Kürt sinemacı ve yönetmen İbrahim Yıldırım, geçmiş süreçten bu sürece kadar Kürt sinema geleneğinin dünya çapında önemli bir noktaya geldiğini ve Kürtlerin yaşadığı coğrafya üzerinde yaşanan konuları ele alınmasının önemli olduğunu söyledi.
ELİF DOĞAN
AMED / ANF
Çarşamba, 4 Ocak 2017, 07:08
Kürt sinema geleneği her geçen gün dünyada varlığını büyütürken, Kürdistan’da yaşanan yaşam koşullarına, varoluşa, çok kültürcülüğe ve en önemlisi Kürt mücadelesine ilişkin çekilen filmler dünya tarihine imzasını atıyor. Kürt sineması giderek gelişmeye devam ederken, politik duruşlarıyla yeni filmlere imza atan Kürt sinemacıların sayıları artarak ve Kürt sineması her alana yaymak için yeni dernekler kurulmaya devam ediyor.
Bunlardan biri de Amed’de faaliyet yürüten ve Kürt sinemasına yeni oluşumlar katan Ortadoğu Sinema Akademisi.
Uzun yıllar Kürt sinemasıyla ilgilenen ve son 4 yıldır Ortadoğu Sinema Akademisinde çalışmalarını yürüten Yönetmen İbrahim Yıldırım, 2007 yılından bu yana birçok kısa film, senaryo, dizi gibi çalışmaların altına imzasını attı. Özellikle Kürt dili ile çalışmalarını yürüten ve Kürt sinema tarihinin değerlerini göz önüne çıkaran Yıldırım, şu an yaptıkları çalışmalara ve Kürt sinemasının mevcut süreçte nasıl işlediğine ilişkin ajansımızın sorularını yanıtladı.
Kürdistan’da faaliyet yürüten Ortadoğu Sinema Akademisi’nin kuruluş sebebi nedir?
Ortadoğu Sinema Akademisi 2012 yılında kuruldu. Uzun tartışmaların sonucunda alınmış bir karardır. Şundan dolayı, biz Kürtler için sinema yeni bir alan ve bu alanda yavaş yavaş çalışmaya başlayan arkadaş sayısına bağlı olarak bir grup oluşmuştur. Bu derneğin çalışmaları temelde sinemanın eğitim boyutunu hem kendi içerisinde hem de ihtiyaç duyulan yerlerde bu desteği ve hizmeti vermektir. Bunun dışında da bölgede yapılan festivaller, koşullarımız belli olduğu için projesi olan arkadaşlarımız kısa filmlerine destek sunma ve bunun içinde bazen destek bulmasına yardımcı oluyoruz. Kurum bunları önüne hedef koyduktan sonra kendi içerisinde biraz daha birleşmeye başladı. Şu an hazırda bir çalışma yürüten senaryo grubumuz var. İhtiyaç duyulan yerlerde eğitimler veriyoruz.
Burada kadın temalı filmler, çok kültürlülüğü esas alan filmler, her türlü toplum karşıtı düşüncenin temsilinin olduğu filmleri biraz daha bunun dışında tutup kadın eksenli, toplumculuk başlıklar altında kategoriler oluşturduk ve festivallerimizi bunları esas alarak yapıyoruz. Sadece festival çalışmalarıyla ilgilenen arkadaşlar var. Bunun dışında teknik olarak görüntü, ışık, ses hem kendini geliştiren çünkü devasa bir teknoloji zamanında daha fazla bağımlı alanlara dair bir durumumuz var. Ekonomik sorunlardan kaynaklı kendimizi bu alanlarda geliştirmenin pek imkanı yok bu yüzden böylesine bir teknik çalışmamızda var. Bu alanda gerçekten bir şeyler yapmak isteyen arkadaşlara eğitimler veriyoruz. Aram Tigran ve Cigerxwin Akademisi’nde de sinema derslerine de desteğimiz var.
Kürdistan’da film çekmek isteyen, Kürdistan’a film çekmek için gelen sinemacı arkadaşlarımıza da bu yönlü desteklerimiz oluyor. Sinema popüler bir alan ciddi bir endüstri var ve bu endüstrileşme süreci belli birtakım ilkeleri ortaya çıkardı. Yüz yirmi yıllık bir tarihtir bu ama tam da endüstriyalizm kendini şekillendirdiği bir süreçte ortaya çıkmış olmasıdır. Bizim şimdi toplumu ele alış biçimimiz, sanatı biraz daha farklı noktaya koyduğumuz için birazda bizim değerlendirmelerimiz dayatılıyor. Bu yüzden yaptığımız çalışmaları birazda alternatif olarak değerlendiriyoruz. Daha böyle demokratik esaslara dayalı, biraz daha toplumcu, biraz daha toplumun etik değerlerini, ahlaki değerlerini esas alan bir çalışma yapmak için böyle bir yola başvurduk ve bu dernek bu çerçevelerle yoluna devam ediyor.
Son bir iki sene içinde Türkiye’de özellikle Kürdistan’da devlet tarafından yürütülen bir savaş var ve bu savaş Kürt sinemasına, filmlerinize nasıl yansıyor?
Son bir buçuk yıldır yaşanan durum, toplumun genelini çok negatif etkiledi. İşten çıkarılmadan tutunda toplu katliamlara kadar, insanların kendi iradeleriyle seçtiği yöneticilere kadar bir müdahale var. Böyle bir süreçte her şey ne kadar etkilendiyse Kürt sineması da bundan etkilendi. Fakat Kürt sineması açısından baktığımızda, Kürt sinemacılarının yaptıkları çalışmalarının yüzde 95’i savaşı ve savaşın sonrasını katliamı, asimilasyonu ve buna karşı direnişi anlatıyor. En naif veya en uzak belgeselde bile savaşın izlerini görebilirsiniz. Yaptığımız festivallerde bile film yelpazesine baktığımızda bile ağırlıkla dil, faili meçhuller, kültürel soykırıma karşı direniş hikayeleri ya da yaşanmış olayların belgelenmesi ki, Kürtlerin ürettiği filmler ağırlıklı olarak belgesel oluyor.
Dolayısıyla Kürt sineması, İstanbul Sinema Kolektifi ile başlayan bir süreç var ilkler olması açısından. O günden bugüne baktığımız zaman üretilen bütün filmler bu savaşı anlatıyor. Son sürece baktığımızda tabii demokratik yollarla kazanılan birçok değeri yok sayıldığı ve adeta gasp edildiği bir dönem yaşıyorsunuz, dolayısıyla bu sizin çalışmalarınıza ister istemez yansıyor. Yani şimdi yapacağımız festivallerle ilgili çok basitinden bir salon bile bulmakta güçlük çekiyoruz. Şu an olağanüstü bir hal yaşanıyor bu belki Türkiye geneli için 4 5 aylık bir süreç ama Kürdistan’da neredeyse bir buçuk yıldır bu durum yaşanıyor.
Siz yaptığınız kısa filmlerinizde, savaşımı daha çok ele alıyor musunuz? Yoksa bunun yanında barış odaklı temaları katıyor musunuz?
Savaş olmadan barıştan bahsetmek mümkün değildir. Biri diğerini gerektiriyor. Benim şu an çalıştığım iki tane proje var. Biri bitti ve izleyicilerle de buluştu. O mesela 1900’lü yılların başlarında Ermenilerle birlikte Ermenistan’a sürülmüş Êzidî Kürtleri anlatıyor. Kürt müzisyenini ele alıyor. Şimdi 84 yaşında bir bellek ve müziği, hayatı hepsi bu sürgünle ilgili. Bunu yaptığımızda hem bunu hafızaya kazma çalışması oluyor aynı zamanda da bir umudu, bir barışı olan çalışmaya da dönüşüyor. Bu belgesel filmine baktığımızda acıdan, göçten, ülke hasretinden bahsediyor. Diğer çalışmam ise köye dönüşlerle ilgili bir projeydi. Köye gittiğimizde savaştan geriye kalan birtakım eşyalardı. Silah parçalarından tutunda o dönemin koşullarında köylüler 23 yıl sonra köylerine geri dönüyorlar. Artık Kürdistan’da bir reflekstir kim kamerayı ya da mikrofonu görünce hemen barıştan bahsediyor.
Bu yüzden savaş ve barışta biraz gerçekliğimizdir. Biri diğerini gerektiren iki farklı durum belki ama aynı eksendedir. Dolayısıyla ne kadar uzak durmak isterseniz bile burada yaşıyorsanız bir şekilde karşınıza çıkıyor. Çok basit bir örnek vereceğim, bizim bir arkadaşımızın öykü çalışması için Diyarbakır’ın güvercin kültürü var ve güvercin besleyen biriyle görüşmesi gerekiyor teknik bilgiler için. Biz kalkıp gittik ve konumuz tamamen bir güvercinin öyküsüyken 45 dakikalık röportajın hemen hemen hepsi Sur’daki yaşananlarla ilgiliydi. Çünkü o kültür orada yoğunluklu vardı ve o kuşların birçoğu o savaşta öldüler. Bu çok basit bir hikâye bile o eksende. Kaçamıyorsunuz çünkü böyle bir gerçekliğimiz var.
Yeni nesil Kürt gençlerinin Kürt sinemasına olan bakışlarını nasıl buluyorsunuz?
Sinema tarihi modern devletin tarihidir. Kürt, Türk ya da İngiliz sineması biraz ulus menşeli yaklaşımların aslında belli boyutlarla bir sıkıntısı var. Biz akademide bunu sıkça tartışıyoruz. Var mıdır yok mudur dan öte bir şey isimlendirmek anlamında. Belli bir ulus tarihine bakış açımız var ama siz bugün ulus devlet çerçevesinde yaklaşımda Kürt sineması dediğinizde başka bir boyuta evriliyor durum. 2007 yılından beri çok fazla atölyelerde, kurslarda ve akademilerde derslere girdim ve çok fazla arkadaşla karşılaştım. Bizim açımızdan sinema yeni bir alan, ciddi bir ilgi var çünkü anlatacak çok şeyimiz var. Bizi anlatmadılar değil ama bizi anlatanların bize bakış açısı her ne kadar iyi niyetli bile olsa biraz dışarıdan bir bakış açısıdır ve bizi tatmin etmiyor.
Yaptığımız festivallerde çok farklı kesimlerden katılımcılar ile sohbetlerimiz oluyor. Kendileri bizlere çok dinamik bir izleyiciden bahsediyor. Bizim izleyicimiz bir filmi beğenmediyse kalkar söyler ve bunu tartışır. Ya da refleks sahibidir. Bir filmde görmeyi biliyor. Sinema ile ilgilenen arkadaşlar yaptığımız kurslarda ya da akademilerde öyküler hazırlıyor. Bu öykülere baktığınızda birçoğunda kendini ifade edişi görüyorsunuz. Belki de sinemanın tamamen buna hizmet etmesi gerekiyor. Neresinden ele alırsanız alın, hangi konuyu işlerseniz işleyin, çok sıcak ve çok akışkan öyküler var. Burada herkes bu savaştan bir şeyler gördü ve herkes bunu anlatmaya çalışıyor. Bu yeni sinemacı arkadaşlarımız hepsinin de bir derdi var. Kürt sinemacıların yaptığı filmler aslında biraz daha Kürt belleğini, tarihini, mücadeleyi diri tutmak. Filmlerin hepsinde de bunu görürsünüz. Benzer koşulları yaşayan başka halklarda da bu süreç böyledir. Sinemalarda tam da bu noktada fark yaratır.
Kürt sinemasının geçmiş yıllardan bu yana değerini ele alırsak…
Eski dönemlerden bu döneme baktığımızda biraz daha avantaj var en önemlisi biraz daha örgütlüyüz. Sistem açısından meşru olmayan bir zeminde olabiliriz. Ya da filmlerimiz bütün salonlarda gösterilmiyor olabilir. Uluslararası festivallere çok ulaşamıyor olabiliriz. Fakat biz kendi yaptığımız işlerde biraz daha kendi hikayelerimizi yapıyoruz. O dönem ki fiziki koşullara ulaşma çok ciddi çabalar gerektiriyordu ve Yılmaz Güney bunu ciddi bir örnektir. Bugün teknolojinin imkânları o yıllar gibi değil daha rahat küçük kameralar ile çok rahat filmler çekebiliyorsunuz.
Burada tüm mesela hikâyemize nereden bakacağımızı belirlemektir. Yılmaz Güney’in durduğu yer ve ele aldığı hikayeler çok sağlam ve güçlü. Bugün halen geçerli olan odur ve bunu tutturmak önemlidir. Kürt sinemacıların bu anlamda bunu geliştirmek gibi bir sorumluluğu da var. Toplum çok farklı boyutlarda parçalandı ve farklı başlıklar var artık. Toplumu bir kütle olarak ele alamıyorsunuz. Dijital süreçten de faydalanıp hikayeyi doğru yerinden yakalamak gerekiyor. Biz bu alanı tabii direniş alanı olarak da değerlendiriyoruz.