GÖRÜNTÜLÜ

Serêkaniyê’nin işgali: Göç etmek zorunda kalanlar

9 Ekim 2019’da Türk devleti ve güdümündeki çetelerin saldırısıyla Serêkaniyê işgal edildi. Yaklaşık 150 bin kişinin göç etmek zorunda kaldığı bu süreçte, Reca Ebdo Mistefa ve kızı Xanim Hisên de göç etmek zorunda kalanlar arasındaydı.

ROJAVA İŞGALİ

Tunus'ta 17 Aralık 2010’da başlayan protestolar, kısa sürede Cezayir, Lübnan, Ürdün, Sudan, Yemen, Mısır ve Suriye gibi Ortadoğu'nun birçok yerine yayıldı ve 'Arap Baharı' olarak adlandırıldı. Bu halk isyanları, 15 Mart 2011’de Suriye'nin Deraa kentinde de ortaya çıktı. Humus ve Şam başta olmak üzere Suriye'nin dört bir yanına yayılan protestolar, kısa sürede silahlı çatışmalara dönüştü. Suriye'de yaşayan Kürtler ise bu süreçte ne Esad rejiminin ne de uluslararası güçlerce desteklenen diğer paramiliter grupların yanında yer aldı. Demokratik Birlik Partisi (PYD) öncülüğündeki Kürt kanadı, üçüncü yolu tercih ederek bu süreci 'Halkların Baharı'na dönüştürmek için harekete geçti. Rojava halkları, Kürtlerin öncülüğünde öz yönetimlerini kurarak kantonlar ve meclisler şeklinde örgütlenmeye başladı. Küçük yapılanmalarla örgütlenen Rojava, günbegün her alanda kaydettiği gelişmelerle bugün Ortadoğu ve tüm dünya için bir demokratik yönetim modeli haline geldi. Bu modelin parçası olan kentlerden biri de 9 Ekim 2019’da Türk devleti ve güdümündeki çetelerin saldırısıyla işgal edilen Serêkaniyê kenti. Bu işgalin ardından, yaklaşık 150 bin kişi Serêkaniyê'den göç etmek zorunda kaldı. Serêkaniyê'den göç eden Reca Ebdo Mistefa (47) ve kızı Xanim Hisên (17) ile Serêkaniyê'deki yaşamlarını ve göç süreçlerini konuştuk.

Reca Ebdo Mistefa, Serêkaniyêli ve sekiz çocuk annesi. Çocuklarının tamamı Serêkaniyê'de doğup büyüdü. Serêkaniyê işgali öncesindeki yaşamını şöyle anlatıyor:

“Serêkaniyê’de evimiz ve bir arsamız vardı. Evi kendi ellerimizle yaptık. Güzel, huzurlu ve mutlu bir yaşamımız vardı. Serêkaniyê bizim şehrimizdi. İnsanın toprağı, şehri ve evi gibisi yoktur. Çocuklarım Serêkaniyê’de doğdu ve okula gidiyorlardı. Sekiz çocuğu büyütmek ve okutmak kolay değildi ama başarılı öğrencilerdi. Serêkaniyê’yi seviyorlardı, doğup büyüdükleri şehri sevmemeleri mümkün değildi. Tüm arkadaşları oradaydı. Ancak işgal nedeniyle göç etmek zorunda kaldığımızda, bu durumdan en çok etkilenen onlar oldu. Göçün ilk zamanlarında zaten kalacak bir yerimiz yoktu. Biz büyükler bir şekilde dayanıyorduk, ama çocuklarım çok zorlandı. Evleri, oynadıkları sokaklar ve arkadaş ortamları değişti. Bu nedenle yaşama uyum sağlamakta zorluk yaşadılar. Okullarını bile tamamlayamadılar; göç ettikten sonra okumak istemediler."

‘SADECE TOPRAĞIMIZI VE HALKIMIZI KORUDUK’


Reca Ebdo Mistefa, Türk devleti ve güdümündeki çetelerin saldırı gününe dikkat çekerek şöyle devam etti:

"9 Ekim’de saat 16 gibi evimizdeydik. Soframızı kurmuş, yemek hazırlığı yapıyorduk. Bir anda uçaklar vurmaya başladı. Ne uğradığımızı şaşırdık. Saldırı öncesinde savaş ihtimalleri konuşuluyordu; halk bu konuda bilgilendiriliyor ve örgütlendiriliyordu, fakat bu düzeyde bir savaşın yaşanacağını düşünmemiştim. Hayat devam ediyordu. Bir yandan yollar yapılıyordu, arızalı elektrik santralleri ve su kaynakları onarılıyordu. Diğer yandan ise savaşın atmosferini yaşıyorduk. Ancak Serêkaniyê’nin bir gün işgal edileceği aklıma gelmezdi. Çünkü kimseye bir zarsrımız dokunmamıştı. Sadece toprağımızı ve halkımızı koruyorduk."

‘BİR EVDE YEDİ AİLE BİRLİKTE KALDIK’

Vuruşların başlamasıyla yemeğimizi yiyemedik; soframız yerde kaldı ve evimizden çıkmak zorunda kaldık. Til Temir'e bağlı Til Nasır köyüne gittik. İlk gün sokakta kaldık. Sonra, kapısı ve penceresi olmayan boş bir eve yerleştik. Evi temizlemeye başladık, ama terk edilmiş olduğu için yaşanacak durumda değildi. Bu evde 7 aile birlikte kaldık. 7 gün 7 gece boyunca ne üstümüzü örtecek bir battaniyemiz ne üzerinde uzanacak ya da oturacak bir süngerimiz, ne de başımızı koyacak bir yastığımız vardı. Yedi gün sonra arkadaşlar temel ihtiyaçlarımızı, sünger, battaniye ve yastık gibi ihtiyaçlarımızı karşıladı. Sonrasında 10 ay boyunca Hesekê’ye bağlı Hol ilçesinde kaldık ve ardından Newroz Kampı'na yerleşttik. İşgalin üzerinden 11 ay geçti ve o günden beri kamp yaşamımız devam ediyor.”

Reca Ebdo Mistefa, Newroz Kampı'nda süren yaşamına dair de şunları paylaştı:

"Kampta yaşamak, tahmin edilemeyecek kadar zor. Kalabalık olduğumuz için iki çadırda kalıyoruz, ama çadırlarda yaşamak ile evde yaşamak arasında dağlar kadar fark var. Yazın ayrı, kışın ayrı zorluklar yaşıyoruz. Yazın su bulmak zor, kışın ise sudan(yağmur) korunmak. İnsanın evinin, bahçesinin ve toprağının yerini hiçbir şey tutmuyor."

‘YAŞIMIZA GÖRE OLMAYAN ACILAR YAŞADIK’


Xanim Hisên ise, daha 12 yaşındayken Türk devletinin vahşi saldırılarına tanıklık ediyor. O dönemde ortaokul birinci sınıf öğrencisi olan Xanim, yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

"Serêkaniyê'deki evimiz çok güzeldi. O evde dünyaya geldim, orada büyüdüm. Evimi de Serêkaniyê'yi de çok seviyordum. Doğup büyüdüğüm yeri nasıl sevmezdim ki? Hem mahallemdeki arkadaşlarımla hem de okuldaki arkadaşlarımla aram çok iyiydi. Onlardan ayrı kalmak çok zor oldu. İşgal saldırıları başladığında 12 yaşındaydım, yani daha çocuktum. Ne olduğunu da anlamamıştım. Her zamanki gibi sıradan bir gündü, ama ne olduysa öğleden sonra saat 4'te oldu. Bir anda patlama sesleri duyduk ve evimizden çıktık. Yaşımıza göre olmayan acılar yaşadık. Katliamlara şahit olduk, göçleri yaşadık. Bir yerden bir yere savrulduk. O günden beri de evimize geri dönemedik."

‘İDEOLOJİK YETKİNLİKLE BU ZORLU SÜRECİ ATLATTIM’

Okul hayatında başarılı bir öğrenci olan ve Serêkaniyê’nin işgalinden sonra okulu bırakma kararı alan Xanim, o süreci şöyle anlatıyor:

"Serêkaniyê'deyken okumayı seviyordum. Derslerim de iyiydi. Ancak işgalin ardından bir daha okuluma devam edemedim. Serêkaniyê artık yoktu. Evim de arkadaşlarım da yoktu. Yeni yaşama uyum sağlamaya çalıştım, ama arkadaş çevremin de değişmesi beni okul hayatından uzaklaştırdı. Bunun yerine, daha mücadeleci bir genç kadın olmak, düşman gerçekliğini daha yakından tanımak ve halkımı örgütleyip bilinçlendirmek için Newroz Kampı’ndaki Eğitim Komitesi faaliyetlerine katıldım. İdeolojik yetkinlikle bu zorlu süreçleri atlatabileceğime inandım ve bir anlamda öyle de oldu. Kendimi ve halkımı eğittikçe daha huzurlu ve mutlu olduğumu fark ettim."

‘ELBET BİR GÜN DÖNECEĞİZ’

Xanim Hisên, Serêkaniyê’ye dönme umudunu hiçbir zaman yitirmiyor ve sözlerini şöyle tamamlıyor:

"Örgütlü bir toplumla daha da güçlü olacağız. Biz örgütlendikçe düşman yenilecek. Elbet bir gün Serêkaniyê’ye döneceğiz ve ilk günkü gibi hala umutluyuz."