Kürt siyasetçi Mehmet Demir “Batılı ülkeler Kürt sorunundaki kirli rollerinin açığa çıkmasından ve Sayın Öcalan’ın etkisinden korktukları için Avrupa’dan çıkarttılar” dedi.
Mehmet Demir, 1970’li yılların ortasından bu yana Almanya’da yaşıyor. Kürt özgürlük mücadelesinde önemli görevler üstlenen bir isim. 1981’de Köln Devrimci İşçiler Derneği’nin başkanlığını yapan Demir, daha sonra da Almanya’daki ilk Kürt örgütlenme ağı Kürt dernekleri federasyonu FEYKA-Kurdistan’ın kuruluşunda yer aldı. Alman devletinin 1993’teki yasak kararıyla FEYKA’nın yasaklanması sonrası kurulan YEK-KOM’da yöneticilik ve başkanlık yapan Demir, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 9 Ekim 1998 günü Suriye’den çıkışıyla başlayan sürecin Avrupa’daki tanıklarından birisi. Demir, özellikle 12 Kasım 1998 günü İtalya’ya gelişten sonra yaşanan gelişmeleri, uluslararası mahkeme girişiminin neden başlar başlamaz son bulduğunu, Almanya’nın rolünü ve diasporadaki Kürtlerin Roma’ya gelişi nasıl karşıladığına dair ANF’nin sorularını yanıtladı.
Uluslararası komplo günlerine tekabül eden 12 Kasım 1998’de Kürt Halk Önderi’nin Roma’ya gelişi sizin için sürpriz oldu mu?
Roma süreci daha başlamadan önce biz dönemin başkenti Bonn’da açlık grevi eylemindeydik. Kürt Halk Önderi’ne mutlak bir alan açılması talebiyle 150’ye yakın insanın katılımıyla Bonn’da başlayan açlık grevi devam ediyordu. Bizler açlık grevindeyken, Kürt Halk Önderi Roma’ya ayak bastı. Zaten hemen ardında açlık grevinin yapıldığı Federal Meclis yakınlarındaki müze meydanı adeta otobüs terminaline dönüştü, her gün 3-5 otobüs dolusu insan Roma’ya gidiyordu. Önder Apo’nun İtalya’ya varmasının hemen ardından Bonn’dan Roma’ya günlük otobüsler kalktığını halkımız bir anda duydu. Hatta ilk gün haberi işyerinde duyan insanlar, evlerine uğramadan işyerinden çıkar çıkmaz, iş elbiseleriyle açlık grevi eyleminin olduğu yere gelip oradan da Roma’ya doğru hareket etti.
Açıkça belirtmekte yarar var; bizim örgütlediklerimizden çok kendiliğinden Roma’ya kendi özel araçlarıyla, hatta kendi aralarında minibüsler kiralayarak giden binlerce insan vardı. Çünkü Avrupa’da yaşayan Kürt kitlesi ne olursa olsun bütün şartları zorlayarak Roma’ya ulaşmanın gayreti içerisine girmişti. Sonuçta da birkaç gün içinde Roma adeta Kürtlerle dolup taştı.
1970’lı yılların sonundan itibaren Avrupa’da Kürt özgürlük mücadelesi içerisinde aktif olan birisi olarak Abdullah Öcalan’ın artık Avrupa’da olduğunu duyduğunuzda neler hissetiniz?
Kürt Halk Önderi’nin kördüğüm haline gelmiş bu sorunun sadece sömürgeci güçlerle çözülemeyeceği tespitini yaparak bazı hazırlıklar yaptığını biliyorduk. Ayrıca Sayın Öcalan sürekli ‘Kürt sorunu uluslararası sorundur’ diyordu. Ona göre bu sorunun çözümü ancak bütün uluslararası güçlerin katkısıyla gerçekleşir. Dağ yerine Avrupa seçeneğini tercih ettiğinde elimize geçen belgelerde şunu biliyorduk artık; Hareketin mimarı ve önderi uluslararası bir arayışa çıkıyor, Hareket askeri ve toplumsal olarak gücünün zirvesine çıkmış fakat bu sorunun çözümüne yetmiyor. Neden? Çünkü Kürt meselesinin uluslararası düzeyde birden fazla tarafı vardı. Koşullar ne olursa, cezaevi bile olsa, Avrupa gibi bir merkezde kalarak bu sorunun çözümüne Batılıları ya da diğer bir ifadeyle Avrupalıları katma girişiminin adımları atılmalıydı. Yoksa Abdullah Öcalan Almanya’da kendisine dönük bir tutuklama kararının olduğunu, Avrupa sınırları içerisine girdiğinde bir tutukluluk süreciyle karşı karşıya kalacağını biliyordu. Bütün bunları hesaba katmıştı, ne olursa olsun bu sorunun çözümüne diğer muhatapları da dahil etmeliydi, Avrupa’ya çıkışı bu temeldeydi.
Kürdistan’ı parçalayan ve Kürt sorununun ortaya çıkmasını sağlayan güçler Avrupa’da olduğu için mi burayı tercih etti? Yani Kürt Halk Önderi “Bu mesele ancak kaynağında mı çözülür?” düşüncesi içinde miydi?
Elbette, çünkü o bütün konuşmalarında, yazışmalarında ve uluslararası düzeydeki görüşmelerde “Kürt sorunu tek başına egemenlerle yani Türkiye, Irak, Suriye ve İran ile çözülecek bir sorun değil” diyordu. Ona göre Kürt meselesinde tarafların önemli kısmı Avrupa’daydı, bunu da uluslararası düzeyde İngiltere’nin temsil ettiğini çok iyi biliyordu. Ayrıca Alman-Kürt ilişkilerinden dolayı Alman devletinin de rolünün belirleyici olduğunu sürekli dile getiriyordu. 2013’ten sonra atılan barış adımlarla birlikte Almanya Başbakanı’nın çok ilginç bir açıklaması olmuştu; “Türkiye PKK ile sorununu çözse bile bizim PKK ile sorunumuzu çözdük anlamına gelmez” demişti. Herhalde bu sözler meselenin ne kadar uluslararası düzeyde olduğunun açıkça ifadesidir. Dolayısıyla Abdullah Öcalan, meselenin asıl kaynağında atım atılırsa, kapı aralanırsa, bu sorunun çözülebileceğini çok iyi biliyordu. Onun için her şeyi göze alarak, sadece kendi yaşamını garantiye/güvenceye almak için değil, çözüm için bir zemin yaratmak için dağa değil, Avrupa’ya çıktı.
Kürt Halk Önderi’nin Roma’da olduğu günlerde sorunun çözümünün gerçekleşmesi için iki konu gündeme geldi; çözüme katkı sunabilecek uluslararası bir konferans ve uluslararası mahkeme. Buna başını Alman ve İtalyan bakanların çektiği bazı Avrupalı politikacılar da destek verdi, ancak bir süre sonra bu iki süreç için hiçbir adım atılmadığı gibi, Kürt Halk Önderi İtalya’dan çıkmak zorunda kaldı…
O dönemde Almanya’da Sosyal Remokratlar/Yeşiller iktidardaydı. Dışişleri Bakanı Joschka Fischer’in partisi Yeşiller’den Cem Özdemir ilk olarak “Öcalan Lahey’de yargılanmalı” dedi. Bu talep aslında o süreçte bir kesimin görüşüydü. Ya özel bir mahkemenin kurulması ya da uluslararası bir mahkemenin bu davayı ele alması görüşü bir anda gündeme geldiğinde Kürt Halk Önderi Öcalan’ın buna da hazır olduğu görüldü. Türk devletinin suçlarının da ele alınacağı böyle bir platformda Kürt meselesinin çözümünde engel olduklarına dair rollerinin açığa çıkacağını gördükleri için Avrupalı güçler bu adımın önünü kapattı. Ardından da Almanya hemen alelacele Abdullah Öcalan üzerindeki tutuklama kararını kaldırdı. O kararın kaldırıldığı gün Bonn’da başbakanlık binasının karşısında eylemdeydik.
27 Kasım 1998’de Almanya Başbakanı Gerhard Schröder’in İtalya Başbakanı Massimo D'Alema ile bir araya geldiği günü mü kast ediyorsunuz?
Evet, iki liderin görüştüğü saatte biz de 30 bin insanla gün boyu Bonn’daydık. Aynı şekilde Roma’daki o tarihi meydan da o gün tıka bası doluydu. Dünyanın her tarafından Roma’ya insanlar akmıştı. Yetkililer, bizi “Öcalan’ın yargılanması için hazırlık yapıyorlar, kararı birazdan açıklayacaklar” şeklinde oyalıyordu. Peki karar neydi? Bizzat D’Alema’yı da ikna ederek Almanya, Abdullah Öcalan üzerindeki tutuklama kararını kaldırdı. Bizim o dönem şöyle çok ciddi bir talebimiz vardı; hiç kimsenin Kürt Halk Önderi Öcalan’ı yargılama hakkı yoktur, esas yargılanması gerekenler bu mücadelenin başlamasına neden olanlardır. Çünkü Abdullah Öcalan, sürekli “Sebep biz değiliz, biz bunun sonucuyuz” diyordu. Peki Kürt sorununu ortaya çıkaranlar kimlerdi? İşte o süreçte bu sorunda rolleri açığa çıkmasından korkanlar el birliğiyle uluslararası mahkemenin oluşmasını engelledi. Bunun ilk adımını da Almanya tutuklama kararını kaldırarak attı. Ardından da D'Alema hükümeti baskı altına alındı, böyle bir ortamda Abdullah Öcalan bu dünyada kendisine yer bulamaz hale geldi. Başını İngiltere, Almanya ve Fransa’nın çektiği Batılı devletlerin Kürt sorunundaki kirli yüzü ortaya çıkacaktı.
Diğer taraftan da İtalya’nın yanında Kürt Halk Önderi’ne sınırlarını açmak isteyen İskandinavya ülkeleri de sözünü ettiğiniz devletler tarafından yalnız bırakıldı değil mi?
İşte biz de zaten bu yüzden ‘uluslararası komplo’ diyoruz. Kaçırma ve esir almaya öncülük eden ABD ve İsrail’in dışında da birçok devlete roller verildi. Sadece Finlandiya, Norveç ve İsveç’in dışında Hollanda’ya kadar birçok ülke önce yeşil ışık yakıyor, bir yerlere geliniyor, sonra da sınırlarını kapatıyordu. Örneğin Hollanda’da gördüğümüz gibi, bu ülke hava sahasını kapatmak zorunda kaldı. Dolasıyla birçok devlet de aslında çözümden yanaydı. Sayın Öcalan sürekli şunu belirtiyordu; uluslararası siyaseti İngiltere belirliyor, diğer ülkeler de bunun pratiğini üstleniyor… Aynı bu belirleme ona karşı devreye konulan komploda da açık bir şekilde görüldü. Tabii bu komploya, dönemin ABD yönetimi öncülük etti. Diğer yandan da İtalyan domateslerine saldırabilecek kadar Türkiye’de insanları azgınlaştırdılar. MİT elemanını da ortalığa salarak Avrupa’da provokasyonlar gerçekleştirdiler. Avrupa’da camiler, dernekler ve marketlere saldıran MİT elamanları iş sahiplerine “Merak etme paranı sigortadan alırsın” deyip sağı sola ateşe verdiler, bunun gibi her türlü oyuna başvurdular.
Kürt Halk Önderi’nin dört ülke; Yunanistan, Rusya, İtalya ve Hollanda’ya resmi sığınma başvurusu yaptığını biliyoruz, onun mücadelesi ve kimliği bir yana bu devletlerin imzaladıkları anlaşmaları hiç sayarak bir sığınmacıyı geri göndermesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
12 Eylül darbesinden sonra 1 milyondan fazla kişi Türkiye’den gelip Avrupa’ya sığındı, bunların yarısı Kürdistanlıydı. Özellikle Kürtlerin iltica gerekçeleri Sayın Öcalan’ın lideri olduğu Hareketin sempatizanı olmak, taraftarı olmak, deyim yerindeyse kıyısından-köşesinden bu Hareketle dirsek teması olmaktı. Yüz binlerce insan bu şekilde sığınma hakkı aldı. Sadece Avrupa’da değil, ABD, Kanada ve hatta Avusturalya’ya uzanan geniş bir yelpazede Kürtlere mülteci statüsü verildi. Ne hikmetse Sayın Öcalan’a böyle bir hak verilmedi. Ne gariptir; onun esaretinden sonra İtalya, Sayın Öcalan’ın iltica talebini kabul etti. Tüm bunların uluslararası komplonun ana karakterini anlattığını düşünüyorum.
Türk devletine karşı bir halkın özgürlük mücadelesine yürüten nüfusu 40 milyonu geçen bir halkın önderine kapıların kapatılması Avrupa’nın tarihinde nasıl yer alacak?
Başta da belirttiğim gibi asıl korku, Sayın Öcalan’ın öncülük ettiği insanlık mücadelesinin büyümesineydi. Günümüzde de mücadelesini kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite olarak ifade eden Sayın Öcalan’ın düşünce dünyası birazcık insanlıkla buluştu mu ne kadar sonuç aldığını görüyoruz. Örneğin şu anda dünyanın birçok ülkesinden enternasyonalistler Sayın Öcalan’ı ve Kürt Özgürlük Hareketi’ni tanıdıkça kendiliğinden etkinlikler yapıyorlar. Peki neden herkesi kabul eden Avrupa, Sayın Öcalan’a kapılarını kapattı? Çünkü Sayın Öcalan’ın öncülük ettiği Hareket ne maddi ne de manevi hiç kimsenin yönlendirilmesiyle yürümüyor.
Sayın Öcalan’ın kendisi de zaten birçok kez “Biz birilerinin kucağında oturup, sırtımız sıvazlansın istemiyoruz, biz herkesle eşit oturur, yapmamız gerekenler ne ise yapan bir Hareketiz” dedi. Bu yüzden Sayın Öcalan bütün mücadeleyi kendi halkına dayanarak, halkın öz dinamikleriyle geliştirdi. Hatırlatmakta yarar var diye düşünüyorum; hiçbir hareket ve mücadele Kürt Özgürlük Hareketi kadar ekonomik ve siyasal alanda bağımsız hareket etmeyi becerememiştir. Diğer yandan İslamiyet’in katı kurulları altında olan Kürt toplumu ve feodalizmin ağır etkisi altında olan Kürt kadınını Sayın Öcalan’ın hareketi kadar hiç kimsenin özgürleştiremediği görüldü, bundan da korktukları için ona yer verilmedi.
Bu konuda şu örneği de vermeden geçemeyeceğim; Alman devleti, UÇK gerillalarını eğiten, donatan hatta onları trenlerle Kosova’ya savaşa götürendi. Aynı devlet, Ortadoğu ve insanlık için model olabilecek Rojava ile özgürlük mücadelesinin korkusu geldi diye uğraşıyorlar değil mi? Alman devleti işte YPJ/YPG bayraklarından tutalım YBŞ’nin sembollerine kadar yıllarca yasaklamakla uğraştı. Sonuç itibarıyla Kürt Halk Önderi’nin esaretinde rol oynayan Almanya, İngiltere ve Fransa’nın başını çektiği Avrupa devletlerinin bu duruşunu insanlık tarihi asla unutmayacak.