Güney kapitalizmden kurtulmak zorunda

Güney Kürdistan'da nüfusun yarıdan fazlasını oluşturan kadınlar, hayatın içinde göstermelik bir katılımın ötesine geçemiyor...

Güney Kürdistan'da nüfusun yarıdan fazlasını oluşturan kadınlar, hayatın içinde göstermelik bir katılımın ötesine geçemiyor. Eşit temellere dayalı bir kadın katılımını siyaset, eğitim, ekonomi, sivil toplum kuruluşları veya sosyal alanda göremezsiniz. Kadının görüldüğü yerlerde ise kapitalizmin "vitrin" oluşturma yaklaşımını hakim. 

Ocak ayında yüzlerce aktivist, akademisyen ve siyasetçi kadının yayınladığı "Kadına yönelik şiddete, katliama, hakarete ve yasalardaki eşitsizliğe hayır" başlıklı bildiri ile yaşanan sorunlara dikkat çekilmişti. Bildiride şöyle söyleniyordu: "Kürdistan bölgesinde siyasetçi ve aktivist kadınlara yönelik medya iletişim ağları yoluyla, özellikle sosyal medya aracılığıyla tehditler savrulmakta, hakaret edilmektedir. Kadınları sadece bir seks aracı olarak gören videolar paylaşılmaktadır. Bununla kadın bedeni teşhir edilmekte ve saldırı gerçekleşmektedir. (...) Hiç kimsenin şu ana kadar buna tepki göstermemesi, bu paylaşımları yapanların tespit edilip herhangi bir yaptırıma tabi tutulmaması, kadınların yaşamının ve kimliğinin tehdit ve tehlike altında kalmasının devamına yol açmaktadır. Kadın hakları hiçbir şekilde yasalarda güvence altına alınmamıştır."

Süleymaniye Üniversitesi'nde okuyan Sama, konu hakkında görüşlerini şöyle ifade ediyor: "Sadece yasalar değil, namus, aile, toplumsal yaşam, değer yargıları, din, gelenek ve göreneklerimizin birçoğu kadın aleyhine oluşturulmuş; kadının dünyası evi ile sınırlandırılmış. Kadınların çoğu bunu kanıksamış durumda. Aşılması çaba gerektiriyor. Savaş yıllarında kadınların yaşadığı trajediler aşılmış değil. Rojava ve Bakur'da özgürlükleri için kavga eden kadınlar gibi bir mücadele gerekiyor."

UFKU ‘DARALTILMIŞ’ KADIN

Fakat burada kadınlar, Rojava ve Bakur'da Kürt kadınlarının verdiği mücadeleyi çok geriden takip ediyor. Kendisine sunulan "özgürlükler" ve "zenginlikler" neyse, dünyasını onunla sınırlandırıyor. 

YNK'li parlamenter Rezan Şex Diler, YNK'de kadınlar diğer partilere oranla daha fazla olsa da kararları erkeklerin aldığından şikayet ediyor ve ekliyor: "Erkek değişmiyor ama kadının da erkeği değiştirmeye dair çabası, dayatması yok. Bu, yetersiz bilinçten kaynağını alıyor.

Öğrenci Sama ise, alışveriş yerleri dışında buluşma yerlerine ihtiyaç olduğuna dikkat çekiyor ve devam ediyor: "Kadınlarımız Hewlêrliyse Hewlêr'in ötesine, Süleymaniyeliyse Süleymaniye'nin ötesine geçmiyor. Bu kötü bir durum, çünkü bu darlık çocuklarının gelişimine ve toplumsal yaşamımıza birebir yansıyor." 

Güney Kürdistan'da Maga Zhin (Jin çağrışımı yapmaya çalışılmış) adlı dergi kadınlara hitap etmeye çalışıyor. Dört kadının emeğiyle Şubat 2015'ten bu yana hazırlanan dergi, Danimarkalı International Media Support (IMS) tarafından destekleniyor; her ay okurla buluşuyor. Olumlu bir girişim olsa da, kadınların yaşadığı sorunları irdelemek ve perspektif üretmekten çok yüzeysel bir yaklaşımla, magazin ağırlıklı konuları işliyor.

2008'in 8 Mart'ından bu yana yayın yapan Truske kadın dergisi ise ağırlıkta siyasi, ideolojik ve kültürel konuları işliyor. İşlediği konular itibariyle önemli olsa da, kendisini geniş kesimlere ulaştırmakta sorun yaşıyor. Yazar ağı Güney Kürdistanlı kadınlardan oluşuyor, çalışanları da... 

MEDYA ÇOK, KATKISI YOK…

5 milyonluk bir nüfus için aralarında KurdSat, Kurdistan TV, KNN, NRT, K24, Rudaw, Gali Kurdistan, Zagros, Newroz, Aso, Peyam, Korek, NRT gibi bilinen kanalların olduğu 20 civarında özel televizyon kanalının olması ve hiçbirinin hakim üç büyük parti siyasetini aşacak bir yayın politikası geliştirmemesi şaşkınlık verici. Yine çok sayıda haber ajansının ise olup bitenleri haber vermesi yüzeysel kalıyor. Günlük gazeteler ve dergiler gibi yazılı basın, TV furyasına ve "internet fenomenine" karşı can çekişiyor. Yakın bir zaman önce ANF'ye verdiği bir mülakatta gazeteci Mustafa Hesen Gewre, "Güney Kürdistan basını her zaman iktidarın yanında yer almıştır. Kurulan büyük medya grupları iktidarın en büyük yardakçılarıdır. (...) Medya halkın taleplerini dillendirmiyor, halkın yaşadığı sorunları irdelemiyor. Güney Kürdistan basını iktidarın yarattığı suni gündemlerin peşinden koşuyor. Örneğin yolsuzlukları işlemiyor, açlığı işlemiyor ama Barzani'nin yaptığı bir yurtdışı gezisini manşetlerine taşıyor" diye medyanın durumunu isabetli özetliyordu. 

Örneğin yakın bir zamanda yağan yağmur, Hewlêr ve Süleymaniye'yi sel altında bıraktı. Neredeyse tüm TV kanalları da bu olayı, birinci haber olarak geçti. Ama bu durumun kaynağına inen olmadı. Bu tür durumlara cevap olabilecek bir kanalizasyon sisteminin olmadığını, belediye çalışmalarının bu konuda yetersiz kaldığını vurgulayan yoktu. Herkes ortaya çıkan sonuç üzerine uzun uzun canlı yayına bağlandı. Yağmur yağdı, sel oldu, şehir sular altında kaldı... Peki bir daha yağdığında aynı sonuç çıkmaması için gerekli çalışma neden gündem olmadı?

OLMAYAN BİR YAŞAM VAADİ…

Güney Kürdistan'da televizyonların verdiği haberler fazlasıyla yerel ve spekülatif. Dış haberler ise analizden yoksun. Dünyada yaşanan kapitalist sömürü ve talanı, bunun Kürdistan'a yansımalarını konu edinen haberler neredeyse hiç yok. İşlemek bir tarafa, kapitalizmi sorun olarak gören bir yayıncılık anlayışı bile yok. Güney Kürdistan'da tüm toplumsal kesimlere, partilere ve gelişmelere tarafsız kalan, geliştirici eleştiri ile haber ve program yapan bağımsız yayıncılık yok.

Diziler, klipler, yarışma programları, reklamlar hep olmayan ve olmayacak bir hayatı vaat ediyor. Yapay mutluluklar oluşturuluyor. Ölçü yerleştiriyor insanların kafasına ve zenginlik mutlak bir yaşam biçimi gibi sunuluyor. Fakir yığınlar itiraz etmek yerine zengin olmak ve o lüks ve konforlu hayata varabilmek için hayal üretiyor. Amerikan veya Türk tipi televizyon programları taklit ediliyor. Kötü bir kopyası sunulunca da garip bir hal oluşuyor. Yapay yansıyor, sırıtıyor, uyuşmuyor, yüzeyde kalıyor.

Bunların yanında, Türkiye'de bile deklase olmuş, klişeleşmiş dizilerin Soranice dublajlı hali, insanları ekran başına kilitliyor.

EKRANDAN CİNSİYETÇİLİK KUSUYOR

Ekrandaki cinsiyetçilik ise tiksinti verici bir düzeyde. Kliplerde hep zengin adam peşinde koşan, ağlayan, aşağılanan, çaresiz kalan, hizmetçi konumunda bulunan, dövülen, horlanan, süslü bir kadın karakter izliyorsunuz. Başa çıkamaz, yalvarır, itaat eder... Ekranlarda bunun gibi bir sürü toplumsal cinsiyet rollerini kadın aleyhine kuran yayın görebilirsiniz.

Kültür-sanatın aydınlanma ihtiyacı

Kültür-sanat alanında da pek bir gelişme görülmüyor. Tüketim hırsı, kültür-sanatı da içine alarak birçok şeyi tüketmekte son sürat ilerliyor. Müzik, edebiyat, sinema ve sanat, teşvikten ziyade ilgi ve kendi özüne dayalı bir aydınlanmayı bekliyor. Bu konuyla ilgili adımlar ve çabalar göstermelik siyasi kararlardan ibaret kalıyor. İçselleştirilmiş bir teşvik görülmüyor. Sanatçıların bile aciz ve umutsuz olduğu garip bir ruh hali dolaşımda. Kime sorsan, "Olmuyor, destek bulamıyoruz" nakaratına bağlanıyor. 

Sosyal ilişkiler adına kullanılan akıllı telefonlar, çıtlatılan çekirdekler ve çekilen tesbihlerin yaygınlığı beni şaşırttı. Neredeyse her erkeğin elinde bir tesbih bulunuyor. Bunun yanı sıra özellikle gençler için çekirdek çıtlatmak, akıllı telefon ile uğraşmak dışında bir sosyal ve kültürel uğraş gerekiyor. Çünkü maddi ilişkilerin parçaladığı, teknolojik iletişimin yönlendirdiği insanları birleştirecek manevi kültüre fazlasıyla ihtiyaç var. 

Oysa Şerko Bêkes, Pîremêrd, Ebdulah Goran, Ebdulah Peşêw gibi şair ve yazarların doğduğu bu yerlerde insanların manevi dünyası, zenginliklerle dolu olmalı. Düşününki, Tara Jaff, Çopî, Adnan Kerim, Behcet Yahya, Hesen Şerif, Kani gibi sayacağımız birçok müzisyenin memleketinde 90'lı yıllardan kalan Ceylan, Emrah, İbrahim Tatlıses ve Mahsun Kırmızıgül zevkle dinleniyor. Birçok arkadaşım, "Taksicilerin birçoğu Ceylan ve Emrah dinliyor" dediğinde şaka sanıyordum; ta ki kendim de karşılaşana dek...

HIRSIZLIK YOK AMA ‘GENDALİ’ NEREDEN ÇIKIYOR?

Güney Kürdistan'da uçurumlar derinleşiyor. Zengin ile fakir, kadın ile erkek, birey ile toplum, yaşlı ile genç, parti ile taraftar, tüketen ile üreten, seçen ile seçilen, özgürlük ile bağımlılık ve arz ile talep arasında dramatik bir uçurum oluşmuş. 

Petrol parasına dayalı yaşam modeli ve zenginlikler, tehlikelidir aynı zamanda. Çünkü bu tür zenginlikler insanı, uyandığında nelerle karşılaşacağını bilmediği bir rüyaya yatırıyor. Çelişkiler hiçbir zaman olmadığı kadar yoğun. Bunlar, farklı etnik ve dini toplulukların birbirine duyduğu kin ve intikamdan kaynaklanmıyor; hepsi kapitalizm kaynaklı...

Güney Kürdistan'da hayranlık duyduğum bir konu ise pazarda ve esnafta hırsızlığın olmaması... Pazarda bir esnaf komşusuna bakkalını bırakır, gider, döner ve herhangi bir şeyi eksilmemiş halde işine devam eder. Bazıları sadece bir perde çeker veya bir örtü atar eşyalarının üstüne; kimse çalmayı düşünmez bile. Uzun süre bu durumu izlediğim de oldu. Toplumsal ahlakın öğretisi olduğu sonucuna vardım. Güzel bir kültür... Ama sonra "gendali" söylemi aklıma geldi. Peki böylesi bir toplumsal ahlaktan, mevcut elit siyasi yöneticiler neden payını almamış diye de merak ediyorum.

Bu durumun Güney Kürdistan'ın kapitalist temelde inşa edilmesiyle bağını sorduğumda ise diyaloglarımız monologa dönüştü. Kapitalist talancılığı, sömürüyü sorun olarak görmüyorlar. Kürdistan'da yaşanan krizin kaynağında da kapitalist sistemin taklit edilmesi olduğunu görmüyor çoğu insan.

RANTİYE DEVLET MODELİ

İranlı ekonomist Hossein Mahdavy 1970 yılında, petrol gibi yer altı zenginliklerine dayalı gelir sağlayan devlet formunu "Rantiye Devlet" olarak kavramsallaştırmıştır. Sonrasında, Ortadoğu konusunda Hazem Al Beblawi ve Giacomo Luciani gibi sosyal bilimciler de bu kavramı daha anlaşılır kılmak için çalışma yürütmüş. Buna göre "rantiye devlet"lerin başında, ulusal gelirlerinin tamamını veya tamamına yakınını yeraltı kaynaklarının ihracından elde eden Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Irak, Suriye ve İran geliyor. Devlet bu kaynaklar sayesinde ciddi bir üretime gerek duymadan gelir sağlayabiliyor ve toplumdan bağımsız hareket edebiliyor. Bu yeraltı veya yerüstü kaynaklarından oluşan gelir, ilgili devletlerin ve yönetimlerin ayakta kalmasına yetebiliyor. Dolayısıyla devletin toplumdan vergi almasına da gerek duyulmuyor. Tabii buna karşılık petrol kaynaklarından sağladığı geliri istediği gibi dağıtabiliyor, yatırıma dönüştürebiliyor, istediği kesimlerin zengin olmasını sağlıyor, dilediği gibi sosyal politikalar geliştiriyor ve bunları yaparken de topluma karşı ciddi bir hesap vermesine gerek kalmıyor. Dolayısıyla böylesi bir gelir aynı zamanda iktidarda olanlara önemli oranda bir özerklik sağlıyor. 

Bazı kesimler, Güney Kürdistan rejimini de "rantiye devlet" modeline benzetiyor. Rantiye devlet için sayılan tüm özellikleri bağrında taşıyan Güney Kürdistan, yeraltında bu kadar zengin olduğu halde, izlemiş olduğu yanlış politikalar sonucu yerüstünde her bakımdan fakirliği yaşıyor. Güzel coğrafyasını, görkemli dağlarını, su kaynaklarını, tarım ekonomisine elverişli uçsuz bucaksız arazisini görmeyecek kadar fakir olmak, takip ettiği kapitalist hırsın sonucu.

Kürdistan'ın yeraltı zenginliklerinden yerüstündeki insanlar ve diğer tüm canlılar değil, bölgesel ve uluslararası birçok devlet ve şirket yararlanıyor. Yürütülen siyaset tarzı buna yol açıyorsa, modelin federal, ulus devlet veya başka bir model olması bir şeyi değiştirir mi? 

KAPİTALİST İLİŞKİLERİN LABORATUAR MALZEMESİ

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 2010 yılında yazdığı, savunmalarından oluşan "Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü" kitabında Güney Kürdistan'ın bugün içine sürüklendiği çıkmaza dikkat çekmektedir. Güney Kürdistan'daki elitlerin izledikleri siyasetle kendilerini kapitalist sömürünün aracı haline getirdiklerini, hegemonik güçlere kullandırdıklarını belirten Öcalan, şu tespitleri yapıyor: "Tarihin en zengin kültürlerinden birini günümüze kadar taşıyan Kürt halk ve kavim gerçekliği, onun çok zengin kabile, aşiret ve inanç kültürü yok sayılarak, kapitalist modernitenin en tortumsu ilkel milliyetçiliğinden ve Sünni İslam gericiliğinden beslenen yapay bir Kürt ulusu inşa edilmek istenmektedir. Demokratik ulusal toplum yerine ulus-devletçiliği kutsal ütopyası sayan, demokratik olmayan, özgürlüğe ve eşitliğe kapalı, kadın düşmanı bir ulusal kültür adeta tek toplumsal gerçeklikmiş ve onu da kendileri temsil edebilirlermiş gibi yapay bir hakikat algısı yaratılmaya çalışılmaktadır. (...) Hegemonik ilişkilerin uzun vadeli planlamasında Irak Kürtleri hep bir laboratuvar malzemesi olarak kullanılmaktadır. Kürt ulusal gerçekliğinin vücut bulması, ancak kapitalist ilişkilerle mümkün olabilecek bir olgu ve inşa olarak projelendirilmiştir. Devrimci, demokratik ve sosyalist nitelikli bir ulusal gerçeklik sanki mümkün olamazmış gibi bir algı sürekli gündemde tutulmaktadır." 

Güney Kürdistan'ın yaşadığı kriz, tam da böylesi bir yol ayrımına dayanıyor. Ya kendisini birinci projeye yatıracak ve tüketecek ya da ikinci seçeneğe girerek ve gerçek manada bir toplumsal ve siyasal devrim yaşayarak kendini yeniden var edecek. 

Şunu da anladık: Güney Kürdistanlı siyasetçilerin akademik alana katkı sağlayacak niteliği yok; ama akademik alan, siyasetçilerin önüne daha doğru bir siyaset tarzını koymak için sorumluluk üstelenebilir; aydınlar, akademisyenler, yazarlar sorumlu davranabilir. Sosyologlar, siyasal bilimciler neden bir durum analizi yapmıyor? Neden hakim siyasetçileri ve siyasetlerini olup bitenle yüzleşmeye götürecek çalışma, sorgulama yapmıyorlar? 

MELA MISTAFA BARZANİ’NİN BAŞINA GELEN…

Norveçli gazeteci Erling Folkvord, Kürdistan ile ilgili yazdığı "Kurdistan – om fortid, folk og framtid" (Kürdistan – Tarihi, Halkı ve Geleceği) adlı kitabında Güney Kürdistan ile ilgili şöyle bir bilgiye yer veriyor: 

"1960'larda Bağdat rejimi ve genellikle Irak'ın kuzeyinde bulunan Kürtler arasındaki silahlı mücadele sürerken, kuzeyde yaşayan Kürtler genellikle aşiretlere dayalı bir topluluktu.

Bugün bir efsane lider olarak kabul gören Mele Mistafa Barzani, bu yıllarda, yürütülen mücadele kapsamında önemli bir yer alarak rol oynamıştır. Bu aşiret toplumunda var olan dağınıklıktan ötürü Barzani, defalarca yabancı hükümet yetkilileri ile anlaşmalara imza atmıştır. ABD Başkanı Nixon ve Kissinger, Mayıs 1972'de İran Şahı'nı ziyaret ettikleri dönemde Bağdat rejimine karşı Barzani'yi destekleyeceklerini belirtti. Bundan yaklaşık bir yıl sonra Barzani, şöyle cümleler kullanıyor: 'Benim Amerika'ya güvenim büyüktür. Amerika gibi güçlü bir devletin Kürtler gibi azınlıkta olan bir halka ihanet etmeyeceğinden eminim.'

Amerika ile samimi bağlarlar kuruldu. Barzani Amerika'ya o kadar çok güveniyordu ki, dönemin Dışişleri Bakanı Kissinger'in düğününe hediyeler gönderdi. Düğüne Amerikan hükümetinden katılan konuklar için de hediyeler gönderilmişti. Kissinger ise bu hediyeleri genellikle gizli tuttu. Barzani, diğer tarafta Nixon ve Kissinger'in oynadığı oyunun farkında değildi. Ve tarih 6 Mart 1975'i gösterdiğinde bir İran televizyon kanalında izlediği haber ile büyük hayal kırıklığına uğradı. Bu haber, İran Şahı'nın Saddam Hüseyin ile yaptığı anlaşmada artık Kürtlere İran ve Amerika'dan giden tüm yardımların durdurulacağı kararının alındığını söylüyordu. Sekiz saat sonra ise Cezayir Anlaşması imzalandı.(...)"

Konu ile ilgili başka bir analizde ise gazeteci Ayşe Hür şöyle yazıyor: "(Irak) Ardından 'isyancı Kürtler'e karşı ezme kampanyasına girişti. İran'a geçen Molla Mustafa Barzani, bu günlerde Kissinger'e gönderdiği bir mektupta mealen 'Dünyanın sessiz bakışları altında, hareketimiz ve halkımız inanılmaz yollarla imha ediliyor. Bize göre sayın Ekselansları, ABD'nin, kendilerini sizin ülkenizin politikalarına adamış olan halkımıza karşı ahlaki ve siyasi sorumluluğu vardır...' diyordu. Tahmin edileceği gibi Kissinger bu mektuba cevap vermedi. Irak Kürtleri ezmeye devam etti."

Mele Mistafa Barzani'nin, 1970'lerde Kissinger şahsında geliştirdiği ilişki ve güvene benzer bir ilişkiyi, ardılları bugün küresel ve bölgesel devletler ve onların tekelci firmaları ile geliştirdi. Burada kapitalist sömürü şahlanmışken Kürdistan dibe vurmak için geri sayıyor.

Aralarında dünyada en büyük özel petrol şirketi ününe sahip Amerikan Exxon Mobil ve Amerikalıların ikinci büyüğü petrol şirketi Chevron, İngilizlerin British Petroleun (BP), Fransızların Total, Rusların Gazprom, Türklerin Genel Energy, Norveçlilerin DNO, Hintlilerin Reliance, Kanadalıların Western Zagros'unun da bulunduğu 17 ülkenin firmaları, petrol ve gaz anlaşmasına imza atmış durumda. Hiçbiri Kürdistan'ı düşünmüyor; kendi çıkarlarını düşünüyorlar. Her birinin Kürdistan kaynaklarına akbabalar gibi konduğu bir süreç işliyor.

Görülüyor ki artık Güney Kürdistan'da insanların başını ellerinin arasına alıp kapitalizm üzerine düşünmeye başlamasının vakti geldi de geçiyor. Kalanı, düşünmek, sorgulamak, itiraz etmek, arayışa, eyleme, üretime geçmektir. İşte özgürlük, ancak o zaman anlam kazanacaktır.

...