Çiçek: Öcalan'ın mesajı topluma

HDP İstanbul İl Eşbaşkanı Cengiz Çiçek, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın mesajının, demokrasi için bir milat olduğunu vurguladı. Çiçek, Öcalan’ın muhatap olarak iktidarı değil, toplumsal kesimleri işaret ettiğini söyledi.

HDP İstanbul İl Eşbaşkanı Cengiz Çiçek, Asrın Hukuk Bürosu tarafından açıklanan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın mesajını ANF’ye değerlendirdi.

Aynı zamanda Öcalan’ın avukatı da olan Çiçek, Öcalan’ın, bir taraftan Suriye örneği üzerinden devletlere Kürt sorununun çözüm perspektifini sunarken, diğer taraftan Gandhi örneğiyle de, demokratik mücadelenin toplumsal bir mücadele hattıyla derinleştirilmesi durumunda kalıcı başarılar elde edilebileceğini vurguladığını kaydetti.

Öcalan’ın açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mesajda genel olarak Sayın Öcalan’ın yıllar içerisinde konumundan bir milim şaşmadığı, hatta kendi ifadesiyle bu çözüm iradesini daha çok derinleştirdiği yönünde bir siyasal ve toplumsal mücadele kararlılığı ve bunun dışarıyı etkisi altına alan umudunu görüyoruz. Birebir kendi beyanıyla bunu ifade etmesi Türkiye’deki demokratik mücadele açısından da çok önemli. Özellikle şuna dikkat çekmek gerekiyor; hem demokratik uzlaşı kültürü hem demokratik siyasette alan açan yaklaşımı Türkiye’de Kürt sorunu başta olmak üzere çözüm iradesinin yıllardır nasıl ıskalandığının da göstergesi. Bir yanıyla hayıflanıyoruz, bir yönüyle de tekrar Sayın Öcalan’ın aslında toplumsal dinamiklere, demokratik siyasete, bütün muhalif kesimlere dönük bu çağrısı bizler için çok anlamlı, çok kıymetli ve değerlendirilmesi gereken bir süreç. Dikkat ettiyseniz, 6 Mayıs’ta da Sayın Öcalan’ın yaptığı açıklamanın üst başlığı “kamuoyuna duyuru” idi. Bu aslında Türkiye’deki Kürt sorununun ve demokratikleşme meselesinin çözümünün muhatabı olarak iktidardan ziyade toplumsal alanı ve dinamiklerini gördüğünü gösteriyor. Biraz daha somutlaştırmak gerekirse, Karadeniz’de barajlara karşı mücadele yürüten köylülerden Ege’de tarım işçilerine, fabrikalarda çalışan işçi ve emekçilerden kadınlara, gençlere ve ezilen tüm toplumsal kesimlere herkesin Kürt sorunu konusunda muhatap olmak zorunda olduğunu vurguluyor. Özetle, Kürt meselesi toplumun diğer kesimlerinin muhataplığına kavuşmazsa çözümsüzlük kaçınılmaz oluyor.

Öcalan’ın, mesajını doğrudan toplumsal kesimlere mi verdiğini söylüyorsunuz?

Evet çünkü bu sağlanmadığı takdirde Kürt sorunu daha çok iktidarların kendi iktidarlarını ürettiği bir alan haline geliyor. Sayın Öcalan da aslında Kürt sorununun çözümünü ve Türkiye’deki demokrasi mücadelesini iktidarın alanından çıkartıp toplumsal alana havale etmeye çalışan bir perspektif sunuyor. Ben bu yönüyle aslında açlık grevleri ve ölüm oruçlarının ve bunların üzerine gelişen avukat görüşlerinden sonra ortaya çıkan Sayın Öcalan’ın açıklamalarını Türkiye’deki demokrasi, haklar ve özgürlükler mücadelesi için bir milat olarak görüyorum ve öyle görülmesi gerektiğini düşünüyorum.

Öcalan’ın açıklamaları bir kesim tarafından manipüle edilerek seçime ilişkin bir hamle olarak lanse edilmek istendi. Ancak 6 Mayıs ve 26 Mayıs’ta yapılan açıklamalar güncel siyasete ilişkin hiçbir mesaj içermiyordu. Bu durum nasıl okunmalı?

Türkiye’de beyaz ve yeşil Türkçülük üzerinden ortaya çıkan hakim şoven ulus eğilimi Sayın Öcalan’ı ve Kürt halkını sürekli, ‘Benden misin, ondan mısın, sana güvenebilir miyim?’ şeklinde bir teste tabi tutmaya çalışıyor. Bu çok çirkin ve incitici bir durum. Ayrıca Kürt halkının da tahammülü olmadığı bir sığlık durumu. Sayın Öcalan, Kürt meselesinin güncel siyasete sıkıştırılmayacak kadar derin bir sorun olduğunun mesajını da dolaylı olarak da olsa veriyor. Her cümlesinden bu anlam fazlasıyla çıkıyor, tabii görebilene, görmek isteyene. Örneğin İstanbul seçimlerini kim kazanırsa kazansın bir demokratikleşme perspektifi, programı yoksa bir şey fark eder mi? Bu kadar büyük mücadeleler ve milyonlarca insanın emeklerinin sonucu ortaya çıkan kazanımlar, halkların demokrasi kazanımına dönüştürülmezse sorunlar olduğu yerde kalacak. Toplumun çözüm konusunda umut beklediği ve kredi açtığı siyasi liderler ve siyasetler, beklentileri boşa çıkaran ve toplumsal direniş iradesini bu beklentilerin boşa çıkarılması üzerinden kıran tersi bir rol oynamış olacak. Nitekim 17 yıllık AKP iktidarının bütün bu sorunların çözümsüzlüğünü kendi iktidarını sağlamlaştırmak ve süreklileştirmek için kullandığı görüldü. Şimdi muhalefet olarak aynı yoldan yürüyüp karşıtımıza mı dönüşeceğiz, yoksa gerçekten bu sorunlara hakikat ve demokrasi penceresinden bakıp çözüm mü arayacağız? Dikkat ederseniz aslında tecrit altında tutulan ve yasalardan gelen her türlü hakkı kısıtlanmış bir insan küçücük bir fırsatta bile güncel siyasete sıkışmadan Türkiye’nin demokratikleşmesi için bu fırsatı değerlendirmeye çalışıyor ama dışarıda onca imkana sahip hiçbir siyasi birey ve güç, bu sesi anlama çabası gibi bir eğilim ya da zahmet içine dahi girmiyor. Bu da çözümsüzlüğün asıl muhataplarının kimler olduğunu açıkça gösteriyor. Sayın Öcalan’ın Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi üzerine yaptığı son deklarasyon esas alınsa aslında ülkede birçok sorun çözülecek. Örneğin Suriye’deki çözümün Türkiye’de de çözüm olacağına işaret ediyor.

Suriye örneğini biraz açabilir misiniz?

Türkiye’de siyaset, genelde güncele sıkıştığı için kısır okumalar içine düşülüyor. Sayın Öcalan da Türkiye’deki bu siyaset sığlığını aşmaya çalışıyor. O yüzden sadece İstanbul veya Türkiye merkezli okuma yapmıyor; aslında bugün özellikle Suriye, İran, Irak ve Türkiye’de Kürt sorununun çözümsüzlüğü, aynı zamanda bütün bu devletleri uluslararası hegemonik güçlere bağımlı kılıyor. Kürt sorununda çözümsüzlük, bağımlılık ilişkilerini derinleştiriyor. Sayın Öcalan da aslında Kürt sorununun demokratik çözümü üzerinden bu devletlerin bağımsızlık yolunu açıyor. Uluslararası kapitalist hegemonik güçlerin kıskacından kurtarmaya çalışıyor. Aslında bugün milliyetçilik, vatan-Sakarya edebiyatı yapanlara seslenmek lazım; Kürt sorunundaki çözümsüzlük sizi ekonomik, siyasal, kültürel olarak ve her yönden bu güçlere bağımlı kıldı. Bu sorunu gerçekten kendi dinamikleri üzerinden çözmeniz durumunda uluslararası güçlerden tamamen bağımsızlaşan, kendi yolunu kendisi çizen ve halkların kardeşliğine dayalı demokratik bir sistem oluşacak. Suriye meselesi de öyle aslında. Evet, bir yönüyle Amerika ve Rusya arasında sıkışmış hegemonya savaşında Rojava ve Suriye meselesi bir merkez. Sayın Öcalan da aslında Rojava ve Suriye’deki çözümsüzlüğün Türkiye’ye de yansıdığını; ülkedeki siyaseti de gerginleştirdiğini, çatışmalı ortama soktuğunu, ekonomik ve siyasal krizin baş nedeni olduğunu görüyor. Bu metinden biz bunu anlıyoruz. Bir diyalektik bağı var; Suriye’deki Kürt sorununun toprak bütünlüğüne karışmadan demokratik özerklik temelinde, bir başka ifadeyle yerel demokrasi perspektifiyle çözülmesi durumunda bunun Türkiye’ye demokratik bir süreç olarak yansıyacağını belirtiyor.

‘ROJAVA ANAYASASI ÖCALAN’IN ÇÖZÜM PERSPEKTİFİNİ FAZLASIYLA VERİYOR’

Sayın Öcalan Suriye ve Rojava’da kilitlenen çözüm ve çözümsüzlük diyalektiğinde bir alternatif oluşturmaya çalışırken, Türkiye’deki demokrasi güçlerine de bir çözüm perspektifi sunuyor. Bu anlamda Suriye için yaptığı demokratik yurttaşlık, anayasal çözüm önerisini Türkiye, İran ve Irak için de hep savundu. ‘Bana altın tepsiyle ulus-devlet verseniz de kabul etmeyeceğiz’ dedi. Bu açıdan Sayın Öcalan’ın açıklamaları iyi okunduğu takdirde, Kürtlerin bu coğrafyada ayrıştırıcı değil en bütünleştirici, demokratik uzlaşı kültürünün garantisi ve onurlu barışın kilit rol oynayıcısı olduğu görülür. Suriye’de DAİŞ zulmünü ve barbarlığını yenen Kürt güçleri, bugün Rojava’da bütün halkların yaşam haklarını savunan ve yan yana getiren bir model yaratmaya çalışıyor. Rojava Anayasası şu anda en gelişmiş ülkelerin anayasasının bile ilerisinde. Rojava Anayasası’nın kendisi bile Sayın Öcalan’ın çözüm perspektifini fazlasıyla veriyor.

O açıdan 6 Mayıs deklarasyonundaki Suriye bölümünün Türkiye demokrasisine ve çözüme dair bir seçenek oluşturduğunu ve izlenmesi gereken hattın da burada olduğunu düşünüyorum. Bunun öncelikli muhatabı da altını çizerek söylüyorum; ne devlettir, ne AKP iktidarıdır; bunun temel ve öncelikli muhatabı toplumsal kesimler ve demokratik siyasettir. Kürt sorununu ve Türkiye’nin demokratikleşme sorununu iç içe düşünmediğimiz ve güncel siyasete sıkışmış anlayış ve tarzlarımızı aşmadığımız sürece AKP karşıtlığımız da tek başına fayda etmiyor.

Deklarasyonda İstanbul seçiminden hiç bahsedilmemiş olması bir mesaj olarak değerlendirilebilir mi?

Yok, öyle değerlendirilmemesi gerek. Bir kere söz hakkı böylesine kısıtlanmış bir insanın seçimler meselesinde bu düzeyde speküle edilmesi ne hukuk ne ahlak ne de demokratik değerlerle örtüşür. Sayın Öcalan’ı söylemedikleriyle değil söyledikleriyle değerlendirmek en adaletli ve demokratik yaklaşım olur. Beyana değil beyan edilmeyene odaklanan akıl, Türkiye’deki temel sorunların çözümsüzlüğünün de baş aktörleri olmaktan kurtulamayacaklardır. Bu çerçeveden ele alındığında 6 Mayıs deklarasyonu aslında Türkiye’deki bütün toplumsal kesimlere dönük bir açıklama. Sayın Öcalan kendisi hakkında nasıl spekülasyon yapıldığının çok iyi farkında. 20 yıllık İmralı tecridi sürecinde kendisini savunma ve kendisini ifade etme hakkı gibi temel evrensel haklar tanınmadı. Ama kendisi dışında herkes onu tartıştı. Aynı şekilde Kürtler dışında herkes Kürtleri tartıştı. 6 Mayıs’ta da biz bunu gördük. Açıklamanın Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) tam seçimi yenileme kararını ilan ettiği güne denk gelmesiyle yine Sayın Öcalan ve Kürtler test edilmeye çalışıldı. Ne adına test edilmeye çalışıldı? Seçimlerde AKP-MHP’ye kaybettirme adına test edilmeye çalışıldı. Oysa Kürt halkı yürüttüğü demokratik mücadelede ödediği bedeller itibarıyla teste tabi tutulması gereken en son halktır. Son yıllarda AKP iktidarı karşında yürüttüğü demokrasi mücadelesinde fazlasıyla bedel ödeyen bu halk değil miydi? Kürt kentleri yağmalanırken, seçilmiş iradelerine kelepçeler vurulurken sessiz kalanların bugün Kürt halkının demokratik tutumuna gölge düşürecek sözler kurma hakkı yoktur. Sayın Öcalan da 20 yıldır İmralı’nın mutlak tecrit koşullarında hâlâ demokratik çözüm perspektifini ayakta tutuyorsa, bu tartışmaların içine çekilmemesi gereken öncelikli politik öznedir. 8 yıldır yapılmayan avukat görüşünün neden yaptırılmadığı yönünde asgari bir hukuk savunuculuğundan imtina edenler, 8 yıl aradan sonra yapılan avukat görüşünün zamanlaması tartışmasını önceleyerek aslında kendi altlarını kazıyorlar. Tersinden de AKP’ye en fazla güç veren oluyorlar. Herkes önce kendi duruşunu ele almalı. Sayın Öcalan bütün bunların farkında olduğu için güncel politikanın tuzağına ve tekinsizliğine girmek istemiyor ve hepimizi de uyarıyor.

‘23 HAZİRAN’DA SEÇİM STRATEJİMİZ DEĞİŞMEYECEK'

Yoksa AKP-MHP ittifakının İstanbul’da kaybetmesi bizim için demokratik siyaset açısından çok önemli. Bunu her seferinde HDP olarak dile getirdik. Kaldı ki HDP’nin seçim perspektifi bu kadar kısa sürede değişmez, HDP seçmeni de bu kadar zaman diliminde savrulmaz. Partimize ve seçmenimize yönelik bu güvensizliği kabul edemeyeceğimizi belirtmek zorundayız. Ayrıca şuna da dikkat çekelim ki, İstanbul seçimleri bütün demokratik güçler açısından ne kadar önemliyse, Kürt sorununun demokratik çözümü ondan çok çok daha önemli bir pozisyonda. Kaldı ki Sayın Öcalan tarafından bir mutabakat-müzakere süreci olmadığının altı önemle çizilirken, sanki böyle bir süreç varmış gibi bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Biz burada ana muhalefet partisinin özellikle dikkatini çekmek istiyoruz, gerçek anlamda bir demokrasi programıyla ortaya çıkması gerekiyor. İstanbul gerçekte bir sandık sonucuyla -önemini belirtmekle beraber- kazanılmayacak, İstanbul’u ve İstanbul üzerinden Türkiye’yi gerçekten kazanmak demek, İstanbul’da yaşayan ve temsiliyetini bulan bütün farklı kimlikleri eşitlik, adalet ve demokratik siyaset ilkeleri üzerinden bir arada yaşam formuna kavuşturmakla olacak. Ülkemizdeki siyasal sığlık ve kriz de bu anlayışla aşılacak. Bu zafer de A parti ya da B partinin değil, taraflı tarafsız Türkiye’de yaşayan bütün toplumsal kesimlerin kazanımı olacak. Biz onun için HDP olarak ne Cumhur ne Millet ittifakı, demokrasi ittifakı dedik. Ve demokrasi ittifakımızın gereği olarak da elbette ki İstanbul seçimlerindeki stratejik yaklaşımımız ve konumlanmamız varlığını koruyacaktır, değişmeyecektir. Temel amacımız da 23 Haziran’dan sonra ortaya çıkacak bu toplumsal yakınlaşmanın, buluşmanın sürekli bir demokrasi mücadelesine evrilmesidir.

Mesajda açlık grevleri ve ölüm oruçları konusunda Gandhi örneğinin verilmesi ne anlama geliyor?

Sayın Öcalan kapitalizme ve onun ulus-devlet sac ayaklarının ürettiği her türlü kötülüğe karşı bir zihni karşı koyuş, bir zihniyet devrimi ile birlikte aklını, ruhunu ayakta tutan bir mücadele, bir direniş diyalektiği örgütlüyor. Gandhi örneğini vermesinin temel nedeni de bu. Gandi bir taraftan İngiliz sömürgeciliğine karşı Hindistan’da hukuku, insan haklarını ve özgürlüğü tesis etmeye çalışırken, diğer taraftan sivil itaatsizlik eylemleri tarzında bir mücadele hattı örmeye çalıştı ve başarılı da oldu. Sayın Öcalan da anayasal yurttaşlık ve yasal, evrensel haklar derken bir taraftan ilgili devletleri ve iktidarları yasallığa davet ediyor, diğer taraftan da topluma sadece yasalara sıkışmayan barışçıl ve demokratik eylemler üzerinden oluşacak meşru mücadele hattını öneriyor. Sayın Öcalan’ın işaret ettiği demokrasi mücadelesi aynı zamanda yeni bir felsefi yaklaşımı da içeriyor. Gandhi felsefesine vurgu yapmasının temel amacı da o. Klasik, alışılagelmiş mücadele tarzlarından ziyade demokratik mücadelede daha çoklu, daha yaratıcı bir perspektif öneriyor.

İmralı tecridi konusunda da yasal hakların tesisinin hiçbir tartışmaya ve ayrımcılığa yer vermeksizin sağlanması gerektiğinin altını çiziyor...

İki avukat görüşmesiyle tecridin kalktığını söyleyemeyiz. Sonuç itibarıyla İmralı’da tecridin kaldırılması demek Sayın Öcalan’ın yasalardan kaynaklı bütün haklarının tesis edilmesi demek. Bunlar, mektup, gazete, televizyon gibi iletişim haklarının, avukatları ve ailesiyle görüşme hakkının sağlanmasıdır. Ada cezaevinin kendisi aslında bir tecrit, bir işkence ortamı. Avukatlar görüşmek isteseler bile bir kara cezaevine gider gibi gidemiyor. Normal kara cezaevlerinde mesai saatleri içerisinde avukatlar her gün, her saat müvekkilleriyle görüşebiliyor. Ama Sayın Öcalan’ın avukat görüşlerinin bırakalım her gün yapılmasını, hiç yapılmama durumu da ortaya çıktı. Sayın Öcalan tıpkı Leyla Güven’in ve cezaevlerindeki siyasi tutsakların talep ettiği gibi, mesajında devleti kendi yasalarına uymaya davet ediyor.

Haftalardır direnen annelere özel bir selam gönderdi, bunun anlamı nedir?

Bizim de annelerin bu direnişi önünde saygıyla eğildiğimizi belirtmek isterim. Sayın Öcalan’ın annelere özel bir vurgu yapması aslında Türkiye’deki demokrasi güçlerine bir eleştiri hüviyeti de taşıyor. O kadar demokrasi güçleri ortada dururken bu işi sahiplenen neredeyse tek kesimin anneler olması demokrasi güçlerine bir eleştiri olarak da okunmalı. Bu konuda biz de özeleştirimizi vermek zorundayız. Annelerin o direngenliğini toplumsallaştıramamak, kitleselleştirememek, açlık grevlerinin bu kadar uzaması ve ölüm aşamasına gelmesine sebebiyet vermek konusunda, partimiz HDP başta olmak üzere bütün demokrasi güçlerinin özeleştiri vermesi gereken bir durumu ortaya koyuyor. İkincisi, beyaz tülbentli annelerin bu direnişi aynı zamanda Kürt kadınının ulaştığı politik düzeyi de gösteriyor. Aynı zamanda da Kürt kadınlarının şahsında ortaya çıkan kadın sınıfsallığının ve siyasallığının ulaştığı bu düzeyin ülkemizde ve küresel düzlemde yürütülen demokrasi ve özgürlük mücadelelerindeki belirleyici yerini de okumak gerekiyor. Artık tüm mücadele okumaları bu gerçek gözetilerek yapılmalıdır. Annelerin mücadelesi Sayın Öcalan’ın kadın özgürlük teorisinin ne kadar ete ve kemiğe büründüğünün, büyüdüğünün ve toplumsal muhalefette ne kadar önemli bir aşamaya geldiğinin bir göstergesi.