Duşanbe’de ne yaşandı?

20 Ocak 1999’da Şeremetevo (Moskova) havaalanına gittik. Burada 'önce uçağı hazırlıyoruz', 5-6 saat sonra da 'Ermenistan izin vermiyor ama sizi güvenli bir yere götüreceğiz' dediler. Bizi askeri uçağa bindirdiler ve bilinmez bir yere doğru havalandık…

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkışı ile başlayan süreçte kamuoyunun gözleri önünde cereyan eden birçok hukuksuzluk yaşandı. Dünyanın yeniden dizaynı önünde engel olarak görülen Kürt Halk Önderi Öcalan şahsında Kürt halkının mücadele ederek yarattığı kazanımlar yok edilmeye çalışıldı. 
Üzerinden 22 yıl geçen Uluslararası Komplo’nun bir parçası olan Rusya’ya ikinci geliş sonrası yaşanan Tacikistan süreci ve karanlıkta kalan 10 günün gizemi hala hafızalarda. Öcalan’ın "Bağırsaydım haykırışımı kimse duymazdı, ölseydim kimse cesedime ulaşamazdı" dediği bu süreci Yeni Özgür Politika Gazetesi'nden Emrullah Boztaş, yaşananların tanığı Ezîzê Cewo ile konuştu.   
 Uluslararası Komplo’nun en karanlık günlerinin yaşandığı Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’de bir Rus askeri üssünde Kürt Halk Önderi Öcalan ile 10 gün geçiren yazar Cewo soruları Yeni Özgür Politika'nın sorularını cevapladı.   

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan iki defa Rusya’ya geldi, her iki gelişine de şahit olduğuz. İlk gelişinde aracı olanlar kimdi ve süreç nasıl işledi? Primakov, Jirinovski ve Mitrofanov’un rolleri neydi?
Ben Sayın Öcalan Rusya’ya ilk gelişinde Moskova’da değildim. Bir süredir örgütsel faaliyetler için Saratov’da bulunuyordum. Kürt Halk Önderi’nin gelişinden birkaç gün sonra hızlıca Moskova’ya dönmem bana telefonla bildirildi. Moskova’ya ulaştıktan sonra anladım ki Kürt Halk Önderi Öcalan, Liberal Demokrat Parti Başkanı ve Duma’da parlamenter olan Jirinovski’nin yazlığında kalıyor… Sonradan bana söylendiği kadarıyla, o zamanlar Rusya sorumlusu olan Mahir telefon ile Rêber Öcalan’ın Suriye’den çıkması gerektiğini Mitrofanov aracılığı ile Jirinovski’ye aktarıp gelişi için hazırlık yapmak gerektiğini söylüyor.   
O dönem Rusya’da Kürt örgütleri ile ilgili sorunlar konusu yazılı olmayan bir kanun gibi Rusya Parlamentosu Jeopolitik Komitesine (Devlet Duması) yönlendirilmişti. Bu komitenin yöneticiliğini de Jirinovski’nin partisindeki Liberal-Demokrat parlamenterler yürütüyordu. Bu komitenin sorumlusu Aleksi Mitrofanov’du. Rusya’daki örgütün tüm sorunlarının onun üzerinden koordine edilmesi gerekiyordu… Ve sayın Öcalan Moskova havaalanına geldiğinde Kürt temsilciler ve Jirinovski’ye bağlı bir grup ile karşılanmıştı. 
Ulusal Önderimizi karşılayanlar içerisinde resmi olanlar dışında ne olduğu belli olmayan bazı kişilerin de bulunması beni düşündürmüştü. Ki bunların ne bizim komitemizle ne de örgütümüzle bir alakaları yoktu. Bu kişiler resmi de değildiler. Rêber Öcalan’ı karşılayanlar kimlerdi?  
Moskova’ya döndükten sonra sabah Jirinovski’nin yazlığına görüşmeye gittiğimizde yolculuğa hazırlanıldığı belli oluyordu. Sayın Öcalan’ın bu evi terk edip başka bir yere gideceğini burada öğrendim. Sonrasında Mitrofanov’un yazlığında da Kürt Halk Önderi ile 2-3 görüşmem gerçekleşti. 
Sorunuzda geçen 'komploda Primakov, Jirinovski ve Mitrofanov’un rolü nedir' konusunda şunu söyleyebilirim: Kürt Halk Önderi’nin ilk gelişi ile kendilerinin dahi inanamadığı bir kart ellerine geçmiş oldu. Böylece Türkiye ve Amerika ile olan ilişkilerinde bir yol bulmayı umdular. Sayın Öcalan Rusya’dayken Jirinovski Türkiye’ye gitti, oradaki konuşması ‘Türkiye’nin sorunlarının farkındayım ve bu sorunun çözüm anahtarı bizim elimidedir’ şeklinde olmuş. O dönemler Rusya’da her şey alınıp satılıyordu, bu mesajdan sonra neyin pazarlığı yapıldı, belki 50 yıl sonra açığa çıkar.  

 

Kürt Halk Önderi Rusya’ya ilk gelişinde Jirinovski’nin evinde nasıl bir yaklaşım ile karşılaştı?
Aslında Başkan, Jirinovski’inin yazlığında kaldı, bizlere sanki evinde misafir olarak bulunmuş gibi bir görüntü veriliyor. Ama gerçek bu değildi. Rêber Apo Jirinovski’nin yazlığında kaldı ve bu karşılıksız değildi.

Kürt Halk Önderi Öcalan’ın ikinci defa Moskova’ya gelişinde karşılayanlar kimlerdi ve siz ne kadarını biliyorsunuz? Karanlıkta kalan ve çok bilinmeyen bir konu da Kürt Halk Önderi’nin Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’ye gidişidir. Birlikte Duşanbe’ye gittiniz, nerede kaldınız, nasıl bir yaklaşım ile yüz yüze kaldınız? 
Sayın Öcalan’ın ikinci defa gelişi doğrudan Moskova’ya olmadı. Uçağı Nijni Novgorod (eski ismi ile Gorki, 400 km Moskova’nın uzağında) şehrine indi. O yalnız da değildi yanında İnterpol temsilcisi Mecit Mamoyan da vardı. Kendisini karşılayan grupta Mahir, Cemal Şamoyan, Rostem Biroyi ve ben vardım. Otomobil ile Moskova’ya geçtik. Bir ev hazırlamıştık ve orda bulunduğu bir kaç günlük sürede ben hep yanındaydım. 
Rêber Apo’nun gelişi ile birlikte hemen devlet temsilcileri bize, Rusya’da kalışına devletin hazır olmadığını söylediler. Eğer ilk gelişi belli yerlerin hazırlanması için zaman kazanmak için olduğu düşünülse bile ikinci gelişi başka hesapların olduğu şeklinde yorumlanabilir. Devletin kendisi Kürt Halk Önderi’nin gelişine karşıydı ama bazı kişiler ve bir grup yöneticiler Kürt kartını çıkarları doğrultusunda kullanmak için bir oyun oynadılar. Ancak sorun, devlet resmi olarak iltica başvurusunu kabul etmeyince ortaya çıktı. Devlet Sayın Öcalan’ın gelişi için karar almamıştı, sonuçta Rusya’dan gitmesini dayatarak bir sorun olarak karşımıza çıkardı. Ardından da Rus hükümetinin isteği ile Başkan’ın gidişi yönünde tüm resmi prosedürler uygulandı, Kürdistan’a gidişin Ermenistan üzerinden olması kararı alındı.    
20 Ocak 1999’da Şeremetevo (Moskova) havaalanına gittik. Burada 'önce uçağı hazırlıyoruz', 5-6 saat sonra da 'Ermenistan izin vermiyor ama sizi güvenli bir yere götüreceğiz' dediler. Bizi askeri bir uçağa bindirdiler ve bilinmez bir yere doğru havalandık… Uçak havalandıktan sonra yanlarındaki pasaportlarımızın belgelerine baktığımda anladım ki biz Tacikistan’a (Duşanbe) uçuyoruz, artık çok geçti. Güvenlik görevlisine: “Böyle olur mu? Neden başta bize nereye gideceğimiz söylenmedi, o bölgede savaş var değil mi?” diye sordum.
Aramızda sert konuşmalar geçti. Sayın Öcalan bu konuşmaların nedenini sorunca kendisine uçuşumuzun tehlikeli bir bölgeye doğru olduğunu, orada savaş ve çatışmanın yaşandığını söyledim… Kendisi biraz düşündükten sonra “Acaba yapabileceğimiz başka bir şey var mı?” dedi ve tekrar düşünmeye başladı. 
Uçağın arka tarafında pencerenin önünde durmuştuk. Bana dönüp: "Bu nasıl bir oyun, kimler bunun içerisinde?" dedi.
Bu psikolojik atmosfer insanı bunaltıyordu… 
Önderlik “Görmedin mi onların temsilcisi ne söyledi” deyip yine düşünmeye başladı. 
Ben “Bu yalnızca hilenin bir tarafı olabilir” dedim. 
Ama Mahir, o biliyordu ve sesini çıkartmadı.
Ne söyleyeceğimi bilemedim…
… Duşanbe Havaalanı’nda herhangi bir engel ile karşılaşmadık, o bölgenin tamamı kontrol altındaydı, yalnızca kendileri vardı. Uçaktan indikten sonra bir arabaya bindik ve yol aldık.  
Ocak ayının sonuna kadar biz Duşanbe’de kaldık. Orada kaldığımız süre boyunca kimselerin yerimizi öğrenmemesi gerektiğini söylediler. Telefon görüşmesi yapmamız yasaktı. Bir gün arkadaşlarımıza “yerimize ulaştık” diyebilmemiz için kısa bir mesaj iletmemize izin verildi. İki gün sonra ise Önderliğe üstü kapalı bir şekilde tehditvari bir mesaj hissettirdiler. Hemen aynı gün Önderlik beni çağırdı ve birlikte konuştuk. Bir araya gelişimiz, iki kişilik bir toplantı gibiydi. Önderlik bizim Duşanbe’deki durumumuzu değerlendirip, bu şartlarda ne yapabiliriz bunu planlamaya çalışıyordu. Bu olağanüstü durumda bazı konularda inisiyatifli olduğumu söyledi ama tek başıma bir şey yapmamam için de uyardı, “birlikte tartışalım… sonra” dedi.  
Bize ayırdıkları evde iki oda ve oturma odası vardı. Oturma odası aynı zamanda mutfak gibi hazırlanmıştı. Bahçede çatının önünde ayrıca birkaç ev daha vardı, burası bir askeri üstü. Yemekleri bir Özbek hazırlıyordu. Başkan’ın, aşçı oralarda olduğu zaman bahçeye çıkmaması sıkıntıya sebep oluyordu. Başkan çoğu zaman dışarıda olup temiz hava almak istiyordu. Günde iki defa dışarı çıkmak ona yetmiyordu. Başkan’ın dışarıya çıktığı zamanlar aşçıya ya banyoda ya kilerde ya da şehirde iş çıkartıyorlardı. 
Her ne kadar Başkan için ayrıca yemek yapmama izin verilmiş olsa da sonradan yemeğin herkes için ortak yapılmasını kabul ettik. Önderlik için yemek ya yemek dağıtımının ortasında ya da sonunda ayrılıyordu. 
Özel Güçler geceli gündüzlü Başkan’ın nöbetini tutuyorlardı. Ben yine de yerimi onun odasının yanına taşıdım. Sanki bir şey olsa elimden bir şeyler gelecekmiş gibi! 

 

Duşanbe’de o askeri üsteki atmosfer nasıldı? Moskova’ya dönüş nasıl gerçekleşti?
Çoğu zaman Önderlik bahçede volta atıp düşünüyordu. Yalnızca o bir konu hakkında konuşmak isterse ya da soru sorarsa aramızda bir konuşma geçiyordu. 
Dünyadaki gelişmelerden kopuk ve hiçbir haberin ulaşamadığı bu yerde buradan ve bu durumdan çıkmak için yol ve yöntemler aramaya devam ettik. İletişim kurmak için yaptığımız tüm girişimler sonuçsuz kaldı.   
Bu şartlarda bile her gün gece geç saatlere kadar çalışıyordu. Arkadaşlar, halk ve mücadele edenler için okuyor, yazıyor ses kaydı yapıyordu. Çoğu zaman çalışması şafağa kadar sürüdüğünden akşam yemeği ile sabah kahvaltısı birleşmiş oluyordu. 
 O bahçede volta atarken insan havanın ona yetmediğini anlayabiliyordu. Bu dünya ona dar geliyor, zaman yetmiyordu. Ara ara kısa sorular sorduğunda bu büyük insanın ne üzerine yoğunlaştığını anlayabiliyordum. 
 "Bizden bu kadar zamandır haber alamıyorlar! Halkın durumu nasıl? Acaba arkadaşlarımız bu durumda ne yapıyorlar? Şimdi halkın arasında ve onlarla birlikteler mi?" diyordu. 
Önderlik ile halkın durumunu konuşurken bana soruyor sanıyordum ama aslında bu bir monologdu. 
“Neden böyle sonuçlandı, yanlış nerede?” derken, cevaba gerek yok dercesine elini boşluğa doğru salladı.  
Başkan ile Moskova’ya dönüşümüzden önceki son voltamızda da, "Bu nedir ihanet mi ya da?” dedi ardından başıyla onaylar gibi bir hareket yapıp “evet, evet” dedi.  
Moskova’ya dönüş kararı kesinleşip yola çıktığımızda Başkan bana şöyle dedi: “Moskova’ya dönüyoruz ama ya ondan sonrası? Biz nereye doğru gidiyor olsak da bir sorunun çözümüne doğru yol alıyoruz. Ne düğümlenirse o çözülür. Bunu bize dayatıyorlar, dünya bizi buna doğru itekliyor. Biz bunca yıl barış dedik ama kimseler sesimizi duymak istemedi.” 
Moskova’ya döndüğümüzde şehrin yakınında bir eve yerleşerek Başkan’ın Rusya’dan çıkış hazırlıklarını yapıyorduk. Şunu sordu: “Mahir neden gelmiyor? Hiç olmazsa neyin ne olduğunu sorabilirdik. Onun arkadaşlarımızla ilişkisi var.” 
Güvenlik grubunun sorumlusu, “Siz havaalanında görüşeceksiniz, o şimdi misafirin gidiş işleri ile meşguldür” cevabını verdi.  
Biraz geç vakit Başkan işleri ile ilgilenmesi gerektiğini ses kaydı yapacağını söyleyip, "Git onlarla birlikte kal, onları bir şeylerle uğraştır, ben işlerimi düzenleyene kadar” dedi. 
Biz aşağıda birinci kat sorumlusu ile tavla oynuyorduk, Başkan gülerek yanımıza gelip, “ben de oynayacağım” deyince kalkıp yerimi Başkan’a verdim. Başkan güvenlik sorumlusuna, “Şimdi seninle tarihi bir tavla oynayacağız, bu Kürdistan ile Rusya arasında bir dostluk maçıdır” dedi. 
Ertesi gün Moskova’dan Saint-Peterburg’a geçecek ve Yunanistan’a gidecek uçağı bekleyecektik. Ancak resmi olarak oradan yapacağı uçuş hakkında herhangi bir bilgi yoktu. İşte o zaman devletin temsilcileri bize Başkan’ı Şam’a göndereceklerini söylediler. Başkan’ın Şam’a gidişin olamayacağını, bunun Türkiye ile Suriye arasında savaşa sebep olacağını söyledik. Başkan onlara bir süre daha beklemelerini önerdi. Bir süre sonra Atina’dan bir uçağın hareket ettiği ve iki saat içinde Saint-Peterburg’a ulaşacağı haberi geldi. Bu defa Rus devlet temsilcisi "acaba orada garanti var mı?" diye sordu.  
Bunun üzerine Mahir, hem koalisyon partileri hem muhalefet hem halk hem de dini liderlerin bizi desteklediğini söyledi. Ve sonraki gelişmeler, NATO üyesi (Yunanistan) bir ülkenin koalisyon partilerinin, muhalefetinin, halkının ve dini liderlerinin Kürt davasına desteğinin ne kadar reel olduğunu gösterdi! O zaman kimsenin aklına gelmemişti, Yunanistan yapabilseydi Türkiye tarafından işgal edilen Kıbrıs sorununu NATO ve AB çerçevesinde çözerdi!   
Bu dünyada bizden öncekilerin suç, yanlış ve hataları bizlere miras olarak kaldı. Bugün tüm bunlar için biz tüm halkımız ve Önderliğimiz olarak bedel ödemek durumunda kalıyoruz!
Ve ulusal beklentilerimiz, geleceğiz Ulusal Önderimiz Abdullah Öcalan şahsında İmralı Adası’ndadır. O bulunduğu o noktadan da halkımızın özgürlük yürüyüşüne ışık tutuyor ve gelecek özgür günlerin umuduyla insanlığı mücadeleye sevk ediyor.    

 

Rusya’nın Öcalan, Kürt meselesi ve Rojava üzerindeki siyasetini nasıl değerlendirirsiniz?
Sorunuza cevap vermeden önce, 19. yüz yılın ikinci yarısında İngiltere Başbakanı olan Lord Palmerston’un bir sözüyle başlamak istiyorum, diyor ki “Bizim ne daimi düşmanlarımız var ne de daimi dostlarımız. Bizim sadece daimi çıkarlarımız var.” 
Bilindiği üzere, Rusya (Suriye’de) ilk günden itibaren kendi siyasi, ekonomik ve bölgesel çıkarlarını gözetiyor. Bu kaos ve karışıklıkla beraber Rusya diğer devletler gibi, kendi devletinin ve o ülkenin değişik grup ve güçlerin çıkarlarını gözetmiştir. Bu yolda da herkesi ve her şeyi kurban etmeye de hazır. Konuştuğu, anlaştığı o ülke Suriye yönetimiydi, Kürtler değil! 
Tarihimizde ihanete uğradığımızı her zaman tekrarlıyoruz. Bizi kandırıp ihanet edenler de yine bizlerdendir. Bu ihanetin en büyük örneği ise günümüzde Güney Kürdistan’da KDP yönetimidir. Onlar halkın ve ülkenin bütün değerlerini işgalcilere peşkeş çektiler. Faşist rejim AKP ve işgalci Türk askerlerini, kendilerini katliamdan kurtarmış kardeşlerine saldırtıyorlar.
Durum buyken o zaman yabancılardan ne bekliyoruz ki!...
Biz ulus olarak dünyada kendimize bir yer bulmak istiyorsak, dünyadaki bu gerçekleri görerek, buna göre adım atmamız gerekiyor. Böylelikle ulusal yürüyüşümüzün önü kesilmez ve eğer önü kesilirse de kendimizi korumak için hazırlıklı oluruz.

Uluslararası Komplo'nun 22 yıl dönüme ilişkin neler söylemek istersiniz?
Sayın Öcalan'ın öncülüğünde ortaya çıkan Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin üzerinden 40 sene geçti. Aradan geçen 40 sene de birkaç nesil yetişti. Bu nesiller siyasi-ideolojik eğitimden geçti ve yeni bir ulusun yaratıldığı söylenebilir. Tüm değerleriyle bu yeni nesil bu ideolojinin ve mücadelenin eseridir. Halk geçen 22 senede olduğu gibi şimdi de Önderi’ne, davasına sahip çıkıyor, tüm dünyada özgürlüğü için çalışan halkın bu tutumu her insana güven veriyor.
 Dikkat edelim, dünya çapında tanınmış birçok yabancı aydın Kürt halkının davasını destekliyor, Ulusal Önder Öcalan'ın özgürlüğünü talep ediyor. Ancak Kürt aydınları bu konu da çok geride duruyor, özellikle ülke dışında yaşayan Kürt aydınları. Kürt halkının ulusal davası için bulundukları ülkelerde önemli rol oynayabilirlerdi. Bulundukları yerlerde halkının sesi ve gözü olabilirlerdi. 
Değerini koruyacak olan da özgürlüğü elde edecek olan da halkın kendisidir. Kürt halkı ulusal birliğiyle, ulusal yönetim ve siyasal gücüyle, özgürlük davasına sahip çıkarak, barış anneleri ve gençleriyle, zafer işareti yapan çocuklarıyla geleceğini oluşturacak.