'İktidardan, basına ve çeşitli sermaye odaklarına kadar mafyatik ilişkiler var'

Çete lideri Sedat Peker'in deşifreleri medya-mafya ilişkisini gündeme taşıdı. Gazeteci Fatih Polat’a göre bu yeni bir bilgi değil ancak deşifre olan ana akım gazeteciler için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Organize suç örgütü lideri Sedat Peker'in Twitter hesabı üzerinden yayımladığı videolarla çok sayıda ismi teşhir etti. Türk İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya ‘süslü sülo’ diye hitap eden Peker, İnternet Haber Yayın Grubu Yönetim Kurulu Başkanı olan Hadi Özışık'ın Soylu arasında arabuluculuk yaptığını söylemişti. Kirli hesaplaşmanın medya ayağı ana akım medyanın Türkiye siyasetine, ‘kaderine’ nasıl yön verdiği de Peker’in yayınladığı videolardan sonra çokça tartışıldı.

Türkiye'de iç içe geçmiş mafya-devlet-siyaset ilişkisinin ayyuka çıktığı 1996 yılındaki Susurluk Kazası'nı akıllara getiren son gelişmeleri, geçmişte nelerin yaşandığını, bugünkü medyanın bu ilişki ağının neresinde durduğunu, gazeteci Fatih Polat ajansımıza değerlendirdi: “Türkiye basın tarihinin içinde geriye doğru bir kazı yapılsa, mafya ilişkilerinin yakın tarihimizin bir konusu olmadığını gösteren çok örnekle karşılaşabiliriz.”

Mafya devlet ilişkilerini Susurluk’tan sonra Türkiye bir kez daha gündeme getirdi bu meseleyi ama mafya ve medya ilişkisini Türkiye yeni mi öğrendi?

Mafya ile devlet ilişkisinin medyaya uzanan boyutları daha önce de gündeme gelmişti. Bunun herhalde en popüler hali Korkmaz Yiğit örneği. TÜRKBANK'ın özelleştirilmesiyle ilgili olarak İstanbul DGM Savcılığı'nca yürütülen soruşturma çerçevesinde gözaltına alınan işadamı Korkmaz Yiğit, o dönem kendisine ait olan televizyon kanallarında yayımlattığı kasetinde, Türkiye’de mafya adına dünyanın en bilinen isimlerinden Alaattin Çakıcı tarafından tehdit edildiğini belirterek, şunları söylemişti: “Alaattin Çakıcı'yı Mesim Malki öldürülmeden dört ay önce tanıdım. Bir gün Malki bana, 'Çakıcı tarafından tehdit ediliyorum, para ödüyorum' dedi. Ben de kendisini Vali Hayri Kozakçıoğlu'na götürdüm. Görüşmeden ayrı arabalarla ayrılırken, Çakıcı telefon ederek 'Nesim benim ekmek kapım, sakın onu koruma. İstanbul'da 100 kişiye bakmak zorundayım Kurşun adres tanımaz' dedi.

Bu bir tehditti. Bir hafta sonra yine aradı, Nesim'i, Dündar Kılıç'a götürdüğümü iddia ederek, tehditler savurdu. Aslında ben Dündar Kılıç'ı tanımazdım. Ben telefonuna çıkmadım. Ağza alınmayacak küfürler etti. Sadece o arıyor, konuşmak zorunda kalıyordum. Tükürüklerim koruyor, vücut kimyam bozuluyordu, hayır konuşmam diyemiyordunuz. İlkokula gidecek çocuğunuzun kaçta okula gittiğini, İskoçya'da okuyan iki çocuğunuzu biliyordu. O ses sizi ne hale getiriyor, düşünebiliyor musunuz?”

Daha öncesinde yaşanan, Günaydın Gazetesi'nin sahibi Bekir Kutmangil'in öldürülmesine varan olaylar zinciri de, mafya-medya ilişkilerine örnekti. Kutmangil, korumalığını da yapan mafya tetikçisi İbrahim Cici tarafından 1995 tarihinde öldürülmüştü. 30 yıl hapse mahkum edilen Cici, cezaevi döneminde de çeşitli mafya haberleriyle gündeme geldi. 21 Ocak 2001’de basında şu haber yer aldı: “Yeraltı dünyasının tanınmış isimlerinden İbrahim Cici, Eskişehir Özel Tip Cezaevi'ndeki villa tipi olarak adlandırılan dubleks odanın merdivenlerinden yuvarlanarak düştü. Hastaneye kaldırılırken yolda ölen Cici'nin, yapılan otopside kalp krizi sonucu öldüğü belirlendi.”

Aslında Türkiye basın tarihinin içinde geriye doğru bir kazı yapılsa, mafya ilişkilerinin yakın tarihimizin bir konusu olmadığını gösteren çok örnekle karşılaşabiliriz. Çünkü, Peker’in de videolarında zikrettiği –içeriden biri olarak paylaştığı- ‘çökme’ pratiği, Cumhuriyet tarihi boyunca Ermeni ve Rumların mülklerine çökmek bağlamında vardı. Eğer ‘çökme’ varsa, iktidardan basına ve çeşitli sermaye odaklarına kadar mafyatik ilişkiler de vardır.

Bu ilişkiler ağında, bugün medya-siyaset ilişkisinin nerede durduğunu söyleyebiliriz?

Aslında tam göbeğinde duruyor. Son olarak mafya lideri Peker’in, Doğan grubuna ait medyanın Demirören tarafından alınması sürecine dair anlattıkları pek çok kişi için hafıza tazeleyici oldu. Ancak ondan önce de, medya mülkiyetlerine dair ilişkilerde havuz oluşturarak harekete geçme yöntemi de benzer bir pratikti. Peker’in Hürriyet baskınına dair itirafları da önemliydi. Mafyatik ilişkiler içindeki konumu nedeniyle TGC tarafından üyelikten çıkarılan Hadi Özışık’tan sonra Veyis Ateş ve Peker’in kardeşi Yeni Akit gazetesi yöneticisi… Peker’in isim vermeden andığı başka gazeteciler de oldu.

Milliyet Gazetesi tarafından geleneksel olarak düzenlenen Şehrin En İyileri Ödül Töreni’nde 2017 yılında "En hayırsever iş adamı" kategorisinde ödül Sedat Peker'e verilmişti. Peker’in çıkar çatışması sonucu aranır duruma düşmesinin ardından da, Milliyet ve Yeni Akit’in ona karşı nasıl bir üslup kullandığını da gördük. Tüm bunlar mafyanın, çeşitli renkleriyle medyanın bünyesine sirayet ettiğini ve onun bir parçası haline geldiğini gösteriyor.

Muhalif medyaya Türkiye’de AKP hükümeti ile çok ciddi saldırılar oldu. Mafya-medya ilişkisini düşündüğümüzde, bunu nasıl yorumlamamız gerekiyor? (Gazetecilerin ve aldığı cezaları da düşünürsek özellikle Kemal Kurkut’un öldürülme anına ait fotoğrafları çeken gazeteciye ceza isteniyor.)

Üniversite öğrencisi Kemal Kurkut’un polis tarafından vurularak öldürüldüğü anı fotoğrafları ile belgeleyen meslektaşımız Abdurrahman Gök, Türkiye’de gazeteciliğin yüz akı olan isimlerden biridir. İktidar medyası ve ‘ana akım’ diye anılacak bir medyadan söz edemesek de, geçmişte bu kavramla anılan mafya ile içli dışlı medya yapıları, yıllarca gerçek gazetecileri hedef gösterdiler. İşini doğru yapan birçok gazeteci, iktidar medyası ile içli dışlı olan ve iktidar ittifakının bir parçası olan mafyanın saldırısına uğradı. Mafyalaşmış bir iktidar ve medya düzeninde yaşıyorsanız bunlar şaşırtıcı olmaktan çıkıyor.

Ana akım medya tanımı Sedat Peker’le bir kez daha değişti mi?

Mafya lideri Peker’in, çıkar ittifakının dışına itildikten sonra yaptığı açıklamalar kuşkusuz bir dizi kirli ilişkinin görünür hale gelmesinde etkili oldu. Yayımladığı videolar rekor düzeyde izlendi. Ancak, Peker’in medya alemine dair anlattıkları, yıllardır mesleğin içinde olanların genel karakteri bakımından bilmediği şeyler değildi. Kuşkusuz bildiklerimizin üstüne yenileri eklendi. Peker’in deşifre ettiği gazetecilerden bazılarının hala yüzsüz biçimde mesleğin içinde kalabilmek için çabaladığına tanık oluyoruz. Onlar için hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağı söylenebilir. Ancak medyanın tanımına dair bir değişimden değil belki kokusu uzun süredir duyulan çürümeye dair bilinenlerin pekişmesinden söz edebiliriz.