Erdoğan ‘Osmanlı’da oyun bitmez’in son oyuncusudur

Erdoğan’ın hiçbir kuralı, hiçbir ahlakı, hiçbir duruşu yoktur. Her şeyi hile, kurnazlık, yalan, arkadan vurma, karşı tarafı şuursuzca ezme üzerinde inşa eden bir kişiliktir. Ortalığa saldığı birkaç kadın ve erkek de böyledir.

Anadolu ve Mezopotamya halkların dilinden düşmeyen bir söz var: "Osmanlı'da oyun bitmez." Bir atasözü haline gelen ve çok yaygın bir biçimde kullanılan bu söz ayak oyunlarını, entrikayı, üçkağıtçılığı, hileyi, kurnazlığı, kandırma ve yalanı anlatır. Kurallara göre oynamamayı, verdiği sözün gereklerini yerine getirmemeyi, beklenmedik bir anda kalleşlik yapmayı, sözünde durmamayı, dostluğa, arkadaşlığa ihanet etmeyi de ifade eden "Osmanlı'da oyun bitmez" sözü günümüzde de "kumpas kurma" adı ile sözcülüğün gerçek anlamıyla Türkiye'de siyasi iktidarın, dolayısıyla iktidara damgasını vuran siyasetçilerin yaşam tarzı haline gelmiştir.

"Kumpas" günümüzde, "Osmanlı'da oyun bitmez" uygulamasının modern haline gelmiştir. Nasıl ki Osmanlı İmparatorluğu'nun yerine TC almışsa ve nasıl ki Osmanlı İmparatorluğu'nun uygulamaları yerine TC uygulamaları alınmışsa “Osmanlı'da oyun bitmez” belirlemesinin yerini de "Kumpas" almıştır.

Bunu mevcut siyasi yapı ve hükümet sözcüleri anlatıyor. Erdoğan ve hükümeti bunu gizlemeden, eveleyip gevelemeden ifade ediyor. AKP'nin bir gençlik kongresinde yeni Osmanlı'nın yeni İmparatoru olan Erdoğan şunları ifade etti: "Biz üç kıtada at oynayan, kılıç sallayan ve gittiği her yeri fetheden bir İmparatorluğun bağrından çıkmış bir devletin torunlarıyız. Biz bir davanın, bir imparatorluğun, kıtaları fetheden fatihçilerin hem askerleri hem de onların takipçileriyiz. Bugün yaptığımız ve yapacağımız her şeyi dünden aldık ve yarına taşıyacağız, bunu herkes bilsin..."

Aslında Erdoğan sadece Osmanlının ayak oyunlarını olduğu gibi uygulamıyor, onun hile ve kurnazlığını, yalan ve kalleşliğini günümüzün çok daha geliştirilmiş modern araçlarla, daha derin ve inceltilmiş haliyle uyguluyor. Osmanlılar o günün koşullarına göre en iyi biçimde oyun oynar, hile yapar, kandırma ve yalanlarla sürece hakim olmaya çalışırdı. Üç kıtada at üzerinde kılıç sallamanın nedenleri de bundan ileri gelirdi. Erdoğan da atalarından devraldığı bu yetenek ve geleneği günümüz koşullarında hayata geçiriyor.

Dediğimiz gibi Erdoğan bunu yaparken elbette ki gizli yapmıyor. Açık ve çok net bir biçimde yapıyor. Yaparken de gerçekten de yapıyor. Atalarından aldığı bilgi ve birikimi çağımızın bilim ve tekniği ile donatarak en mükemmelini yapmaya çalışıyor. Onun için her şey mubahtır. "Ne gerekiyorsa o yapılır, ne lazımsa o gerçekleştirilir" sözü meşhurdur.

ERDOĞAN BİR MAKYEVELİST

Tabii ki Osmanlı oyunları nasıl ki ahlaki olmayan oyunsal bir hal ise, Erdoğan'ın oyunları da çok daha ahlaksızcadır. Öyle anlaşılıyor ki Makyavel'in prens kitabını okumuştur. Sadece okumamış aynı zamanda okuduklarını harfiyen, Osmanlı oyunlarıyla birleştirerek uygulama pratiğine sokmuştur.

Örneğin Makyavel “Hükümdar’ın ahlakı güce, zalimliğe, sertliğe dayanmalıdır" der. Peki Makyavel'in bu formülasyonunu Erdoğan olduğu gibi uygulamıyor mu? Elbette ki uyguluyor. Erdoğan için ahlak güç değil mi, zalimliğin daniskasını yapmıyor mu, tüm uygulamaları şiddet ve terör üzerinde inşa etmiyor mu? Elbette ki ediyor. O zaman Erdoğan hem ahlaksızdır, hem zalimdir, hem de teröristtir.

Makyavel, Erdoğan gibi padişah olmak isteyenlere şunu öneriyor: “Siyasal oyuna katılmak istiyorsanız ellerinizi kirletmeye hazır olun." Erdoğan'ın Makyavel'i okumadığını, dolayısıyla onu hayata geçirmediğini söylemek mümkün mü? Erdoğan tam da Makyavel'in dediği gibi elleri, hatta boğazına kadar kire batmış bir padişahtır.      Makyavel başka bir öneride de bulunuyor: "Prens dindar olmasa da daima dindar gibi görünmelidir. Ama sadece böyle görünmelidir." Erdoğan dindar değildir ama gerçekten de dindar gibi görünüyor. Her cuma günü namaza gidiyor ve giderken peşinden onlarca yandaş medya kamerası koşuyor. Yani gerçekten inandığı için değil gösteriş için namaz kılıyor. Demek ki Erdoğan Makyavel'in bu önerisini de harfiyen yerine getiriyor.

Makyavel'in diğer bir önerisi de şöyle: "Zaman zaman halkı aldatmak gerekiyor. Ne zaman erdeme aykırı bir iş yapacaksanız sanki o işin sizinle ilgisi yokmuş gibi davranın. Nasıl olsa hile yapmak zorunda kalacaksınız. Onun için hile yapmadığınız görüntüsünü yaratmak için elinizden geleni yapın ve bunu bir sır gibi saklayın." Erdoğan halkı aldatıp kandırıyor mu? tabii ki hem aldatıyor hem kandırıyor, ahlaksızlık yapıyor mu yapıyor, hile yapıyor mu onu da yapıyor. O zaman Erdoğan gerçekten de bir Makyavelistir.

ERDOĞAN PSİKOPAT BİR KİŞİLİKTİR

Osmanlı padişahlarının en gaddarlarından birisi mezardan kalkıp Erdoğan'ın uygulamalarını, onun hile ve yalanlarını, ya da sözcüğün gerçek anlamıyla "Osmanlı Oyunları"nı nasıl ustaca hayata geçirdiğini görseydi, kesinlikle önünde el pençe durup "benim yapamadığımı fazlasıyla yaptınız, helal olsun sana" derdi. Derdi çünkü Erdoğan gerçekten de hem cahil ve görgüsüz, hem kabadayı eksenli bir kişilik, hem kurnaz ve yalancı, hem ham ve pişmemiş bir Makyavelistir. Dini, imanı ve vicdanı yoktur. Ruhunu, beynini ve kalbini sadece, ama sadece kötülük için çalıştıran, düşman bildiği kişi veya gruba karşı düşmanca değil, düşmanlıktan daha öte bir yaklaşımla yaklaşan, buna göre davranan ve buna göre uygulamalar geliştiren bir kişi...

Faydacı, pragmatist, çıkarcı ama tüm bunları iblisçe ele alan ve değerlendiren, karşı tarafa en ufak bir hata gördüğünde saldıran, hata olmadığı zaman da onu hatalara sürükleyen, hatta yarattığı suni gündem ve sahte algı operasyonlarıyla ezmeye çalışan bu kişi aynı zamanda acımasızdır...Acımasızlığı, düşmanını ezme ve ruhunu öldürme gayreti onu düpedüz bir psikopat ruh haline götürüyor. Zaten mevcut hali böyledir.

Diyarbakır Cezaevinde İç Güvenlik Amiri konumunda olan Esat Oktay Yıldıran dünyada varolan işkence türlerine yeni işkence türlerini eklemek için özel işkence yöntemlerini icat ederdi. "Bu işkenceler bana yetmez, üstelik bu işkencelerle Apocu'ları teslim almam mümkün değildir. Bana ait, beni tatmin edecek, Apocu'ları da dize getirecek işkenceler lazım" diye naralar atardı. Ve gerçekten de onlarca yeni işkence türlerini icat etti. Ama kaybeden o oldu...

Erdoğan da tıpkı Esat Oktay Yıldıran gibi yeni uygulama ve yöntemler arıyor, buluyor ve uyguluyor. Üstelik yaptığı her şey insanlık dışı olmasına rağmen sahte algı operasyonlarıyla taraftar ve yandaşlarının nezdinde anlam buluyor. Örneğin çocuk öldürüyor, karşı atağa geçerek özgürlük Hareketi'nin çocuk öldürdüğünü söylüyor. Halbuki TİHV'ın verdiği bilgiye göre AKP iktidara geldiği günden beri tam 241 çocuk öldürülürken 450 çocuktan daha fazla yaralanmış. Rojava halkının kurduğu sisteme "terör sistemi" diyor, IŞİD'e sınırsız bir biçimde destek sunuyor, ancak sanki ona karşı savaşıyormuş gibi bir hava yaratıyor. Ve tüm bunları dünyaya da kabul ettirmek istiyor. Bunun için Türkiye'nin stratejik konumunu, Türk ordusunun sayısal durumunu, NATO üyeliğini sonuna kadar kullanıyor.

ERDOĞAN DAR BİR LABİRENTTE CİRİT OYNUYOR

Erdoğan son oyunu ise, çocuklarını dağa gittiklerini iddia eden bir grup kadın ve erkeği provoke etme durumudur.  Tam da kayyumla darbe yapıldığı ve darbeye karşı büyük bir direnişin ortaya çıkığı bir zamanda birkaç kadın ve erkeğin aniden yandaş medyanın karşısına geçip “çocuklarımızı istiyoruz” demeye başlamaları, elbette ki Erdoğan’ın tilki gibi düşünüp tilki gibi tuzağa düşme oyununun ta kendisidir. Gündem değiştirme oyunudur. “Şah çekme” hamlesine karşı şah çekmeyle yanıt verme taktiğidir. Oysa satrançta şah çeken oyuncuya rakibi şah hamlesiyle yanıt vermez, şahını korumaya alarak saldırıyı püskürtür. Kural böyledir. Satranç ustalarının oyunu böyledir. Yani işin içinde kalleşlik, yalan ve dalavere yoktur. Birisi şah der diğeri de şahını korumaya alır. Tabii ki savaşta savaş hileleri vardır, ancak her şey mubah değildir. Savaşın kuralları vardır.

Ancak Erdoğan’ın hiçbir kuralı, hiçbir ahlakı, hiçbir duruşu yoktur. Her şeyi hile, kurnazlık, yalan, arkadan vurma, karşı tarafı şuursuzca ezme üzerinde inşa eden bir kişiliktir. Ortalığa saldığı birkaç kadın ve erkek de böyledir. İki yüz yıllık Kürt sorununu çözeceğine, dağa çıkanların nedenlerini kendi politikasında arayacağına, yaktığı binlerce köyün, kasabanın, orman ve insanın hesabını vereceğine birkaç zavallı kadın ve erkeği ortaya sürerek `al işte çözebilirsen çöz” taktiğini uygulayarak ahlaki olmayan bir yöntemi kullanıyor. Bir halkın yaşamını, dilini, kültürünü, ulusunu ve tüm geleneklerini inkar edip yasaklayacaksın, buna karşı direnenlere de “terörist” diyeceksin! Diktatörlüğünü ilan edeceksin, ülkeyi faşizmle yakıp yıkayacaksın, dağları, ormanları bombalayacaksın, Kürtlerin yaşadığı yerleri savaş alanına çevireceksin, sınırlarının dışında olan Rojava’yı tehdit edeceksin, Afrin’i işgal edeceksin, ülkeyi felakete sürükleyeceksin sonra da kalkıp “terörist var, dışarıdan darbe yapılacak” deyip soykırım konseptlerini oluşturacaksın ve bütün dünyanın da senin yanında olmasını isteyeceksin!

Bu, yılana sarılma çaresizliğidir. Rus ruletidir. Kendi kendini vurma, dar bir labirentte cirit oynama zavallılığıdır. Çaresizlik büyük bir hatanın kapısını aralama sürecidir aynı zamanda. Erdoğan bu sürecin en olgun ve en derin halini yaşıyor. Zaten hata üstünde hata yapıyor, suç üstünde suç işliyor, deyim yerindeyse boğazına kadar suça bulaşmış bir cumhurbaşkanı konumunu yaşıyor. Erdoğan’ın suçları hem çeşitlidir, hem de büyüktür. Hem savaş suçunu işleyen bir konumdadır hem de yüz kızartıcı suçları vardır. Kürdistan’da savaş suçunu Türkiye’de ise yüz kızartıcı suçlar işlemiştir. Kürdistan’da binlerce insanı diri diri yakarken Türkiye’de sandıklarla, ayakkabı kutularıyla para çalmıştır, halkın malını gasp etmiştir.

Evet Erdoğan bu nedenle bu kadar gaddarca, zalimce ve vahşice davranıyor, bu nedenle ahlaksızlıkta sınır tanımıyor. Ancak ortalığa saldığı bir grup kadın ve erkek de onu kurtarmayacak, bu oyun da sonuç vermeyecektir. Osmanlı’da bitmeyen oyunlar bu kez Erdoğan’la son bulacaktır…