Suzy Storck Moda Sahnesi’nde
Dayatılan rolü kabul etmeyen Suzy Storck’un hikayesini anlatan aynı adlı tiyatro oyunu, Moda Sahnesi’nin yeni sezonunda izleyiciyle buluşuyor.
Dayatılan rolü kabul etmeyen Suzy Storck’un hikayesini anlatan aynı adlı tiyatro oyunu, Moda Sahnesi’nin yeni sezonunda izleyiciyle buluşuyor.
Magali Mougel’in yazdığı Suzy Storck, bir kadının hikayesinin binlerce kilometre ötelerde bir yerlerde bile aynı, hatta daha doğru bir tabirle evrensel olduğunu anlatan bir tiyatro oyunu. Reyhan Özdilek’in Türkçeye çevirdiği ve Moda Sahnesi’nde sahnelenmeye başlayan oyunun yönetmeni Kemal Aydoğan, bu evrensel problemin iki sebebi olduğunu düşünüyor: İlki erkeklik, ikincisi kapitalizm.
Suzy Storck, bir kadının üç çocuğu ve eşiyle yaşarken hayatın rutininde nasıl kaybolduğunu anlatıyor. “Evliliğe dair ödevini yerine getirmeyi reddetme” arzusunda olan ama toplumsal rollerin altında gün geçtikçe ezilen bir kadın... Tıpkı dünyadaki birçok hemcinsi gibi. Aybanu Aykut, Reyhan Özdilek, Çağlar Yalçınkaya ve Mert Şişmanlar’ın rol aldığı Suzy Storck oyununu yönetmen Kemal Aydoğan ile konuştuk.
Oyunda da sıkça kadınların hikâyelerinin evrensel oluşuna değiniliyor. Bu anlamda Suzy Storck’u bir metin olarak nasıl buluyorsunuz?
Kadınların hikayesinin tüm dünyada ortak oluşu, problemin kaynağının ortaklığına bağlı. Bu kaynak iki unsurdan oluşuyor; ilki erkeklik, ikincisi kapitalizm. Kendi konforu için kadını manipüle edip emeğine konan, emeğini görünmez kılan bir erkek egemen sistemdir. Kendi bedeninin zevkleri, ihtiyaçlarını kadın bedenini nesneleştirerek gidermek isteyen erkeğin yarattığı yıkımı, çok berrak anlattığını düşünüyorum.
Erkek egemen sisteme karşı derdi olan bir oyun Suzy Storck. Peki, erkek bir yönetmen olarak oyunu uyarlarken “Kadınlara ilişkin dili kuramayabilirim” gibi bir kaygınız oldu mu?
Öyle bir kaygım olmadı. Kadının kadınlığına dair keşfetmem, anlamam gereken bir anlam dünyasından öte, erkeğin tutsak ettiği bir kadını görmek gibi bir bakışa ihtiyaç vardı. Kadına özgü olana dair bir duyguyu, anlamı sahneye getirmek gerekseydi, o benim söz alacağım bir husus olamazdı zaten. Burada sosyolojik, politik bir kavrayışa ihtiyaç vardı. Bunu yaparken kaygılanmadım.
“Evliliğe dair ödevini yerine getirmeyi reddetmeyi arzuladığını, yeterince kinci bir biçimde ifade etmeyi başaramamışlığın acziyeti…” Aile, anne olmak gibi rollerin “zorunlu” ya da “doğalmış” gibi biçildiği bir dünyada Suzy’nin var olma çabasını nasıl görüyorsunuz?
“Evliliğe dair ödevini yerine getirmeyi reddetmeyi arzuladığını, yeterince kinci bir biçimde ifade etmeyi başaramamışlığın acziyeti…” Erkeğin çocuk bakımına dair emeğin en ufak sorumluluk almadığı, her şeyi kadından beklediği bir hayatta kadın gittikçe yaşayamaz olacaktır. Hayat, üzerine üzerine gelecektir, kendini yaşayamayacaktır ve ev içindeki yaşama katılamayacak duruma gelecektir. Suzy tam da bir şey yapamayacak duruma gelerek, erkek tarafından getirilerek mücadelenin tersi olan bir durma aşamasına gelir. Suzy durur. Suzy durunca içindeki “kıyamet” kendini gösterir. Suzy durursa kıyamet çıkar.
Oyunun başta kendi anlatımını kuran bir yapısı var. Suzy en başta başka gözlerle aktarılıyor izleyiciye. Onun sözünü dinleyene kadar başkalarından dinliyoruz hikayeyi. Çoklu bir anlatım aynı zamanda. Oyunun sahne yapısını ve Suzy Storck’un kendi sözünü de doğrudan anlattığı kurguyu da konuşmak isterim.
Oyun, epik tiyatro özellikleri barındırıyor. Oyunun yazarı Heiner Müller’den etkilendiğini söylemiş bir söyleşide. Bu oyunda bu etkilenme ve sevgi çok belirgin bir biçimde görülüyor. Seyircinin oyunun akışına kapılıp coşkulu, yüksek duygular içinde kaybolmasına izin vermeyen, koro ile birlikte sürekli “olaya” mesafe kazandıran yapısı, tabloyu çok net bir biçimde görmemizi sağlıyor.
Salgınla birlikte tiyatrolar ciddi sıkıntılar yaşadı. Moda Sahnesi olarak bu süreci elbette ağır geçirdiniz, yeni dönemden umutlu musunuz?
Yeni dönem tiyatrolar açısından çok umutlu bir gelecek vadetmiyor. Geçim derdine düşürüldük. Sanatı unuttuk, unutacağız. Bu hayatın tadını kekreleştiriyor. Merkezi yönetim ya da belediyeler, tiyatrolara destek konusunda sınıfta kaldılar. Vergi borçları silinebilir, muafiyetler sağlanabilirdi, yapılmadı. Maddi destekler çok yetersizdi. Yaz ayları için açık hava sahneleri kurulabilirdi. Sadece Kadıköy Belediyesi bu konuda adım attı. Diğer belediyeler sessizce bekledi. Oysa iklim açısından 4-5 ay rahatça tiyatro faaliyeti sürdürülebilir bir yerde yaşıyoruz. Planlama, programlama gibi hususlar ne yazık ki hiç becerilemiyor bu memlekette.