Sarıyıldız: Cizre, Madımak, Maraş, Çorum, Sivas, Roboski yapıldı

HDP Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız: Cizre’de aynı anda bir Madımak, Maraş-Çorum-Sivas, Roboski yapıldı. 80 tane cenazemiz hala teşhis edilemedi. Bedenler parçalara bölünmüş. Molozlar arasından, harfiyattan ceset parçaları çıkıyor" dedi.

HDP Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız: Cizre’de aynı anda bir Madımak, Maraş-Çorum-Sivas, Roboski yapıldı. 80 tane cenazemiz hala teşhis edilemedi. Bedenler parçalara bölünmüş. Molozlar arasından, harfiyattan ceset parçaları çıkıyor. DNA testleri sonucunda bir cenazeye ait bir parça Antep bir parça Urfa, bir parçası da Dicle Nehri’nden çıktı.

21. yüzyıl gerçeğinde Cizre’de tüm insanlığın gözleri önünde bir insanlık katliamı yaşandı. Cizre bodrumları kara bir leke gibi hep asılı duracak insanlık için. Hedef gözetilmeksizin bir kent silinmek istendi; yaşlı genç, çocuk, kadın erkek denilmeden herkes hedef alındı ancak, karşısında diz çökmeyen bir irade de bıraktı. Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız ile Cizre’yi konuştuk.

Siz Cizre’de kuşatmaların başından beri mi bulunuyordunuz, yoksa daha sonra mı gittiniz?

Olaylar başlamadan önce bir gezi dolayısıyla yurt dışındaydım. Olacakları aşağı yukarı tahmin ediyorduk. Sosyal medya yaklaşımları, öğretmenlerin çağrılması gibi göstergeler ile yasak konulacağını biliyorduk. Öncesinden belli olan bir durumdu.

Biraz da Cizre ile anılmak hususuna gelince, orda büyük direnişler var, bedeller var, canlarını veren insanlar var. Öne çıkmak beni mahcup eder. Sadece orada o insanlardan biri olmak, onlarla aynı ortamdan beslenmek, aynı ortamı paylaşmaktır. Yoksa haddimi bilirim, şahsımdan ziyade Cizre’nin direnişine, Cizre’nin halkına, Cizre’nin başı dik duruşuna bir saygı olduğunun elbet bilincindeyim.

Evet, bundan hareketle neden Cizre, neden Cizre bu kadar öfkeyi çekti?

Hatırlanırsa iki gün öncesinden öğretmenler, SMS talimatı ile meslek içi eğitim talimatı gerekçesi ile geri çekildi. Tabii ki saçma bir gerekçe idi. O dönem için olağan bir uygulama değildi. O zaman da sosyal medya üzerinden ‘steril bir katliam girişimi olduğunu’ belirtmiştim.

‘Neden Cizre’ sorusuna gelince; Cizre öteden beri toplumsal refleksi olan bir şehir. Botan eğer Kürdistan’ın merkezi ise, Cizre’de Botan’ın merkezidir. Tarih boyunca da Kürtlerin önemli bir merkezi. Kürt ulusal hareketinde öncülük rolü oynamış bir yerleşim. Yine son Kürt Özgürlük Mücadelesinde de rol oynayan bir merkez. Yani, sürekli Kürdistan’ın en politik yerlerindendir Cizre. 90’lı yıllarda birçok faili meçhuller yaşamış, köyleri boşaltılmış, yakılmıştır. Son dönemlerde de yine devletin en fazla hakimiyet kurmak istediği kentlerden biridir. Kürt mücadelesi de son otuz kırk yıllık dönemde önemli stratejik adımlarını buradan başlatmıştır. Dolayısıyla Cizre’nin bir öncülük pozisyonu da vardır. Buradan, Cizre üzerinden halkımıza kirli bir mesaj verilmek istendi. Belki son yüz yılın en sistemli baskı ve zulüm uygulanarak bu verilmek istendi.

Hem tarihsel hem günümüz açısından arka zemininden bahsettiniz. Özellikle 90’lar açısından bakıldığında ki; yakın bir geçmiş. O dönemlerdeki kuyular, faili meçhuller, köy yakmalar gerçeği var. Burada katledilenler, mağdur edilenler aynı kesimler miydi? Yani onların çocukları mıydı?

Cizre’nin tümü hedefti. Yüzde doksan dört oranında HDP oy aldı, geri kalanlar zaten memurdu. Dolayısıyla toplumun her kesimi politik ve herkes vardı mücadelesinde yer aldı. Son Vahşet bodrumlarında da Miray bebekten yetmiş yaşındaki Hacı Ramazan’a herkes var. 250 insan katledildi, bunların çoğu evli barklı insanlardı. Sadece toplumun bir kesimi değil, toplumun topyekünü vardı. Devlet ayrım yapmadı, rastgele ateş edildi, sakınmadan her taraf hedef alınarak, toplarla, tanklarla dövüldü. Mesela 11 ve 12 yaşlarındaki Mehmet ve Büşra kardeşler, Mehmet Veli Müjde onlar hendeklerin olmadığı mahallelerde rastgele atılan tank atışlarıyla katledildi. Kale Mahallesi’nde 11 yaşındaki çocuk katledildi. Tepelere tanklar yerleştirildi, rastgele atışlarla aslında en çok hendeklerin olmadığı mahallelerde kayıplar oldu. 59 yaşında bir kadın yine Kale mahallesinde katledildi.

Hedef gözetilerek, Kürt halkına yönelik toplu bir imha, toplu bir saldırı oluyor. 1948 Tarihli Cenevre Sözleşmesi, Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması İlkesinden hareketle; Cizre, Sur, Silopi şimdi de Nusaybin, Gever ve Şırnak’ta esas olarak ayırt etmeksizin bir halkın hedef alınması “soykırım” kategorisine girmiyor mu?

Klasik anlamı ile bir soykırım olmasa da “siyasal soykırım” diye tanımlanabilir. Postmodern bir soykırıma giriyor. Kerbala belli bir mezhep grubuna, Madımak belli bir siyasal gruba yönelik bir katliamdır. Cizre’de aynı anda bir Madımak, Maraş-Çorum-Sivas, Roboski yapıldı. 80 tane cenazemiz hala teşhis edilemedi. Bedenler parçalara bölünmüş. Molozlar arasından, harfiyattan ceset parçaları çıkıyor. DNA testleri sonucunda bir cenazeye ait bir parça Antep bir parça Urfa, bir parçası da Dicle Nehri’nden çıktı.

O bodrumlar hastaneye çok kısa mesafede olduğu halde, 5 dakikalık mesafe idi, ulaşılamadı. Erdoğan “Çatışmalardan dolayı ulaşılamıyor” derken, analar ulaşmaya çalıştı ve fark ettiler ki; çatışma durumu yoktu. Asker-polis rahat rahat caddelerde dolaşıyorlardı. Ambulanslar pekala gidebilirdi. Anlaşılıyordu ki; amaç oradaki insanları toplu katletmektir. Birinci bodrum, üniversite öğrencisi Cihan Kahraman ve lise öğrencisi Sultan Irmak’ın da aralarında olduğu 22 Ocak’ta bizimle ilk telefon bağlantısı kurmuşlardı, sadece 6 yaralı vardı, toplam 31 kişiydiler. Cihan ve Sultan da yaralıydılar. Yetkili yerlere ulaşmaya çalıştık, ilk 155 polisi aradım cevap vermediler. Hiç biri bize muhatap olmadılar.

Zaten Erdoğan kaymakamlarla yaptığı toplantıda “Mevzuata uymak zorunda değilsiniz” diye talimat vermişti. Mülki amirlere gönderilen ıslak imzalı genelgeler var. “İlerde yargılanma korkusuna kapılmayın” dendi. Dolayısıyla tüm psikopat kişiliklere her şeyi yapabilme serbestisi tanındı. IŞİD kılıklı, sakallı kişilerle fiziksel görüntülerle psikolojik bir korku oluşturulmak istendi. Yani Erdoğan 90’yı yılların bütün ölüm kuyuları, fail-i meçhul cinayetlerinin katillerini oraya savdı.

Bir açıklamanızda, ‘90’larda travma yaşamış 50 yaşın üzerinde, saçı beyaz katillerini yolladılar” demiştiniz. Bu katilleri yollayarak, Türk devleti sizce hedeflediği sonuca ulaştı mı?

Orda ak saçlılar ellerinden ölüm kustular. Ruh hallerine ilişkin ipuçları girdikleri evlerde yüzde doksan beş eşyaları imha etmeleri, girdikleri evlerde kadına yönelik cinsel içerikli mesajlarla, kadınların iç çamaşırlarının ortalığa saçılması, kedi ve köpek cesetlerinin tavanlara asılması ile bu mesajlar veriliyor. Çünkü onları denetleyecek, yargılayacak bir mekanizma yok. Tamamen dokunulmazlıktan kurtaracaklarını düşünüyorlar. Halbuki öyle bir mekanizma yok. Konusu suç teşkil eden bir emir uygulanamaz, uygulayan memur yargılanmaktan kurtulamaz. Aynı bir suçlu gibi yargılanır.

Resmi açıklamalarda yasak kalktığı halde, aslında kalkmadığı görülüyor. Gerçekte neler oldu, oluyor?

İçişleri Bakanı 60. günden itibaren yasağın kalktığını söyledi, aslında fiili olarak 79. gününde kalktı. Bu süre zarfında işlenen suçların delillerini karartmakla uğraştılar, iş makinalarıyla girip yirmi gün boyunca binalara ait harfiyatları kaldırdılar, izleri kaybettirdiler, suç unsurlarını ortadan kaldırmaya çalıştılar. Yasak bittiğinde vahşet bodrumlarının ait olduğu o iki bina hala ayakta duruyordu, beş katlı iki bina. Biz kendimiz girdik… Daha sonra delilleri kaldırmak için yıkıldı, harfiyatları Dicle kenarına atıldı. Altmış gün içinde ağır savaş suçları işlendi. Tarihsel bir yargılama gerektirecek suç işlediklerinin farkında oldukları için izleri, delilleri yok etme telaşı içindeler. Kuşatmanın 79. gününden itibaren yasak kısmi kaldırıldı ama geceleri hala devam ediyor. Kamyonlarla aslında suç unsurları, delilleri taşındı. Ama bu karartmalara rağmen vahşetleri yine ortaya çıktı. Harfiyatların içinde insanlara ait ceset parçaları vardı. Bizim gitmemiz yasak olduğu için, çocukların çektiği görüntülerden genç bir kadına ait uzuv parçalarına rastlandı. Derhal savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Gelen cevap yazısı şöyle diyordu: “Biz vakayı emniyet birimlerine sorduk, bize hayvanlara ait olduklarını söylediler. Bu nedenle soruşturma açma gereğini duymadık.” Böylece olay kapatıldı.

Mülki amirlere karşı herhangi bir süreç başlattınız mı?

Tabii ki asli olsun idari olsun tüm yolları denedik. Başvurularımız cevapsız kaldı, havada kaldı. Zaten içişleri bakanı şöyle demişti: “Her mahalleyi bir polise zimmetleyeceğiz.” Biliyorsunuz zimmetleme kelimesi eşyalar, nesneler için kullanılan ruhsuz duygusuz bir kelime. İnsanlar, bir mahalle, içinde yaşayanlarla beraber zimmetlenemez. Bu egemenlikçi, emperyalist, üsten bakmacı bir felsefenin tezahürüdür. Bu bakışıcısı ancak savaşa ve çatışmaya neden olur. İnsan onurunu çiğneyen bir durumdur. Siyasal zihniyet yaklaşımını gösteriyor. Kürtler halk olmaktan, özne olmaktan insan yerine konmak istiyor. Kürtlerin hükümetin zimmetine girmeye ihtiyacı yoktur. Zaten biz olmak istediğimiz için, bu egemenlikçi yaklaşımı reddettiğimiz için bize bedel ödettiriliyor. Zimmetleme kelimesini iade ediyoruz. Bu bizde kabul görmez. Biz kültürü, değeri olan bir halkız, onurumuz var, asla diz çökmeyiz.

Hükümetin bu aşamadan sonra planı ne, sırasında neler var?

Hükümet plan çizmiş aşama aşama gidiyor. Cizre yerle bir edilmiş. Toplumsal mühendislik yaklaşımları ile oradaki mekanın yapısına, dokusuna, toplumsal yapısına müdahale ederek yeni kentler oluşturmak istiyor. Bu insanların iradesini hiçe sayan müdahaleci, determinist bir yöntemdir. Bunun adı Postmodern faşizmdir. Kentlerin yapısına yönelik suçtur. Kütüphane gibi raflara dizecekler, sonra indeks üzerinden aradığını bulacak bir yaklaşım. Öyle bir kent oluşturmak istiyorlar ki, aradığını elle koymuş gibi bulmak istiyorlar. Bu çözüme yönelik değil, soruna yönelik bir yaklaşımdır.

“Silopi’de biz çözdük” diye düşünürken çatışmalar tekrar başladı. Devletin böyle sonuç alamayacağını bilmesi lazım. Biz buna karşılı demokratik örgütlenme siyasetine ağırlık vereceğiz. Çünkü oradaki insanların varlığı, değeri ve kimliğinin tanınması lazım. Devletin amacı onarmak olsa bu yaklaşım olmazdı. Amacı onarmak değildir. Halkımıza yönelik sömürgeci ve dizayncı yaklaşımı var.

Yeni bir Kürt Islahat Programı mı söz konusu?

Kesinlikle öyle. Cumhuriyetin ilk yıllarında bu kaba yöntemlerle yapıldı. Bu gün ise postmodern yöntemlerle yapılıyor, daha steril yapılıyor. Komple imkanlarla medya araçları, dezenformasyon mekanizmaları sonuna kadar kullanılıyor. Algı mühendisliği yapılıyor. Gerçekler çarpıtılmaya çalışılıyor. En son Alevi toplumunun yaşadığı yerlere Suriyeli Sünni-Arap Göçmenlerin yerleştirilmesi bunun açık göstergesidir. Biz bu halka karşı değiliz, onların haklarına saygılıyız. Ancak bu insanların da arzusu kendi ülkelerine dönmek. Suriye’de barışı sağlayıp dönebilecekleri yapıyı yeniden inşa etmek gerekiyor. Onlara da saygı biçiminde olmalı. IŞİD’ı beslemekle olmuyor. Suriye’deki bütün kesimleri, bütün halkların bir arada yaşayabileceği koşulları oluşturmakla mümkündür. Hükümetin öyle bir derdi yok. Derdi Rojava ve Kürt korkusudur. Rojava’daki yeni toplumsal inşadan duyduğu kaygıdır.

Cizre coğrafik olarak da Rojava’ya sınır, bu korkuyla mı Cizre’ye yaklaşıyor?

Sınır olmaktan öte siyasal olarak yakın olmaktan kaynaklanan bir yaklaşım. Cizre yaşamı yeniden inşa eden kurumlarını oluşturarak bu yolda bayağı mesafe katletti. Sivil meclisler oluşturdu. Orada şehit düşenler bu meclislerin üyeleriydi. Yıllarca sivil siyasetin içinde olan, hayatlarında ellerine silah almamış insanlardı. Böyle bir bağ, Rojava sadece Kürtleri etkilemiyor, Türkiye solunu, sosyalist devrimci insanları da etkiliyor. Paramazlar, Sibeller, dünyanın değişik bölgelerinden, halklarından sosyalist gençler orda dayanışma içinde şehit düştüler. Şimdi Cizre ve Nusaybin için de fiziki, coğrafik yakınlıktan öte siyasal yakınlık önemli onun açısından ve bunu yapmak istiyor.

Sınıra Arap göçmenleri yerleştirmek isteniyor?

Maraş Terolar’da başladılar. Öyle bir programları var. Biz göçmenlere duyarsız değiliz. Yine belirteyim; bunların eşit koşullarda yaşaması için koşulların oluşturulması gerekiyor.

Göçmenleri yerleştirme politikasıyla demografik yapıyı değiştirmeye izin vermeyeceğiz. 1920’lerde belki böylelikle sonuç alıyordu ama temsilciler olarak biz bugün buna izin vermeyeceğiz. Arap Göçmenleri de mağdur edecek bir yaklaşımdır, oralar onların yaşam tarzlarını da uygun değildir. Bu politikalara karşı duracağız. Pazarcık’ta halk tepkisini koydu. Bilinsin ki; Gezi, Karatepe gibi bir ruh geliştirilir, karşı konulur, kitlesel bir duruş, irade ortaya konulur.

KARDEŞ AİLE KAMPANYASI

Şimdi Avrupa’dasınız, neden buradasınız? Avrupa’daki Kürt halkından beklentileriniz nelerdir?

Ben Avrupa’ya bir ay içinde üç kez geldim. Sorunlar çok ağır, çok önemli. Burada çok büyük bir Kürt nüfusu var. Daha önceden aynı nedenlerle yüz binlerce insanımız buralara göç etti, buraya yerleştiler. Cizre gibi bir yerde maddi manevi bir yıkım var. Bu vahşeti yapan devletten bir beklentimiz yok, bunu biliyoruz. Halk olarak kendi yaralarımızı kendimiz sarmalıyız. Özellikle diasporadaki halkımızdan beklentimiz büzük. Sadece Cizre değil Sur, Farqin, Nusaybin, Gever, Silopi, Şırnak’ta da mağduriyetler var. Halkımızdan beklentilerimiz var. Kardeş aile kampanyasını başlattık. Bu proje ile her aile bir yıl boyunca bu şehirlerimizden başka bir aileyi koruyacak, sahiplenecek. Bu sadece maddi yardım olmaz, aynı zamanda sağaltıcı etkisi olacak bir projedir. Diaspora ile bir bağdır. Acılar paylaşıldıkça sağaltılır. Binlerce aileye ulaşılmalıdır.

Bunun oradaki halkımıza iyi geleceğini bilmek lazım. Bir örnek vereyim. Mehmet Tunç’un kardeşi Orhan Tunç kuşatıldığı bodrumdan son kez annesi ile telefon görüşmesi yapıyor. Annesi bir oğlu olduğunu söylüyor. Orhan Tunç son istek olarak annesine “Oğluma Bekes (Kimsesiz) adını verin” diyor. Böyle bir duygu var demek ki. Onlar “Bu zulme boyun eğmeyiz” dediler ve direndiler. Şu an orda oluşan bekeslik, kimsesizlik, duygusunu kırmamız lazım. Halkımız bekes, kimsesiz değildir.

İkinci olarak da; hem Almanya hem Avusturya’da resmi ve sivil toplum örgütleriyle görüşmelerimiz oldu. Avusturya’da üç büyük parti temsilcileriyle görüştük. Almanya’da da kimi parlamenterlerle görüşmelerimiz oldu.

Yalnız Kürt şehirlerinin yerle bir edilmediğini insanlığa karşı işlenen bu suçlarla, insanlığın ortak değerlerinin hedef alındığını aktardık. Şu an özellikle Almanya’da siyasiler siyasi referanslarla hareket ediyorlar, insani durumu göremiyorlar. Bizim gözlemlediğimiz bu. Ama yine de aktarmaktan geri kalmayacağız. Ortadoğu, Kürdistan’da insanlığa karşı suçlar işleniyor, orayla da sınırlı kalmıyor, bütün insanlığı etkiliyor.