38 yıldır denenen işgal seferleri- II

1990’lı yıllarda Türk ordusu Güney Kürdistan topraklarına 9 büyük işgal saldırısında bulundu. “Balyoz”, “Çekiç”, “Atmaca” ve “Sandviç” gibi iddialı isimler verilen saldırılarda sonuç değişmeyecek, ağır zaiyatlarla geri çekilmek zorunda kalacaktı.

1988-1991 yılları arasında adına “sınır ötesi operasyonlar” denilen Güney Kürdistan’a yönelik işgal saldırıları dönemin Irak yönetiminin Türk devletine izin vermemesi yüzünden gerçekleşmedi. Ancak 1991’in başlarında patlak veren Körfez Savaşı sonrası bölgede yaşanan beklenmedik gelişmeleri fırsat bilen Türk devlet güçleri, 5 Ağustos 1991 günü 1990’lı yılların ilk işgal saldırısı için düğmeye bastı.

Adını “Süpürge operasyonu” koyduğu harekat çerçevesinde Türk ordusunun “komando” birlikleri sınır hattını geçerek Xakurkê’yi hedef alan saldırılar başlattı. Havadan ve karadan yapılan bu yoğun saldırılarda her ne kadar Türk devlet kaynaklarına göre “24 hedef” vurulmuş olsa da sömürgeci ordunun kara birlikleri ancak iki hafta Güney Kürdistan topraklarında tutunabildi.

21 Ağustos 1991 günü askeri gücün gerilla alanlarından çekilmesiyle sona eren bu işgal saldırısı yeni bir dönemi de beraberinde getirdi. Bu tarihten itibaren Zaxo’dan Hewlêr’e kadar uzanan hatta Türk ordusunun askeri ve istihbarat birimleri yerleştirilerek, bir nevi işgalci güçlerin kalıcı hale getirilmesi için de ilk adım atıldı. Dönemin Türk devletinin askeri uzmanlarına göre artık “gir-vur-çık” dönemi bitiyordu. Bu şu anlama geliyordu: Bundan sonraki işgal saldırıları artık Güney Kürdistan’ı üs bilen istihbarat ve askeri birimlerin koordinasyonunda ve Güneyli güçlerin desteğiyle gerçekleşecekti.

1992’DEKİ ‘GÜNEY SAVAŞI’

Uluslararası güçlerin kararıyla Saddam Hüseyin rejimine bağlı ordunun Güney Kürdistan topraklarından çekilmesiyle ortaya çıkan belirsizliği, Türk devleti Kürdistan Özgürlük Mücadelesini bastırmak için fırsata dönüştürmek istiyordu. Üstelik başta Türk devleti olmak üzere bölgesel ve küresel güçler Güney Kürdistan’daki federal yapıya yeşil ışık yakma karşılığında YNK ve KDP’nin PKK güçlerine karşı savaşmasını istiyordu.

Dış güçlerin beklediği karar, 4 Ekim 1992 günü Hewlêr’de toplanan Güney Kürdistan Parlamentosu’nun ilk oturumundan çıktı. Merkezi Bağdat rejimiyle federasyon ilişkisi ve PKK güçlerine karşı savaş o gün Hewlêr meclisinin gündemindeki iki başlıktı. Oy çokluğuyla meclisten Kürdistan tarihine kara bir sayfa olarak geçen “birakujî” (kardeş savaşı) için karar alındı. Kararın hemen ardından 12 Ekim günü Türk ordusu, KDP ve YNK’ye bağlı güçler, özgürlük mücadelesinin kayıtlarına “Büyük Güney Savaşı” olarak geçen ve tarihi bir direnişi de ortaya çıkartacak olan çatışmalar için düğmeye bastılar.

Türk devleti ise bu işgal seferine “Tank Operasyonu” adını koyacaktı, çünkü Türk ordusu tanklarına güveniyordu. Her türlü teknolojik donanımla binlerce Türk askerinin katıldığı bu işgal savaşının amacı Kürdistan gerillasını özellikle Haftanin, Zap ve Xaxurke alanlarından söküp atmaktı. Ancak Kürt tarihinde paralel yürüyen ihanet ve direniş burada da karşımıza çıkacak, 24 Ekim 1992 günü son mermisine kadar savaşan Gülnaz Karataş (Beritan), peşmergelere teslim olmayarak şehit düşecek ve savaşın gidişatı ters yüz olacaktı.

45 gün süren savaşın ardından PKK’nin Güneyli güçlerle anlaşmaya varmasıyla Türk ordu güçleri sınır hattına yeniden çekilecek, ardından Türk Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın girişimleriyle “1993 ateşkesi” denilen süreç başlayacaktı. Ancak Özal’ın ölümünün ardından Türk devletinin savaş konseptini yeniden devreye sokması, 1990’ların sonuna kadar sürecek olan Güney Kürdistan’a daha kapsamlı işgal seferlerini de beraberine getirecekti.

BAŞUR TOPRAKLARINDAKİ BÜYÜK KAPIŞMA

1993’te Demirel-Çiller-Güreş ekibinin iş başına gelmesinin hemen ardından 1994 kışı Kürdistan dağlarında şiddetli çatışmalara ve gerillanın amansız direnişine ev sahipliği yaptı. Türk ordusu 28 Ocak 1994 günü Güney Kürdistan topraklarında hava saldırılarına başlayarak yeni bir işgal seferi için düğmeye bastı. Bu kez adına “Zelê Baskını” adını koydular, çünkü Zêle o dönem Kürt kamuoyunda en çok bilinen gerilla üslerinden birisiydi.

10 bine yakın askerle gerçekleşen bu işgal saldırısı sonuç vermeyince, Türk ordusu 1995’in kışında yeni bir saldırı için hazırlıklara girişti. 21 Mart Newroz gününe denk getirilen işgal saldırısına bu kez “Çelik Harekatı” adını koydular. Türk devletinin resmi kayıtlarına göre 35 bin askerin katıldığı ve dört koldan Güney Kürdistan toprakları işgal edilerek girişilen bu savaşa 13 Türk generali komuta edecekti.

Güney Kürdistan toprakları, Türk devletinin o döneme kadarki en kapsamlı işgal seferine tanıklık ederken, Kürdistan gerillası de çelikten iradesiyle soluk soluğa bir direnişe girişecekti. ARGK’nin açıkladığı savaş bilançosuna göre 2 Mayıs 1995’e kadar devam eden ve KDP güçlerinin destek verdiği işgal saldırısında 60 gerilla şehit düşerken, en az 800 Türk askeri öldü. 43 gün süren yoğun çatışmalar 200 kadar Güney Kürdistanlı sivilin de hayatına mal oldu. Günlerce Türk medyasının manşetlerden düşürmediği “Çelik Harekatı”nda yaşananları ve ortaya çıkan sonuçları PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan daha sonraki yıllarda kaleme alacağı “Bir Savaşın Anatomisi- Kürdistan’da Askeri Çizgi” isimli kitabında şöyle değerlendirecekti:

“Gerilla, hazırlıklarını bitirmeden operasyon geliştirildiği için, düşmana istenilen ve düşünülen darbe vurulamamıştı. Çelik Operasyonu sürecinde gerilla gücünün önemli kısmı Metina’daydı. Operasyonun yapıldığı tüm alanlarda gerilla güçlü bir direniş sergilemiş ve bu temelde operasyon boşa çıkarılmıştı. Belki bazı kayıplar yaşandı ama normal savaşta verilmesi gerekenin üzerinde değildi. Çelik Operasyonu daha çok Xakurke’de belli bir sonuç aldı. Nedeni de Xakurke güçlerinin fazla bir direniş göstermemesinden kaynaklı olarak Türk ordusunun kolayca alana girmesidir. Operasyonda gerilla gücü kayıp vermemiş, ancak çok sayıda erzak ve cephane deposu ele geçmiştir.

Genel anlamda Çelik Operasyonu 1994 savaş yılı karakterinin bir devamı niteliğindedir. Çarpışma ve direniş ekseninde geçmiştir. Düşmanın sonuç alma girişimi elbette vardı ama buna karşı gerillanın da belli bir direnişi yaşanmıştır. Kısacası Çelik Operasyonu sonuç almadan Mayıs ayında geri çekilmek zorunda kalmıştı. Operasyon sırasında gelişen çatışmaların bir kez daha pata bittiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Ne gerillanın, ne Türk ordusunun elle tutulabilir bir başarısı yaşanmamıştır. Türk devleti bu operasyonda başarılı olduğunu iddia ediyorsa, o zaman geride bıraktığı onca cenaze ve gerillanın eline geçen G–3 silahlarına ne demeli? Operasyon bölgesinde bırakılan cenazeler Türk ordusundaki yılgınlığın açık bir kanıtı değil midir? Kısacası operasyon sonuçsuz kalmıştır.”

İŞGALGİCİ GÜÇLERİN BOŞA GİDEN ‘ATMACA’SI

Büyük umutlar bağlanan “Çelik”in hezimetle sonuçlanmasına rağmen 1996 yılının baharında Türk ordusu yeni bir işgal saldırısına daha kalkıştı. “Atmaca Operasyonu” adı verilen işgal seferi için 6 Mart 1996 günü Zap ve Haftanîn hattı aralıksız şekilde savaş uçaklarınca bombalanmasıyla düğmeye basıldı. Kuzey Kürdistan’ın iç kesimleri ve Botan’a kadar yayılan bu işgal saldırısının hedefi ise Zap alanını ele geçirmekti. Murat Karayılan yine aynı kitabında Kürdistan gerillası için o kritik savaş günlerini şöyle anlatıyor:

“Operasyonu Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir’in koordine ettiğini anladık. Operasyona karşı güçlerimizi Cudi tepesinde kendim koordine ediyordum. Yanımda Harun (Hüseyin Özbey) arkadaş vardı. Türk ordusu teknik desteğinde yoğun bir güçle operasyona çıkmasına rağmen, bir türlü Zap’a giremedi. Çünkü gerilla hemen araziyi tutma taktiğine dayalı bir mevzilenme gerçekleştirmişti. Üst üste yaptığı hamlelerle alana girme fırsatı yakalayamadı. Türk ordusu gerilla direnişini bir türlü kıramadı. Çünkü alanın en stratejik noktalarından biri olan Şikefta Birindara’yı düşürememişti. Şikefta Birindara düşürülmeyince araziye girmeleri mümkün olmayacaktı. Gerillanın uyguladığı araziye dayalı savaş taktiğinin ilk sonucu oldu ve Türk ordusunun Zap’a girmesine izin verilmedi. Üstelik darbe de vurulmuştu. Sonuçta Türk ordusu operasyon gücünü geri çekmek zorunda kaldı.”

‘ÇEKİÇ’, ‘BALYOZ’, ‘MURAT’ VE ‘SANDVİÇ’…

Türk ordusu 1990’lı yılların ortasından itibaren artık her bahar ayında Güney Kürdistan topraklarına işgal saldırılarını tertipleme niyetindeydi. 1997 yılında ise Başûrê Kurdistan toprakları, iki büyük işgal saldırısına maruz kaldı. O yılın ilk operasyonuna "Balyoz" adı verildi. 14 Mayıs 1997’de başlayan işgal saldırısına bu kez 50 bin Türk askeri katıldı.

KDP güçlerinin de aktif olarak katıldığı bu savaşın ilk günlerinde, 16 Mayıs 1997’de Hewlêr’de tedavi gören yaralı PKK gerillaları, gazeteci, sanatçı ve doktorların da aralarında olduğu onlarca kişi, KDP tarafından hunharca katledildi. Bu katliam, Kürdistan tarihine Hewlêr Katliamı olarak geçerken, bununla da yetinmeyen KDP, Saddam Hüseyin’in Sersing’deki köşkünü Türk ordusunun hizmetine vererek karargah olarak kullanmasına izin verdi.

Ancak 4 Haziran 1997 günü ARGK gerillalarının Türk ordusuna ait bir helikopteri düşürmesi savaşın gidişatını değiştirecekti. İşgal saldırısının komuta kademesi olan 11 üst düzey askeri taşıyan helikopterin düşmesi Ankara’da deyim yerindeyse deprem etkisi yarattı. 2,5 ayın sonunda 7 Temmuz 1997 günü “Balyoz”un hezimetle sona ermesinin ardından Türk ordusu ‘Çekiç Harekâtı’ ismiyle aynı yıl Güney Kürdistan topraklarına dönük bir işgal saldırısı daha başlattı. 25 Eylül-15 Ekim 1997 tarihleri arasında gerçekleşen bu saldırıya 10 bin asker katıldı. KDP peşmergelerinin de destek verdiği ve Xakurkê alanının hedeflendiği bu işgal saldırısı da öncekiler gibi başarısızlıkla sonuçlanacaktı.

Güney Kürdistan topraklarına dönük adına “sınır ötesi” denilen işgal saldırılarının yanı sıra Türk ordusu, neredeyse her yılın bahar aylarında Kuzey Kürdistan’da da geniş kapsamlı “operasyonlar”a da kalkıştı. 1998 yılında bu kez gerillanın Amed Eyaleti olarak isimlendirdiği bölgeler hedef seçildi. Amed, Bingöl, Muş ve Bitlis il sınırlarını kapsayan, adına “Murat operasyonu” denilen, 23 Nisan 1998 günü startı verilen bu harekatı 24 Türk generali yönetecek, 40 bin Türk askeri de yer alacaktı.

İLK ‘HAVADAN İNDİRME’YE KARŞI GERİLLANIN DİRENİŞİ…

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik 9 Ekim 1998’de başlatılan ve 15 Şubat 1999’da esaretiyle sonuçlanan Uluslararası Komplo günlerinde ise Türk ordusu güney ve kuzey hattından gerillayı ezmeyi hedefleyen “Sandviç operasyonu”na girişti. Bu denli kapsamlı olmalarına rağmen 1990’ların sonuna gelindiğinde “içerde” ve “dışarda” gerilla güçlerine karşı işgal saldırıları başarısız kalınca Türk ordusu yeni savaş taktiklerine başvurdu. Son dönemlerde sıkça denenen “havadan indirmeler” işte Kürdistan gerillasının en yoğun savaş yıllarından birine tekabül eden 1998’de ilk olarak hayata geçirilecekti. Murat Karayılan “Bir Savaşın Anatomisi- Kürdistan’da Askeri Çizgi” kitabında o savaş yılını ve işgalci güçlerin bu yeni yöntemine karşı sergilenen ilk direnişi şöyle anlatıyor:

“Amed eyaletinde Murat operasyonu adıyla çok kapsamlı ve uzun süreli bir harekat yapıldı. Botan’da ise düzenli olarak her ay kapsamlı bir operasyon gerçekleştirildi. Ay ışığından yararlanmak için her ayın on birinde düzenli olarak yönelim gerçekleştirildi. Nisan operasyonuna elli binin üzerinde komando ve özel tim katılmıştı. Bu güçlerin en az yarısı karadan, yarısı uçar birliklerle operasyon bölgesine havadan aktarılmıştı.

Biz hareket halindeyken akşam saat 12’den itibaren Türk ordusunun savaş uçakları Bestler’deki tüm hakim zirveleri vurmaya başladı. Onlar sağlı sollu hakim tepeleri vururken, biz de 100’e yakın bir güçle vadi vadi ilerlemeye devam ettik. Tahminde yanılmadığımı anladım. Tedbir almıştık, fakat ilerleyip sabah olmadan Katoya Jirki’deki Deryê Qaçê’ye ulaşmamız gerekiyordu. Onlar yüksek zirveleri bombalarken, tüm güçlerimiz planladığımız yerlere ulaşmaya ve mevzilenmeye çalışıyorlardı.

Bombardıman ardından uçar birliklerle yüksek yerlere asker indirmeye başlandı. Nihayetinde sabah bazı yerlerde temaslar başladı fakat güçlerimiz hazırlıklıydı. Operasyon beş gün sürdü, bazı yerlerde çatışmalar gelişti. Kobra atışları ve bir-iki yerde pusuya düşmekten kaynaklı 7 şehit verildi. Operasyonu boşa çıkarmak ve gereken cevabı vermek için güçlerimiz araziye yayıldı ve daha çok Kato’ya dayanmayı esas aldık. Düşman da Kato’ya indirme yapmaya kalkıştı. İlk indirilen iki helikopterlik güç, güçlerimiz tarafından kuşatmaya alındı. Kuşatmadaki güçleri kurtarmak amaçlı etrafa indirmeler yapıldı. Fakat yapılan indirmeler ya püskürtüldü ya da indirilmeleri engellendi.

Biz Kato hattını tuttuk, Türk ordusu bütün ısrarlarına rağmen Kato’ya giremedi. Sonra baktık inada binmişler, onurlarına dokunmuş, hiç bırakmasak ısrar edecekler, uzayacak, bu nedenle onları yanıltmak ve razı etmek için bir taktik yaptık: Kato’nun küçük bir bölümü olan Deriyê Qaç’tan Deriyê Beq’e kadar olan tarafı akşam boşaltıp onlara bıraktık. Onlar sabahleyin boş olduğunu anlayınca oraya girdiler. Ama yine de tuzaklardan korktukları için girişleri yarım gün sürdü. Girince çok sevindiler, bir gün boyunca 200 metre mesafe ile karşı karşıya mevzilendik. Onlar sürekli hava saldırılarını koordine ettiler. Karadan zaten ilerleyemezlerdi. Zaten verdiğimiz yedi kayıptan dördü hava saldırısı sonucu yaşanan kayıplardı. Sonra akşam Türk ordusu tümüyle geri çekildi.”

Yarın: Zap savaşından Heftanin ve Garê direnişine Türk ordusunun 2000’lerdeki işgal seferleri…