Bir Süryani'nin gözüyle Rojava Devrimi

Dêrik'teki mahkemede görev almakla yetinmeyip köyündeki toprağını da ihmal etmiyor. Bir oğlu YPG'de, bir oğlu da Suryani Asayişi'nde. Suryani Yuhanna Hanna, öncesi ve şimdi ile gelecek vizyonunda Rojava Devrimi'ndeki yolculuğunu anlattı.

Süryani Yuhanna Hanna, atalarının Midyat'ta Türk zulmüyle başlayan zorunlu göçün Rojava'ya savurduğu bir aileden. 1982'de Kürt Özgürlük Hareketi ile tanışmasıyla başlayan serüveni, Rojava Devrimi'ne çocuklarıyla birlikte katılımıyla sürüyor. Süryani kimliğiyle var olmanın huzuru ile devrimin paradigmasına bağlılığı birbirini tamamlıyor.

Ailesi Türk devletinin zulmü nedeniyle 1932 yılında Kuzey Kürdistan’dan Rojava’ya göçmek zorunda kalan Süryani Yuhanna Hanna, Dêrik'in bir köyünde yaşıyor.. Dêrik'teki mahkemede çalışıyor. Masasının hemen sağ köşesinde çerçeveletilerek asılmış, şu sözler göze çarpıyor: 

"Yarabbim beni asla alemin boğazlayacağı bir kuzu yapma ama asla alem de benim boğazlayacağım bir kuzu olmasın.

Yarabbim bana yardımcı ol ki; gerçekleri zalimlerin yüzüne söyleyeyim, fakirlerin beğeneceği işler yapayım.

Yarabbim bana akıl ve keramet ver; arkadaşlarım farklı görüşlerden olsun ve onları düşman görmeyeyim, kendimi nasıl seviyorsam onları da öyle seveyim.

Yarabbim bende gurur ve kibir olmasın; affetmeyi bileyim, bir kusur işlersem affedileyim.

Yarabbim ben seni unutursam da sen beni unutma…"

Arapçadan bize çevirdiği bu sözlerin Hintli bir filozofa ait olduğunu söylüyor. Masasın üstünde ise Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın fotoğrafı duruyor.

Yuhanna Hanna ile sohbet ettiğinizde katliamdan geçirilmiş bir halkın ferdi olarak halkların özgür ve ortak yaşamına; Öcalan’ın 'demokratik ulus' paradigmasına ne kadar bağlı olduğunu fark ediyorsunuz. Kendine güveni, hoşgörüsü ve düşüncelerindeki olgunluk, ses tonuna ve mimiklerine de yansıyor. Güleryüzüyle anlatıyor Öcalan ve PKK ile tanışmasını, Rojava Devrimi'ne katılışını:

ERDOĞAN'IN ATALARI KATLEDİYOR

Erdoğan'ın ataları 1932 yılında dedemi katlediyor. Babam da Mardin/Midyat'tan kaçıp 'binxet'e (Rojava) geliyor. Burada evleniyor. Ben burada doğmuşum. Benim devrim öncesi çocukluğum ve yaşamım ağırlıkta köyümde geçti. 9. sınıfa kadar okudum. Dönem dönem iş için Lübnan’a gidiş gelişlerim oldu, yine askerliğimi orada yaptım. Burada evlendim ve çocuklarım oldu. Hepsine Süryani isimleri verdim ama kendi kimliğimizi yaşayacağımız mekanizmalar da yoktu. Biz mazlum bir halktık, kimseye bir düşmanlığımız yoktu.

1982 YILINDA TANIŞIYOR

1982 yılında tesadüfen Kürt Özgürlük Hareketi üyeleriyle tanıştım. Dêrik’in Türkiye sınırında olan Gerdemiye köyündeyken Kürt arkadaşlarımız kendi aralarında, “Belki bu günlerde bazı Kürtler bu tarafa geçer. Savaşçılar gidip geliyor. Artık savaş olacak” diyorlardı.

Ben ve kardeşim sınıra yakın toprakla uğraşıyorduk. Mermi sesleri geldi. Biz de işi bırakıp tedbirimizi almaya başladık. Taşların arkasından yürümeye başladık. Akşam üzeriydi, birilerinin sesi geldi. Acaba “Doğrumu, yanlış mı gidiyoruz?” diye birbirlerine soruyorlardı, Kürtçe konuşuyorlardı. Ben de “doğru gidiyorsunuz” dedim. Yanımıza geldiler, susamışlardı. Yanımızda bir testi su vardı, verdik. Bir arkadaşlarının yaralı olduğunu söylediler. Traktörle onları ve yaralı arkadaşlarını aldık. Dêrik yakınlarına gelince inmek istediler ve gittiler. Bir hafta sonra bir gün eve gelince misafirlerimiz olduğu söylendi. İçeri girince, onlarla yemek yiyen babam, "Oğlum, misafirlerin var" dedi. Birbirimize sarıldık. Daha sonra her 15 günde bir evimize geliyor ve bizlerle sohbet ediyorlardı.

ARADIKLARI SUYU BULDULAR

Önceleri çok iyi anlamıyordum. Şunu biliyordum; bizi katleden düşmanımız Türk devletine karşı  savaşıyorlar. Fikirleri, insan olarak bize çok yakındı. Hani bir insan su arar da bulur ya, onların fikirleriyle tanıştığımızda biz de öyle olduk. Sadece Kürt halkı için değil, tüm halkları zulümden kurtarmak için harekete geçmişlerdi. Geliş gidişler sürdü, kitaplar getirildi. Dinlemek ve konuşmakla yetinmeyip okuduk. Anlattıkları ve okuduklarımız ile yaşamları arasında tezat yoktu. Her şeyleriyle kendilerini adamışlardı. Daha da yakınlaşıyorduk, benimsiyorduk, örnek alıyorduk. Sanki yıllardır insanlığımıza yakışır bir şeyler bekliyorduk da işte beklediğimiz, aradığımız gelip bizi bulmuştu.

DEVRİME TEREDDÜTSÜZ KATILIM

Öcalan'ı okudum ve ikna oldum. O bütün halklar için çalıştı/çalışıyor. Bütün egemenlere karşı durdu/duruyor. O nedenle büyük bir komployla karşılaştı. Önderlik niye bu kadar büyük, yine niye bu kadar büyük sevgi ve saygı görüyor? Çünkü halkının/halkların hizmetkarı. Hep öyle yaklaştı, hep öyle yaşadı. İşte o yüzden Öcalan'ın paradigmasını esas alan Rojava Devrimi başladığından tereddütsüzdük. Biz de silahımızı aldık gittik. Dêrik’te rejime karşı serhildanın içindeydik.

MAHKEMENİN KURULUŞUNDA YER ALDIM

Sonra arkadaşlar devrim kurumlarının geliştirilmesinde yer almamı istedi. Ben de mahkemenin kuruluşunda yer aldım. Şimdi hem mahkemede çalışıyorum hem de köyümde tarımla uğraşıyorum. Asla işlerimden de toprağımdan da kopmaya niyetim yok. Köklerimiz bu coğrafyadadır; bu coğrafyada yeşermiş, başka bir yerde yeşermez. Öcalan'ın paradigması sayesinde varlığımızı koruyoruz, kimsenin potasında eriyip yok olmuyoruz. Rojava’da öyle bir sistem kuruldu ki; hukuk, herkesin kendi kültürü, rengi, haklarıyla eşit ve kardeşçe yaşamasına dayalı.

KÜRTLERİN ADİL ÖNCÜLÜĞÜ

Kürtler öncü olmanın ayrıcalığını dayatmıyor. Rejim döneminde bütün bunlar imkansızdı. Süryaniler üzerinde özel kazanma politikaları olsa da kendi dil ve kültürümüzle siyaset yapamıyorduk. Mesela ben ve kardeşim rejim döneminde bir parti açmak istedik. Süryanice tabelasını hazırladık, astık ama hem rejimden hem de bizim rejime bağlı Süryanilerden büyük tepki gördük. Bakınız bugün rengimizle, dilimizle, temsilimizle her yerde olabiliyoruz.

BİR OĞLU YPG'DE, DİĞERİ SOTORO'DA

Bir oğlum şu anda YPG içerisinde. Daha önce Süryani Askeri Meclisi içerisindeydi ve birçok hamleye katıldı. Daha sonra kendi istemiyle YPG’ye katıldı. Bir oğlum da Sotoro'da (Suryani Asayişi) görevli.

KURT DEĞİL AMA KUZU DA

Bu topraklar üzerinde yaşamak, geleceğimizi kurmak istiyoruz. Ne Türk devletinin kanlı faşizmini ne de bizi kültürel olarak eriten kansız katliamları isteriz. Son olarak özellikle şunu vurgulamak istiyorum; biz Süryaniler Türk faşizmini çok iyi tanıyoruz. Kesinlikle topraklarımızı, yaşamımızı, devrimimizi ve sistemimizi savunacağız. Türk devleti şunu bilsin ki; kimsenin kurdu değiliz ama boynumuzu uzatacak kuzu da değiliz.