Ayata: Faşizme her zaman düşman lazım

Ayata: Faşizme her zaman düşman lazım. Bir de toplumun hafızasını silmek istiyor ki toplum sağlıklı düşünemesin. Çünkü o kadar yolsuzluk ve hırsızlık yaptılar ve bunlar ayyuka çıktı.

Türk devletinin Efrîn’e yönelik işgal saldırılarını değerlendiren PKK Merkez Komite Üyesi Muzaffer Ayata, “Faşizme her zaman düşman lazım. Bir de toplumun hafızasını silmek istiyor ki toplum sağlıklı düşünemesin. Çünkü o kadar yolsuzluk ve hırsızlık yaptılar ve bunlar ayyuka çıktı” dedi.

İşgalci Türk ordusu ve çetelerinin Efrîn’e yönelik düzenlediği işgal saldırılarını ANF’ye değerlendiren PKK Merkez Komite Üyesi Muzaffer Ayata:

Türkiye Ortadoğu’da halen var olan kriz ve kaosu Kürtlerin aleyhine kullanmak istedi. Baktı ki Amerika, Rusya, İran herkes kendi çıkarları peşinde, kimse Kürtler için savaşacak halde değil. O da “Ben de sizin bu kriz kaosa böyle bir tekme vururum, derinleştiririm, karıştırırım.

Efrîn işgal saldırısını da öyle ele alalım. Yani Kürtlerin bir statüsü, adı ve sanı olmasın diye yapılan bir saldırıdır. Ama saldırılan Efrîn’de ne vardı? 400 bin civarında Kürt vardı, Suriye iç savaşının başlamasıyla savaşın yıkımından kaçan bir o kadar da göçmen gelmişti ve bir barış adası gibiydi.

Efrîn saldırısının Ortadoğu ve Suriye merkezli yürüyen 3. dünya savaşının final aşamalarıyla nasıl bir bağı var?

Tabi Ortadoğu’da 3. dünya savaşı ölçeğinde çelişki ve çatışmaların yoğunlaştığını söyledik. Arap baharı bunu hızlandırdı, rejimler devrilmeye başladı. Fakat eskiden beri otoriter, diktatoryal yönetimler tüm sol demokratik muhalefeti tasfiye ettiler. Yani sağlıklı sosyal toplumsal dengelerin kurulmasına izin vermediler. Ama toplumdaki arayışlar, değişimler patlak verince bu defa öncülük edecek güçlü liderler demokratik partiler oluşmadı. Bunun zemini yok edilmişti. Bu Saddam gibi rejimler hiç değişmezmiş gibi hareket etti. Sovyetler yıkıldığı halde demokratik adımlar ve reformlara gitmediler. Rejimler çok katılaşmış ve sertleşmişti.

İşte Tunus’ta başlayan çatlamalar, toplumların arayışı sonuçta Mısır’da darbeyle kapandı. Libya’da Kaddafi’nin öldürülmesiyle daha kanlı kaoslu bir savaşa sürüklendi. Suriye’de kitlesel gösterilere komşular hepsi müdahale etti. Nükleer silahlar, tırlarla Suriye kan gölüne çevrildi. Suriye halkını, toplumunu, muhalefetini kucaklayacak demokratik cepheler, partiler, liderlikler çıkmadı.

Her ülke kendine bağlı silahlı güçler oluşturdu. Türkiye bir yandan çok hızlı müdahale ederek, “Saddam’ın ve Kaddafi’nin gittiği gibi Esad gidecek ben Suriye’ye müdahale edeyim. Irak’ta yaptığımız hatayı orada yapmayayım. Orada Kürtler bir statü kazanmasın” diye düşündü.

Bir de Müslüman Kardeşlerle, Selefi gruplar aynı zihniyetteydiler. Yani “Hem Mısır’da olduğu gibi Sünni bir Müslüman Kardeşler iktidarı kurulsun hem de bununla Suriye hükümetiyle ortak denetim sağlarsa Kürtlerin statüsü oluşmaz” diye düşündü. Türkiye bu nedenle sınırlarını açtı ve Suriye’ye oluk oluk militan akıttı. Bir taraftan Ürdün bir yandan Lübnan tarafından da yaptılar. Muhalefette DAİŞ ve El Nusra gibi vahşi olunca, demokratik alternatifte oluşmayınca halkın bir kısmı yine rejimin etrafında kilitlendi. Rusya’da destek verdi, çünkü Ortadoğu’da tek dayanağı bir Suriye kalmıştı.

İran’da rejimi ayakta tutmaya çalıştı. Çünkü İran sıranın kendisine geleceğini biliyordu. İran savunmasını Yemen, Irak ve Suriye üzerinden yaptı. Türkiye’de bunu kendine örnek alarak, “Ben Türkiye sınırları içerisinde bekleyip kendimi savunamam. Ortadoğu’da 1. dünya savaşında kurulan düzen yıkılıyor. Bu durumda Kürtler bir statü sahibi olabilir. Dolayısıyla bizim tapu senedimiz olan Lozan’da gedikler açılabilir. Ne yapalım edelim bu Ortadoğu kaosundan Kürtlere bir şey çıkmasına izin vermeyelim, bu ırkçı faşist rejimi yeniden restore edelim” diye düşündü stratejisini bu temelde belirledi.

Suriye Kürtlerine bunu dayattılar. Görüşmeler yaparak, kendilerine dahil ettikleri El Nusra, DAİŞ vb. gibi muhalif olarak adlandırdıkları cepheye katılmasını istediler. Kürtler bunu yapmadı, doğru görmedi. Rejiminde safına geçmediler. Kendi bölgelerini güvenliğini sağlamayı esas aldılar. Milliyetçi ve ırkçı olan bu iki taraftan da uzak durdular.

Türkiye DAİŞ’i Kürtler üzerine yönlendirdi ve bununla Kürtleri boğmaya çalıştı. Buradaki Kürtlere yardım temelinde PKK güçlerini de dağdan ovaya çekerek ovada enerjisini tüketmeye Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmeye çalıştı. DAİŞ Kobanê’ye saldırtıldı ve Kobanê yakıp yıkıldı. Kürtler çok sayıda insan kaybı ve maddi kayıp yaşadı, büyük bir trajedi ortaya çıktı. Fakat DAİŞ adeta kırıldı ve Türkiye’nin DAİŞ gibi örgütlerle Kürtleri boğma politikası boşa çıktı.

PKK’nin müdahaleleriyle Şengal’de soykırımın tamamlanması önlendi. Suriye’deki Kürtler de kendilerini YPG, YPJ olarak örgütlediler, askeri güçlerini toparladılar. Alanlarını koruyup güvenliklerini sağlamakta başarılı oldular.

Amerika da bunu gördü. Amerika baktı ki Musul, Reqa düşüyor, ordular dağılıyor ama DAİŞ’e karşı savaşan tek güç var Kobanê’de. Zaten Amerika Kobanê düşmek üzereyken müdahale etti. Eğer Kobanê düşerse mevcut olanlarda tutunamayacağına göre Ortadoğu büyük bir tehlikeye giriyordu. DAİŞ kasıp kavuruyordu. Amerika, Rusya, İran vb. herkes içinde sistem tehlike altındaydı. Kürtler Amerika’yı davet etmediler ve Amerika’yla bir anlaşma imzalamadılar. Kendileri ölümüne direndiler. Amerika’da bunu görünce karada savaşan ve direnen tek gücün Kürtler olduğuna ikna oldu. Bundan sonra Suriye Kürtleriyle Amerika ortak bir mevzide buluştu. Zaman ve tarih onları buluşturdu.

Bu devam etti. Kürtler etkili savaşınca Amerika’da bu ittifakı Reqa’nın düşmesine kadar sürdürdü.

Fakat Minbic Savaşı kazanılıp DAİŞ oradan süpürüldü, Kürtlerin önü açıldı. Türkiye Kürtler Efrîn ve Kobanê kantonlarını birleştirecek diye paniğe girdi. Alelacele İncirliği Amerika’ya açarak Ruslarla anlaşarak Cerablus ve Bab’a girdi, Minbic’i almak istediğini söyledi. Kürtler orada binin üzerinde yaralı ve şehit verdiler. Türkiye gelmiş, “Ben oraya el koyacağım. YPG oradan çıkacak” diyor. Türklerin saldırılarını durdurmak için YPG oradan çekildi, orayı Minbic Askeri Meclisi ve halka devrettiler. Amerika oranın güvenliğini üstlendi. Ama Türkiye ondan sonra hep Kürtleri taciz etti ve hedef gösterdi.

Reqa Hamlesine niye Kürtleri katıyorsun, benim büyük ordum var” şeklinde hep baskı yaptı. Amerika ve NATO’yla sürekli bilinçli olarak arasında gerginlik çıkardı, Almanya’yı malzemesine el koyarak, aşağılayarak İncirlik üssünden kovdu.

Tabi birde bunun iç politika ayağı vardı.

İç politika ayağı dediniz. Bunu biraz açar mısınız?

Erdoğan ancak ırkçı, faşist bir ittifak üzerinden Türkiye’de kalabilirdi. Kürt Halkı üstüne sürdürdüğü düşmanlık 6-8 Ekim 2014’te Kuzey Kürdistan’da büyük bir Kürt ayaklanmasına sebep oldu. Milli Güvenlik Kurulu’nu topladı ve savaş kararı aldı. 7 Haziran seçimlerini kaybetti. Kürtlerin içerde güç olduğunu görünce bundan da korktu. Bir de DAİŞ’le sonuç alamayınca kendisi de içerde büyük bir saldırıyı başlattı. DAİŞ’le sonuç alamayınca kendisi de içerde büyük bir saldırıyı başlattı. Bir gecede yüzlerce HDP’linin ve Kürtlerin evine baskın yaptı. Çöktürme planını hazırladı, bütün belediyelere el koydu, bütün Kürdistan dağlarını bombaladı, muhalif olabilecek herkesi tutukladı, MHP’yle hızla ittifak yaptı. 7 Haziran seçimlerini iptal etti. Darbe yaptı, 1 Kasım’da zorla ve katliamla iktidarı aldı.15 Haziran darbe girişimini karşı darbeye çevirdi. Olağanüstü Hal ilan etti.

İçerde ve dışarda bir savaş olmazsa zaten faşizm iktidarda kalamaz. AKP 7 Haziran seçimlerinden sonra MHP’yle açık bir ittifaka girdi, CHP’yi de ittifakın bir ayağı yaptılar. Büyük Birlik Partisi, Ergenekon, Doğu Perinçek vb’ler de katıldı. Bunu günümüze kadar da sürdürdüler. Türkiye tarihinin en ırkçı, en faşist bloku oluştu.

Dikkat edilirse faşizme her zaman düşman lazım. Bir de toplumun hafızasını silmek istiyor ki toplum sağlıklı düşünemesin. Çünkü o kadar yolsuzluk ve hırsızlık yaptılar ve bunlar ayyuka çıktı. Bütün bunlardan dolayı Erdoğan MHP ittifakıyla kaderini savaşa bağladı. Dışarda da düşman yaratması gerekirdi. En müsait düşman Kürtlerdi.

Erdoğan’ın özelde de 2011 Suriye iç savaşının başlaması ardından gerek bölge devletleri olsun gerek uluslararası güçlerle içine girdiği gerginlikler olsun düşman yaratma sorununun olmadığı herkesçe görüldü. Neden düşman olarak işaret edilmek için en uygun olan Kürtlerdi?

Onlara göre Kürtlerin uluslararası ittifakları yoktu, NATO vb. bir kurumun üyesi değillerdi, güçlü bir devletleri yoktu.

Sadece direniyorlardı, örgütleniyorlardı, arayışları vardı, demokratik temelde halklarla birlikten yanaydılar, Ortadoğu’da farklı bir ses ve soluk oldular. Yeni bir modeli temsil ediyorlardı. Kürtler, “Biz Suriye’yi ve petrolü ele geçirelim sadece Kürtlerin olsun” demediler. Böyle dar milliyetçi bir pozisyona girmediler. Eyn İsa, Reqa, Dêrazor’da Araplarla ortaklaştılar. Bugün QSD’de Arap sayısı Kürtlerden fazladır. Rojava’da çıkan petrolü bütün Suriye halkları kullanıyor ve herhangi bir ambargo uygulanmıyor. Egoist, bencil, imkanları diğer halklara karşı kullanan dar milliyetçi yaklaşımlara ve böyle tuzaklara düşmediler. Tabi bu durumda Kürtler öncülüğünde gelişen sistemin Ortadoğu’da bir modele dönüşmesine ve demokratik bir alternatif olmasına yol açıyordu.

Doğal olarak yerel ulus devletler ve otoriter rejimlerinde çok hoşuna gitmiyordu. Desteklemediler. Türkiye’de bunu sürekli bir tehdit unsuru olarak ele aldı. Türkiye Cumhuriyeti zaten halkların yok edilmesi üzerine kurulmuştu. Başta 1915’te Ermenileri başlayıp yok ettiler, Karadeniz’de Pontus Rumlarını yok ettiler. Ege’de diğer Rumları, Edirne’de Yahudileri temizlediler. Asurileri katlettiler. 1940’lara kadar Kürtlerle savaştılar, katliamlardan ve sürgünlerden geçirdiler. Cumhuriyet’in oluşum konsepti tek bayrak, tek dil, tek milletti dolayısıyla diğer halklara yaşama şansı bırakılmıyordu. Kürtler 1924’ten itibaren soykırım kıskacına alındı. O katliamlar ve fiziki tasfiyelerin yanında aralıksız kültürel soykırım ve asimilasyon sürdü. O’nun için Türkiye “Kürtler ben varım” deyince sen tehditsin, tehlikesin. Türkiye bölünecek. O zaman Kürt yok olmalı. Hiçbir parçada olmamalı. Suriye’de olursa Türkiye Kürtleri de olur. Irak ve İran’da bir şey isterse Türkiye Kürtleri de ister. O zaman yok olsun. Komşu devletlerle birleşelim, 4 devlet her zaman birleşip kapan kuralım ve Kürtleri boğalım” yaklaşımı ve siyaseti. Bu Türkiye Cumhuriyeti’nin milli stratejisidir. Bütün hükümetler bunu sürdürdü. Erdoğan’da bunu en üst biçimde sürdürüyor.

Ama her seferinde Türk ordusunun sivil kanında, çocuk ve kadın kanında elinin olmadığını söylüyorlar?

Erdoğan başta “Kürt sorunu vardır, çözeceğiz, benim sorunumdur” diyordu. Diyarbakır zindanı önünde ağlıyor, “Bu kadar zulüm olmuş” diyordu. Yine Dersim katliamından bahsediyor, “Gerekiyorsa özür diliyorum” diyordu. Ama şimdi dünyanın gözü önünde, canlı yayında aynısını kendisi yapıyor. Bir de açıklama yaparak, “Türk ordusunun kadın ve çocuk kanında, sivil kanında eli yoktur” diyorlar. Daha dün Roboski’de katledilenler içinde çocuk yok muydu? Dersim’de mağaralarda on binlerce sivili Türk ordusu katletmedi mi? Şêx Sait isyanında on binlerce Kürt insanı katledilip sürülmedi mi, bunu Türk ordusu yapmadı mı? Daha Şeladize’de referandum öncesi Türk uçakları 11 Güneyli sivil Kürdü vurup öldürdü. Ondan önce Kandil’de bir arabada 7 kişilik bir çoluklu çocuklu bir aileyi vurup öldürmediler mi? Cizre’de dedesinin kucağında bir bebeği vurup öldürmediler mi? Taybet Ana’nın cenazesi 1 hafta sokakta kalmadı mı?

Türkiye’nin her zaman eli Kürt kanında oldu. Her tarafından kan akan bir rejimdir Türkiye rejimi. Erdoğan kana doymayan, Kürt katliamına doymayan siyasetin İttihat ve Terakki’den gelen son temsilcisi, zirvesidir. Bunun başka hiçbir tanımı olamaz. Mesela Türkiye’de hiç kimse “Kürt sorunu vardır ve çözümü nasıl olacak” diyemiyor, hiç kimse ağzını açamıyor.

Türkiye’nin 20. yy’da da Kürtlere karşı geliştirdiği katliamları açtınız. Fakat bugün Kürtler 21. yy bilgi iletişim çağı ve Kürtler DAİŞ’e karşı mücadeleleriyle kendilerini ispatladılar, kurdukları demokratik sistemle de siyasal güçlerini de ortaya koydular. Türkiye’nin bu politikalarını yani Kürtleri düşman ilan etmesi ve Efrîn’i işgal saldırısını başlatmasına zemin sunan durum, ortam nedir?

Türkiye Ortadoğu’da halen var olan kriz ve kaosu Kürtlerin aleyhine kullanmak istedi. Baktı ki Amerika, Rusya, İran herkes kendi çıkarları peşinde, kimse Kürtler için savaşacak halde değil. O da “Ben de sizin bu kriz kaosa böyle bir tekme vururum, derinleştiririm, karıştırırım.

Efrîn işgal saldırısını da öyle ele alalım. Yani Kürtlerin bir statüsü, adı ve sanı olmasın diye yapılan bir saldırıdır. Ama saldırılan Efrîn’de ne vardı? 400 bin civarında Kürt vardı, Suriye iç savaşının başlamasıyla savaşın yıkımından kaçan bir o kadar da göçmen gelmişti ve bir barış adası gibiydi. Birkaç bin milis sadece DAİŞ ve El Nusra’nın saldırılarına karşı kendini koruyordu. Türkiye’yi tehdit etmesi diye bir şey gerçekte değildir, böyle bir gücü de yoktur. Türkiye NATO üyesidir, NATO’nun 2. büyük, Ortadoğu’nun en büyük ordusudur. Yine Ortadoğu ve dünyanın en ırkçı, faşist ordusudur. 40 yıldır Kürdistan dağlarını tankıyla topuyla bombalıyor, tecrübelidir, küçücük Efrîn’i 3 koldan sarmış. Böyle bir durumda Efrîn nasıl Türkiye için bir tehdit olabilir ki. Milyonluk ordu ve devleti hangi güçle, nasıl tehdit edebilir? Uçaklar üzerinde cirit atıyor, düşürmek için bir füzesi yoktur. Türkiye için nasıl tehdit olabilir? İşte buna yol açan devletlerin hesap vermesi lazım.

Buna yol açan devletler derken Rusya ve Amerika’yı kastediyorsunuz? Onların Türk devletinin Efrîn ve Kuzey Suriye’ye saldırılarında rolü nedir?

Mesela Rusya Cerablus’ta ve Bab’da önünü açtı. En son Astana’da İdlib için görüştüler. Bir “Gözlem ve barış gücü gelecekti ki İdlib’deki silahlı güçlerle rejim arasında çatışmalar olmasın, Türkiye’yi de buna dahil ettiler. Diyelim ki 100 civarında gözlemci bir güç gelecekti Türkiye hemen tankları, topları getirdi ve yönünü Efrîn’e çevirdi.

Rusya bunu kendisi de söyledi, “Türkler bizi kandırdı, gözlem gücü yerine savaş gücü getirdi” dediler. Bunu bildiği halde sırf aralarındaki bölgesel rakabetten dolayı Amerika’yı zora düşürmek için Kürtleri kurban etti. Rojava’nın, Fırat’ın batı tarafının hava sahasını Rusya üstlenecekti.

Amerika’yı bununla Suriye’de nasıl zayıf düşürecekti. Biraz açar mısınız?

Amaç şu Türkiye Kürtlerle savaşır ve O’na Efrîn’i işgal ettirirse Kürtler Fırat’ın doğusuna sıkışacak. Amerika’da Fırat’ın doğusunda Kürtlerle ortak hareket ederek DAİŞ’e karşı savaşıyor, “Ben 2 yıl daha kalacağım daha DAİŞ artıkları temizlenmemiş” dedi. Burada hem Amerika’yı zayıf düşürmek hem de Amerika’yı Türkiye’yle karşı karşıya getirmek istedi.

Türkiye dehşete düşmüş. “DAİŞ bitti, Reqa kurtuldu Amerika nasıl Suriye’den gitmiyor, Kürtlerle birlikte hareket edip onlara silah veriyor” diye dehşete düşmüş. Bu konuda dünyayı ayağa kaldırdı. Rusya Türkiye’nin Kürt düşmanlığını biliyor. Tabi bununla birlikte Türkiye’den alacağı tavizleri de hesaplayarak Efrîn’i açtı.

İşte iki büyük devletin bölgesel rekabeti ezilen, mazlum Kürt halkının başına patladı. Kürtlerle anlaşmazlıkları ve taktiksel sorunları olabilir, birbirini eleştirebilirler. Yine bu konularda görüşebilirler, uzlaşır ya da uzlaşmazlar. Fakat Rusya’nın bu yaptığı bir katliam ve işgalin önünü açmaktır. Dolayısıyla suç ortağı oluyor. Çünkü Fırat’ın batısının hava güvenliğini Rusya üstlendi.

Amerika’da Türkiye’ye adeta hedef gösterdi. “Orasıyla benim işim yok, ben karışmıyorum. Oradaki Kürt güçleriyle ben DAİŞ’e karşı savaşmıyorum” dedi. Üstünden attı, Türkiye’yi yem olarak önüne attı. Rusya’da hava sahasını ve işgal kapılarını açtı. Orada yüzbinlerce insan, sivil nüfus, yerleşik bir halk işgalin ve saldırının kurbanı oldu. Rusya böyle büyük bir suç işledi.

Daha önce Putin, “Tarihte Ortadoğu’da Kürtlerle her zaman iyi ilişkilerimiz var ve bunu geliştirmek istiyoruz” dedi. Böyle bir gelişme oldu işte. Kürtlerin Rusya’yla olan güven temelindeki ilişkilerinde öyle bir tahribat ve yara açtı ki bu kolay kolay kapanmaz. Şimdi Efrîn halkı bombardıman altında, köyleri ve şehirleri yakılıyor, sivil halk yerinden yurdundan ediliyor ve kökü sökülüyor. Türkiye, “Orayı temizleyeceğiz ve asıl sahiplerine teslim edeceğiz” diyor. Asıl sahipleri oranın yerleşik halkı ve oranın yerleşik halkı. “Yine Türkiye’ye geçen mültecileri getirip oraya yerleştireceğim” diyor. Yani Arapları getirip Kürt bölgesine yerleştirecek. Yani Kürtlere etnik temizlik yaparak DAİŞ, Nusra artıklarını, Türkmenleri, kendine bağlı bazı güçleri oraya yerleştirip topraklarına malına mülküne el koyacaklar. Kürtler o zaman nasıl geri dönecek.

Yani Rusya burada herhangi bir manevra ve taktik yapmış olmuyor. Sonuç olarak tarihsel olarak bir soykırıma, etnik temizliğe zemin açıyor. Böyle büyük bir suçun ortağıdır.

Yine orası aynı zamanda Suriye toprağıdır. Türkiye “Biz Suriye’nin bölünmesine karşıyız” diyordu. Kürtler hiçbir zaman “Suriye’yi bölelim ve ayrı bir devlet kuralım” demediler. Efrîn şu anda uluslararası hukuka göre Suriye toprakları. Suriye halklarının bu işgal ve tecavüzden rahatsız olmaması mümkün müdür?

Bugün Kürtleri hedef alan bir Türkiye yarın Arapları rahat bırakır, Araplar üzerine hesap yazmaz mı? Yarın kendinden olmayan Arapları temizlemeyecek, Suriye rejimi üzerine baskı yapmayacak mı? Türkiye ne Araptır ne de Suriye’de yaşıyor, Soçi’de ne işleri var. Ama Soçi’de dikte ettiriyor ki kim katılacak kim katılmayacak. Astana’da kim nasıl davranacak diye dikte ediyor.

Türkiye kendini zorla Suriye’ye müdahil yaptı ve bunun önünü açan Rusya’nın bu tutarsız politikalarıdır.

Peki bu şekilde Rusya gerçekten Suriye’de inisiyatifini koruyabilir mi?

Sonuçta zararlı çıkacak. Rusya İdlib konusunda belli kazanımlar elde edebilir ya da bazı petrol hatları üzerinden Türkiye’den tavizler alıp ekonomik avantajlar sağlayabilir. Ama uzun vadede bölge büyük bir katliamın, kaosun, istikrarsızlığın ve güvensizliğin içine yuvarlanacak.

Rusya buna çok fazla alet olmamalı. Halkın gördüğü zararı, Kürtler üzerindeki tahribatı, Efrîn’deki yıkımı görmeli ve artık Türkiye’nin bu kirli faşist oyunlarına ve katliamlarına dur demeli, bunun bir sınırı olmalı. Bir halk yok ediliyor, bir coğrafya etnik temizliğe uğruyor. Manevra ve herhangi bir çıkarla kıyaslanamaz. Hadi diyelim ki Efrîn’i verip İdlib’i aldı. Rusya’nın bunda ne faydası var, niye Suriye’yi parçalıyor. Niye egemenlik alanları el değiştiriyor. Hani Rusya Suriye’nin bütünlüğünü savunuyordu. O’nun için Kürtlerle görüşmeler yapıyordu. Kürtlerle anayasa ve çözüm görüşmeleri yaptılar.

Kürtler her zemin ve platformda Suriye devletiyle görüşmeye, ortaklaşamaya, demokratik anayasal bir sistem temelinde Suriye’nin bütünlüğü içinde kalmaya hazır olduklarını söylediler. Kürtler rejime ve Rusya’ya düşmanlık yapmadılar, her zaman dostluk arayışı içerisinde oldular.

Evet Amerika’yla birlikte DAİŞ’e karşı mücadele ettiler. Ama Amerika’nın askeri rejimin ve Rusya’nın karşıtı, düşmanı olmadılar. Kendi özgün, demokratik projelerinden vazgeçmediler. Bütün çözüm arayışları Suriye’nin birlik ve bütünlüğü temelinde oldu. Bu konuda rejimle bir anlaşma olsaydı zaten yabancı devletlerin orada kalmalarının bir gereği de sınırlanırdı.

Yine Kürtler demokratik ve yeni anayasal bir Suriye’de Rusya çekilip gitsin de demediler. Rusya’nın Suriye’den çekilmesini savunmadılar. Çünkü Rusya’yı kendi karşıtı ve düşmanı görmüyorlardı. Rusya Suriye devleti ve hükümetiyle anlaşıyorsa kalabilir. Kürt bunu kendine sorun yapmadı. Yine Kürtler “Amerika kalsın” da demiyor. Amerika ve Rusya kendi arasında anlaşır demokratik bir rejim oluşur, o temelde kalırlar. Kürtlerin zaten herhangi bir devleti orada tutmak gibi bir gücü, bir de öyle bir politikası da yok.

Fakat Rusya ve Amerika bu çelişkileri birbirine karşı böyle bir halkı yok edecek, feda ve kurban edecek pozisyona girmemeliydi.

Amerika’nın bu çıkar çatışmasına Kürtlerin kurban edilmesindeki rolü nedir?

Amerika niye desin ki “Biz orda Kürtlerle birlikte hareket etmiyoruz” bu doğru değil ki. Yüzlerce Efrînli savaşçı gelip Reqa’da savaşa katıldı. Her zaman DAİŞ’le savaştılar. Orayı El Nusra ve diğer çetelere karşı korudular. Bu Amerika’nın DAİŞ’e karşı savaşına bir katkı değil miydi? Peki nasıl bir bölgeyi sen açık hedef haline getirirsin? Rusya’yla ağırlığını koysalardı Türkiye’nin gücü zorla Rusya’ya hava sahası yasağını kaldırtmaya gücü yetmezdi.

“Türkiye’nin sınır güvenliği noktasındaki kaygılarını anlıyoruz” şeklinde cümleler kullanılıyor. Bunlarda sahte ve saptırma söylemlerdir. Özellikle NATO yetkilileri bunu söylüyor. NATO zaten suçludur. Türkiye’yi Ortadoğu’nun başına bela ettiler. Kürtleri yok etmek ve asimile etmek için Türkiye’ye cesaret verdiler, Türkiye’nin bütün ırkçılık ve militarizmini kabullendiler. “Türkiye’nin kaygısını anlıyoruz” diyor. Türkiye’nin 1 milyonluk ordusu var, kim Türkiye’yi tehdit edebilir, Kürtlerin hangi ordusu var? daha üzerindeki katliamı ve asimilasyonu durdurabilmiş değiller. Peki Kürtlerin kendini savunma kaygısı ve hakkı yok mudur?

Şimdi Efrîn işgal ediliyor yani. Zaten Türkiye sınırı tuttu. 910 km boyunca duvar örüyor. Eskiden de sınır mayınlıydı. Duvarın arkasında tankını topunu yerleştirmiş. Niye bunlar Türkiye’yi korumaya yetmiyor mu? Türkiye’nin kendini koruması için gelip Efrîn’i işgal etmesi mi lazım.

Kaldı ki Türkiye Minbic, Şengal’i alacağını ve bütün Rojava’yı işgal edeceğini söylüyor. Kim ne derse desin? Bu nasıl bir kaygıdır. NATO ne düşünüyor. Bu kadar oportünizm ve vicdansızlık mı olur? Ondan sonra da Türkiye’ye “Orantılı güç kullan” diyor. Her gün 15-20 uçak kalkıp Efrîn’i vuruyor, Kürtlerin bir tane uçağımı var. Efendim, “Yok çok yıkım olmasında”, kime hitap ediyorsun, kim seni dinler. Bu ordu zaten onun için giriyor. Normal bir biçimde gelmiyor ki savaşla geliyor. Savaşın olduğu yerde ölüm ve yıkım olur. Bu kadar uçak, tank ve topun yönünü oraya çevirmişsin sivilde ölecek, yıkımda olacak, katliamda olacak. Bunu durdurmanın bir yolunu bulmak lazım. NATO neden Türkiye’yi başta zorlamıyor, “Kürtleri asimile etmekten, sınır ötesinden Kürtlere saldırmaktan ve katletmekten vazgeç” bunu demesi lazım. Burada Türkiye’nin ırkçılığını ve saldırganlığını kırması lazım. “Türkiye’nin kaygılarını anlıyoruz” dedin mi suç ortağısın ve Türkiye’yi savaşa teşvik ediyorsun. Türkiye’nin elinde “kendimi savunuyorum” dan başka hiçbir argüman kalmamış.

Ama işte dünya alem de bunu biliyor Kürtlerin Türkiye’yi tehdit etme gibi bir durumları yok. Ekonomik bütçeleri açıklandı ve ordu, istihbarata en büyük pay ayrılıyor. Militarize olmuş, tepeden tırnağa silahlanmış bir ülke. Türkiye toplumu da düşünsel, ruhsal ve fiziksel olarak silahlandırılmış. Kürtler bugün büyük bir soykırım altında. Yine Türkiye içinde Kürtler Kürtlük adına sokağa çıkamıyor ve iki kelime konuşamıyor, gerçekten büyük bir soykırım altında. Hem fiziksel olarak hem de kültürel olarak böyle. Erdoğan “Türkiye’de sokağa çıkan Kürdü vururum” dedi. Yani Kürtler işgale karşı sokağa çıkarsa katliam yapacaklar. Amerika, Avrupa o zaman ne yapacak. Niye bir gün Kürtlerin kaygısını taşımıyorlar. Türk ırkçılığının kaygısı onların boynuna borç mu yani.

Ezilen, mazlum Kürt halkı içinde bir kaygıları ve girişimleri olsun. Birleşmiş Milletler, AGİT, Avrupa Parlamentosu ne güne duruyor. Balkanlarda öyle oldu soykırım oldu, sonra da soykırımcıları yargılıyorlar. Ama sizin gözünüzün önünde oldu. Ne diye önlemedin? Katliamı, soykırımı şimdi önleyin, daha olmadan önleyin.

Avrupa’da bu konuda suçludur. Her zaman Türk ırkçılığının palazlanmasına zemin oldu. Eleştirileri de çok tutarlı değil Kendi kamuoyunu yatıştırmak ve Avrupa halklarının vicdanının harekete geçmesini önlemek içindir.

Erdoğan ve Almanya seçim sürecinde boğaz boğaza geldiler ve birbirlerini rezil ettiler. Ama alttan bakın Türkiye’deki tankları yenileme anlaşması yapmış. İngiltere yine öyle. 1992’de Genel Kurmay Başkanı Doğan Güreş İngiltere’ye gitti geldi, “bize yeşil ışık yaktılar” dedi. 4 bin köyü ve 17bin faili meçhul cinayeti İngiltere’nin desteğiyle yaptılar.

Aynı şey Fransa ile de yapıldı. Fransa sözde Suriye’de aktif görev üstlenmiş, DAİŞ’e karşı Kürtlerle işbirliği yapıyor. Türkiye’ye karşı tavır alacağına Türkiye onlara bazı sus payları veriyor, Kürtleri de oyalıyorlar. Sözde Kürt dostu geçiniyorlar ama dostluğa dair hiçbir girişimleri yoktur.

Suriye’de ayrı bir devlettir. Niye topraklarını Türkiye işgaline açıyor. Hem de Suriye’nin sahibi Rusya değildir, ittifakıdır. İttifakları üzerinden Rusya böyle Suriye topraklarını pazarlayarak işgale ve yeni kanlı sayfalara açmak büyük devlet olmak değildir. Büyük devletler böyle küçük oyunlar yapmaz ve halkları kurban etmezler.

Zaten Kürtler üzerinde daha önce olumlu bir etkisi yok. Mahabat’ı terk edip İran’a ezdirdiler. Kızıl Kürdistan’ı yine öyle yaptılar. Kürtler bu konuda zaten yaralı ve tarihsel yaralar kapanmamış. Dünya alem biliyor ki Türkiye rejiminin tarihi Rus düşmanlığı var.

Türkiye, Rusya uçağını düşürdü ve “Bir daha düşürürüm” diyerek Rusya’ya meydan okudu. NATO’ya gitti ve Rusya ile NATO’yu karşı karşıya getirmek istedi. Şimdi güya Rusya Türkiye’yi kullanıyor ve Amerika’yla arasını bozuyor. Bundan bir sonuç çıkmaz, Rusya buradan bir sonuç alamaz. Rusya buradan geçici çıkarlar sağlayabilir ancak. Türkiye’nin NATO’yu terk edip Amerika’nın müttefiki olması gibi bir durum olamaz. İran’la da olmaz tarihsel kan uyuşmazlığı, çelişkiler var, Türkiye bölge egemenliği peşindedir. Asla İran’la uyuşmaz. Ama Kürtler konusunda hepsini kullanıp Kürtleri ezdirmek istiyor. İran’ın da demokratik yollarla çözmediği kendi Kürt sorunu var. İran Suriye’de hakim olmak istiyor. Burada Kürtleri kontrol altına alamayınca burada ezdirmek istiyorlar. Böylece hem Türkiye hem de Kürtler zayıf düşecek hem Kürtlerle Amerika’nın arası bozulacak.

Böyle herkes karıştırıyor ve bu hengame de yine mazlum bir halk olan Kürtler eziliyor. Çünkü Kürtlerin düzenli orduları, uluslararası büyük ittifakları yok, hava savunmaları yok. Gelen giden kafasına vurmak istiyor. Eğer Ortadoğu’da istikrar ve huzur gelişsin, kriz-kaos derinleşmesin isteniyorsa devletler bu dizginsiz çıkar ve egemenlik anlayışlarını biraz dizginlemelidirler.

Biz, “Herkes çekilsin gitsin” demiyoruz. Biliyoruz çıkarları peşindeler ve bunları savunacaklar. Ama halkları boğdurmasınlar, felaket ve faşizm getirmesinler.

Amerika ve Rusya her ikisi de “Biz katı, diktatoryal rejimlere karşıyız” diyorlardı. Peki nerde inşa ettikleri demokratik rejimler, hangi demokratik rejimi şu ana kadar desteklediler?

Türkiye tarihinin en katı, ırkçı ve faşist dönemini yaşıyor. Rusya Türkiye’nin yanında şimdi, İran Türkiye’yle halen iş yapıyor. İran ve BAAS kendini değiştirip demokratikleştirdi, eski zihniyetinden vazgeçti mi? Hayır. Arabistan ve diğer ülkeler değişti mi? Hayır. Ne oldu? Mevcut durumda uluslararası güçler yine diktatoryal, otoriter, kaskatı rejimlerle sadece egemenlik yarışı yapıyorlar. Bir değişim, umut, akıl yok.

“Arap Baharı” dediler ama Arap kışına çevirdiler. Mevcut kurulan rejimler eskisinden de beter. Daha fazla kriz-kaos kanlı boğazlaşma ve çatışmalar var. Suriye’de DAİŞ darbelendi, El Nusra İdlib’de sıkıştırıldı, halklar birleşip sorunu çözecek derken Türkiye’nin işgaline açılarak tekrardan kalkıp kanlı bir kuyuya attılar. Suriye’de yeni bir felaket ve çatışma ortamı oldu. Bunun üzerine nasıl bir demokrasi ve barış ortamı kuracaksın?

Peki Türkiye’nin Efrîn işgal saldırısını gerçekleştirmek için kullandığı “terörizm”, “PKK’nin DAİŞ’le aynı olduğu ve PKK’ye karşı savaştığı” gibi argümanları nasıl ele alıyorsunuz?

Kürtler Türklere ne yapmış ki bütün ordusunu, uçaklarını,tanklarını, toplarını, çetelerini Efrîn üzerine getirmişler saldırıp, bombalıyorlar. Bütün gücünü daracık bir bölgenin üzerine getirerek bu kadar büyük bir azap ve kinle, Türkiye içerisinde büyük bir ırkçı faşist hava estirerek saldırıyorlar. Bu ne biçim bir kin ve düşmanlıktır. Kürtlerin bütün arayışlarını, 100 yılın Kürt sorununu “terörizm” kelimesine indirgemişler.

Ama tabi şimdi Kürtler Türkiye’nin ırkçı faşist politikalarını çok açık gördü, dünyadan da artık tepki alıyor. Şimdi de sıkışmış “PKK’yle DAİŞ aynıdır, biz PKK’ye karşı savaşıyoruz” diyor. PKK Suriye’de yok. PKK “Ben Suriye’de değilim, Suriye Kürtleri kendilerini örgütlemiş ve kendi kendilerine yetiyorlar” diyor. “PYD, PKK aynıdır. Nasıl ki Avrupa ve Amerika vb. PKK’ye terörist diyorsa PYD’ye de aynısını diyecek” diyor. E senin KDP’yle aran iyiydi, O’nu yedeğine almış ve PKK’ye karşı kullanıyordun. Peki ne oldu, niye Barzani’ye saldırdın, askerini getirip Silopi kapısına tankların yönünü Hewler’e çevirdin, Kerkük’ü teslim ettin? O da mı senin deyiminle “teröristti”?

“Olmaz Irak’ı böldürmeyiz, referandum yapamazlar, devlet kuramazlar” diyor. Dikkat edersek yani Kürtlerin bütün hak ve statü arayışları ağır ve kanlı bir düşmanlıkla karşılık buluyor. Ama dünya DAİŞ şahsında terörizmin ne olduğunu gördü. Halklar katledildi, camiler patlatıldı, Avrupa’nın göbeğinde bombalamalarla yüzlerce insan öldürüldü. Ne kadar çok öldürseler o kadar iyi diyorlar.

Peki PKK dünyanın neresinde öyle bir eylem yapmış? PKK Türkiye’de halkların hakkını savunma dışında nerede savaş geliştirmiş, bu savaşın kapsamında sivilleri ne zaman hedef almış, hangi halka ve inanca karı düşmanlık geliştirmiş? Yok öyle bir şey. Ortadoğu’da sadece bütün halklarla kardeşlik ve barış içinde yaşamak isteyen ve temel olarak da Kürt halkının varlığını korumaya dönük bir çalışma yürütüyor.

40 yıldır Türkiye’ye Kürtler ve PKK’ye karşı dünya çapında söylemediğini ve yapmadığını bırakmadı. PKK buna rağmen de hiçbir gün Türk halkına düşmanlık ve ırkçılık yapmadı. Fars ve Arap halklarına da karşı da düşmanlık yapmadı. Her zaman, en yalnız bırakıldığı dönem de bile “halkların kardeşliği” dedi.

Ama işte Avrupa ve Amerika eskiden PKK’yi “terörist” ilan ettirmiş, bunu herkesin gözüne sokuyor. “O zaman PYD’yi de PKK gibi terörist ilan edeceksin. Ben yoksa Suriye, Irak, Türkiye içini ve dünyayı yıkarım” diyor. Evet yıktı. 5 bin yıllık tarihi Sur kentini, Cizre’yi ve Şırnak’ı yıktı. Çöktürme planına göre de halkın evlerine ve arazisine dönüşüne izin vermedi. Şimdi Türkiye karışmasaydı Sur, Cizre, Şırnax vb. halkı evlerini 10 defa onarmıştı. Kürtler birbiriyle dayanışma içerisinde onarıp evinde ve mahallesinde otururlardı. Ama bırakmıyorlar, çünkü karar almışlar ve etnik temizlik yapıyorlar. Kökünden koparıyorlar, Kürtlük bilincinin olduğu her yeri saldırı altına alıyorlar.

Alsın herkes çöktürme planına bir kez daha baksın. “Acımasız olacaksınız, yargıdan korkmayacaksınız, yargı ve basında bunun bir parçası olacak, basın sivil kayıpları vermeyecek, yakıp yıkmadan çekinmeyeceksiniz ve yakılan yerlerin sahiplerinin eski yerlerine dönmesine izin vermeyeceksiniz” diyor. Bunu 2014 MGK toplantısında onaylamışlardı.

Şimdi Efrîn içinde yürürlükte olan plan böyle değil mi? Efrîn savaşının başlamasının hemen ardından basına yine çeşitli maddelere dayanan bir ültimatom verdiler.

Güncelleştiriyorlar, program aynıdır. Esası Sri Lanka modelidir, tümden yok etmedir. Ama Sri Lanka dünyada açık katliam olduğu için o ismi takamıyorlar. “Çöktürme planı” diye adlandırmışlar. Ama içeriğini okuduğunda tamamen bir halkı yok etmek, yerinden yurdundan etmek, etnik temizliğe tabi tutmaya dayanıyor ve bu 4 parçayı da kapsıyor.

Efrîn işte bunun son uygulama alanı ve güncelleşmiş alanıdır. Dikkat ederseniz Türkiye’de yüzlerce tv, dergi, ajans vb. basın kuruluşu var ama bir tanesi bile “Türkiye’nin Suriye’de ne işi var, Efrîn’i niye işgal ediyor” diyemez. Bütün gazete ve TV sahiplerini çağırdılar, talimat verdiler ve kavramları belirlediler. O kavramlar dışında hiç birisi TV’ye çıkıp tartışma yürütemez. TV programlarına çıkarılan bütün uzmanlar, vs. hepsi AKP ve MİT’in elemanlarıdır, özel savaşçılarıdır. Fikir, bilim ve vicdan adamı yoktur, hepsi seçilmiş elemanlardır. Çıkardığı Kürtlerde hain, MİT’e çalışan insanlardır. Başka hiçbir Kürdün, barışseverin, demokratın sesi orda duyulamaz.

Türkiye sanki tepeden tırnağa faşist bir ülke; ezilenleri, emekçileri, aydınları, sol kesimleri yokmuş gibi görünüyor. Onların elinden her şey alınmış ve gasp edilmiş. Türkiye’nin düşünce ve emek dünyası, toplumsal alanı hepsi devlet, AKP ve MHP eliyle gasp edilmiş. Beyin tüketilmiş, sağır ve dilsiz edilmiş. Türkiye karanlıklar ve körlükler içinde bir ülkeye çevrilmiş.

Gerçekten Türkiye tarihinde bu kadar karanlığa, körlüğe ve faşizme boğulmamıştı. Biz 12 Eylül darbesini de yaşadık. Askeriye yönetime el koydu. Ama o zaman bu kadar TV yoktu sadece TRT’ydi, internet yoktu, ordu topluma bu kadar hakim değildi. Askeri mahkemelerin kalitesi kesinlikle bu günkü mahkemelerin kalitesinden üstündü. Biz yargılandık, idamlar aldık, yargı emir komuta içinde çalıştı ama sıkıyönetimin hakimleri kesinlikle şimdiki hakimlerden daha kişilikliydiler. Bir hiyerarşileri ve işleyişleri vardı. Ama şimdi bütün mahkemeler başı bozuk bir çetenin elinde ve çete gibi çalışıyorlar. Bir mail atan adamı hapse atıyorlar. Erdoğan Türkiye’nin en itibarlı kuruluşu tabipler birliği için “terör seviciler” diyor, 2. gün polis evlerine baskın yapıyor. Tek askeri otorite olduğu halde Kanan Evren bu kadar hükmedemiyordu.

Türkiye üstelik bu arada 30 yıllık kanlı çatışma, barış ve çözüm görüşmelerini yaşadı. 2013-2014 Barış görüşmelerine toplumun yüzde 70-80 desteği vardı. Ne oldu da şimdi toplum yüzde 100 savaş sevici oldu. İşte bu rejim, bu faşizm basını ve Türkiye’nin tümünü teslim alarak aykırı seslere izin vermiyor. Erdoğan şu anda seçime girse seçimi kazanamaz ve bunu biliyor, kendi anketleri bile bunu gösteriyor. Bunun için savaşı şiddetlendiriyor. O nedenle Türkiye’nin bölünme kaygısını öne çıkararak, Kürtleri büyük bir tehdit gibi göstererek, sol demokratik çevreleri de bastırarak bir savaş kazanan bir gazi ve kahraman imajıyla tekrardan seçimi gasp etmek istiyor.

Bu adamın akibeti hapishanedir. Bakın onu yargılamak için dosyalar hazırdır. Amerika’daki dosyalara, Zarrab dosyalarına bakın, 17-25 Aralık operasyonlarına bakın, DAİŞ’le ilişkileri, şu anda bunlar somuttur yani dosyalar somut. Şu anda gizli ödenekler, savaş bütçeleri, milis örgütlenmeleri, paralel devletler bunlar hepsini kendisi ayrıca kuruyor. Bunlar hepsi yasalara göre suçtur. Eski Hizbullah artıklarını silahlandırıyor, içerde bir Türk Kürt savaşının zeminini hazırlıyor. Koruculuğu güçlendiriyor, ajan faaliyetleri ve yozlaştırarak toplumu toplum olmaktan çıkarma faaliyetleri yürütüyor. Şu anda Türkiye’de göz altılarında tecavüz, sorgusuz sualsiz binlerce insanı yıllarca hapiste tutma, işkence her dönemdekinden daha fazladır. Her zaman normal olan ve yasal olan şeyler yasalar değişmediği halde şimdi suç oldu.

Türkiye’de anayasa mahkemesi bitti, anayasa devre dışı, parlamento devre dışı ve hepsi bitti. Kanun Hükmünde Kararnamelerle istediklerini işten, istediklerini de hapse atıyorlar. “Düşünebiliyor musunuz darbeciliğe ve teröre karşı silah alanlara için yasal muafiyet” diyorlar. Bu normal bir devlette olabilecek iş mi? Zaten resmi silahlı güçlerin, mahkemelerin ve cezaevlerin var. Niye bir de sivillere dokunulmazlık getiriyorsun? İşte El Nusra ve DAİŞ gibi çeteleri, ırkçı ve mafyacı çeteleri yarın halkın üstüne salacaklar ve artık kim kimi öldürdüyse… Böyle iktidar olmak istiyorlar. Kanlı iktidar olmak istiyorlar. Erdoğan polisi de ikinci bir orduya dönüştürmüş olmasına rağmen halen korkuyor. Dikkat edin yanında AKP kurucularından kimse kalmamış onlardan da korkuyor. Ağzını açanı hain ilan ediyorlar. Abdullah Gül bir iki eleştiri yaptı O’nu da tehdit ettiler, korkudan ağzını açamıyor. Ancak zorbalık ve faşizmle iktidar da kalabilir, başka hiçbir biçimde Erdoğan’ı kimse iktidardan alamaz.

Çünkü iktidardan düşerse ağır suçları var, hapse girecek ve hesap verecek. Ondan kurtulmak içinde savaşa sarıldı. Bunun en büyük kurbanı da Kürtler oldu. Efrîn saldırısı onun için bulunmaz bir fırsat. Amerika seyrediyor, Rusya onay verdi ve suç ortaklığı yaptı, Türkiye’nin bütün kesimlerini susturdu ve savaşın yanına çekti. Avrupası da oportünistçe seyrediyor ve sıradan eleştirilerle işi kurtarmaya çalışıyor. Kurbanda yine aleviler, Kürtler ve ezilenler.

EFRÎN DİRENİŞİ

Türkiye ilk saldırdığı akşam 20 Ocak günü yani uçaklarla 108 noktayı vurduğunu söyledi. Tabi binlerce tank, top atışları ve hava saldırılarıyla beraber. Bu 11 günü geride bıraktı. Muazzam bir atış gücü, büyük bir hava üstünlüğü ve deneyimiyle Suriye ve Irak ordusu buna kaç gün direnebilir. Buna bir gün bile dayanamazlar. DAİŞ’in önünden kaçtılar. Fakat bu nasıl bir irade ki bu kadar ağır savaş araçları ve saldırıları altında halk muazzam bir direniş ortaya koyuyor. Muazzam bir irade ve özgürlük tutkusu var.

Bir de Kürtler ve Efrîn halkı Türkiye’nin Suriye’yi işgal etmek istediğini, Suriye halkına saygı duymadığını görüyor ve buna karşı ölümüne direniyor. Bu halkın vicdanından gelen bir durumdur. Nerde zulüm çoksa nerde haksızlık gözü karaysa bileceğiz ki orda da büyük direnişler ortaya çıkar. Herkes teslim olmaz, kaçmaz. Arabistan’ın Cariye döneminde Hz. Muhammed çıktı, yeni ve örgütlü bir toplum kurmak için bütün ömrünü bu işe adayarak reformlar yaptı. Bir yandan böyle gözü kara ve büyük ölüm araçlarıyla çok dengesiz ve zalimane bir biçimde Efrîn’in ve Kürt halkının üzerine ölüm yağdırılıyor. Ama kimse buna karşı duramazken bir avuç Kürdistanlı ve Suriyeli savaşıp burada direniyor.

Bu büyük bir manevi güçtür. İnsan demek ki bütün silahlardan üstünmüş. İrade çok önemli. İrade bütün zorlukları yener ve bütün zorbalığa karşı direnerek özgürlük, eşitlik ve adaleti inşa edebilir. Yeter ki bu konuda ikna olsun, örgütlü olsun, bu konuda adım atma gücünü kendinde göstersin. Efrîn Direnişi işte böyle geliştirilen bir direniştir ve büyük tarihi sonuçlara yol açacak bir direniştir.

Şu anda da bütün dünyada bu direnişin etkileri dalga dalga yayılıyor ve 3 Şubat’ta dünyanın onlarca merkezinde Efrîn eylemleri gelişecek. Bu konuda neler belirtmek istersiniz?

Şunu görmek gerekir dikkat ederseniz 68 Avrupa gençlik hareketi adalet, özgürlük, vicdan sloganlarıyla kamplara dayalı kurulu dünya sistemine karşı Avrupa’yı salladı. Sonra Amerika’nın Vietnam işgali dünya halklarının tepkisini çekti, dünya halklarını harekete geçirdi ve Amerikan halkları ayaklandı. Savaş öyle sonlandırıldı.

O zamandan beri dünyada halklara ilham veren moral veren güçlü hareketler çıkmadı. Sovyetlerin yıkılmasıyla beraber halklar adeta umutsuz ve alternatifsiz bırakıldı. Rusya zaten kendisini toparlamakla uğraşıyordu. Rusya’da şu anda dünyaya demokratik bir alternatif sunmuyor zaten. Amerika’da eski egemenlik alanlarını kaybetmemeye çalışıyor. DAİŞ’te buna biber ekti. Bir karabasan ve kabus gibi bütün halklara, inançlara, tarihe saldırdı ve insan hafızasına karanlık bir perde çekmek istedi. Kendinden olmayan herkesi öldürmeyi hak gördü ve bu konuda fetva verdiler. Burada işte Kürtler direniyor, demokrasi ve özgürlük diyorlar.

Güçlü bir kadın hareketi oluştu. Siyaset sahnesine çekildiler. Kadınlar DAİŞ zihniyetine ve faşist rejimlere karşı direnmeye başladı. Ezilen bir halk olan Kürtler hem Türk faşizmine hem DAİŞ faşizmine hem de özgürlüklere kastedenlere karşı sıfırdan başlayarak örgütlendiler ve direndiler.

İnsan iradesini temsil ettiler. Dikkat ederseniz Kürtler herhangi bir devlete, maddi imkanlara, silaha ve tekniğe dayalı olarak ayakta kalmadılar ve onunla başlamadılar. Barışçıl gösterilerle ve öğrenci eylemleriyle başladılar. Düşmanları ezdikçe onlar savunmaya geçip, eline silah aldılar. Şu anda da silahları halkları tehdit etmiyor ve ülkeleri işgal etmiyorlar. Öyle bir talepleri yok. Bu çok önemlidir. Dolayısıyla bütün halkların özlemlerine, özgürlük bilincine hitap ediyorlar ve insanlar bunu görüyor. “Kürt kadınları, gençleri, toplumu özgürlük, demokrasi, Ortadoğu birliği ve barışı, Ortadoğu federasyonu” diyor. Bu da insanlarda ve halklarda yeni bir umut ve arayış yaratıyor. Bu çekiyor dünya insanlarını ve insanlık adına ortak bir paydada buluşacakları değerler görüyorlar.

Mesela Kürtler şovenizm, ırkçılık, milliyetçilik, cinsiyetçilik, dincilik, mezhepçilik yapmıyorlar; bir halkta çakılıp kalmıyor ve bütün insanlığa açıklar. En fazla da enternasyonal güçler gelip bugün Rojava’da savaşıyorlar. Dünyanın birçok ülkesinden gençler Rojava’ya gidip DAİŞ’e karşı savaşta şehit oldular. Bugün Efrîn’de Kürtlerle birlikte Türk işgaline karşı savaşıyorlar.

Söyledik şu anda QSD saflarındaki Arapların sayısı Kürtleri geçmiş durumda. Şu an Efrîn’de katledilenlerin bir kısmı Arap halkından. Türkiye Efrîn’de tüm halkları katlediyor, dolayısıyla onların ortaklaşması da çok doğaldır.

Kürtler şu anda Ortadoğu’nun kadim halklarının kültürlerini temsil ediyor. Ortadoğu’nun kadim halkları binlerce yıl beraber yaşamış ortak kültürel ve inanç değerleri var. Biz Kürtler olarak bunu tahrip etmekten ziyade bunu biraz daha güçlendirmeye ve yakınlaştırmaya çalışıyoruz. Ama diğer devletler ne yapıyor tahrip ediyor, uzaklaştırıyor ve parçalıyorlar. Öyle egemenliği altında tutmaya çalışıyorlar. Biz ise o katı duvarları, egemenlik sahalarını kırmaya ve birleştirmeye, buluşturmaya çalışıyoruz.

Bu dünya tarafından fark ediliyor. Eğer dünya Kobanê Günü ve Dünya Efrîn günü oluyorsa bu sayededir. Herkes görüyor ki Kürtler hiç kimse için tehdit değil, kimsenin toprağında ve zenginliğinde gözü yok. Tersine kendisinde olanı da paylaşmaya açıktır.

Herkes Kürtlerin çocuklarını kendine asker ve işçi yapmak istedi. Türkiye asker ve oy deposu olarak kullandı Kürtleri. Ama şimdi Kürtler demokrasinin, halkların birliğinin, kadın özgürlüğünün militanlığını ve öncülüğünü yapıyor. Türkiye her ne kadar bunu saptırmaya, “terörizm”le adlandırmaya çalışsa da artık dünyanın haber alma ve izleme imkanı var. Büyük devletlerde bunu biliyor. Bugün Amerika, Rusya ya da dünyanın herhangi bir devleti “Türkiye Suriye’ye barış getirmeye çalışıyor” diyebilir mi?

Özgürlük ve demokrasi sloganlarımızı yükseltelim. İnsanlık idealsiz, hayalsiz ve vicdansız olamaz. Dünyayı bu çıkar ve egemenlik peşinde olanların katı vicdanlarına ve soğuk beyin ürünlerine terk edemeyiz. Onun için halklar olarak sıcak mücadele alanlarında olalım.

En başta kadını, erkeği ve genciyle, hangi siyasi partiden olursa olsun tarihlerine, köklerine, topraklarına, yaşamına sahip çıkma temelinde Arap halkıyla ve Suriye halklarıyla ortaklaşarak direnelim. Evet bizi öldürebilirler şehirlerimizi ve köylerimizi yakabilirler. Ama Diyarbakır Zindanları’nda şehit olan ama asla iradesini teslim etmeyen devrimcilerin direnişleri var.

Son kurşunu kendine sıkanlar var, gidip kendini düşmanda patlatanlar, kendini feda ederek zalime karşı direnenler var. Nasıl ki Hz. Hüseyin Kerbela’da Muaviye, Yezit ve zalimlere teslim olmadı Kürtlerde Hz. Hüseyinlerin, Arinlerin, Avestaların yolunda yeni bir tarih, gelenek ve özgürlüğün kapısını aralamalıdırlar. Ne olursa olsun faşizm, işgal ve ırkçılığa geçit vermemeliyiz.