‘Kürtleri muhatap almayan hiçbir güç bölgede etkili olamaz’

KJK Koordinasyonu üyesi Esma Semsur, 7 Haziran seçimlerinden bu yana yaşanan gelişmeleri ve 1 Kasım seçimlerine yönelik sorularımızı yanıtdı.

KJK Koordinasyonu üyesi Esma Semsur, 7 Haziran seçimlerinden bu yana yaşanan gelişmeleri ve 1 Kasım seçimlerine yönelik sorularımızı yanıtdı.

KJK Koordinasyonu üyesi Esma Semsur “7 Haziran seçimleri ardından yaşanan gelişmeler yeni bir dönemecin göstergesidir. Rejimin çıkmazlarının ve çözümsüzlüğünün bütün çıplaklığı ile açığa çıktığı ve fakat bununla birlikte çözüm alternatiflerinin ve perspektiflerinin de en çarpıcı bir şekilde kendisini hissettirdiği bir dönemeçtir” diyerek önemli değerlendirmelerde bulundu.

‘BU REJİM ÖLMÜŞTÜR’

7 Haziran seçimleri ile neler değişti.  Yaşanan bu değişim süreci nasıl etkilemekte?                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            

Demokratik devrim niteliğinde bir mücadele dalgası ile karşı karşıyayız. Çözüm alternatifinin kendisini en radikal ve çarpıcı bir şekilde gösterdiği bir süreçtir. Toplumsal sorunlar çözümsüz kalmaz. Devlet çözüm üretmeyebilir. Hatta 90 yıllık devletin, tam tersine bütün toplumsal sorunların kaynağı ve üreticisi olduğu bu süreçte daha netlik kazandı. Bütün Türkiye halkları rejimin hasta olduğunu; hatta öldüğünü gördü. Rejim hücrelerini ve organlarını yenileme gücünü yitirmiştir. Biz bunu sadece AKP/Erdoğan iktidarı ile de izah edemeyiz. Çok köklü yapısal değişimi gerektiren bir yeni çağdayız artık. Demokrasi çağı. Böylesi bir çağda sürekli sorun üreten ve fakat sorunların altında artık taşıma gücü bulunmayan bir devlet ve rejim gerçekliği kendisini bütün çıplaklığıyla, üstü örtülemez, ayıpları kapatılamaz bir şekilde ortaya serdi. Bütün Türkiye halkları, bölge ve dünya halkları bu rejimin dibe vurmuş, insanlık düşmanı ve çağdışı karakterini bütün açıklığı ile gördü. Artık 1920’lerde yaşamıyoruz; 2020’lere doğru ve iletişim çağında her şey dünyanın gözü önünde cereyan ediyor. 1920’lerdeki Mustafa Süphilerin nasıl katledildiği, 38 Dersim katliamının vahşeti, hatta 1980’lerin Diyarbakır zindan karanlığı; hatta Madımak katliamı ulus-devletin bütün merkezi imkanları ve olanakları ile perdelenebildi. Fakat artık 2020’lere doğru gidiyoruz. Ulus-devletin çalan-çırpan, tekçi, faşist ve toplumsal-kültürel doğaya ve tarihe aykırı yapısı artık günümüz çağının dışındadır. Çağın en önemli değişimi demokratik gelişimin ve dönüşümün yolunun sonuna kadar açık olmasıdır. Demokrasi bütün çözümlerin anasıdır. Kürt halkının kendi sorunlarını kendi öz gücü ile çözme iradesi en büyük devrimci ve çağdaş çıkış olarak daha fazla gelişecektir.

‘ASIL HEDEFLERİ ÇÖZÜMÜN ÖNÜNÜ KESMEK, HALKLARI KORKUTMAKTIR’

Özellikle de 24 Temmuz tarihinden bu yana, hem Kürt özgürlük hareketi hem de Kürt halkı üzerinde büyük bir saldırı başlatılmış bulunmaktadır. Bu saldırıların amacı nedir?

Temmuz ayından beri Kürdistan’da yaşanan savaşın çok kapsamlı siyasi sonuçları vardır. Ulus-devlet yapısının altında inim-inim inleyen halklar, çözüm gücünü ve iradesini açığa çıkarıyor. Bakın göreceksiniz; en fazla 1-2 yıl içerisinde başta Kürdistan parçaları olmak üzere bölgedeki birçok halk, bu demokratik toplumsal devrim dalgasının etkisi ile her türlü baskıcı, gerici, tekçi, dar milliyetçi-şöven-cinsiyetçi ve en önemlisi de mevcut veya olası ulus-devlet yapılarından kaynaklı sorunların çözüm iradesini ve yöntemlerini büyük bir demokratikleşme hamlesi ile geliştireceklerdir. Çözüm  gücünü ortaya koymuş bütün inisiyatiflerin her çağda hızla kendisini yaygınlaştırma gibi bir özelliği vardır. Aslında şu anda Türkiye’de ve özellikle Kürdistan’da yaşanan onca vahşi saldırı ve katliamların asıl hedefi, böyle bir çözüm inisiyatifinin önünü kesmek, halkları korkutmaktır. Bu sebeple bu kadar vahşi bir şekilde işte DAİŞ yöntemleri ile saldırılmaktadır. Kafa kesmeler, cenazelerin tankların arkasından sürüklenmesi, çıplak edilmesi, bebeklerin bile suikast ile öldürülmesi; bütün bunlar halkın gelişen çözüm iradesine yönelik psikolojik savaş yöntemleridir. Gelinen noktanın geriye dönüşü yoktur. Bu rejim şu anda Kürdistan’da sadece askeri gücü ile varlığını sürdürmektedir. Hangi sosyal-hukuki-kültürel ya da siyasi varlığından bahsedebiliriz? Askeri gücü nereye kadar sürdürebilir? Ordu gücü halkla şehirlerde nasıl savaşacak? Üstelik bütün bunlar henüz demokratik devrim dalgasının başlangıcı oluyor. Fakat boyutlarına ilişkin aslında 6-7 Ekim 2014 olayları önemli ipuçlarını barındırıyordu.

‘KOBANÊ SONRASI TÜRKİYE, KOBANÊ ÖNCESİ TÜRKİYE DEĞİL’

Belki de bu savaşın en önemli etkilerinden birisi de demokratik ulus perspektifinin ve Kürdistan parçalarının giderek daha belirleyici bir şekilde mücadele ve kader ortaklığında buluşmasıdır. Şengal direnişi, Kerkük-Maxmur direnişi, Rojava devrimi ve özellikle Kobanê direnişi ve zaferi bu süreci çok etkili bir şekilde başlattı. AKP çeteleri eliyle gerçekleştirilen Suruç ve en son Ankara katliamı, Kuzey’de halkın kendi öz yönetimini inşa etmesi ve ulus-devlet kurumlarını muhatap almaması sürecinin iki boyutunu çok çarpıcı bir şekilde yansıtmaktadır. Suruç katliamı Rojava ve Kobanê sürecinde Türkiye halklarının özellikle Kürt halkı ile sağladığı kardeşleşme ve mücadele birlikteliğine karşı geliştirilen bir katliamdı. Ankara katliamı Kürt halkının Kuzey’de geliştirdiği demokratik çözüm iradesi ve mücadelesi ile birlikteliğe ve ortak geleceğe dönük her türlü demokrasi arayışına ve ortak çözüm inisiyatifine karşı geliştirilen bir katliamdı. Asıl hedef demokratik çözüm iradesinin ve isteminin Türkiye halklarındaki gelişim potansiyelinin kırılmasıydı. Kobanê sonrası Türkiye, asla Kobanê öncesi Türkiyesi değildi. Bu değişim sadece devrimci demokratik sol kesim içerisinde yaşanmadı. Türkiye halkı bir bütün olarak son iki yıldır çok büyük bir değişim sürecine girmiştir. Kürt halkının 40 yıllık mücadelesine karşı giderek büyüyen bir empati ve sempati ile yaklaşmaktadır. Kürt halkı ile birlikte ortak kader ve demokratik özgür yaşam iradesini her geçen gün biraz daha sesli ve açık ifade etmektedir. Şehit ailelerinin tepkileri giderek rejime yönelmektedir. Başta Karadeniz olmak üzere, bütün Türkiye halkları devleti ve rejimi sorgulamaktadır. “Devlet de kim?” diyebilmektedir. Bütün bunlar Türkiye halkının bu savaşta giderek taraf haline gelişinin göstergeleridir. Demokratik ulus çerçevesinde özgür birliktelik ve ortak mücadele yolunda bedeller vermeye hazır olduğunu ortaya koymuş, omuz omuza mücadele yoldaşlığında ısrar ve direnç göstermektedir. Mevcut rejimin sorunların çözüm gücü olmadığını, hatta sorunların kökünde bu rejimin yattığını Türkiye halkları en yalın haliyle bu süreçte gördü. AKP’nin açılım ve çözüm dediği şeyin aslında tam bir kandırma ve oy devşirme politikası olduğunu halk bu savaş sürecinde çok daha net algıladı. Bütün algı operasyonları ve özel savaş medyası bu savaş sürecinde halklar nezdinde açığa çıktı. Halkların ortak çözümde buluşması ve bunu ortak mücadele zeminlerine taşıması önümüzdeki süreçte çok daha hızlı ve etkili gelişim gösterecektir.

‘Halklar nezdinde etkili sonuçlar açığa çıktı’ dediniz, halklar, özellikle de Kürt halkı açısında bu saldırılar kendisiyle neler açığa çıkardı?

Kürt halkı açısından bu savaş, özellikle bölgesel çapta siyasi etkinliğini arttırmıştır. Birincisi; çözüm perspektifi ve demokratik toplum modeli olarak yerelin öz yönetim inşası yeni ufuklar açmıştır. Bölgedeki etnik-kültürel ve dinsel-mezhepsel kördüğüm olmuş, bölgeyi karanlık bir kan deryasına dönüştüren; öz topraklarında yaşam gücünü kökünden söktüren bütün sorunlara melhem sürebilen tek çözüm alternatifini geliştiren Kürtler, bu savaşta kesinlikle demokratik çözüm iradesini ortaya koymuştur. Bölgede siyasi etkinlik ve hegemonya peşinde olan bütün güçler Kürtlerle ilişkilenmek zorundadır. Kürtlerin olmadığı bir Irak, Suriye, Türkiye ve giderek İran çözümü olmayacaktır. Bu aynı zamanda Kürtlerle ilişkilenmeyen, onları muhatap almayan hiçbir bölgesel gücün bölgede etkili olamayacağı anlamına gelmektedir. Özellikle Türk devleti, Kürt düşmanlığından kaynaklı bölgedeki ve dünyadaki politik etkinliğini yitirmektedir, hatta dış politika perspektifini yitirmektedir. Dış politikada çok ciddi bir çıkmazı yaşamaktadır. Ne ileri gidebiliyor, ne geri dönebiliyor.

‘AKP UMUDUNU KAOSA BAĞLAMIŞ’

Direniş ile AKP’ye cevap veren Kürt halkı, AKP ‘ye ne mesaj verdi? Bu durum 1 Kasım’da nasıl bir sonuç açığa çıkaracaktır?

AKP bu sürecin altında kalmış, altından çıkamıyor. Seçime giderken Özgürlük Hareketinin çatışmasızlık kararına karşı daha saldırganlaşarak savaşı yoğunlaştırması ve savaşta ısrar etmesi, umudunu kaosa bağlamasındandır. Kaos olursa, parlamenter sistem zaten askıya alınacaktır. Seçim sonuçları nasıl olursa olsun, parlamenter sistem üstelik daha da büyümüş bir halkların demokratik temsiliyeti ile kendisini ayakta tutacaktır. Ve bu parlamentonun, eğer kendisini inşa edebilirse, demokratik çözümlere yatırma dışında yapabileceği hiçbir şey kalmamıştır. CHP hükümeti veya hangi denklemle kurulursa kurulsun olası bir koalisyonun sadece Kürt sorununda değil, bütün toplumsal sorunlarda açılım yapma dışında bir şansı kalmamıştır. Bu meclis adeta toplumsal irade ve çözüm gücü tarafından kuşatılmıştır. Fakat kaos, parlamenter sistemi tümüyle ortadan kaldırabilecek veya askıya alabilecektir. O nedenle AKP, aslında seçime kilitlenmemiş, orada kaybettiğinin bilincindedir. AKP kaosa umut bağlamış. Bütün saldırıları, söylemleri ve hedefleri buna dönüktür. Uluslar arası sermaye güçlerinin yüklediği misyon ve rol karşısında başarısız kalan AKP hükümeti, gözden çıkarılmıştır. Sistemin en kirli işini yapma, DAİŞ benzeri bir rol dışında bir siyasal misyonu ve perspektifi kalmamıştır. 1 Kasım sonrası parlamenter sistem tarihsel bir demokratik reform programı ile yerli yerine konulursa, adeta Demokratik Türkiye Cumhuriyetinin kurucu meclisi gibi işlemek zorundadır. 12 Eylül ve totaliter-faşist rejimin bütün kalıntılarını silmek, yerine demokratik yerelden yönetimin iradesine saygılı ve bunu anayasal zemine kavuşturmuş bir meclis olmak durumundadır. Özellikle Kürdistan’da gelinen noktada geriye adım olmayacaktır. Zaman zaman yavaşlayabilir veya daha da yoğunlaşabilir öz yönetim inşası, fakat gelinen aşamada karşılıklı irade tanıma, tarafların birbirini kabulü mevcut meşruiyet çıtasına göre gelişecektir. Ne zaman devlet anayasal ve parlamento zemininde demokratik çözüm temelinde yeniden yapılandırma programına ve kararlılığına ulaşır; o zaman bu süreç bir çözüme doğru evrilir. Böyle bir kurucu platformda oluşacak yeni siyasi dengelerde AKP, belirleyiciliğini yitirecektir. AKP fenomeni dağılacaktır. Bu nedenle özellikle parlamenter sistemi askıda tutmayı hedefleyen her türlü kirli işleri yapmaktadır. 12. Eylül faşizminin gerçekliği AKP’nin omuzundadır. Altında ezilse bile onu taşımak zorundadır. Çünkü onun bir ürünüdür. Onun dışında yaşama imkanı yoktur. Bu da AKP’nin fıtratında vardır. Kürt düşmanı, demokrasi düşmanı, halklar düşmanı, diller-dinler-kültürler düşmanı bir güçtür. Çağdışıdır. Türkiye böyle bir çağdışı güç tarafından yönetilemez. Aslında son süreçteki öz yönetim ve yerel inisiyatiflerin ortaya koyduğu direniş esasta bu mesajı içermektedir. Türkiye artık demokratikleşmek zorundadır. Demokratikleşecek bir Türkiye’nin asli ve kurucu üyesiyim; bu kadar totariterleşmiş bir devlet ve rejimi kabul etmiyorum diyor Kürt halkı.