi, kelimenin tek anlamıyla bir analiz ya da durumu değerlendirme çalışması değil. Aynı zamanda travma dönemlerinde yapılan gazeteciliğe bir tavsiye niteliği de taşıyor. Mine Gencel Bek, kaleme aldığı “Çatışma Ortamında Gazetecilik yapmak ve Travma” başlıklı makalede, travmaların gazeteciler üzerindeki etkisinden söz ederken bunun yansıtılmasındaki önerileri de sıralıyor. Bu anlamda disiplinlerarası bir yardımlaşmanın önemini vurgulayan Bek, travma eğitimine dair şunları aktarıyor: “Travma eğitimi, başkalarının acılarına nasıl hitap etmek ve bu acıları nasıl temsil etmek gerektiğine ve buna ilişkin kültürel emeğin ne olması gerektiğine dair farklı anlayışlar arasında bir mücadele alanıdır.”

Gazetecilerin hem kendilerini hem de mağdurları koruyup aynı zamanda barışı savunarak çatışmayı ve travmayı nasıl haberleştireceklerine kafa yoran Mine Gencel Bek, meseleye dair çözüm arayışlarını şu başlıklarla tanımlıyor: Kurumsal düzenlemeler, travma eğitimi, mesleki beceriler, genel politik tutum ve etik.

MEDYA ARACILIĞIYLA ÇÖZÜM

Almanya’daki Rote Flora Kültür Merkezi ile Türkiye’deki Gezi Parkı direnişlerinin medyaya yansıyan hallerini inceleyen Fatma Edemen ise şehir hakkı ve çatışmalarında gazeteciliğin “Kimin görüntülenmesi gerek?”, “Saldırgan olan taraf hangisi?” gibi sorularının peşine düşüyor. İki ülkedeki medya dilinin benzeştiği ve ayrıldığı yönleri aktaran Edemen, bu tür çatışmalı ortamlarda gazetecilerin kamera açısının sadece polisin arkasında değil, birçok yerde olabilmesine dikkat çekiyor.

Öte yandan yine Suriyeli mülteci ve sığınmacılar konusundan birçok tartışmanın yer aldığı iki ülke olan Almanya ve Türkiye’nin ele alındığı “Bir nefret, Merhamet, Siyaset Hikayesi: Almanya ve Türkiye’nin elindeki Suriyeliler” başlıklı makale ile Eyüp Tatlıpınar da buralardaki gazetecilik dilini irdeliyor. Bu çatışmalı dillere karşın Begüm Zorlu da Fransa ve Almanya devletleri tarafından bizzat kurulmuş ama özerk bir yapısı olan ARTE televizyonunu, medya aracılığıyla çözüm konusuna örnek olarak kitapta işliyor.

SAVAŞ DİLİ VE TECAVÜZ

“Çatışmalı Dönemlerde Kadın Gazetecilere Yönelik Cinsiyetçi Şiddet” meselesini yazan Elif Akgül, bu eğilimin sadece iktidar ve devlet güçleri tarafından değil, meslektaşları tarafından da kadın gazetecilere yapıldığını deneyimlere dayanarak anlatıyor. Özgür Gündem Gazetesi’nin kapatılması sırasında gözaltına alınan gazetecilere uygulanan sözlü “tecavüz, taciz” şiddetini aktaran Akgül, medyanının çatışma dönemlerinde kullandığı militarist dilin, tecavüzde kendine “fethetme” “ele geçirme” olarak yer bulduğunu aktarıyor.

BARIŞ GAZETECİLİĞİNİN ROLÜ

Kürt kentlerindeki öz yönetim direnişleriyle birlikte 90’larda gazetecilik yapmak konusu yeniden gündeme geldi ve bu dönemle 90’lar gazeteciliğini kıyaslayan birçok çalışma da üretildi. Hatice Kamer ise 90’ları aratmayan hatta daha da fazlası olan bu dönemi mercek altına alıyor. Kamer, hem dönemin tanıklarıyla hem de medya taramasıyla sokağa çıkma yasaklarının basında nasıl yer aldığına bakıyor. Özgür basın emekçilerinin karşılaştığı zorlu şartlardan bölgede ortaya çıkan korkunç tabloya kadar birçok konuya değinen Hatice Kamer, haber takibi sırasında vurulan IMC TV muhabiri Refik Tekin, gazeteciler Mesut Güleş, Necip Çapraz, Veysi İpek ve Mahmut Bozarslan ile söyleşilere de yer veriyor. Refik Tekin’in dile getirdiği şu cümleler ise meseleyi özetliyor: “Ölüm tehlikesi altında haber yapıyorduk, bu yüzden her an birimiz ölebiliriz diye sahada çalışan gazeteci arkadaşların görüntülerini çekerdim...”

“Türkiye’de Medyanın 100 Yıllık Ermeni Savaşı” makalesiyle Ermeni Soykırımı'na bakışı irdeleyen Uygar Gültekin, medyanın yakın tarihinde yaşanmış katliamlar ve 'faili meçhul' cinayetlerde haber kaynağı olarak hâlâ ordu, polis ve devleti baz aldığına dikkat çekiyor. Ülkedeki sorunlara sadece devlet gözüyle bakan bir medya ile barış gazeteciliği özelinde Agos’u işlediği makalesinde Gültekin, barış gazeteciliğinin Türkiye’deki bütün çatışma alanlarında hayati bir rol oynadığını vurguluyor.